Bilincin Veritabanı

DAVID R: HAWKINS POWER VS FORCE KİTABI 
BİLİNCİN VERİTABANI

 Ünlü İsviçreli Psikolog Carl Jung, algılamamızı örgütleyen, bilinç içeriklerini düzenleyen, değiştiren ve geliştiren yapılar olan “arketipsel” örüntü ve sembollerin, “kollektif-ortak bilinçaltının çekirdek yapıları” olduğunu ve aynı anda her yerde bulunduğunu ve bunun da tüm paylaşılan tecrübelere sahip “dipsiz bir bilinçaltı havuzu” olduğunu söyler. Arketip, sayısız kuşak tarafından tekrar tekrar karşılaşılan yaşantılara maksimum düzeyde tepki vermek şeklinde oluşur. Biz bunu, güçlü “evrensel örgütlenme-düzenleme kalıpları”yla karakterize olmuş, insan bilincinin geniş ve gizli bir veritabanı olarak düşünebiliriz. İnsan bilincinde mevcut olan tüm bilgileri içeren böyle bir veritabanı, çarpıcı içsel yetenekler anlamına gelir; Bir geri erişim sürecini bekleyen dev bir bilgi deposundan çok daha fazlasıdır. Zamanında herhangi bir yerde yaşanmış olan her şeye ulaşmak, veri tabanının “istediği anda” hemen hemen her şeyi “bilme” kapasitesidir.

 Bu, sezgi ya da içe doğuş, kehanet ya da rüya ya da “şanslı” tahminle alt-ya da rasyonel olarak elde edilen tüm bilgilerin kaynağıdır. Dahi (genius), ilham kaynağı ve “onaylama” da dahil olmak üzere “olağanüstü, esrarlı” psişik  bilginin kaynağıdır. “Paranormal” ya da akılcı olmayan bilgi kavramından rahatsız olan düşünürler, Newton’un eşzamanlılık, nedensellik ya da zaman ve mekân kavramlarıyla mantıksal ya da mantıksız-tutarsızlıklarından da ürkerler, tereddütle bakarlar…

Aynı düşünürler, akşam gökyüzüne bakar ve favori takımyıldızı tanımlayarak keyif alırlar. Ama takımyıldızları yoktur. “Yıldızlar“ın tanıdık desenleri-örüntüleri, birbiriyle tamamen ilgisiz kaynaklardan kaynaklanan ışık noktalarından oluşur; milyonlarca ışık yılı uzaklığında yakın veya uzak, bazıları farklı galaksiler, bazıları aslında ayrı galaksilerdir; Birçoğu, bin yıldan beri, yanmış ve “varoluşu” sonlanmış. Bu ışıkların mekansal veya zamansal bir ilişkileri yoktur. Bu kepçe veya ayı ya da erkeğin şekli, gökyüzüne baktığında gözüne çarpan kişinin gözüyle yerleştirilen çok yönlü “takımyıldız” ın kendisidir. Ama yine de zodyak hâlâ “gerçek” dir, çünkü biz kelimeyi ilk anda düşünür, tasavvur ederiz. Astroloji halâ “var” ve birçok insan için kendilerini ve ilişkilerini açıklamada oldukça kullanışlı bir sezgisel araç. Neden olmasın ki?… “Bilinç veritabanı sonsuz bir kaynak.”

 Veri tabanı, depolanmış bir yüke sahip bir bataryadan ziyade, bir potansiyel alanı olan bir elektrostatik kondansatör gibi davranır. Zaten cevabın potansiyeli olmadıkça bir soru sorulmaz. Bunun nedeni, soru ve cevabın her ikisinin de aynı paradigmadan yaratılmış olması ve bu nedenle de tam olarak uyumlu olmasıdır.

Nedensellik, sıradan ziyade eşzamanlılık olarak ortaya çıkar. Eşzamanlılık, Jung’un insan deneyiminde açıklamak için kullandığı terimdir. İleri fizik incelememizden anladığımız gibi, evrende “burada” bulunan bir olay, evrende “orada” bir olayın meydana gelmesi “neden olmaz“. Bunun yerine, ikisi de aynı anda meydana gelir.

Eğer bu Newton uyumlu doğrusal bir neden ve sonuç dizisi değilse, bu olaylar arasındaki bağlantı nedir? Görünen şu ki; iki olay birbiriyle ilişkili ya da birbiriyle bağlantılı görünmez bir şekilde, yerçekimi ya da manyetizma ya da kozmik bir rüzgar ya da eterle değil,her iki olayı da içerecek büyüklükte bir çekicinin alanıyla (attractor field) kuşatılmışlardır. Bunun böyle olduğunu biliyoruz. Çünkü, aksi halde olaylar, gözlemlenir olaylar olmaz ve aynı anda veya eşzamanlı olarak birbirleriyle ilişkili olarak gözlemlenemezdi.

İki olay arasındaki “bağlantı” sadece gözlemcinin bilincinde gerçekleşir, meydan gelir; bir bağlantı “görür” ve bir ilişki olduğunu varsayarak bir “çift” olay tanımlar. Bu ilişki gözlemcinin beynindeki bir kavramdır; Evrende herhangi bir harici olayın var olması gerekli değildir. Altta yatan bir çekici kalıp-örüntü (attractor pattern) olmadığı sürece, hiçbir şey deneyimlenemez. Böylece, tüm açığa çıkmış evren, kendi eşzamanlı ifadesi ve kendi deneyimidir.

 Herşeyi BiLEN-ALİM (Omniscience) her şeye kadir ve her yerde mevcuttur. Bilinmeyen ile bilinen arasında bir mesafe yoktur. Bilinen, sadece bilinmeyene göre bilinir. Empire State Binası, mimarının zihninde önce oluşur. İnsan bilinci, açığa çıkmamış bir kavramın açığa çıkışına aracı olur. Bina kavramı, çizilir ve yapılır, tezahür edilen deneyime dönüşen zaman içinde donup kalan bir maddedir. 1933’te New York’ta otuz ikinci caddede, yapılan Empire State Binasının mimarı, kafasındaki konsepti betona ve çeliğe transfer ederek, bizlerin kendi vizyonunu yaşamasına olanak sağlamıştır. Yaratıcının bilincinde olan şey, bizlerin veritabanına da kaydedilerek, bu güne kadar onu görmemiz sağlanmıştır.

Biz “normal” insanlar tamamen görünmez seviye ABC (Sebep-gözlemlenemez-Çekici Örüntü(Attractor Pattern) den algısal olarak algılanabilir A> B> C'(sonuçlar-gözlemlenebilir)ye kadar olan kavramların transformatörleri olarak işlevi görmekteyiz. Olağanüstü bireyler öncelikli olarak ABC dünyasında yaşar (bunun ötesinde yaşayanlar, tamamen saf bilinç, saf bilincin kendisi olarak yaşar, biz mistik olarak adlandırıyoruz). Böyle bireylere her şeyin orjini, aslı açılmıştır-açıktır; onlar,şeylerin görünür ve açığa çıkış süreci ile ilgilenmezler. Günlük yaşamda, onlar yeni girişimleri ortaya çıkaran ve ardından icralarını ve yönetimini başkalarına devredecek olan yaratıcı insanlardır. İleri seviyede-mertebede mistikler, sadece kendi ABC düzeyindeki farkındalıklarının “gerçek” olduğu ve gözlemlenebilir dünyanın bir hayal veya yanılsama olduğu sonucuna varmışlardır. Bununla birlikte, bunun sadece bir başka sınırlı bakış açısı olduğu belirtilmelidir. Ne gerçek, ne de gerçek olmayan vardır. Sadece OL’AN.

Şekilsiz-Suretsiz varoluş, hayal edilemez değildir, aynı zamanda, hem açığa çıkmış, hem çıkmamıştır, hem suretli hem suretsizdir, görülen ve görünmeyen, zamansal ve zamansız olanı da içeren nihai gerçekliktir. Böylece gerçek dünya, eşzamanlı olarak HAKİKİ Dünyadır. Çünkü, O, tüm olasılıklarıyla HERŞEYdir. Bu nedenle, yaratılış süreklidir ya da hiç yaratılmamıştır. Yaratılışın “başlangıcını” aramak, yapay bir zaman kavramından ilerlemek demektir. Zamanın dışında olan bir şeyin “başlangıcı” zaman içinde yer alamaz. “Büyük Patlama (Big Bang)” sadece bir gözlemcinin aklında gerçekleşebilir.

  Evren, bilincin kendisinden farklı olmadığı için, bulmak istediğimiz her şeyi “evrende” de yaratmaktan mutluluk duyarız. Sorun, “nedennedensellik” kavramı ile ilgilidir ve bu da bizi zaman eğrilmesini, dizisini, olaylar zincirlerini sorgulamaya iter. Zamanın dışına çıkarsak, hiçbir sebep yoktur. Açığa çıkan dünyanın, zahir olanın, açığa çıkmamıştan kaynaklandığını söyleyebiliriz, ama yine de biz, zaman içinde sıralı bir nedensel dizinin çıkarımını yapabiliriz, yani,  açığa çıkmamış> açığa çıkan şeklinde… Zaman eğrilmesinin ötesinde zamansal düz dizilim yoktur; geriye ya da ileriye doğru zaman yoktur.

Dolayısıyla, zaman, halihazırda tam olan bir hologram algı mahalidir; devamlı olarak hareket halindeki bakış açısının öznel bir duyusal etkisidir. Hologramın başlangıcı veya sonu yoktur. Zaten her yerde, tam, bütündür; Aslında, “bitmemiş” olma durumu da tam ve bütünün kendisidir. “ortaya çıkmış olan” olgusu bile, sınırlı bir bakış açısını yansıtmaktadır. Açığa çıkmış ve burulmuş (enfolded) bir evren yoktur; Sadece  farkındalıklı OLMAK var. Zaman içinde meydana gelen olaylara dair algımız, önündeki manzarayı seyreden bir gezginle aynıdır. Fakat manzaranın gezginden önce ortaya çıktığını söylemek, sadece bir mecazdır: hiçbir şey aslında ortaya çıkmaz; Hiçbir şey aslında tezahür etmez. Sadece farkındalığın ilerlemesi, gelişmesi var.

 Bir “bilen” ve “bilinen” olduğu fikri, kendi içinde dualistiktir, çünkü özne ile nesne arasında bir ayrılık anlamına gelir (ki, yine, sadece bir gözlem noktasının yapay olarak benimsenmesiyle anlaşılabilir) . Görünür ve görünmeyen, cennette ve yeryüzündeki her şeyin yaratıcısı, her ikisinin de ötesindedir, her ikisini de içerir ve TEKtir. Dolayısıyla, varoluş, yalnızca farkındalığın ve bilinç olarak kendini ifade edişin, kendi farkındalığını farketmesi şeklinde sadece bir açıklamadan ibarettir.

Sadece tek bir mutlak gerçek vardır; gerisi, sınırlı algı ve konumsallığın eserlerinden ortaya çıkan yarı-gerçeklerdir. “Olmak ya da olmamak” bir seçenek değildir; biri şöyle ya da böyle olmaya karar verebilir, ama OLmak tek gerçektir.

Aslında ne “dualiteikilik” ne de “nondualite” yoktur. Sadece farkındalık vardır. Sadece farkındalık, olmak” ya da  “olmamak” gibi kavramların ötesinde OLduğunu ifade edebilir. Çünkü, “OLmak” sadece şuurun kendisi tarafından tasavvur edilebilir.

 Farkındalık, bilincin  ötesindedir. Bu nedenle, Mutlak’ın, bilinenin ötesine geçtiği, yani bilincin kendisinin erişemeyeceği için bilinemeyeceği söylenebilir. Böyle bir farkındalık durumuna ulaşmış olanlar, bunun tanımlanamayacağını ve bu bağlamda deneyim sahibi olmayan kimseler için de bunun bir anlamı olmayacaklarını bildirmişlerdir. Bununla birlikte, bu, evrensel ve ebedi olan Gerçekliğin Hakiki halidir; bizler sadece onu tanımakta başarısızız. Böylesi bir tanıma, aydınlanmanın özü ve “ben”den öteye geçen bilincin evrimidir.

Çeviren : AylinER
David R. Hawkins’in “POWER VS FORCE” adlı kitabının “BİLİNCİN VERİTABANI” adlı bölümünden çevrilmiştir.

Check Also

Geri Dönüşü Olmayan İnsan Ruhunun Ölümsüz Yolculuğu