Deepak Chopra ile Röportaj

’Yolun hedefi; farkındalığını, ayrılıktan tekliğe (vahdete) dönüştürmendir. Teklikte; sadece sevginin farkına varırız, sadece sevgiyi dillendiririz, sadece sevgi vardır.’’ -DEEPAK CHOPRA, ‘’Aşkın Yolu’’ Kitabından

MH: Selam Deepak. Seni Northampton, Massachusetts’ten arıyoruz.

DC: Oh, o kente bayılıyorum. Biliyorsun, Kelimelerin Ötesi’ndeki Kitap imza günüm için Northampton’da en az üç kere bulundum. Boston’da yirmi yıl geçirdim, o yüzden o bölgede çok seyahat ederdim. Nedendir bilinmez Northampton’ı seviyorum.

MH: Evet, buradaki enerji hayret verici.

DC: Enerji ve genç insanlar. Bütün mevsimlerle Yeni İngiltere, oradaki harika bir his! Nostaljik hissediyorum! Şu anda Kaliforniya’da yirmi dört derece sıcaklıkta okyanusa bakıyorum ve Northampton’daki kış hakkında nostaljik hissediyorum.

MH: Neden taşınmaya karar verdin?

DC: Başlangıçta burada büyük bir hastanede çalışacaktım, ama biliyorsun, bir şey başka bir şeye yönlendirdi. Burası hoşuma gidiyor.

MH: Bir doktor olmaktan senin gibi bir yazar haline gelmenin dönüşümü neydi?

DC: Tıp okuluna gittim çünkü bir yazar olmak istedim. Somerset Maugham gibi diğer doktor yazarlardan ve Sör Arthur Conan Doyle gibi insanlardan esinlendim. Biliyorsun, bir doktor her gün her tür insanı görür. İnsanlar; yaşam, ölüm içindir!

MH: Büyük dram.

DC: Melodram.

MH: Okuduğum birkaç kitabından ‘‘Kuantum Tedavi (Quantum Healing)’’ olanı benim favorim. Kitapta vücudun hücreleri, zihin ve onun kaynağı olan bilinç arasındaki iletişime odaklanıyorsun. Bu sürecin (prosesin) nasıl işlediğini açıklar mısın?

DC: Pekâlâ, ne zaman bir düşünceye sahip olsan… Tanıdığın birini düşün. Bir imaj görebiliyor musun?  Seslerini duyabiliyor musun?  Sen onu yapar yapmaz (eğer beyninin içine baksaydım ve bugünlerde her tür cihazla bakabiliriz) fotonlar kümesini görürdüm.  Ve daha sonra, aslında nöral ağlar olan kablo ağları arasında yarışan bilginin frekans-kodlu dizilerinin elektromanyetik impulslarının bir serisini ve daha sonra da nöropeptit diye adlandırılan kimyasalların fışkırtılan sıvılarını anında görürdüm. Bu kimyasallar tüm vücudun boyunca dolaşırlar ve bağışıklık sistemindeki ve diğer başka her yerdeki hücreler üzerinde kalırlar. O yüzden bir düşüncenin açığa çıkmasını çağırdıkça da ‘yokluktan’ ışığı oluşturuyorsun. Tanrı, ” Orada ışık olsun,’’ dedi ve ışık oldu. Bir düşünceyi düşündüğün her defa bunu yapıyorsun. Daha sonra ışığı moleküllere dönüştürüyorsun. Ona sahip olmandan önce o düşünce nerede? Pek çok insan onun beyin olduğunu zannetti ama bunun bir kanıtı yok. Aslına bakılırsa kanıt; onların beyninin içinde olmadıklarıdır. CNN Haber’in televizyonunda olmadığı, sadece televizyonunda gerçeğe dönüştürüldüğü gibi; onlar yalnızca beyninde gerçeğe dönüştürülmektedirler. Dolayısıyla buradayız; düşündüğümüz her düşünceyi, dünya bilincinden bir şeyi, potansiyel olarak saklı kaldığı yerden açığa çıkarmak için çağırıyoruz. Onu ışığa dönüştürüyoruz, onu hızla değişen hiper ve depolarizasyonlar dizisi ve beyindeki hareket potansiyelleri aracılığıyla dönüştürüyoruz. Onu bilgiye dönüştürüyoruz ve onu bilgiden maddeye dönüştürüyoruz! Dolayısıyla bu bir örnektir. Bilincin tasavvur ettiğini, inşa ettiğini ve madde haline geldiğini sadece beyninde değil; tüm vücudunda da görebilirsin ve tabii ki, vücudun aracılığıyla evreni deneyimlersin. Evrenin her hangi bir algılamasına gerçekten sahip olmandan önce,  o da tamamıyla belirsiz ve durmaksızın dalgalı olan kuantum bir çorbadır. Onun bilincindekinden farklı maddesel hiç bir varlığı yoktur.  O, bilincin olmadan bir enerji ve bilgi çorbası olurdu!

MH: Enerjiyi almayan ve ondan faydalanmayan bir beden olmaksızın mı?

DC: Doğru. Seninle konuşurken şimdi duyduğun şey, sesin yalnızca bilincinde yaratıldığıdır. Beyninde yalnızca elektromanyetik impulslar vardır. Bir gizem, öyle değil mi? Evrende ses yoktur, o yalnızca atmosferin titreşimidir.

MH: ‘’Mükemmel Sağlık (Perfect Health)’’ kitabında ’Vücut bir nehirdir’ derken, ne demek istedin?

DC: Biliyorsun, bir nehre baktığında aynı görünür ama hep değişmektedir. Aynı nehrin içine iki defa giremezsin çünkü yeni su daima akıyordur. Vücudun da onun gibidir. O; yemek yeme, nefes alma, hazmetme, metabolizma, dışarı atma ve duyusal deneyim diye adlandırılan fizyolojik şeyler dizisi aracılığıyla bir nehirdir. Aynı görünür ama hiçbir zaman aynı değildir. Her altı haftada bir yeni bir karaciğerin var, ayda bir yeni cildin var, her beş günde bir yeni bir mide duvarın var, her üç ayda bir yeni bir iskeletin var.  Bu konuşmayı orada oturarak dinleyen sen, o beden, bir yıl önce orada yoktu. Dolayısıyla, madde beden olduğunu eğer düşünüyorsan; biraz problemin var demektir! Hangisinden bahsediyorsun?

MH: Fiziksel formu almak için bekleyen enerji hayaletleri olduğunu söylediğin kuantum mekanik insan bedeninden ve kuantadan bahsettin. Bununla ne demek istediğini açıklar mısın?

DC: Kuantum mekanik vücuttan önce aslına bakılırsa o, ‘’Kuantum İyileşme’’ de kullanmadığım bir kelime olan sanal (virtüel) beden. Bir bilgi ve enerji birimi olan bir kuantuma sen sahip olur olmaz, o nereden gelir? O şey nereden gelir? Yine, bir düşünceyi çağır. Onu düşünmeden önce, o düşünce neredeydi?  Öyleyse, ön-kuantumu da olan varlığın bir sanal düzeyi olmalı. Böylece, varlığın üç düzeyi olduğunu söyleyebilirsin: Sanal, kuantum ve fiziksel. Fiziksel olanı kolaydır. Onu görebilirsin, dokunabilirsin ve onunla karşılaşabilirsin. Kuantum olanı bile kolaydır çünkü onu, bilgi ve enerji diye adlandırılanı, her defasında zihninde deneyimlersin. Telefon araması bile kuantum dünyadan dolayı kolaydır. Seninle konuşuyorum ve olan şey, yaptığım sesin tıpkı nöral ağlar boyunca olan gibi kablo ağlar boyunca yarışan elektromanyetik impulslara dönüştürülmesidir, böylece beni duyabilirsin. O, kuantum dünyadır. Fakat o zaman tüm bunun potansiyeli olan, varlığın sanal dünyası olarak adlandırabileceğin ön-kuantum dünyası olmalı. Sanal, uzay ve zaman ötesindedir çünkü o potansiyel olandan başkası var değildir. O potansiyel, uzay-zaman haline gelir gelmez; o zaman o kuantum ve fizikseldir.

MH: Fiziksel dünyada neden o kadar alışkanlıklarımıza bağımlı eğiliminde oluyoruz?

DC: Materyalizm boş inançların bir sonucudur. Çok boş inançları olan insanlarız, maddeye inanırız.

MH: Kitabın ‘’Aşkın Yolu (The Path to Love)’’ güzel bir şekilde yazılmış ve sevginin ne olduğu ve ne olmadığına ilişkin zengin iç görüleri sunuyor. Gerçek sevgiye karşılık verdiğimizi nasıl anlarız, özellikle de ilişkinin başlangıç seviyelerinde?

DC: İç diyaloğumuz ‘’ben’’ hakkında mı yoksa ‘’sen’’ hakkında mı? Duygu ortaklığı var mı?  Bir başka deyişle; güven var mı, saygı var mı, eşitlik var mı, hassaslık var mı, samimiyet var mı, iyi bir kişi var mı, iyi yüreklilik var mı, uyum var mı? Eğer cevap ‘’evetse’’, o zaman harika! Bu sevgidir! Bir başka deyişle; eğer seni aradıysam ve sen beni geri aramadıysan ve ben sana kızgınsam, bu sevgi değildir.

MH: ‘’Ego’’ yorumun nedir?

DC: O, obje yönlendirmesidir. Deneyimlerimizin objeleriyle kendimizi tanımlamanın sonucunda gelen kavramlar yığınıdır. Dolayısıyla eğer birine caddede ‘’sen kimsin?’’ diye sorarsan, alışılagelen yanıtın “Evrenin süreklilik uzay-zaman olayı olarak açığa çıkan holografik bir ifadesiyim’’ olacağını hiç sanmıyorum!

MH: Eğer seninle tanışsaydım olurdu!

DC: [Gülüşmeler] Pek çok insanın deneyimlerinin objelerini isimlendirmeye başladıklarını düşünüyorum. Diyeceklerdir ki; pekâlâ, Northampton’da yaşıyorum,  dolayısıyla Northampton’lı oldum. İsmim ‘’X’’ ve bu banka hesabına sahibim. Kendin haricinde her şey hakkında konuşuyorsun ve bu egodur.

MH: Yüksek seviye manevi bilinci elde etmek için, ego tümüyle yok edilmeli midir?

DC: Ne olduğunun farkına varılmalıdır. O benim öz-imajımdır, kendim değildir. Onun kendim olmadığını unutmadığım müddetçe mükemmel olacağım. Eğer unutmazsak, sonsuz saf mutluluğa mahkûm olurduk!

MH: İnsan türünün farkındalığı ve zihninin ölüm ve ölümsüzlükle olan meşguliyeti hakkında ne dersin?

DC: Ölüm hakkında gerçekten tek düşünen hayvan biziz. Bana göre eğer ölümün farkındaysanız, ölümün size daima sessizce yaklaştığının farkına varın…’Ölüm Prensi’ diye bir Hint deyimi vardır. Omuzumun üzerinden ne zaman baksam, daha yakındır. Biliyorsun, şu anda omzumun üzerinden bakıyorum ve bir salise sonra omzumun üzerinden bakıyorum ve o, o kadar daha yakın. Bunun farkına vardığım zaman, o zaman hayatım çok fevkalade olur çünkü önceliklerim ıvır zıvır ve dünyevi olmaz. Tagore’un bir Hint şiiri var: Ölüm hakkında konuşuyor ve diyor ki, ‘’Çok arzu ettiğim ve sahip olduğum şeylerin geçip gitmesine müsaade et. Hor görerek reddettiğim ve gaflete düştüğüm şeylere samimiyetle sahip olmama müsaade et.’’

MH: Kendinizin ölmeyen kısmıyla bağlantı kurmanın en iyi yolu nedir?

DC: Oynadığınız rollerin tanığı olan kendinizin o kısmının farkına vararak. Deneyimin tam ortasında deneyimi yaşayanın farkına vararak. Zamanın tam ortasında sonsuzluğun farkına vararak. O tanık olan farkındalık, doğum veya ölüme bağlı değildir.

MH: ‘’Aşkın Yolu’’ kitabında ‘satsang (ilmî sohbet)’ teriminden bahsediyorsun.

DC: Satsang, sadece hakikati aramak için aynı amaca sahip olan insanların hepsinin bir araya toplanmasıdır. O, konuşma ve dinlemedir.

MH: Birçok zaman insanlar problemler yaratabilen, her bir partnerin farklı bir spiritüel odaklanmaya sahip olduğu bir ilişkide kendilerini buluyorlar. Bu bir problem olmak zorunda mıdır?

DC: Eğer odak noktamı senin üzerine dayatmazsam, bir problem olmaz. Eğer gerçekten gerçek sevgiyi istersen, o zaman birinin ve herkesin ne olduğuna müsaade et. Aksi takdirde, yalandan yaparmış gibi görünme.

MH: Darma’yla (Kader) ne kastettiğini lütfen açıklar mısın?

DC: O, doğa yasasıdır. O, amaç ve anlamdır da. O; Tao’dur (Bütün varlığı birbirine bağlayan son ilke), yoldur. Doğanın gayesidir. Eğer bunu gerçekten anlarsam; başarmak için olan şiddetli arzum bile, gayem, bütün bunlar tüm evrenin ifadesidir. Benimle alakası yoktur. Bilinecek olursa bu Darma’dır. Bunu bildiğinde, ne yaptığını yaparsın ve davranışın neticeleri hakkında da üzülmezsin. Tanrı için yaptığını bilerek, neyi yaptığını yaparsın.

MH: Nefretin, sevginin diğer yüzü ya da onun yokluğu olduğunu söyler misin?

DC: Nefret, aslında korkunun bir ifadesidir. Korkunla ne yapacağını bilmediğinde, onu nefret olarak ifade edersin. Nefret, sevgiye karşı koymadır ve korkunun da genişlemesidir.

MH: ‘’Aşkın Hediyesi (A Gift of Love)’’ adlı şair Rumi’nin (Mevlana Celaleddin Rumi) şiirlerinden oluşan CD’ye meraklıyım. Neden Rumi’yi seçtin?

DC: Çünkü Rumi’yi seviyorum ve Rumi’yle büyüdüm. Çünkü Rumi, Tanrıya olan yolu ilişki aracılığıyla gösteriyor. Rumi özgürlükle ilgilidir, Rumi kendi kendini tanımayla ilgilidir, kendi kendini ifade etmeyle ilgilidir. Rumi, korkmuş olmamakla ilgilidir. O, ayrıca ilk hippidir.

MH: Nasıl olur?

DC: Pekâlâ, özgürdü. Bir çingene gibi yaşadı. Yıldızların altında her gece farklı bir evde kalırdı.

MH: Bir sufiydi, doğru mu?

DC: Doğru, ilklerden bir tanesi.

MH: Şiir yazıyor musun?

DC: Yazıyorum. ‘‘Belirsiz olana Baskın (Raid on the Inarticulate)’’ adlı kitabı yazdım.

MH: ‘’Merlin’in Dönüşü (The Return of Merlin)’’ kitabına gelince, neden roman formatını seçtin?

DC: Format, diğer insanlar aracılığıyla en içerideki fantezilerinizin ifade edilmesine izin verir ve resmi yapıdan kurtulmanıza da olanak sağlar. Ve zaten, hayal ürünü olan bir şeyde hayal ürünü olmayan bir şeyden çok daha fazla gerçek olduğunu düşünüyorum. Hayal ürünü olmayan bir şey yazdığınızda, birinin omzunuzun üzerinden bakarak “Bana kanıtını göster” dediğinin farkında olursunuz. Hayal ürünü olan şeyde kim aldırır?
MH: Enerji üstesinden geldikçe!

DC: Bu doğru. ‘’Büyücünün Yolu (The Way of the Wizard)’’ adlı başka bir hayal ürünü roman yazdım ve ‘’Işığın Efendileri (The Lords of Light)’’ adlı bir diğeri ise iki ay içinde çıkacak.

MH: Aktif olarak hâlâ tıp uyguluyor musun?

DC: Hastaları görme açısından değil ama diğer doktorlar için kurslar veriyorum. Her iki haftada bir doktorlara zihin-beden tıbbından bir kurs öğretiyorum.

MH: Nasıl kabul gördü?

DC: Oh, son derece iyi bir şekilde kabul gördü. Onun üzerine biraz önce Harvard Tıp Okulu’nda bir konuşma yaptım ve biliyorsun, tıbbi uzmanlık alanında çok popüler. Dolayısıyla evet, gerçekten beğeniyorlar.

MH: Tıp alanında holistik yaklaşımın kabulü oldukça yeni bir fenomen, öyle değil mi?

DC: Evet, her şeyin bir zamanı vardır biliyorsun. Fark etmez, biliyor musun? Demek istediğim, romanlar ve şiir yazıyorum ve eğer beni zihin-beden tıbbı üzerine dinlemek isterlerse, gelmekten mutlu olurum. Eğlenceli evet, hoşlanıyorum. Hepimizin ufak egoları vardır.

MH: Egodan söz etmişken, elde ettiğin ünle ilgili bazı mücadelelerin var mı?

DC: Yok. Ailem ve çocuklarım olmamasını sağlarlar.

MH: Kendine spiritüel bir öğretmen gözüyle bakar mısın? Hiç hayranların ya da öğrencilerin var mı?

DC: Hayır. Bir eğitmenin ders vermesi bakımından öğrencilerim var, ama hayır, ben bir guru değilim eğer kastettiğin şey buysa.

MH: Maharishi Mahesh Yogi’nin bir süre gurun olduğunu biliyorum.

DC: Bir süre benim gurumdu ama ondan ayrıldım.

MH: Bazı sınırlamalar nedeniyle mi ondan ayrıldın?

DC: Evet. Ondaki sınırlamalar değil ama özgürlüğümdeki sınırlamalar, evet. Herhangi belirli bir ideoloji veya dogmayla evli olmak istemedim.

MH: Ayurveda (Geleneksel Hint Sağlık Bilimi) kökenlisin, doğru mu?

DC: Öyle. O, tüm hayatım boyunca beni etkiledi: Büyükannemin aracılığıyla, Hindistan’da ne gördüysem, ruhu da anlamaktansa insan vücuduyla uğraşan biz doktorları yalnız teknisyen olarak gören bir tıbbın yetersizlikleriyle. Dolayısıyla biliyorsun, karmaşık durumlar dizisi beni Ayurveda’ya yöneltti.

MH: Batı tıbbı ve Ayurveda arasındaki bağlantı kurulduğu zaman kaç yaşındaydın?

DC: Bağlantı her zaman vardı, fakat ona ciddi bir şekilde 19 yıl önce 1980’de girdim. Bu; pratisyen hekim, bir endokrinolog olduğum zamandı.

MH: Bu röportaja eklemek istediğin bir şey var mı?

DC: CD’yi (Aşkın Hediyesi) dinlemeden önce makaleni yazma; çünkü o, konuştuğum şeyi deneyimlemeni sağlayacak.

Çeviren: Esin Tezer
Kaynak: http://www.manyhands.com/content/interview-deepak-chopra

Check Also

Sinir Sistemi Nesiller Boyunca Bilgiyi Aktarabiliyor

Hemen hemen tüm ekolojik ortamlarda bulunan nematotlar(iplik kurdu), üzerinde en çok çalışma yapılan organizma modellerindendir. ...