Helisten Holograma

İnsanlık Genomu Üzerine Bir Kompozisyon
(*GENOM: Gametlerde bulunan Kromozomlar)

Yazan: Iona Miller ve Richard Alan Miller
Çeviren: Esin Tezer
Şekil boşluktan ayrı; boşluk da şekilden ayrı değildir.
(Kalp Sutra’dan)

Hayat, temelde kimyasal olmaktan çok elektromanyetiktir; DNA maviiz (blueprint) fonksiyonu, fiziksel şekli organize ederek, yol gösteren matriks biyohologram gibi hizmet eder.

BİYOKİMYADAN BİYOFİZİĞE

DNA nedir? Nereden geldi? Hayatı yaratmak için, bizi yaratmak için nasıl bir işlev görüyor? Bazı biyokimyasal cevaplara sahibiz; fakat örneklerimiz için biyofiziğe daha derinlemesine bakabiliriz.

DNA fonksiyonlarının holografik projeksiyonla bir şekilde korelasyon yaptığını sanıyoruz. DNA, elektrodinamikten moleküler düzeye organizma için çevrilmiş olan Maviizi (blueprint) tasarlar.

Daha da fazlası; araştırma, DNA fonksiyonlarının biyobilgisayar olarak fonksiyon yaptığını hararetle ileri sürmektedir. Bu DNA dalga biyobilgisayar genetik kodu okur, yazar ve önceden tasarlanmış holografik biyoyapılar yapar. Temelde biz, kimyasal varlıklar olmaktan çok; elektromanyetik varlıklarız.

BİYOKOZMOLOJİ

Nereden geliyoruz? Hayatın; otostop yapan, meteoru uzay aracı gibi kullanan bir uzaylı gibi, evrenin bereketli rahminden dünyaya gelmiş olabileceği olasılığını hayal edin. İlk defa, antik bir Yunan, hayatın tohumlarının evrenin etrafına yayıldığı teorisini öne sürdü.

Hayatın temellerini keşfeden bilimin; bir teoriye, biyolojiksel Big Bang’e ihtiyacı var. Şimdiki bir teori, evreni araştıran bilim olan astrobiyolojiden ortaya çıkmıştır. Bu teori, Dünyanın ‘’başlangıçta çorba” dan meydana geldiği eski kavramın yerini almaya aday gözüküyor.

Panspermia, hayatın varolduğunu ve evrenin içinden amino asitler, mikroplar, tohumlar ve taneler şeklinde muntazam olarak dağıtıldığını iddia etmektedir. Eğer hayat, ekstra yerküreden meydana geldiyse; o zaman bizim gezegenimiz kapalı bir sistem değil. Fosil kanıtı; ağır bombardıman devresi diner dinmez, hayatın Dünyada köklendiğini, gezegenin serinlediğini ve suyun şekil aldığını göstermektedir. Volkanizm ve uzay debrisi; hayatın şartlarını, gezegenin varoluşunun ilk yarım milyar yılında yaşamak için zor kılmıştır.

Bu ‘’hayat çekirdeği”, dünyalar arası seyahat edebilir ve balistik vuruş, meteor ve kuyruklu yıldız gibi doğal araçlarla ulaşır. Gökadalar arası uzay, kozmik toz ve mikroplarla nüfuz edilebilir. Kanıt, onların sert çekirdek radyasyonuna ve tamamına yakın derin uzay soğuğuna dayanabildiğini göstermektedir. Bazı araştırmacılar (Hoyle ve Wickramasinghe 2000) bu hayat ‘’çekirdekleri”nin devamlı olarak üzerimize yağdığına kozmik soyumuzu tasdik ederek, inanıyorlar.

Dört milyar sene önce Dünya planeti üzerinde DNA yoktu. DNA/protein merkezli hücrelerin; hem bilgiyi kopyalayabilen hem de kimyasal ve metabolik işlemlere katalizör olan RNA merkezli daha erken dünyadan türediğine inanılmaktadır. Prebiyotik devirde, kendi kendini toplayan, birleştiren RNA; hem genetik hem de katalitik merkezliydi. Basit genom RNA’nın içindeydi. Basit dairesel kromozom RNA’nın ilk nasıl ortaya çıktığını hala bilmiyoruz (Poole,1998). Muhtemelen bazı basit, kendi kendini kopyalayabilen bir molekülden meydana geldi.

RNA dünyasından çıkan evrimsel yol, en ilkel organizmalara yöneltmiştir: prokaryotes (bakteri) ve eukaryotes (tek hücreli organizmalar). İlkel organizmaların hiçbir çeşidi bütün bir hücre değildir, prokaryotes bile serbest dolaşan DNA’ya ve protein yapmak için ribozomlara sahiptir. Ribozomlar genetik bilgiyi ‘’okur”lar ve hücrenin ihtiyacı neyse onu yaparlar. Fosillerin ve karbon birikintilerinin işaret ettiğine göre, onlar muhtemelen 3.55 milyar sene önce vardılar. Hayatın kaynağıyla ilgili birbiriyle yarışan örnek teoriler bile, ribozomların en azından 2.7 milyar yaşında olduğuna katılmaktadır. (Copley, 2003)
500 milyon yıldır yalnızca RNA merkezli organizmalar vardı. İlkel hayat; aşırı sıcak, asitli veya oksijensiz, ışıksız bir şekilde varolmuş olabilir. Son bulgular bu hayat şeklinin gezegenimizin kabuğuna indiğini, ve muhtemelen diğer gezegenlere de indiğini göstermektedir. Hayatın hiç de hassas, kırılgan olmadığı ; fakat güçlü ve samimi olduğu gözükmektedir. Evrenimizin rahmi verimlidir; hayata karşı saldırgan değildir.

Hayatın dünyanın içine quantum sıçrayışı yapıp, nihayet insan hayatını ortaya çıkarması ise hala bir sır. Hayat olarak adlandırmanız için, çekirdeği ve içinde de zarı olan bir hücreye ihtiyacınız var. Gizem hücrelerde ve hala bizi çeviren hayatın moleküllerinde yazılı. Eukaryotes karmaşıklıkta hücresel özelliklerini geliştirerek gelişimini tamamlamıştır. 3.8 milyar yıllık yapısal moleküllere, ribozomlara ve protein-sentezi makinasına sahip fosiller delil olarak gözükmektedir. Proteinler ‘’maviiz” (blueprint) molekülü DNA için gerekli proteinleri yaparlar. Sağlam DNA molekülü genom taşıyıcısı olur.

DÜNYANIN TUZU
Deoxyribonucleic asit (DNA) için bir yapı önermek istiyoruz. Bu yapı bir hayli biyolojiksel roman özelliklerine sahip bir yapı. Böylece, Watson Crick saf, kristalleşmiş DNA üzerindeki evrim yaratıcı çalışmalarını değer gördüğünden daha az bir şekilde anlatmıştır. Fakat hayatın evriminin bu dünyanın tuzundaki rolü neydi? 2.0 milyar sene önceki oksijeni zengin atmosfer, hücrelerin evriminin bir çekirdekle olmasına izin veriyordu.

Eukaryotes, DNA yapılarını çekirdeğin içinde tutar. Prokaryotes’den 10 ila 1000 kat daha fazla genetik maddeye sahiptirler. Bin milyon senedir ortada sadece prokaryotes (mikroplar) ve tek hücreli mikroorganizmalar, eukaryotesler vardı. Onların saltanatı Dünyadaki hayatın zaman diliminin yarısını kaplar.

Hücreler havanın üzerinde daha karmaşık oldu, ve organlara ve onları yavaş yavaş yakıta dönüştüren varlıklara tekamül ettiler. Bitkiler, balıklar, omurlular, haşaratlar, hem suda hem karada yaşayan hayvanlar, sürüngenler, memeliler, kuşlar ve çiçekler ortaya çıktı. Bütün hayvanlar, haşaratlar, bitkiler, mantar ve deniz yosunu eukaryotesdir; prokaryotesin miktarı hücresel hayatı geçse de. Prokaryotesler, gezegende hala hayatı ayakta tutan temeldir. RNA, hücresel hayatta hala hayati rol oynar, ve asli önemini yitirmemiştir.

Eğer Dünya 3,850 milyon yaşından büyükse, muhtemelen hayat dünyada yavaş yavaş gelişmedi. Belki o aşırı derecede dayanıklı bakterilerin ve mikropların içiçe galaktik organik bileşimi şeklinde uzaydan geldi; muhtemelen meteorların, kuyruklu yıldızların ve gezegensel debrisin patlamalarda çarpışıp parçalara ayrılmasında korundu.Teoriye göre, uzaydan geldiklerinde, önce protein, sonra amino asit ve sonunda da büyüme ve üreme kabiliyetiyle kendilerini biraraya getirip topladılar.

DNA, hayat için doğanın aktif maviizleri (blueprint) deposu oldu. Yani, proteinlerin kütüphanesi. Deoxyribonucleic asit, genetik potansiyeli proglamlayan bir moleküldür.

O varolan, gerçek, ölümsüz hayata bizi iple bağlayandır. Doğanın gizemli oluşumunun maskesini kaldırmak, hayatın şifresini çözmek gerçeğe dönüşmüştür.

Bilimadamları şimdi DNA’yı laboratuarda saflaştırıp, ayrıntılandırıyor ve çoğaltabiliyorlar. Yeni organizmaların genetik kodunu da tamamen yeniden yazabiliyorlar.

GENETİK KOMPOZİSYON

Hayatın sırrı! İnsanlık ne kadar uzun zamandır kendi özünü öğrenmek, ömrünü uzatmak ve sağlığını geliştirmek için can atıyor! DNA helisinin 1953 yılında Watson ve Crick tarafından keşfi, bu sihirli molekülün şeklini de ortaya çıkardı. Bunu takip eden 50 yıllık araştırma, yeteneğimizi direkt olarak insanlık genomunu okumaya yönlendirmiştir.

Şimdi onun yaratıcı manasını çözebilir ve yaratıcı evrimini taklit edebiliriz. Genetik mühendislik artık bilimsel bir hayal değil, fakat gözle görülür bir realitedir. Genetik bakımdan, makina devrinden gen devrine geçiyoruz. Yeni genetik bilgi seli bilim ve ilacı birbirine dönüştürüyor. Nukleotitlerin doğrusal stringi DNA’yı yapar. Vücudu beraber yaratmak için de, değişik proteinleri kombine eden amino asitleri belirleyen ‘’kodonlar”ı belirtirler.

50 senelik yorucu çalışma insan genomunu şifreleyen 3.3 milyar nukleotitlerin diziliminin şifresini tanımlamayı mümkün kılmıştır. Biz şimdi neredeyiz? ‘‘İnsanlığımızı”, genetik bütünlüğümüzü eğer korursak; genomu iyi veya kötüye kullanma arasında ne çeşit bir denge sağlayacağımız görülecek. İnsanlık bu kadar kritik, can alıcı bir projeye daha önce girişmedi. ‘’Harita bölge değildir” şeklinde çoğu zaman söylenir; aynı gerçek; insanlık genomunun‘‘harita” sı için de geçerli. Haritaya bakmak, gerçek-hayat deneyimlerinin doğal sonuçlarını ortaya çıkarmıyor.

Kompleks sistemlerde, küçük değişiklikler bir anda dramatiğe, çoğunlukla geleceği görülmeyen ve potansiyelli felaket getiren sonuçlara dönüşebilir. Şimdiki zaman için; DNA’nın bükülmüş merdiven yolu, moleküler biyoloji ve biyokimyanın alanlarında keşfedilmiştir. Bu biyolojiksel organizasyonun dünyasını açmaya dayalı, sırların yaşayan maddeyi daha derin ortaya çıkarabileceği o fonksiyonel temel üzerine kurulu bakışa bir tahminde bulunabiliriz. Bu, biyofiziğin; parçacık ve dalga etkileşimleri alanlarının alanıdır.
DNA’nın elektriksel iletken olduğu, bakır tele benzer olduğu ve şarj taşıdığı kanıtlanmıştır.Bu canlı-tel kapasitenin hayata sıçrama veren şarj transferini sağladığına inanılmaktadır. DNA’nın şarjı taşıma kabiliyeti genetik zararın oksidasyondan en az şekilde zarar görmesine yardımcı olur. (Lawton, 2003).

Maddeyi ve Evreni yöneten aynı temel fizik kanunları yaşayan organizmaları da yönetir. Ses biyokimya teorisi bile; daha iyi, daha temelsel, biyofiziksel teoriyle yer değiştirebilir. Nitelikleri, yalnızca daha temel bilimsel disiplinlerin sonucu olarak değil; hala kendi düzeylerinde çalışmaları için önemlidir.

Nereye gidiyoruz? Gelecek jenerasyonların insanın insan genomunun 3.3 milyar ‘’kelime”den mühendisliğinin yapılacağını nereden bilebilir? Biz genom koduna hayatın sırrı olarak bakıyoruz. Belki de, genetik kompozisyonda, varlığımızda yankılanan hayatın, işitilir hayat akışının elektromanyetik şarkısını dinliyor olmalıyız.

HOLOGRAFİK EVREN

Biz temelde kimyasal varlıklardan çok elektromanyetik varlıklarız. Gelişimin sürücüsü DNA değil, fakat daha temel quantum mekaniksel simetri-kırılım güçleri. (King,2003).

Kimya ve atomik yapı tarafından tasvir edilen bir gözlem alanına sulu ‘’ıslaktel” damlatırsak, quantum fiziğin atomaltı alanına girmiş oluruz. Bu düzeyde, maddenin hem organik hem de inorganik olan davranışı, etki-tepkinin klasik kavramlarıyla ve hatta kompleks dinamiğiyle yönetilmiş değildir; o quantum olasılıkla yönetilmiştir.

‘’Birşey”, gerçekte ‘’hiçbirşey” den ortaya çıkmış gözükmektedir . Fizikçiler bunu ‘’sonsuz potansiyel denizi” olarak tanımlamaktadırlar. Bunu ayrıca, ‘quantum köpüğü”, ‘’ potansiyel vakum” veya ‘’sıfır-nokta enerji” olarak adlandırırlar. Atomaltı parçacıklar, temelde sürekli olarak varlığın içinde ve dışında sanki atomaltı köpüğüymüşcesine göz kırparlar. Bu ‘’birşey” dalga/ parçacık şeklinde paradoksal olarak gözükür. Bu, dünya maddeye transandantal değildir; fakat onun uyumlu birleşiminin temelinde yatar. Ekolojinin, biyolojinin temelinde yatması gibi.

Bu bağlamda, bazı fizikçiler realitenin doğasının temelinde o holografik projeksiyona benzer şekilde olduğunu ileri sürmüşlerdir. Holografinin görsel metodu girişim örneklerini kullanır. Holografi, ışığın ve görsel bilginin dönüşümlerini matematiksel olarak dalga mekanik terimleriyle açıklar.

1949 yılından itibaren lazer ışığının bölünmüş parlaklığının üstdüşümü; hologramların laboratuvar gelişimine, veya Dennis Gabor tarafından da kanıtlandığı şekilde, kaydedilebilir holografik görüntülere yöneltmiştir. 1971 yılında, Karl Pribram bunun benzerlikten daha fazla birşey olduğunu ve beynin aslında bilgiyi hologram olarak kodladığını söyleyerek bu mecazı nöropsikolojiye uygulamıştır. Örnek, şekle sahiptir. Hologramlar bütün bir görüntüyü yeniden kurmaya yarayan bilgiyi kapsarlar. Daha az bir yerde olan bir bilgiyi birçok boyutta sanki sıkıştırılmış bir dosya gibi kapsarlar.

O bilgiyi birbiriyle etkileşen frekansların ince ağında tutarlar. Bunun yanısıra, uyumlu ışığın( referans ışının) parlaması veya iki boyutlu hologramın bulanık görünen birbirinin üstüne binen dalgalarının lazeri, üç boyutlu şeklin gerçek imajını yaratır.

Holografik örneğin esası daha temel bir realitenin olduğudur. Parçalardan oluşmayan görünmez bir akış vardır, fakat parçalara ayrılmayan birbirine bağlı hologram örneği bilginin karşılıklı olarak katlanması ve o katlananın açılmasının bir örneğidir . Evrenle ilgili bütün potansiyel bilgi, holografik olarak bize sürekli olarak bombardıman yapan frekans modellerinin spektrumunda kodlanmıştır.

Bu dinamik modelde ‘’şeyler” yoktur, sadece enerjik olaylar vardır. Bu ‘’bütün-akış” eninde sonunda akan doğayı ve bütün mümkün şekilleri kapsar. Dünyamızın bütün elektromanyetik ve nükleer işlemler tarafından yapılan, duran ve hareket eden dalgaları üç boyutlu imajlıdır. Bu fiziksel realite için; kendi başına bir toplantı, manevra
yapmak ve organize olmaktır.

İki veya daha fazla dalganın birbiriyle dalgalanmasından çaprazlama kesişen modeller oluşur. Quantum işlemsel yorumda, olasılıklar dalgaları; geçmişte, şimdi ve gelecekte meydana gelmektedir. Geçmişten ve gelecekten gelen dalgalar şimdiki zamanda birbirlerine müdahale ettiğinde olaylar açığa çıkar. Bu model madde ve enerjiyi yaratır. Evren; çaprazlama kesişen, müdahale eden engin dalgaların dalgalanma etkilerinden hasıl olur . Alanların geometrisi alanlardan veya parçacıkların kendinden daha temeldir.

Beyinlerimiz matematiksel olarak diğer boyuttan gelen frekansları yorumlayarak somut realiteyi kurar. Bu ana, manalı, şekilli bilgi alemi; zaman ve uzayı aşar.

Böylece, beyin de holografik Evreni yorumlayan katıştırılmış bir hologramdır. Bütün varlık, hologramların içinde katıştırılmış hologramlardan ibarettir ve onların birbiriyle ilgili olması her nasılsa bizim varlığımızı ve duyumsal imajlarımızı arttırır.

Dalgaların müdahale modelleri göletin içinde birbiriyle etkileşen dalgacıklar gibi görüntülenebilir. Quantum düzeyde bizim algıladığımız şekilde madde ve enerjiyi yaratırlar. Hayat sanki üç boyutlu etkili gibidir. Bilinç ve madde incelik ve yoğunluk derecelerinde farklılaşarak aynı özü paylaşırlar. Beynin elektronik modülasyon alanı (EM) ve bilinç arasında kuvvetli bir korelasyon vardır. (Persinger 1987; McFadden,2002). Evren, devamlı gelişen, etkileşimli dinamik bir hologramdır .

Bu, ‘’Realitenin Holografik Kavramı” ilk olarak 1973’de Miller, Webb ve Dickson tarafından, ve daha sonra da David Bohm (1980), Ken Wilber (1982), Karl Pribram (1991), Michael Talbot (1991) ve diğerleri tarafından açıklanmıştır.

Bu kısım sadece bütünün içinde kapsanmamıştır; Bütün; her parçada, sadece daha düşük çözülümde kapsanmıştır. Böylece, ‘’Yukarda olan, Aşağıda da Öyle” kabul edilmiş gerçeğini takip ederek, biz biyolojinin yaradılımda aynı fiziksel temel üzerine olduğunu bekleyebiliriz. Miller ve Webb, 1973 yılında da bu ‘’Embriyonik Holografi” üzerinde kati varsayımlarda bulundular. O zaman, tabii ki, böyle zanlar test edilebilir değildi. Fakat, teknolojideki devam eden gelişmelerle, bu yaratıcı işlemin örnek verilmesine ve ispat edilmesine şimdi daha yakınız.

HOLOGRAFİK PROJEKTÖR: DNA

Hologramda; dalga alanları, bir objenin imajının yeniden kurulumunda temelleri atmak için birbirine müdahale eder. Fakat dalga alanları nasıl üretilmiştir?

‘’Holografi”; ‘’bütün ve ‘’yazmak” manasında olan Yunan köklerinden gelir. Holografide imaj; uyumlu ışık kaynağının hem obje dalgasının arka zeminin hem de referans dalga zemininin ikiye ayrılmasının tasarlanmasıdır.

Bu en dipten en yukarıya eşlerin ayrılması doğası; DNA molekülünün parça/dalga doğasında holografiksel üretilmiş dalga alanı kurması için kromozomlardan gelen biyofotonlarla yansıtılmıştır. Bu dalga alanlarının (obje dalga ve referans dalga) üstdüşümü biyolojiksel yapının oluşumu için bir dalga kılavuzu yaratır. İmaj, genlerde kapsanmış olan referans bilgiye göre kurulmuştur. Yeniden kurulmuş olan obje dalgası, obje dalga alanıyla birbirinin aynıdır. Yeniden kurulmuş olan dalga alanları kayıtlı olanlarının aynını kopyalar. (genetik kodla DNA)

Genetikteki Rus araştırması; bilim adamlarını deneysel olarak DNA’nın helezon yapısına, DNA kodunun muhtemel holografik ‘’projektörü” gibi bakmalarına yöneltmiştir. Böylece, DNA’nın helezon merdiveni olarak tasvir edilen varoluşsal maviizi (blueprint) , organizmanın moleküler gelişimine yol gösteren karmaşık EM alanına çevirmiştir. Miller, 30 yıldan fazladır bunu söylemektedir ve bu da quantum biyohologramın hem hücresel hem de bütün organizma düzeyinde muhtemel mekanizmalarını ana hatlarını belirlemiştir.

 

Bu süreç, standard genetik kod üçlü modelinden daha temel bir etki alanından ortaya çıkar. Biyofizik şimdi şeklimizin nasıl direkt olarak boşluktan, vakum altyapıdan meydana çıktığını tasvir edebilir. Özde, biz kozmik boşluktan oluşuruz Geometrik yapılı bir hiçbirşeylikden . DNA, o vakum altyapıda dinamik katlanmayı açmayı başlatan stres değişim ölçüsünün projektörüdür. Genler varoluşsal maviizin (blueprint) holografik hatıraları gibi fonksiyon yaparlar.

Yumurtlama anında bir kadının vücudunun elektriksel alanlarında kati bir değişim vardır. Foliküldeki membran patlar ve yumurta Fallopian tübüne geçer. Yumurtaya göre sperm, negatiftir. Sperm ve yumurta birleştiklerinde; yumurtanın etrafındaki membran diğer spermi kapatarak, engelleyerek hiperkutuplaşmış hale gelir. Bu anda, elektromanyetik varoluş meydana gelir. Döllenmiş yumurta; bütün ve operasyonel olarak, insan varlığını yaratmak için gerekli kutsal bilgiyi kapsar. Biyohologram, ana rahmine düşmede fonksiyonuna başlar ve fonksiyonunu yalnızca ölümde sonlandırır. Bizim tezimiz, DNA’nın her hücrenin merkezinde çoklu-hücresel yaratık-hologramını DNA’yı ifade ederek ve tasarlayarak hücrelerin merkezinde yaratmasıdır.

Embriyonik sinir sisteminden tasarlanan biyohologram, yankılanan yapıların üç-boyutlu modelini şekillendirir. Bu yapılar akustik dalgalar gibi davranıp,madde ve enerjinin akması için alan yol göstericileri hareket ederler.

Kromozom yapıyı, limitlerinin ötesinde gen-dalga bilgisi taşıyan elektromanyetik veya akustik alan hologramlar ‘’okunur”. Bu yeni anlayışta; DNA ve kromozom aygıtı, hem maddi hem de fiziksel düzeylerde genetik bilgiyi kaydeden, saklayan, uyum sağlayan ve gönderen sistemdirler.

DNA-DALGA BİYOBİLGİSAYAR 

Gariaev grubu 1994’te “DNA-Dalga Biyobilgisayar” teorisini sundular. Onların teorisine göre, 1) insan dilinde olan metne benzer şekilde genetik ‘’metinler” var;

2) kromozom aygıtı aynı anda bu genetik metinlerin hem kaynağı, hem alıcısı olarak hareket eder, sırasıyla onların kodunu çözer ve kodlar; 3) kromozom sürekli dizini zayıf lazer ışığını göstererek veya ona uyum sağlayarak ve elektro-akustik alan dinamik holografik parmaklığı gibi görev yapar. Başka bir deyişle; kod, fiziksel maddeye ışık ve ses sinyallerinin rehberliğinde dönüşmüştür.

Kompleks bilgi, EM alanlarında kodlanır; hepimiz televizyon ve radyo sinyallerinden kodlama ve kod çözmeyi biliyoruz. Holografik imajlarda daha da karmaşık bir imaj bile kodlanabilir. DNA, biyohologramın bilgisel özünü kapsayan akustik ve EM bilgisinin holografik projektörü gibi davranır. Genetik bilginin quantum lokalsizliği temeldir.

Sinir sistemi; bu hücresel hologramları sıraya koyup, DNA projeksiyonunu sistemdeki diğer hücrelerle bütünleştirerek koordinasyon mekanizması gibi davranır. Beyin tarafından tasarlanan biyohologram, değişik biyokimyasal dönüşümleri etkileyebilmek için; spektrumun duran veya taşınan elektromanyetik dalga modellerini değişik frekanslarda yaratır. Orası, belki belirli bir elektrostatik alan veya belki de değişik frekanslarda, alçaktan (radyo dalgaları) spektruma kadar görünen ışığa (biyofotonlar), ve ilerisinde değişen elektrodinamik alanıdır.

Genler, hücre çekirdeğinin içinde doğrusal düzende kromozomların üstünde yeralmışlardır. Kromozomların kendi genetik-işaret lazer radyasyonunu geniş bantlı genetik-işaret radyodalgalarına (kodlu sinyal ışıktan sese dönüşür) dönüştürme kabiliyeti vardır. Kromozom lazer fotonlarının kutuplaşması, lokalsizlikle bağlantılı ve radyo dalgalarının kutuplaşmasıyla da uyumludur.

Bu mekanizmayla, DNA ‘dan kendine özgü bir yaratıcılıkla ortaya çıkan fiziksel vakumdan yeni bir alan yapısı heyecanlanmıştır. Genom’un genetik ve diğer düzenleyici dalga bilgisi, fotonlarının kutupsal düzeyinde kaydedilmiştir ve polarizasyon kod parametresi tarafından da lokalsiz transfer edilmiş veya bütün biyosistemde oynatılmıştır.

Fiziksel vücudu yalnızca üç milyar temel-çift genomun 3% ü kodlamaktadır. Genetik elementlerin dört-harf alfabesi Adenine (a), Cytosine (C), Guanine (G), ve Thymine (T) veya Uracil (U) hücrenin hangi proteinleri üretmesi hakkında üç-harf ‘’kelimeleri’‘ düzenler. Bu genetik karakterler, genetik metinde kırılmış bir dağılımla sürekli olarak dağıtılmıştır.

Böylece, DNA moleküllerinin nükleotidi biyoyapıların holografik oluşmuş imajlarını şekillendirebilir. Bu ‘’okuma ve yazma” süreci, varoluşumuzun hakiki maddesi; genomun quantum lokalsiz olmasıyla bağlantılı olan holografik durumudur.

Genetik bilginin hızlı aktarılımı ve gen ifadesi, organizmayı kutsal bir varlıkmış gibi katıştırılmış olarak daha geniş bir bütünde birleştirir. Gen ifadesi, varlık diye adlandırılan yeni örneklerin mekanızmasıdır. Sistem biyobilgisayarmış gibi çalışır. Bir dalga biyobilgisayarı. Bu Biyo-Tekvin yaradılışın kozmik sürecini aynalar.

Hologram dinamik, hem kozmolojiksel yaradılış hem de biyotekvinin temelini oluşturur. Kimyasal bağ, elektromanyetik şarj etkileşiminin doğrusal olmayan ters-kare kuralıyla uzay çağında etkileşimidir. Şarj etkileşimi bağlı olan enerjilerin quantum kimya karışıklığından önce gelir. Genetiksel kodlu olmasına rağmen, moleküller kırılmış olan yapılarını hem geometrisinde hem de dinamiğinde şekillendirir. Biyokimyasal öz yolları oluşturmak; proteinlerin, nükleik asitlerin ve dokuların artışına yolaçar.

Biyotekvinin teorileri; panspermia gibi, organik moleküller ve bunun yanısıra A, U, G, ve C gibi nükleotidlerin göktaşlarında yakalanması faktörüyle hararetli bir şekilde desteklenmiştir. Evren, hem kozmik hem de insan ölçülerine göre bereketli bir Evrendir.

  QUANTUM BİYOHOLOGRAFİ

Hipotez: Herhangi bir biyolojiksel sistemin organizasyonu kompleks elektrodinamiksel alan tarafından, yani, bir bakıma, onun atomik fizyokimyasal bileşenleri tarafından kurulmuştur. Bunlar; bir bakıma, bu bileşenlerin davranış ve oryantasyonuna karar verir. Bu dinamizm, dalga-temelli genomların DNA ‘nın psikofiziksel sistem- quantum biyohologramının holografik projektörüymüş gibi fonksiyon görmesiyle araya girmektedir.

1980’lerin ortasında, fizikçi Peter Gariaev deneylerinde DNA’nın hayal etkisini ilk defa farketmiştir. DNA lazer ışığıyla bombardımanlanmıştır. Saçan bölmesinden fiziksel olarak kaldırıldığı zaman, elektromanyetik izi hayaletimsi parlak bir holografik imajdır. Görünüşe göre artakalan, ölçülen şey DNA hayal alanlarından ışığın saçılımıdır. Bölme rahatsız edilmediği zaman, etki uzun zaman ölçülebilir. Başka hiçbir madde DNA moleküllerinin etkisini göstermede geçememiştir.

Kanıt; endojen biyoparlaklık, likit kristaller fenomeninin ve süpergeçirgenliğin ilişkisini söylemektedir. Biyoparlaklık, fotonların ışığının bazı enerjili elektronların daha düşük olması veya yer haline düşmesinde yayımıdır. İnsanlar, organizmanın enerji durumunun işareti olan çeşitli elektromanyetik radyasyonları; yayma spektrumuna yayar.

İnsan vücudunun her hücresinin çekirdeğinde, DNA (deoxyribonükleik asit) bütün vücudumuzun yapısını taşır. Yalnızca fiziksel şeklimizin maviizi (blueprint) olmakla kalmayıp; şeklimizin hayatta kalması için olan sürecin de maviizidir. Esas olan vakum bizim varlığımızın matriksi, ve ölçüsel olarak baktığımızda da en temel realitemizdir. Özde, geometrikselleştirilmiş-temelli hiçbirşeyden meydana çıkarız . DNA, embriyonik holografinin sürecini başlatan quantum köpükte veya vakumdaki eğimlerini yerleştiren alanın projektörüdür.

  DNA- HAYAL ETKİSİ

Gariaev grubu, dalga-bazlı genomu ve holografik realite kavramını kuvvetli bir şekilde destekleyen DNA hayal etkisini keşfettiler. DNA’nın ana bilgi halkası hem fotonlar hem de radyo dalgaları için aynıdır. Hücrelerdeki üstüste gelecek şekilde konulmuş uyumlu dalgalar, kırınım örneklerini şekillendirmek için birbirleriyle etkileşimde bulunurlar. İlk önce akustik etki alanında meydana çıkarlar, ve ikinci olarak da elektromanyetik etki alanında meydana çıkarlar.

DNA, vücutta başka bir DNA tarafından deneyimlenmiş olan bir alanı üretmek için gerekli kapasiteyi düzenliyormuş gibi gözükür; hepsini kutsal bir şekilde birbirine

bağlar. Bu dinamizm, hücrede RNA transferinin ve enzimmatik hareketinin mekanizmaları yoluyla hücresel düzeye bağlıdır. DNA ve RNA muhtemelen mevkisiz bir iletişimdedirler, çünkü kromozomlardaki DNA molekülleri öz-dalga ikiliğindedir. Böylece; DNA organizmayı hem DNA madde, hem de DNA dalga işaret fonksiyonlarıyla lazer radyasyon düzeyinde kodlar.

Dalga bilgisi fotonların kutupsal düzeyinde kaydedilmiştir ve lokal değildir. Kutupsal kod parametresi tarafından biyosistem aracılığıyla kutsal cevap örneklerini ortaya çıkarmak için transfer edilmiştir. Gariaev, üzerinde deney yapılmış quantum köpük veya vakum potansiyelinden meydana çıkan ince alanları; etkisini inceleyerek, ölçerek ve objektif altına alarak ispat etmiştir. Hayal etkisini DNA’ya hedef UV dalgaboyu 338 nm ile ışık saçarak bulmuştur. Poponin (1995) yeni alan yapısının, DNA’dan meydana çıkan DNA ‘ya özgü bir beceriden etkilenme olduğunu söylemiştir.

Gariaev, DNA hayal etkisini 1985’te DNA’nın spektroskopisinin korelasyonunda, ribozomlar ve kollajenler üzerinde USSR Fizik Enstitüsü Bilimsel Akademiler’de buldu. Sonuçlarını ilk defa 1991’de bastı, ve bunu Dalga-Temelli Genom kitabının 1994 yılındaki basımı takip etti. Yeni vakum altyapısındaki dinamizmi uyumlu lazer ışığını bombardımanlayarak ve onu da geleneksel elektromanyetik alanlarla eşleştirerek bir tanıtım gösterisi yaptı. Bu uygulamanın deneyimsel protokolü, Stanford’da geliştirilen fikirlerin Moskova’da yapılmış bir kopyasıdır, ve şu anda fizikçi Louis Malklaka tarafından da kopyalanarak çoğaltılmaktadır.

SEN BENİ AÇTIN-BEN BİR RADYOYUM

Herhangi bir karmaşık adapte edilebilir bir sistemi analiz ederken; bilgiye ne olduğunu takip ederiz, bu durumda da genetik, bilgidir. Quantum hologram; akustiksel ve optiksel hologramların dinamiksel çeviri sürecidir. DNA ve genom aktif ‘’lazer-benzeri” çevreler gibi tanınmıştır. Açıkça söylemek gerekirse, DNA’yı bir likit kristal jel-benzeri olan, gelen ışığa solitonik örgü yoluyla davranan olarak da kabul edebiriz.

Soliton doğrusal olmayan dalga titreşiminin genel durumdan çıkan kalıcı dalga trenidir. Titreşimler, DNA’nın bir eksen etrafında dönen sarkaç gibi diğer titreşimleri tutuşturarak hareket etmesiyle kurulur. Kromozomlar, kendi genetik işaret lazer radyasyonlarını genişbant genetik işaret radyo dalgalarına dönüştürebilirler. DNA’nın bu ana bilgi kanalı; hem fotonlar hem de radyo dalgaları için aynıdır. Hücrelerdeki değişik tiplerdeki üstüste konulan uyumlu dalgalar, kırınım örneklerini şekillendirmek için birbiriyle etkileşim halindedir; ilk önce akustik alanda ve daha sonra da elektromanyetik alanda. Quantum hologram, akustiksel ve optiksel hologramların çevirilerinin matriksidir.

İnsan biyobilgisayarı, quantum mekanik ve karmaşık dinamiğin evlenmesinden örnek alınabilir. Diğer araştırmacılar aynı sonuçları elde ettiler, ve bu da sadece fotonlara dayalı değildi. Multifrekans fiziksel alanlarla; şimdi, organizmanın boşluğunun içinde veya dışında telebağlantı yapılabilir. Bu veriye dayanarak foton alanlarıyla; kromozomlar tarafından yayılan işaret alanları gibi; organizmanın boşluğunda içinde veya dışında bile telebağlantı yapılabileceğini farz edebiliriz. Aynı şey, çoklu hologramdan okumaya benzer bir şekilde kromozom sürekliliğinden okunan dalga foton öntarafı için de doğrudur. Eğer fotonlar radyo dalgalarına EPR mekanizması yoluyla dönüştülerse; öyleyse fenomen çok önemlidir. Aslında genom için quantum lokalsiz olan bir varlığın önemini abartmak güçtür.(Gariaev, 2001)

Gariaev’in temel tahminleri şunları kapsadı:
1. Genom sanki bir bilinç kapasitesine sahip, böylece de DNA ‘’kelimeleri” üretir ve ‘’anlamsallı manalı tabirler” i tanımada yardım eder,
2. DNA kromozomları hayatın temel programlarını iki yolla kontrol eder: kimyasal matriksler gibi ve dalga fonksiyonu, holografik hafıza kaynağı gibi;
3. Genomun madde-dalga yapılarının süreçleri gözlemlenebilir ve saçılma ile tekkutup lazer ışınının emilimi yoluyla kayda alınabilir.

QUANTUM TELETAŞINMA 

Kromozom lazer fotonlarının kutuplanması lokalsiz olarak bağlanmıştır ve radyo dalgalarının kutuplanmalarıyla uyumludur. Sinyal, kutuplanmış radyo dalgalarının biçiminde olan temel bilgiyi hiçbir kayba uğramadan dışarı ‘’okumaktadır”. Genom, ışığın ve genetik malzeme için arka plandaki gerekli tahmini ifadeyi yaratan radyo dalgalarının sanki hologramıdır. Gariaev, genomun ışığı yaydığını ve radyo dalgalarının yerleşmemiş müdahale edici örneklerinin yaşayan sistemlere benzer bir şekilde aynı andaki bir cevapla, ayarlı alanlar veya bir sistemin veya bir organizmanın boşluk-zaman organizasyonunu yarattığını söylemektedir. Gariaev, quantum lokalsizlik ve holograf gerçek-zamanın dinamik bilimi düzgün şekilde açıklamada vazgeçilmezleri olduğunu söylemektedir.

Bir diğer araştırma, iç ve dış alanların etkileşiminin temel doğru iz olduğunu ileri sürmektedir. MIT’den Joseph Jacobson (2002), radyo dalgalarıyla hücreleri açma ve kapama yolu buldu. Onun takımı, ayrıca radyofrekans nabzıyla DNA’nın ‘’fermuarını açmış” ve beceriyle yönlendirmiştir. Aynı yaklaşım proteinlerde de işlemiş ve proteinler neredeyse bütün hücresel kimyasal süreçleri planlayıp düzenlemişlerdir.

Böylece, genler lokalsizlik/teletaşınma fenomenini sergileyerek quantum objeler gibi davranabilirler. Bu sağlam dinamik; bilginin süper-artıklığını, yapışkanlığını, organizmanın bütünlüğünü ve bunun yanısıra yaşama yeteneğini temin eder. Gariaev’in deneyleri; DNA’nın gerçekten de, DNA örneği fiziksel olarak vakum bölmesinden çıkarıldığı zaman vakumda geçici olarak bir‘’delik” e neden olduğunu ve tek bir quantum gibi davrandığını ileri sürmektedir.

Quantum biyoholografi, DNA’nın bilgisayar yapımının prensibini tatmin ettiğini söylemektedir. Kopyalayarak çoğaltmayı yapan mekanizma biyofotonik elektromanyetik alan iken, o kendisinin kopyasını, kendi maviiz’ini (blueprint) taşır. Genetik metinlerin ‘’harfleri” A,G,C,U sabit olarak tutulmuştur. Genetik metnin varlığı, quantum teletaşınmanın klasik sinyal işlemini oluşturur. Hem DNA’yı kendi maviizi (blueprint) olarak kopyalayarak hem de organizmanın quantum teletaşınması aracılığıyla bu büyük ve ağır yolda yapısal homeostasis’liği kolaylaştırır.

Böylece, 30 yaşındaki holografi bilimiyle 50 yıllık DNA çalışmasının evliliği; quantum biyohologram diye adlandırdığımız bir modeli doğurmuştur. Gariaev’in hayal DNA’yı keşfi ve DNA-dalga biyobilgisayar bunun bir modelden daha fazlası olduğunu; ve bizim görünüşümüz için olan fiziksel mekanizmanın aslında ‘’hiçbirşey” olduğunu hararetli bir şekilde ileri sürmektedir. Bu yolla, bizim‘’hiçbir yerden geldiğimizi” söyleyebilirsiniz.

Yine de, biz buradayız. DNA’mızın kendi genetik maviizini (blueprint) fiziksel realiteye dönüştürme kabiliyetinden, ve aynı anda DNA’nın miras kalan geçmişimizi ve geleceğimizi şekillendirmesinden dolayı böyle. Tabii ki, şu anda aslının yerine geçen taklit hayatı yaratabiliriz, fakat ortaya çıkan Evrenin hediyesi olan, dev
Süpernova’da sonsuz zaman evvel pişirilmiş olan temel unsurları yaratamayız.

Bir bilimadamının Tanrı’ya yaptığı eski bir şaka gibi: ‘’ Adem’i şimdi çamur topraktan yapabiliriz”, ve Tanrı da der ki: ‘’ Hayır, önce kendi çamurunu yapmalısın!”

Check Also

Sinir Sistemi Nesiller Boyunca Bilgiyi Aktarabiliyor

Hemen hemen tüm ekolojik ortamlarda bulunan nematotlar(iplik kurdu), üzerinde en çok çalışma yapılan organizma modellerindendir. ...