Veysel Karani (r.a)

Efendimiz (a.s) ‘ Veysel Karani Sahabeye güzel bir şekilde tabi olanların (tevbe/100) en hayırlısıdır ‘ buyurmuştur. Kainatın efendisi zaman zaman yüzünü Yemen tarafına çevirir ve ‘ Rahman’ın nefesini Yemen cihetinde buluyorum ‘ derdi. Efendimiz; “Yarın kıyamet olunca Hakk taala Veysel şeklinde yetmişbin melek yaratır. Ta ki Veysel bunların arasına karışarak Arasat meydanına gelsin ve cennete gitsin. Bu suretle Allah’ın diledikleri müstesna, bunlar arasında hangisinin Veysel olduğunu hiç bir mahluk bilmesin. Zira o, dünya yurdunda bilinmez ve tanınmaz bir kubbenin altında Hakka ibadet edip kendini halktan uzak tuttuğundan ahirette de ağyarın gözünden mahfuz kalması lazım gelmişti. Çünkü Kudsi Hadiste ‘Evliyalarım kubbemin altındadır, onları benden başkası tanıyamaz ‘ buyurulmuştur.. Garib haberlerden zikredilmiştir ki Efendimiz birilerini arıyormuş gibi bir hal içinde cennettteki köşkünden dışarı çıkar.
– Kimi arıyorsun ?. diye hitab gelir.
– Veysel ‘i diye cevap gelir. Tekrar nida gelir;
– Boşuna zahmet çekme, onu düntada göremediğin gibi burada da göremeyeceksin !.
– İlahi, o nerededir ?.
– Mak’ad-ı sıdk’ta , (muktedir bir Melik’in huzurundaki sadakat koltuğunda..kamer 55) diye ferman geldi..
– O beni görüyor mu ?.
Ferman ulaştı;
– Beni gören kimse seni niye görsün!.. Yine Hace-i Enbiya (s.a.v) buyurmuştur ki, ” Ümmetimin içinde öyle bir er vardır ki, kıyamet günü Rabia ve Mudarr kabilelerinin koyunlarındaki kıl sayısı kadar kimseye şefaat edecektir. ” Söylendiğine göre hiç bir arab kabilesi, bahis konusu iki kabilenin sahib olduğu kadar koyun sürülerine malik değildi.
Sahabeler;
– Bu zat kimdir ? diye sorduklarında buyurdu ki;
– Allah’ın kullarından bir kul.
– Biz de Allah’ın kullarıyız, onun ismi ne?
– Veysel!
– Nerede oturur?
– Karen’de.
– Seni görmüş müdür?
– Zahir gözüyle hayır.
– Acaib! Hem sana bu kadar aşık olsun, hem de koşup huzuruna ve hizmetine gelmesin.
– Bunun iki sebebi var: Biri galebe hali, ikincisi şeriatına olan tazimi. Zira iman sahibi ama bir annesi var, eli ayağı tutmuyor. Veysel gündüzleri çobanlık yapıyor, aldığı ücreti kendisinin ve annesinin masraflarına harcıyor.
– Biz onu görebilecek miyiz? Efendimiz, Sıddık’a;
– Sen onu göremeyeceksin, 
dedikten sonra ilave etti: “Ama Faruk ile Murtaza görecekler. O kıllı bir adamdır, sol yanında ve sağ elinin ayasında bir dirhem mikdarında bir beyazlık var, ama baras hastalığı değil bu. Onunla görüştüğünün zaman selamımı kendisine ulaştırın ve ümmetime dua etmesini söyleyin.” Nakledilir ki Resul ‘ün (s.a.v) vefatı yaklaşınca;
– Ya Resulallah hırkanı kime verelim ? diye sordular.
– Veysel Karani’ye diye buyurdu. Efendimizin vefatından sonra Ömer ve Ali (r.a.) Küfe ‘ye geldiklerinde Faruk hutbe esnasında yüzünü Necd halkına doğru çevirerek;
– Ey Necd’liler! Ayağa kalkınız , dedi. Onlar da ayağa kalktılar ; ” Aranızda Karen’den bir kimse var mıdır ?” diye sordu. ” Evet var ” dediler. Ve aralarından seçtikleri bir kaç kişiyi Ömer ‘in huzuruna gönderdiler. Faruk onlara Veysel ‘den haber sordu. Ama ‘onu tanımıyoruz’ dediler. Bunun üzerine ” şeriat sahibi bana haber vermiştir. Ve asla o boş söz söylemez. Gerçekten onu bilmiyor musunuz” dedi. O vakit içlerinden biri;
– O, Emirü’lmü’minin soruşturmayacağı kadar hakir bir kişidir, ahmak bir serseridir, halktan ayrılarak yalnız yaşamaktadır , dedi. Faruk ;
– Şimdi o nerededir, zira bizim aradığımız odur , dedi. Şöyle dediler;
– Urene vadisindedir, akşama kaadar deve güdüyor, elde ettiği ücretle de ekmek alıyor. Mamur yerlere gelmez, kimse ile sohbet etmez, halkın yediğini yemez, gam ve neşe nedir bilmez, halk ağlayınca da o güler. Sonra Faruk ile Murteza oradan vadiye gittiler. Onu namazda buldular. Veysel insan geldiğini hissedince namazını kısa kesti. Namazı bitirip selam verince, Faruk ayağa kalktı, selam verdi, o da mukabelede bulundu. Faruk;
– Adın nedir? 
– Abdullah (Allahın kulu) dedi.
– Hepimiz Allah’ın kullarıyız, ben özel ismini soruyorum dedi.
– Veysel ! dedi.
– Sağ elini göster, dedi. O da gösterdi. Efendimizin (s.a.v) bahsettiği nişanı gördü, derhal öptü ve;
– Allah Resulü sana selam gönderdi. Ümmetine dua etmeni söyledi , dedi. Veysel ;
– Dua etmeye sen daha ziyade layıjsın, zira yeryüzünde senden aziz bir kimse yoktur , dedi. Faruk ;
– Bu işi ben de yapıyorum ama sen Resul’ün vasiyetini yerine getir, dedi. Veysel ;
– Ya Ömer! Dikkatle bak, aradığın zat başkası olmasın, dedi. Ömer ;
– Efendimiz, senin nişanını vermiştir , dedi. Veysel ;
– O halde Efendimizin hırkasını bana veriniz ki, dua edeyim, dilekte bulunayım. Sonra onlardan uzakça bir yere gidip bir köşeye çekildi, hırkayı bıraktı, yüzünü yerin üzerine koydu ve;
– İlahi bütün ümmeti Muhammedi (ve insanlığı) bana bağışlamadığın sürece şu hırkayı giymeyeceğim. Peygamberin bu işi buraya havale etmiştir. Resul Faruk ve Murteza kendi üzerlerine düşeni yapmışlardır. Şimdi iş sana kalmıştır , diye niyazda bulundu. ” Şu kadarını sana bağışlamış bulunuyorum, hırkayı giy ” diye hatıften bir ses geldi ama o ” Hepsini isterim ” dedi. Böyle diyor ve böyle sesler işitiyordu. Derken Faruk ile Murteza ” Veysel’in yanına varalım ne yaptığını görelim ” dediler. Veysel bunların geldiklerini görünce bir ahh çekerek: ” Niçin geldiniz, gelmemiş olsaydınız bütün Muhammed ümmetini Allah benim için bağışlamadıkça hırkayı giymeyecektim ” dedi.

Check Also

Ladikli Ahmet Ağa

Gayb; göz önünde olmayan; alamet ve emmare ile bilinemeyen, hakkında delil bulunmayan, gizli olan manalarının ...