Sevmek mi Sevilmek mi

Genç kız tüm gece boyunca yürümüştü. Eve çok yakın bir yerde olan arkadaşının yanından çıktığında hava açıktı. Ama aniden şehrin üzerine hücum eden sis bulutları arasında gözünün önünü görmesi iyice imkansızlaşmıştı.

Oysaki buraları çok iyi biliyordu. Ama sis yolunu şaşırtmıştı. Şimdi ise gece yarısı olduğu halde hala yürüyordu. Genç kız nihayet o yoğun sis bulutları arasından bir evin ışıklarını farketti.

O karanlık gecede bir karaltıyı seçebildi. Kendisinden yardım istemekten başka şansı kalmamıştı.

– Afedersiniz, yolumu şaşırdımda, bana yardım edebilir misiniz? dedi. sesinde, bir korku ve heyecan hissediliyordu. Gecenin bu vaktinde, yardım istemek, hem de tanımadığın birinden, zor ve tehlikeliydi.

Delikanlı, kızı şöyle bir süzdükten sonra, buyrun tabii memnuniyetle dedi.

Kız mahçup bir edayla evinin adresini söyledi. Delikanlı çok ters tarafda kaldığını, herhalde sisden dolayı yolunu şaşırmış olabileceğini söyledi.

Delikanlı devamla;

Eğer yanlış anlamazsanız, evim şurada gün aydınlanıp, sis dağılıncaya kadar kalabilirsiniz dedi. Yanlış anlamalara meydan vermemek için, lütfen güvenin bana, bu gece evinize gitmenizin de imkanı yok, ben yan komşumda kalırım dedi.

Kız çaresiz kaldığını farketti ve zoraki bir kabullenişle, zahmet olmazsa lütfen diyebildi.

Gün ışıkları yavaş yavaş yükselirken, kapı çaldı…

Gelen delikanlıydı;

– Hayırlı Sabahlar, İyi uyuyabildiniz mi? 

Kız çoktan uyanmış, delikanlının gelmesini bekliyordu bile.

– Çok teşekkürler, bana evinizi açtınız, zor anımda bana yardım etme lütfunu gösterdiniz, size ne kadar teşekkür etsem azdır dedi.

Delikanlı da, kendisinin yerinde kim olsa yardım edeceğini, öyle fazla büyütülecek bir şey yapmadığını söyledi.

Kız, kendisini bile tanımayan bu iyi kalbi delikanlıya hayran kaldı.

– Benim adım Ferda.

– Ben de Kemal. Bu evde tek başıma yaşıyorum. (Bir an duraksadı Kemal).

Kısa bir sessizlik hakim oldu. Ve ardından aralarında genel bir sohbet havasında bir konuşma geçti, konuşmanın arasında Kemal, Ferda’ya şöyle bir soru yöneltti;

– Söylesene maskeli bir baloda insanların gerçek yüzlerini tanımak mümkün müdür sence?

– Tabii ki değil.

– İşte şu toplumda gördüğün bir çok insan ve sen ve de ben… Hepimiz maskelerinizle yaşıyoruz. Şu toplum maskeli bir balodan farksızdır bence. Hem de zamana, kişilere ve olaylara göre her an değişen maskelerin kullanıldığı bir balo… Bu yüzden pek anlamlı gelmiyor bana insanlar üzerinde düşünmek.

– Kendini soyutluyorsun insanlardan.

– Öyle de denebilir. Zaten toplum ferdin en büyük düşmanıdır bence. Bu yüzden insanlardan hiçbir şey almamayı yeğliyorum. Buna rağmen her şeyimi vermeye de hazırım onlara.

– İnsanların sevgisini de reddeder misin, örneğin?

– En başta onu. Bugünün sahte sevgileri bir insanin kalbini yaralamak için seçilen en tehlikeli yoldur.

– Ama insan hiç sevilmeden yaşayamaz ki…

– Bunda yanılıyorsun. İnsan sanıldığının aksine sevilerek değil severek yaşar. İnsan sevilmek ihtiyacında olan zayıf bir varlık değildir. Kısacası sorun bence sevilmek değil sevmektir.

– Sevdiğin halde sevilmiyorsan?

– Sevilmek senin sorunun değil onun sorunu. Bence sevmek bir insanı kendi içinde hissetmendir. Sevilmek ise kendini bir insanin içinde hissetmen. Anlayabiliyor musun? Sevmek seni zenginleştirir, sevilmek değil. Bunu evreni kapsayacak şekilde de düşünebilirsin.

– Nasıl yani?

– Evrensel anlamda sevmek kainatı kendinde seyretmek, sevilmek ise kendini kainatta seyretmektir. Ferda’nın kafası karışmıştı. Hiç bu kadar derinlemesine düşünmemişti sevgi üzerine.

Bunu fark eden Kemal:

– Bunları bir anda anlamak sana güç gelebilir. Ama biraz düşünürsen umarım anlayabilirsin. Şunu unutma ki insanlık bugün ikinci tas devrini yaşıyor. Birinci taş devrinde insanlar yumuşacıktı. Sevgi sayesinde her şey yumuşacıktı. Sadece evleri ve aletleri taştandı. Şimdi ise her şeyimiz yumuşacık, yüreklerimiz taş gibi. Hatta taştan da katı. Çünkü öyle taşlar vardır, üzerlerinde otlar yetişir ve öyleleri de vardır ki...

Kemal’in gözleri nemlendi bunları söylerken. Yılların acılarını, ihanetlerini, buruklukların, kelimelere döküyordu aslında. Ağlamaklı bir hale dönüşüyordu sesi kesik kesik…

Uzun bir sessizlik oldu. Bütün bir hayat şeridi geçti Ferda’nın gözleri önünden. Eğer Kemal’in anlattıkları doğruysa sevgi hiç olmamıştı hayatında. Bir anda gözleri duvarda bir çerçevede olan mısralara takıldı:

“Donuk sevgiler çağındayız. Sıcak sevgiler cehennemde yanıyor Sevgi… Yaşanmayacak kadar güzel, Fark edilmeyecek kadar sade, Duyulmayacak kadar doğaldır.” 

Kemal duvarda ağlayan bir çocuk portresi gösterdi Ferda’ya:

 Biliyor musun bir çocuğa verilecek en değerli besin şefkattir. Ve de cesaret. Bunlar öyle hassas bir dengeye sahiptir ki, denge bozuldu mu işte şu insanları görürsün karşında… Şefkat ve cesaret kurbanları… Kimileri aşırı şefkatin yanında cesaretsiz büyütülürler. Bu insanlar küçücük bir dünya kurmak isterler kendilerine. Güçsüzdür bu insanlar, kolayca kırılırlar. Dünya çok acımasızdır öylelerine göre… Kendilerini sevecek birilerini ararlar hep. O kadar yoğunlaşırlar ki bazen şiddetli bir arzuyla birine doğru akmak isterler. Cesurca sevemezler. Cesareti öğrenememiştir bu insanlar. Öte yandan da cesur insanlar… Dünyayı bile devirebilirler. Ama basit bir sevgi oyunuyla kolayca yıkılıverirler. Dünyayı titretecek cesareti taşıyan bu insanlar kalplerine dokunan bir parmakla diz üstü çöküverirler yere. Ve su sözleri duyar gibi olursun onlardan: ” Dağ düştü üstümüze Yıkılmadık ama İnsan değdi tenimize Acısı yıktı bizi…! Cesaret onları o kadar sertleştirmiştir ki sevdikleri insanı kolları ile kalpleri arasında neredeyse öldürür. 

Kemal sustu birden. Ferda bir şeylerin olduğunu hissetmişti. Çözmek istiyordu Kemal’i.

– Niye sustun?

– Bana ne şefkati öğrettiler ne de cesareti.

– Ama tüm bunları biliyorsun sen.

– Nasıl olduğunu merak ediyorsun değil mi, anlatayım. Bir an durdu sonra:

– İnsanların nefretinden sevgiyi, ihanetlerinden sadakati, korkaklıklarından cesareti öğrendim.

– İnsanlar bu kadar acımasız mı? Gerçekten seven insanlar yok mu hiç?

– Bırak sevgilerini gülmeleri bile doğal değil onların. Seni senin için değil kendileri için severler. O kadar iyi o kadar güzel ve o kadar haince severler ki hayran olmamak elde değil biliyor musun? Sevgi ve ihaneti sanatsal bir uyarlamayla o kadar güzel sahneye koyarlar ki son sahnede öleceğini bile bile seyredersin oyunu. Mükemmel bir katildir onlar. Seve seve öldürürler seni. Dudaklarından sevgi sözcükleri yükselir. Yapacağın tek şey gözlerini kapatıp sevgi atmosferi içinde sevgi sözcüklerinin sağanak yağmuru altında ölümü beklemendir. Anlıyor musun?

– Sen sevilmekten korkuyorsun

– Belki…

– Neden? – Neden mi? Ben her insani kalbime misafir edebilirim, sevebilirim yani. Kalbimden eminim çünkü. Sevdiğim insani rahatsız edecek hiçbir şey yok kalbimde. Ama kimsenin kalbine girmek istemem. Çünkü bilmiyorum nelerle karsılaşacağımı. Bilmiyorum hangi tuzaklar bekliyor beni. Ve bilmiyorum o insan bunlardan haberdar mı?

– Fikirlerimi alt üst ettin. Her şey karıştı. Sevmek sevilmek, nefret sevgi… Hatta şu ana kadar gerçekten yaşayıp yaşamadığımı düşünüyorum.

– Aslında sana anlattığım her şeyi kendinde bulabilirsin.

– Nasıl?

– Kendini tanıyarak… Yalnız kaldığın anlarda…

– Yalnızlıktan kaçmışımdır hep…

– Yalnızlıktan kaçmak kendinden kaçmaktır. Bir düşünsene, doğarken de yalnızsın, ölürken de. O halde yasarken yalnızlıktan kaçmak anlamsız değil mi?

– Yalnızlıkta insan ne bulabilir ki sıkıntı ve boşluktan başka?

– Kendini gerçekten tanıyabilseydin uzaydaki derinlikten daha derin bir iç uzayın olduğunu görebilirdin. Bizler ruhumuzu öldürüyor sonra başına geçip ağıt yakıyoruz… Benliğindeki zenginliği fark etseydin dünyada ikinci bir insan aramazdın biliyor musun?

– Anlamadım!

– Dünyada bir tek kişi vardın aslında. O bir tek kişinin içinde beş milyar insan.

– Benliğim bu kadar kalabalık mi?

– Evet. Benliğin tüm varlığın merkezidir. Tüm acılar ve sevinçler yüreğinde gizlidir senin. Ölenleri yüreğine gömdüğün gibi doğacak çocuğun kalbi de senin içinde atar. Hem acıyı hem sevinci yaşarsın iç içe, yan yana… Hatta o kadar acı çekersin ki acı, acı olmaktan çıkar…

– Sözlerin çok karışık.

– Belki haklısın bu konuda. Bazı insanlar başlı başına paradokstur. Düşünceleri de öyle. İnsanlar paradoksal düşünmeye alışık değiller. Bu yüzden anlaşılmıyoruz.

Zaman bir hayli ilerlemişti. Ferda izin istedi. Zihni o kadar dağılmıştı ki hiçbir şey söylemeden çıktı evden. Bütün gece boyunca Kemal’in sözleri ile uğraştı Ferda. Bazen onu anladığını düşünüyor, bazen saçmaladığına karar veriyordu. Her şeye rağmen hayranlık duyuyordu ona. Ara sıra arkadaşlarına anlatmak istiyordu onu. Ama kimsenin anlamayacağından emindi. Günler geçiyor, yüreğinde Kemal’e, karşı konulmaz bir sevgi taşıdığını hissediyordu Ferda. Her geçen gün biraz daha büyüyordu sevgisi. Aylar geçmiş ama bir türlü ona gitmeye karar verememişti. Çekiniyordu. İnsanlardan bu kadar uzak biri onun gibi deli dolu bir kızı ciddiye alır miydi? “Hiç kimse sevgiyle dirilmeyecek kadar ölmüş değildir hiçbir zaman”. Evet, bu söz de onun değil miydi? Nihayet karar verdi Ferda. Gitmeli ve ona sevdiğini söylemeliydi.

Ferda Kemal’in evine gittiğinde büyük bir şaşkınlık geçirdi. Evde kimse yoktu, taşınmıştı… Evin bekçisi yaklaştı Ferda’ya:

 Kızım, adinizi öğrenebilir miyim?

– Adım Ferda, Kemal Bey taşındı mi?

– Evet kızım, taşındı. Ve kimseye söylemedi nereye gittiğini, bana bile. Bir mektup bıraktı sana. Gelirse verirsin dedi. Ferda mektubu aldı. Tereddütlü adımlarla evine gitti. Yıkılmıştı. Derin bir boşluk hissetti yüreğinde. Birden ümitle doldu yüreği. Belki de onu yanına çağırıyordu.

Sabırsızlıkla mektubu açtı. “Ey sevgili, Seni sevip sevmediğimi söylemeyeceğim. Ama sevgiyi öğretebildim sana sanırım (ne kadar öğretilebiliyorsa). Dilerim kalbine kalbimden verdiğim şey yüreğinde yeşerip meyve verir. Böylece ne sen bende kaybolacaksın, ne de ben sende. Sen beni kendinde, ben seni kendimde bulmuş olacağım. O zaman hiç ayrılmayacağız.

Sakin sevgimle seni tuzağa düşürdüğümü sanma. Sevgi hayatin hem çekirdeği hem de meyvesidir. Bir ağaç, meyvesiyle seni kendine çağırıyorsa bu bir aldatma sayılmaz. Unutma ki ağaç meyvesine çağırır, kendisine değil.

Ey sevgili, Sen bir sığınak arıyorsun ama ben durulmaz bir fırtınayım. Sen kendinin sakini olmak istiyorsun ama ben evrenin sakini olmak istiyorum. Sen olmayacak bir barışı arıyorsun. Bense tüm kötülüklerle savaşmak istiyorum. Sen küçücük bir çocuksun. Ama ben küçükken çok büyüdüm. Sen dünyadan kopup yıldızlara sığınmak istiyorsun. Bense kendimi yeryüzüne karşı sorumlu tutuyorum. Sen bir ağacın gölgesine sığınıp yaşamak istiyorsun. Bense ülkemi arıyorum. Yolları aydınlık, insanları ümitli ve huzur dolu olan bir ülke. Sen bende kaybolmak istiyorsun ama ben seni kaybetmek istemiyorum. Sen susuyorsun, bense haykırıyorum.

Sakin unutma:
Kalbim paylaşılamayacak kadar senindir. Seninle bile. 
(Ama bilmiyorum sen bu kadar bende misin?)

Check Also

Serçe’nin Küskünlüğü

Serçe Allah’a küsmüştü.  Günler geçiyordu ve serçe hiçbir şey söylemiyordu. İçine kapanmış derin bir hüzne boğulmuştu. ...