Biosentrizm, Kozmosun Yeni Yüzü !…

Robert Lanza, M.D.
(11 Aralık 2009 – Huffington Post’tan alıntı)

Beş yüz yıl önce insanlar dünyanın düz olduğuna inanıyorlardı. Karşıt kanıtlar saçma olarak değerlendiriliyordu: Bazılarına göre “eğer dünya gerçekten topraktan bir top ise, dünyanın altındaki insanlar düşerlerdi.” Ve Galileo’dan önce güneşin etrafında saat 67 bin mille döndüğümüzü düşenmek kulağa aptalca geliyordu. Bu hızın kafamızdaki saçları uçurması gerekirdi, değil mi? Ancak bir kez daha bilimin bulmacaları insanları dünyayı düşüncenin ötesinde tekrar değerlendirmeye zorluyor. Biosentrizm, hayatın fiziğin basit bir tesadüfü değilde, evrenin var olmasının bir zaruriyeti olduğunu açıklar.

Bir dizi bilimsel deney evrenin bize okullarda öğretildiği gibi sıkıcı bir bilardo oyunu olmadığını göstermiştir. Genellersek dünyaya bakışımız bir sincapla aynıdır. Sincap gözlerini açar ve palamut ağacı mucizevi bir şekilde karşısındadır – onu yakalar ve daha fazla düşünmeden telaşla yukarı doğru tırmanır.

Biz insanlar daha farklı değiliz: sabah uyanırız ve dünya mucizevi bir şekilde oradadır. Atomların ‘orada’ biz onlara baksakta bakmasakta etrafa çarpıp durduklarını düşünürüz.

Ancak deneyler sürekli aksini göstermiştir: Parçacıklar gözlenmezse gerçek niteliklere sahip değildirler. Ünlü çift-yarık deneyini düşünün. Bilimadamları bir parçacığı bariyerdeki çift yarıktan geçerken gözlediklerinde, parçacık bir mermi gibi davranır ve her iki yarıktan birinden geçer. Fakat eğer gözlemezseniz, dalga gibi davranır ve aynı anda her iki yarıktan geçebilir.

Garip, değil mi? Bunlar birçok kez tekrarlanmış deneyler olduğundan fizikçiler tarafından güvenilir kabul edilir. Aslında sonuçlar anlaşılması imkansız olarak değerlendirilmişlerdir. Nobel’li fizikçi Feynman bir keresinde “Sanıyorum kimsenin kuantum mekaniğini anlamadığını söyleyebiliriz. Mümkünse kendinize şu soruyu sormaktan kaçının ‘Bu nasıl olabilir?’, çünkü kimsenin kaçamadığı karanlık bir çıkmaz sokakta son bulursunuz.” Fakat biosentrizm ilk defa bu sorulara mantıklı bir açıklama getiriyor.

Dışarıda’ gördüğünüz her şeyin renk ve parlaklığını düşünün. Kendi başına ışığın renk veya parlaklığı yoktur. Tartışılmaz gerçek ise gördüğünüz hiç birşey bilinciniz olmadan var olamaz. Havayı düşünün: Dışarı çıkar ve mavi gökyüzünü görürüz – ancak beynimizdeki hücreler kolaylıkla değiştirilebilir ve böylece onun yerine kırmızı veya yeşil ‘görürüz’. Bize sıcak ve rutubetli gelebilir, fakat tropikal bir kurbağaya göre soğuk ve kurudur. Bu her iki durumda da sanıyorum konuyu anladınız. Bu mantık hemen hemen her şeye uygulanabilir.

Uzay ve zamanı düşünün. Nedirler? Elinizi havada sallayın. Herşeyi çıkardığınızda geriye ne kalır? Cevap hiç birşeydir. O zaman neden uzay bir şeymiş gibi davranıyoruz? Aynı şey zaman içinde geçerlidir – onu süt gibi bir şişeye koyamazsınız. Uzay ve zaman nesne değildirler.

Herşeye, örneğin bu sayfadaki yazıya, bakın. Onu beyninizi saran kemiğin içinden göremezsiniz. Şu anda gördüğünüz ve tecrübe ettiğiniz herşey aklınızda organize olan bilgiden başka birşey değildir. Hepsi kafamızın içinde techicolor olarak organize edilmiştir. Tabi bu renk körü değilseniz böyledir. Renk körüyseniz beyin nesneleri renksiz olarak değerlendirir. Aslında biraz genetik mühendislikle muhtemelen her
kırmızı şeyi titretebilir veya sesli hale getirebilir veya sizde seks yapma dürtüsünü uyaracak hale getirebilirsiniz. Uzay ve zaman sadece bilincin herşeyi bir araya getirmek için kullandığı araçlardır.

Evrenin yapısı muhtemelen biosentrizmin en iyi argumanıdır. Atomlardan yıldızlara kadar her özelliği bizler için biçilmiş kaftandır. Örneğin Big Bang milyonda bir bile daha güçlü bir patlama olsaydı, kozmos yıldızların ve dünyaların oluşmasına müsaade etmeyecek kadar hızlı bir şekilde dışarı doğru büyüyecekti.

Sonuç: biz olmazdık. İki yüzden fazla parametre bunların rastlantısal olduğunu düşünmenin saflık olacağını düşündürmektedir. Herhangi birisini hafifçe değiştirdiğinizde hiç var olmazdık.

Hiç birisi herhangi bir teoriyle önceden tahmin edilemezler – hepsi hayatın var olması için büyük bir dikkat ve kesinlikle seçilmiş görünmektedirler.

Yegane bilimsel açıklamaya (Anthropic Principle) göre bu şartların hepsini bulmamız gerekir, çünkü eğer yaşıyorsak, başka ne bulabiliriz ki?

Elbette bu açıklama sonsuz sayıda evrenler olmadıkça ve biz şanslı olanda bulunmadığımız sürece bir işe yaramayacaktır. Ancak, bu söz konusu diğer evrenlerle ilgili Paskalya tavşanından daha fazla kanıt yoktur. Yegane gerçek açıklama evrenin diğer şekilde değilde yaşam tarafından yaratıldığını ifade eden biosentrizmdir.
Biosentrizme göre uzay ve zaman katı ve soğuk fiziksel nesnelerden çok hayvan algısının formlarıdır.

Zamandan bahsederken, onu kaçınılmaz olarak değişiklik bazında değerlendiririz. Ancak değişiklik zamanla aynı şey değildir. Heisenberg’in ‘belirsizlik ilkesini’ düşünün. Dışarıda gerçekten etrafta uçuşan parçacıkların olduğu bir dünya olsaydı, hepsinin tüm özelliklerini ölçebilirdik. Ancak bu yapılamaz – örneğin bir parçacığın kesin yer ve momentumu aynı anda bilinemez. Guguklu saatteki erkek ve kadın gibidirler – biri içeri girince diğeri çıkar. Bu belirsizlik evrenin hamurunda vardır, fakat kimsede bunun neden olduğu konusunda bir ipucu yoktur. Sadece evrenin biosentrik olduğunu kabul ettiğimizde akla mantıklı gelmektedir.

Bir okçuluk turnuvasının filmini düşünün. Bir okçu okunu atar ve kamera oku takip eder. Görüntü birden donar – siz havadaki okun görüntüsüne bakarsınız. Bu dondurma işlemi size okun yerini büyük bir kesinlikle tespit etmenize imkan tanır, fakat ok hiç bir yere gitmiyordur; hızı artık belirsizdir. Bu belirsizlik ilkesinde anlatılan bulanıklıktır: bir parametredeki kesinlik diğerinde bulanıklığa neden olur. Bütün bunlar biosentrik bakış açısından mantıklıdır.

Algıladığımız herşey kafamızda sürekli olarak şekillendirilir. Zaman kafamızdaki ‘film karelerin’ toplamıdır. Fakat değişiklik içinde gerçekten değişikliklerin olduğu zaman isimli görünmeyen aktif bir matriksin olduğu anlamına gelmez. Bu sadece bizim şeyleri anlamlandırma yolumuzdur.

Bu uzay içinde geçerlidir. Onu tutup laboratuvara getiremeyiz. Zaman gibi uzayda cisim veya nesne değildir. Bu, duyuları çok boyutlu nesnelere çeviren mental yazılımımızın bir parçasıdır.

Uzayı duvarları olmayan dev bir konteyner olarak düşünürüz. Ancak bu yanlıştır. Nesneler arası mesafeler yerçekimi ve hız gibi durumlara göre değişirler; ki herhangi iki şey arasında mutlak bir mesafe yoktur.

Uzay ve zamanı temel ve bağımsız şeyler olarak değerlendirerek dünyayı anlamak konusunda yanlış başlangıç noktası seçmiş oluruz. İşin aslı, yeni deneyler kuantum etkilerinin günlük hayatımızdaki tüm nesnelere uygulanabildiğini göstermektedir.

Biosentrizm kendimizi fark etmeden hapsettiğimiz kafesin kapısını açar. Her yeni paradigma genellikle önceki tarafından saçmalık olarak değerlendirilir. Fakat gözlemciyi denklemin içine katmak atomların küçük dünyasından yaşam ve ölüm hakkındaki görüşlerimize kadar her konudaki anlayaşımıza yeni ufuklar açmaktadır. Bundan ötesi biosentrizm Einstein’dan beri bütün bilimadamlarının yapmaya çalıştığı gibi tüm bilimleri bir araya getirme konusunda daha ümit vericidir. Kafamızdaki evreni tanıyana kadar dünyayı gerçek anlamda tanımak mümkün olmaz.

Check Also

Sinir Sistemi Nesiller Boyunca Bilgiyi Aktarabiliyor

Hemen hemen tüm ekolojik ortamlarda bulunan nematotlar(iplik kurdu), üzerinde en çok çalışma yapılan organizma modellerindendir. ...