Rabiatü’l Adeviye

Hususi bir mahremiyet perdesi altında saklı ve ihlas örtüsü ile gizli olan, aşk ve iştiyakla tutuşan, yakin ve anık olmaya vurulan,Meryem-i Safiyye ‘ye naib bulunan, erenler nezdinde kabul gören Rabiatu’l Adeviye (r.a).

Biri çıkıp onu; ‘ Niçin erkekler safında zikr’ettin ‘ diye sorarsa, derim ki; 
Hace-i Enbiya 
(s.a.v) “Allah sizin suretinize bakmaz” buyurmuşlardır.

Bir kadın Allah Teala’nın yolunda er olursa, artık ona kadın denemez. 
Nitekim Abbase-i Tusi ‘Yarın Arasat meydanında;
Ey erler!” diye nida edildiği vakit, rical safına ilk önce ayağını basacak olan Hz. Meryem ‘dir” demiştir. Bir şahıs ki o mecliste hazır olmayınca Hasan Basri konuşmazdı. Öyle bir şahsın mutlaka erkekler safında yad edilmesi lazım gelir. Belki hakikat açısından bakılınca görülür ki, bu zümrenin bulunduğu makamda herkes tevhidde yok, (ilahi vahdette fani) olmuştur. Şu halde tevhidde “ben” ve “sen” namına bir şey kalmamış olduğundan; “erkek” ve “kadın” ayırımından söz edilemez.

Nitekim Ebu Ali Farmedi (r.a) ; “Nübüvvet izzet ve şerefin ta kendisidir, orada büyüklükten küçüklükten sözedilemez ” demiştir. İmdi velayet de aynen öyledir, hele bahis konusu olan Rabia olursa. Zira muamele ve marifet itibariyle çağında onun bir eşi daha yoktu. O zmanki büyükler nezdinde muteber olup, çağdaşlarına karşı sözü kat’i bir hüccet idi..
Naklederler ki, babasının evinde onu saracak bir bez parçası, göbeğini yağlamak için bir katre yağ, ve çerağ bulunmamıştı. Babasının üç kızı daha vardı, Rabia dördüncü idi. Bunun için ona Rabia yani “dördüncü” ismini vermişlerdi.. Rabia büyüyüncebabası ve annesi öldü. Basrada büyük bir kıtlık zuhur etti. Bacılar sağa sola dağıldı. Rabia ‘da zalim birinin eline düştü, bu zalim onu sadece bir kaç akçeye satmıştı. Yine efendisi ona güç ve çetin işler emr ediyordu. Bir gün yolda rastladığı bir namahremden kaçarken düştü, kolu kırıldı, ve şöyle niyazda bulundu:

– İlahi! Garibim, annem babam yok. Esir düştüm, kolum kırıldı, fakat yine de bunların hiç biri umurumda bile değil. Bana ancak senin rızan lazım. Benden razı olup olmadığını bir bilsem. 

Hafiften şöyle bir ses işitti;
– Gam yeme, istikbalde öyle bir merteben olacak ki, semadaki mukarreb melekler seninle iftihar edecekler, sana imrenecekler!.

Sonra Rabia eve gitti, devamlı oruç tutuyor, her gece sabahlara kadar namaz kılıyordu. Bir gece efendisi uykudan uyandı, bir ses işitti, dikkat edince, secde halinde bulunan Rabia ‘yı gördü, şöyle diyordu;
– İlahi! Biliyorsun ki gönlümün arzusu senin fermanına muvafakat etmektir, göz aydınlığım ise dergahında hizmet etmektir. Eğer iş elimde olsaydı bir lahza sana hizmetten geri kalmaz, durup dinlenmedenhep sana itaat halinde olurdum. Ama sen beni bir mahlukun emri altına soktun, onun için sana hizmette geri kalıyorum! 

Efendi dikkat edince Rabia ‘nın başucunda asılı bir kandil gördü. Kandil bir zincire bağlı olmaksızın muallakta duruyordu. Ev tamamıyle nurla dolmuştu. Ayağa kalktı vee kendi kendine ” Artık o köle olaarak tutulamaz 
dedi ve Rabia ‘ya;
– Seni azad ettim, dilersen burada kal, hepimiz sana hizmet edelim, bunu dilemezsen gönlünün dilediği yere git , dedi..

Bunun üzerine Rabia destur isteyip oradan ayrıldı ve kendini ibadete verdi. Derler ki, bir gün bir gece zarfında bin rekat namaz kılıyordu. Zaman zaman da Hasan Basri ‘nin meclisine gidiyordu.. 

Bir taife demiştir ki; ( Rabia ) mutbirlikle uğraştı, ( hanendelik, sazendelik ve rakkaselik yaptı ) Sonra tekrar tevbe etti, ıssız bir harabeye çekildi. Sonra bir savmaa yaptı, bir müddet burada ibadet etti. Bundan sonrada Hacc’a gitmeye azm ederek çölün yolunu tuttu. Eşyasını sırtına yüklediği bir merkebi çölde ölünce kafiledekiler;

– İsterseniz eşyanızı biz taşıyalım, demişler ama o;

– Ben yola çıkarken size tevekkül etmiş değildim, yolunuza devam ediniz demişti. Bunun üzerine kervan yoluna devam etmiş, Rabia‘da;

– İlahi! Padişahlar aciz bir kadına böyle mi yaparlar? Beni evine davet ettin, ama eşeğimi yolun yarısında öldürdün! Beni çöllerde yapayalnız bıraktın! , diye (nazla) niyazda bulundu. Bunun üzerine merkep derhal ayağa fırlamış, Rabia’da yükünü sırtına vurarak yoluna devam etmişti. Ravi diyor ki, bundan bir müddet sonra merkebin satılmış olduğunu görmüştüm.

Rabia Mekke’ye giderken günlerce kaldığı çölde;
– 
İlahi! Gönlüm gamla dolu, nereye gideyim? Ben (topraktan yaratılmış) bir kerpiçim, o (Ka’be) ise taştan bir evdir, bana seni gerek!, diye münacatta bulunmuştu.

Bunun üzerine Hak Teala vasıtasız olarak gönlüne hitap etmişti;
– 
Ya Rabia! On sekiz bin alemin kanına giriyorsun! Ortalığı karıştıracaksın! Görmedin mi, Musa (a.s) didar isteyince, tecellinin bir zerresini dağın üzerine atıverdim, bunun üzerine dağ kırk parça oldu!.

Check Also

Ladikli Ahmet Ağa

Gayb; göz önünde olmayan; alamet ve emmare ile bilinemeyen, hakkında delil bulunmayan, gizli olan manalarının ...