İnsan-ı Kamil Abdûlkerîm Ceylî
Bu eserden beklenen odur ki;
Salik için , en yüce refikine ileten ola..
Ama, ince, düşünceli, nazik, kibar arkadaş gibi..
4. BÖLÜM
ULÛHİYET
Bu bölümde ULÛHİYET manası izlenecek.. İşlenecek ki, o nedir? Bilesin..
Tüm olarak, bu varlığın gerçek yüzleri ile, onları kendi mertebelerinde korumaya :
– ULÛHİYET
Adı verilir..
– Bu varlığın gerçek yüzleri..
Dedim.. Bunda hükmüm : Zâhir olup gelenle, bu gelene teşne olan zuhur yerleridir..
Özet olarak diyelim :
– Hak ve Halk
Hak zâhir, halk mazhardır.. Yani : Zuhur yeridir..
Bu kevnî alemin tüm mertebeleri, varlık mertebesinde, her birine hak ettiği şeyin verilmesi..
İşte : ULÛHİYET manası budur..
Bu mertebe, Rabbın mertebesidir.. Bu Rabbın ismi ise.. bu mertebede : Allah’tır..
Allah ismi ise.. Vacib’ül-vücud, her bakımdan yüce ve mukaddes zattan başka olamaz..
Yüce zatın, zuhur yerlerinin en yükseği, ULÛHİYET zuhurunun meydana geldiği yerdir..
Çünkü o : Zuhur yerlerin her birini, kapsamına alır ; kuşatır.. Bu vasıf onda vardır..
Zira, her vasfın, her ismin üzerine uçar konar.. Bu vasıf da onda vardır..
ULÛHİYET : Ümm’ül – kitabdır..
Kur’an : Ahadiyettir..
Fürkan : Vahidiyet-i fürkaniyedir..
Üstte, özellikle ULÛHİYET için : Ümm’ül – kitab şeklinde yapılan açıklama,
itibarî bir açıklamadır..
Halbuki, muteber olan ilk sofiye tabirlerine göre : Zatın esas mahiyetinden ibarettir..
Durum böyle olunca, aşağıdaki tabirleri de dinle :
Kur’an : Zattır..
Fürkan : Sıfattır..
Kitab : Mutlak varlıktır..
Allah dilerse, bu açıklama isteyen cümleler için ; yeri geldiğince izahlar yapılacaktır…
Yukarıda iki çeşit tabir geçti.. Dıştan bakınca, birbirinin aksi gibi.. Ama değil..
Sen işin özünü bulmaya bak.. Dış aksamı ile kalma..
İşin özüne varıp, istılâhlardaki manayı kavrar ; işaret ettiğimiz öz mananın
gerçek yüzüne geçer ;onda bir irfana sahip olursan.. İşte o zaman, bilirsin ki : Bu da
öbürü gibi.. İki söz arasındaki ayrılık, yalnız ibarede.. Mana aynı..
Yukarıda anlatılanları iyi anladıktan sonra, sana bir başka mana kapısı açılır..
İşte o zaman görürsün ki : ULÛHİYET saltanatı altındaki isimlerin en yükseği ahadiyettir..
Vahidiyet ismine gelince, bu da :Yüce hakkın ahadiyet makamındaki tezahürlerinin ilkidir..
Vahidiyet mertebesinin kapsamında bulunan mertebelerin en yükseği Rahmaniyettir..
Rahmaniyet mazharlarının en yüksek derecesi Rübubiyettedir..
Rübubiyet mazharlarının en yükseği ise, yüce Allah’ın Melik isminde olmaktadır..
Durum anlatıldığı gibi olunca, sonuç şu şekilde bağlanır :
a) Melikiyet, rübubiyetin altındadır..
b) Rübubiyet, rahmaniyetin altındadır..
c) Rahmaniyet, vahidiyetin altındadır..
d) Vahidiyet, ahadiyetin altındadır..
e) Ahadiyet, ULÛHİYET’in altındadır..
Görülüyor ki, ULÛHİYET hepsini kapsamına aldı.. Bunun böyle olması gerekir ;
çünkü ULÛHİYET :
Bu varlığın dışında kalanların hakkı, bütün kapsam ve şümulu ile verilmesi..
Demektir..
Ahadiyet, varlık hakikatlerinin tümünden bir hakikattır.. Bu manaya göre,
ÜLÛHİYET daha yüksektir..
İş bu mana icabıdır ki : Onun Allah ismi, isimlerin en yücesidir..
Hatta : Ahad isiminden de yücedir..
Ahadiyet, zat mazharlarında zatın kendine has zuhurudur..
ÜLÛHİYET ise.. zuhur yeri olma yönünden : zatın; gerek kendine, gerekse
başkalarına göre, en faziletli makamı alır..
Bu makamın bir gereği olarak. Ehlüllah : Ahadiyet tecellisi bahsine engel olmuşlar ;
ULÛHİYET tecellisi bahsine engel olmamışlardır..
Çünkü : Ahadiyet, sırf zattan ibarettir.. Orada sıfatlar için bir zuhur yoktur.. Hele mahluk için
hiçbir şey olmaz.. Dolayısı ile ahadiyet makamının, hiç bir şekilde
mahluka bağlanmasına yol yoktur..
Zira orası : Zatıyla kaim olan ezelî ve ebedî zata mahsustur..
O : Varlığı mutlak gerekli bir zattır. Böyle bir zat hakkında kelâm yolu kapalıdır..
Sebebine gelince : Ona kendisinden hiçbir şey gizli olamaz..
Anla.. Sen “o” olursan, sen “sen” olamazsın.. Elbette olan odur o..
O, sen olursa.. o, olamaz.. Elbette sensin sen..
Her kime, üstte anlatılan tecelli hâsıl olursa.. bilsin ki : O vahidiyet tecellilerindendir,
ahadiyet tecellisinden değil.. Çünkü Ahadiyet tecellisinde : sen, o zikri geçmez..
Bu manayı anlamaya çalış..
Bu kitapta yeri geldiği zaman : Yüce Allah dilerse.. ahadiyet üzerine kelâm edilecektir..
Şimdi bir başka mana kapısı açacağız ; dikkatle dinle ve anlamaya bak..
Bilesin ki..
Varlık ve yokluk karşılıklı durur..
ULÛHİYET seması ise, her ikisini kapsamına alır..
Çünkü ULÛHİYET : Karşılıklı zıddı özünde toplar.. Meselâ ; Evveli olmayanı, sonradan olmuşu :
Hakkı; halkı ; varlığı, yokluğu.. bütün bunların hepsini özünde toplar..
ULÛHİYET durumu anlatıldığı gibi olunca : Onda,vacib; muhal olarak zuhura gelir,
zuhurundan sonra vacib olur..Yine onda, muhal; vacib olarak zuhura gelir ;
zuhurundan sonra, yine muhal olur..
.. Ve onda ; Hak halk suretinde zahir olur.. Şu hadis-i şerif, bu manayı anlatır :
– “Rabbımı, taze bir delikanlı suretinde gördüm..”
.. Ve onda :
Halk, Hak suretinde zâhir olur..
Şu hadis-i şerif de bu manayı anlatır :
– “Yüce Allah, Âdemi kendi sureti üzerine yarattı..”
Anlatılan bu zıd haller, daha da sürdürülebilir..
Çünkü, ULÛHİYET, kendi şumulünde bulunan hakikatlerden, her şeye hakkını verir..
Sebebine gelince : ULÛHİYET‘in ekmel ve âlâ mertebesinde zuhuru vardır..
En değerli ve en üstün mazharları vardır..
Halkın ULÛHİYET sıfatındaki zuhuru : Mümkünün kendi çeşitleri, değişik halleri
varlığı ve yokluğu durumunca, hak ettiği kadar olur..
Varlığın ULÛHİYET’ teki zuhuru : Mertebelerinde hakkı olduğu gibi kemâl üzeredir..
Hak’tan ve halktan hepsi bu mertebeye girer.. Bu mertebe Hakkın ve halkın
fertlerini de içine alır..
Yokluğun.. ULÛHİYET’ teki zuhuruna gelince bu da :Onun gizlenişi ve kendi başına
kalması sayılır.. Bir de sırf fena halinde, mevcutsuz olarak en güzel bir şekilde
kendi başına kalmasıdır..
Yukarıda anlatılan mana : Akıl yolu ile bilinemez ; düşünmekle kavranamaz… Ancak, birine
bu ilâhi keşiften bir şey hâsıl olursa.. o kimse, bu manayı sırf zevk olarak tadar..
Böylece o tecelliden hoş bir nefes alınır..
İşbu tecellinin bilinen manası : Tecelli-i ilâhidir..
Burası, şaşırtıcı bir mevzidir.. Hatta, ehlüllahtan kâmil olanlar bile hayrete düşmüştür..
O kadar ki :
– “Allah’ı en çok bileniniz olduğum halde ; ondan en çok korkanınızım..”
Hadis-i şerifi ile, Resulüllah S.A. efendimiz bu sırra işaret etmiştir..
Görülüyor ki : Resulüllah S.A. efendimiz, Rab’dan ve Rahmandan korkmamış ; ancak :
– “Allah’tan..”
Korktuğunu anlatmıştır.. Şu âyet-i kerime dahi bu manaya işarettir :
– “Bilemem ; bana ne yapılır, size ne yapılır?..” ( 46 / 9 )
Burada biraz duralım..
Resulüllah S.A. efendimiz, irfan yönüyle ; yüce Allah’a marifetin en üstününe sahiptir..
Onun bu durumunu, Cenab-ı İlâhî katından alıp, açıkladığı hakikatlerde gösterir..
Böyle olduğu halde :
– “Bilemem..”
Buyuruyor.. Bunun manası şudur :
– Bilemem ki, ilâhî tecellide ; suretlerin hangisi ile izhar edecek..
Bu durum böyledir.. Bir suret meydana getirir ; bir sonraki zuhuru, o suretin hükmünü bozar..
Meydana gelen o suretin hükmünde :
– Bunu, bir başka zuhur bozamaz..
Diye bir karar yoktur..
Böyle olunca : Tecelli durumunu kendisi bilir, başkaca bilinmez.. Başkalarına meçhuldür..
Ama kendisine değil..
Bu böyledir.. Çünkü ÜLÛHİYET tecellisi için bir sınır yoktur ki, tafsil edilsin.. Ve kalınsın..
Kaldı ki, tafsil yönünden de, hiç bir şekilde ; tam olarak, oraya varmak mümkün değildir..
Böyle bir idrâk Allah için, muhaldir.. Çünkü, böyle bir şey nihayet sayılır..
Yüce Allah’ın ise.. nihayeti yoktur..
Nihayetsiz bir şeye de, idrâk yolu kapalıdır.. Ancak yüce Hak, bu tecellide, küllî, icmal
ve bütün olarak görülür.. Bu tecelliden alınan hazlar da değişiktir..
Durum anlatıldığı gibi olunca, herkes o yayılan tecelli cümlesinden nasibi kadarını
ve yüce, büyük olanın kendisine nasib ettiğini alır..
Durum ki böyledir.. Her kemâl sahibinde görülen kemâl hali ; esas kemâl halinden
bir eserdir.. Ve o kimsenin haddi nisbetindedir..
Ey saba rüzgârı al ehl-i diyara tebliğini ;
Su ile ateş arasındaki sevgi haberini..
İnersen, geceyi bekle de öyle in o diyara ;
Güçsüz kalırsan, gündüz bulamazsın menzilini..
Orası öyle bir diyardır ceylân avlar arslanı ;
Çünkü oralarda arsalanın hiç yoktur zarar
vereni..
Dayanamadık onlarla olmaya da ayrıldılar;
Katlandık ayrılığa uzattık ziyaretlerini..
Yüce Hakkın güzellikleri kalbe Kur’an yazdı ;
İndirdiler oraya da gösterdiler güçlerini..
Kalb, aşk âyetini o kadar okudu ki hatta;
Okuyup bitirdi iştihar sûresinin sırrını..
Cemal yüzündeki perdesi kalkıp da görününce ;
Bakanları da öldürdü açınca perdelerini..
Diller konuştu güzelliğine hayran olaraktan ;
Tükrüğü sarhoş etti, kaldır şarabın yeterini..
Kalbleri esaretle gördüğü zaman şöyle dedi :
Siz zengin oldunuz, seçince fakrin iyicesini..
Bu varlıkta ne varsa, gayrım, hemen hepsi bendendir ;
O benim zatımdır istedim seçtim çeşitlerini..
Ben bir elbise gibiyim, renge bürünürsem bir gün ;
Alırım kırmızıyı, bazen seçerim sarısını..
Eğer kırmızı beyazı yok gösterirse ortada ;
Ortaya o kesret çıkar ki hepten arar rengini..
Bana, ne bölünmek ne ayrılmak vardır hiç bir zaman ;
Almak olmaz bana göre elbiselerin rengini..
Elbiseler daim renklenmededir, Hakka gelince ;
O perde içindedir ancak olmaz benden geleni..
Her ne var ise, âlemlerinde cemadat cinsinden ;
Bitkilerden ve say bu arada ruh sahiplerini..
Hepsi benim, arz ettiğim suretler sayılır şayet ;
Onları giderirsem, perdemdir ; gider sanma beni..
Onlarla bir ittifakım varsa, o çeşit çeşittir ;
Rütbe olarak benimki yüksekte geçer hepsini..
Bende bir mana var ki, açılınca mana olurum ;
Onun manaları, gösterir fakrimde zenginliğini..
O gitse de, ben yine kalırım libas’ı içinde ;
Elbise almadım, say günlerimden çıplak geçeni..
Her mana terkibi onun üzerine kuruldu ;
Ama benim için gör aziz zatın parlak halini..
ÜLÛHİYETİM dahi zatım için bir kök sayılır ;
Belki de bir daldır söyler şiarımın belgesini..
Hayret edilir o köke ki, hükmen dahi öyledir;
Dallara sirayet eder anlatır sirayetini..
Bu söz seni, hiç dehşete düşürmesin, zira ben ;
Hiç onun dalı değilim, ancak say perdedekini..
Bütün dallar, onun üstünde kök olma yolundadır..
O bir asıldır bana, görünür zâhiri, batını..
Belli şey görünürse, görünen, tecellimdir orda ;
Perdemdir, sayılır ki, attım ondan salınıp gideni..
Sen onu anlarsın ama göremezsin, fakat beni ;
Görürsen, bilemezsin durağımın belli yerini..
Bu âdettir ki, böylece sürüp gider ama ben hiç ;
Muhtaç değilim istemem örtülmeyi ve göreni..
ULÛHİYET, eserleri ile müşahede edilir, ama görünürde kayıptır.. Hükmen vardır ;
bilinir, ama resmen görülmez..
Zata gelince, aynen görülür ; ama ona bir mekân yoktur.. Ayanen görünür ;
ama bir beyan yolu ile idrâk edilemez..
Bu manada, bir insanı misal yolu ile ele alabiliriz.. Şöyle ki :
Bir insanı görürsün : Çeşitli, müteaddit sıfatlarla sıfatlanmıştır..
Ondaki, sabit vasıfları ancak ilim ve itikad yolundan bilirsin.. Ve inanırsın ki,o belli vasıflar
onda vardır.. Fakat o vasıfları ayan beyan göremezsin..
O şahsın zatına gelince, onu toplu olarak, açıktan görürsün.. Ama onda baki kalan
vasıfları bilemezsin.. Özellikle bilgi yönünden ulaşamadığın vasıfları..
Belki o şahsen gördüğün zatın, bin vasfı vardır ; böyle olması da mümkündür..
Ve sen : Ancak, onların az mikdarını biliyorsun..
Cümleyi toparlayalım : Zat görülür ; sıfatlar meçhul kalır..
Sıfatların birini görürsen, ancak eserini görebilirsin ;ama o vasfın özünü göremezsin..
Bu, hiç bir zaman, görülemez.. Ama, hiç mi hiç..
Buna bir misal olmak üzere, muharebe esnasında bir kahramanı gösterebiliriz..
Düşman karşısında ancak, onun düşmana hücumunu görebilirsin.. Bu ise..
kahramanlığın kendisi değil ; eseridir, belirtisidir..
Kerim olan bir zatın da, ancak ihsanını görebilirsin. Bu ihsan ise, onun keremine
bir belirtidir.. Kerem sıfatının kendisi değildir..
Çünkü, sıfatın kendisi zatta gizlidir.. Onun ortaya çıkmasına imkân yoktur..
O sıfatın ortaya çıkması, caiz olursa, O zattan ayrılma durumu meydana çıkar ki ;
işte bu, mümkün değildir..
Bu manayı anla..
ULÛHİYET sıfatının bir sırrı vardır.. Şöyle ki :
Bir şey olma yönünden her ferd, kendinden başka şey olma vasfını alanlara benzer bir isme de
sahiptir.. Eşya cinsinden bir ferdin, ezelden beri var olması, sonradan yaratılmış olması,
yok görünmesi veya var olması hiç bir şey değiştirmez..
Durum, anlatıldığı gibi olunca, o eşyanın bir ferdi, kendi özü ile ULÛHİYET saltanatı
kapsamında bulunan cümle eşyayı toplar..
Bütün mevcudatın, hali anlatıldığı gibidir..
Böyle olunca, varlıkların misalleri, birbirine karşı konan aynalar gibi olur..
Birinde ne varsa diğerinde de aynısı olur..
Anlatılan misâl üzerine şöyle söyleyebilirsin :
– Karşılıklı duran aynalardan her biri, ancak karşısına gelen diğer aynadakini alır..
Böyle olunca, yalnız bir aynayı alıyor ; onun altında kalan müteaddid aynaları alamamıştır..
Bu durumla, yukarıdaki mana nasıl bağdaşır?..
Bunu şu şekilde cevaplandırmamız mümkün olur :
– Şu açıktır ki, varlık ferdlerinden her biri, ancak, zatının hakkı kadarını alabilir..
Daha fazlasını alamaz..
Bu, bir başka manadır.. Esas anlatılmak istenen manayı itibara alarak :
– Tümünün varlığı, aynalardan her birinde vardır..
Dersen ki burada :
Varlık ferdlerinden her birinde, bütün mevcudat gizlidir..
Şeklinde bir mana çıkar ki, senin için, esasa bir geçit noktasıdır..
Şu bir hakikattır ki : Misaller tam manası ile, anlatılan mananın tıpkısı değildir..
Bir yaklaştırmadır.. Ama misalini de aynı görmek icab eder..
Hakikatta, anlatılan misal asıl murad edilen manaya bir kabuktur…
Bu misal, ancak bir bağlantı olsun, diye getirildi.. Ümid edilen odur ki : Fikir kuşun
belki bu sayede ahadiyet tuzağına düşer..
İşte.. o zaman : Zatta, sıfatlardan hakkın kadarını görürsün..
Kabuğu at.. Özü al.. Perdeleri görmek sureti ile, esas yüzden âmâ olma..
Kalbim, hep sizden güç alır;
Hem döner,hem sakin kalır..
Hayali hep sevginizdir ;
Bazan gider, bazen gelir..
Siz hiç gayrım değilsiniz;
Özümden nasıl kaçılır?..
Nefsi attım sabahladım ;
Oldum, ülkenizde kalır..
Kendimi attım da buldum ;
Ana baba sözde kalır..
İnkâr ettim evvelimi ;
Sonum da şüphesiz kalır..
Attım ihtisası yüzden ;
Ona nasıl yaklaşılır..
Benim o kuddûs, şöyle ki ;
Amada perdeli kalır..
Ve ben, öyle bir ferdim ki;
Kemâldir bakan şaşırır..
Ümid çemberine kutbum ;
Yüceyim ki, toptan alır..
Ben, şaşırtırım ne varsa ;
Gören şaşırır bırakır..
Güzellikler semasıyım ;
Güneşim hiç batmaz kalır..
Mekânda yüceliğim var ;
Ona nasıl yaklaşılır?..
Ve her kılın bittiği yer ;
Benden tam bir kemâl alır..
O kuş ki, daima öter ;
Sonra, o dal ki sallanır..
Her aynada da suretim ;
Gâh kapanır gâh açılır..
Hep kemâlim baştan sona ;
Halim de bundan hal alır..
Derim ki, onun halkıyım ;
Şaşınız, zatım Hak kalır..
Nefsim temiz o sözden ki ;
Yalanlanmaz öyle kalır..
Yücelik Allah’ın hakkı ;
Şimşeğim yağmursuz kalır..
Ben, hiç o ezel olmadım ;
Söz uzatmaya ne kalır?..
Söz de bitti artık ses yok ;
Sadece sükût kalır..
Güzellikleri derledim ;
Bağışım var, suçum kalır..