İnsan-ı Kâmil Abdûlkerîm Ceylî
Bu eserden beklenen odur ki;
Salik için , en yüce refikine ileten ola..
Ama, ince, düşünceli, nazik, kibar arkadaş gibi..
2.BÖLÜM
İSİM
Burada, umumî bir ifade ile İSİM üzerinde durulacak ; ona göre bir mana verilecektir..
İSİM : Kendisi ile ad konulan şeydir..
Şöyle ki :
Fehim gözünde isim verileni gösterir..
Hayalde, o isim verilene suret verir…
Vehimde, o isim verilen hazır eder..
Fikirde, o isim verileni düşündürür..
Sonra isim verilen şey adı geçtiği zaman, almış olduğu isimle ezberlenir..
İsim verilen, akılda yoklanınca, yine o isimle akla gelir..
Bu isim verilen şeyin : Var olması, yok olması , İSİM durumunda bir değişiklik yapmaz..
*
İsmin kemâl yönünden ilk büyüklüğü : Kendisi ile ad alan şeyin ; kendisini bilmeyene
İSİM yolunda bildirmesi ile başlar..
*
İsmin, isim verilen bağlanışı, için dışa bağlanışı gibidir..
Esas mana anlatıldığı gibi olunca: İsim, kendisi ile ad alan şeyin aynı olur..
*
İsimlendirilen şeyler arasında, öyleleri vardır ki, yok görünür.. Ama, kendi varlığı içinde..
Fakat, konuşulurken aldığı isimle vardır.. Buna misal : Anka-i Mağrib’dir..
Aslında o, belli bir varlık değildir.. Ancak ismi ile vardır.. İşte bu isimdir ki :
Onu bir varlık haline getirmiştir..
Yine bu isim yolundadır ki : İsim sahibi zata gerekli olan sıfatlar bilinir..
Durum anlatılan yola girince, isim verilen şey, bir başka olur; isim çerçevesini aşar..
İsim, isimlendirilenden başka olur..
Misal olarak : Bu yolun ehli dilinden geçen : Anka-i Mağrib, mefhumu muteberdir..
Mana bu olunca : Anka-i Mağrib üzerinde az duralım.. O nedir?.
O, öyle bir şeydir ki : Akıllardan fikirlerden uzak duran, özel durumu, yapısı ,
nakşı ile azameti icabı bu misal âleminde benzeri mevcut değildir..
– Anka-i Mağrib..
Adını alması da bu mana icabıdır..
Şimdi düşün.. Anka-i Mağrib için getirilen isim, onun için verilen mana hükmünü kapsar mı?..
Şüphesiz kapsamaz..
Sanki o isim, anlatılan mana içinona konmamıştır; küllî bir hal ile
akla uygun bir mana için konmuştur.. Özellikle varlık mertebesindeki rütbesi ezberlensin diye..
Taki, böylece yok olmaya ve onun: Zatında, anlatılan hükümde olduğunu bilesin.
İşte.. İsmin, ad olduğu yeri bu yoldan bilmek mümkündür.. Fikir dahi
o adlananın akla uygun manasına bu yoldan girer..
Yukarıda nisbeten çözümü güç cümleler geçti.. Mana ağırlaştı..
Fakat sen: Bu sözlerdeki ağırlığı kaldır.. Tomurcuklar arasındaki gülü dermeye çalış..
çıkarmaya bak.. Zira, aşağıda anlatılacaklar için lüzumludur..
Şimdi halk mefhumundaki Anka-i Mağrib ismi, Hak manasındaki Allah adı,
açıları ters orantılı bir zıdlık teşkil eder..
Misal: Anka-i Mağrib adı ile adlandırılan, aldığı ada karşı kendi özünde halk olarak
yoktan ibarettir..
Allah adı ile anılan yüce zata gelince : Hak olarak sırf varlıktır..
Ancak yüce Allah adı ile, Anka-i Mağrib mefhumu arasındaki zıdlık bir yönde kalkar..
O da : Esas varlıklarına, ancak isim yolundan gitmek..
Şöyleki :
Anka-i Mağribe, ancak isimle varılır.. Ve o: Yalnız bu itibara göre mevcuttur..
Yüce hak ise.. aynı minvalde ancak isimleri ve sıfatları yolundan vâsıl olunan bir varlıktır..
Bu yol, geniş bir alandır; Hakkın marifetine geçmeyi mümkün kılar.. Başka türlü imkânsızdır..
Hasıl-ı kelâm: Allah-ü Taâlâ’ya vuslat için Allah ismi yolundan başka bir yol yoktur..
*
Bu yüce ismi unutma, manasını bil..
Çünkü bu ismin kazandığı bir varlığı vardır.. Bu varlığı : Hakikati ile birleştiği için bulmuştur..
Durum anlatıldığı gibi olunca, yüce Allah’a varan yolu onunla aydınlanmış olur..
İnsandaki mana büyüklüğü de, onunla mühürlenmiş olur..
Rahmete eren kimse dahi onunla rahmana varır..
Bu mana açısından şöyle bir hükme varmamız mümkündür: Bir kimse,
mühürün nakşına bakar kalırsa .. onun Allah ile oluşu isimde kalır.. Ama ondaki nakşa,
yazıya bakmaz da, başka yanları ile kalırsa, onun da Allah ile oluşu sıfatlara dayanır..
İşbu halin dışında, bir başka durum vardır ki: Tam bir üstünlük sahibidir. Meselâ :
Bir kimse mührü parçalarsa.. ismi de vasfı da geçmiş olur.. Böyle olunca da, o kimse :
Yüce Allah’ın zatını bulur.. Sıfatlarını da görür.. Sıfatlar da, kendisine kapalı kalmaz..
Bu durumda, o yüce zata varan kimseye bir vazife düşer : Hak ile halk beynini bulmak..
Bu beyni bulup birleştirmek kolaydır..
Şayet o kimse : Yıkılıp çökmek üzere olan duvarı tekrar yaparsa..
parçaları dağılma tehlikesi geçiren mührü yapıştırır kuvvetlendirirse.. olur..
İşte o zaman, olduğu âlemde kalır.. Zevkle yaşar..
.. Ve böylece onun :
– Hak ve halk..
Namları ile yad edilen iki yetimin hissesini yeterince ödemiş olur..
Hem de onların erginlik çağlarında .. Hem de, her iki halin hazinelerini bularaktan..
*
Kademe kademe geçiyoruz.. Yukarıda anlatılanları bildinse.. daha ötesine geçeceğiz..
Bunu da, iyi kavrayıp anlamaya gayret eyle.
Bütün noksan sıfatlardan temiz olan yüce Hak : Allah adını insana bir ayna yapmıştır..
Bu manayı yüzüne baktığı zaman anlar.. Bilir.. Hem de gerçeğe dayanan bir ilimle..
Özellikle :
– “ Var olan Allah imiş.. onunla birlikte bir şey yok imiş..”
Cümlesi ile ifade edilen mananın gerçek yüzüne geçer..
O yüze geçer geçmez, kendisine bir keşif kapısı açılır..
O keşif sayesinde görürür ki;
İşitmesi , Allah’ın işitmesi..
Görmesi , Allah’ın görmesi..
Konuşması, Allah’ın konuşması..
Hayatı, Allah’ın hayatı..
İlmi, Allah’ın ilmi..
İradesi, Allah’ın iradesi..
Kudreti, Allah’ın kudreti..
Evet.. Görür ve anlar ki : Kendinde bulunan bütün bu duygular, asaleten yüce Allah’ındır..
Yine bilir ki : Kendindeki o duyguların cümlesi ; bir mecaz, bir ariyet ,
emanet olarak kendisinde ..
Hem hakikat yönünde ; Hem de mülk olarak.. Ne varsa hepsi Allah’ın..
Bu manayı bir âyet-i kerime ile açalım :
– “ Allah, sizi de, yaptığınız işleri de yarattı..” ( 37/96 )
Bir başka yerde ise.. şöyle buyuruldu :
– “ Siz ancak putlara tapıyorsunuz.. Böylece iftira yaratır durumdasınız..”
( 29/17)
Görülüyor ki, manalar birleşti : Kul yaratıyor ; Allah yaratıyor..
Şimdi düğümü çözelim: Sanki, bir şeyi kullar yaratıyor ; ne var ki,
aslında o şeyi yaratan Allah’tır..
Yaratma işi : Kullarda mecaz yolu ile ve emaneten bağlanmıştır.. Ne var ki,
hem mülkün sahibi oluşu, hem de tam bir bağlantı ile Allah’ındır..
Derin bir mana kapısı açtık.. Daha da ineceğiz..
Dinleme ve anlama gücüne sahip olarak dinle..
Bütün bu anlatılanlar, bir zevk işidir.. Böyle olunca, bu yüce ismin aynasında
yüzüne bakan bir kimse : Zevk olarak bu ilmi elde eder..
Anlatılan zevke erdikten sonrada, o kimsede, Tevhid ilmi çeşidinden
vahidiyet ilmi vardır..
Her kim anlatılan makama yerleşirse :
– Allah..
Diye çağırana icabet edip cevap veren olur.. Çünkü o : Allah isminin mazharıdır..
Bundan sonra o kimse, bir yükselme kaydeder ; yok olma durumu kederini siler:
İlme doğru safa seyrini varlığı bir gerekli varlık halini alırsa.. sonunda, yüce Allah onu
kıdem zuhuru ile, sonradan olma kirinden de temizlerse.. İşte o zaman, Allah isminin aynası olur..
Buna misal: İki aynanın karşılıklı duruşu gibidir.. Böyle olunca da, o aynada ne varsa..
bu aynada da o olur.
Bu makama varan kimse için duânın kabul olunma ihsanı yapılır..
Kim için duâ ediyorsa.. Allah o duâyı kabul eder.. Kime darılıyorsa.. Allah ona darılır..
Kimden razı ise.. Allah ondan razı olur..
Bu makamı bulan kimsede Tevhid ilmi çeşidinden ahadiyete kadar ne varsa.. mevcuttur..
Ahadiyetten yukarısı değil..
Bu anlatılan makamın sahibi ile zatî tecelliye eren kimse arasında bir incelik vardır.. Şöyle ki :
Bu makamın sahibi yalnız fürkanı okur..– sıfatlar âlemini okur, manasına alınabilir..
Zatî tecelliye eren kimse ise.. nazil olan cümle kitapları okur..
Bu manadaki inceliği anla..
*
B i l..
Bu Allah ismi, bütün kemâl derecelerinin temel maddesidir..
Ne kadar kemâl derecesi varsa.. hepsi bu yüce ismin kubbesi altındadır..
Onun dışında hiç bir kemâl derecesi bulunmaz..
Bu durum ki böyle oldu: Yüce Allah’ın kemâl derecelerine bir son olmayacağı açıktır..
Çünkü: Kendi zatından, meydana getirdiği hangi kemâl derecesi olursa olsun ;
kendi gizliliğinde, ondan daha üstünü, daha temellisi vardır.. Böyle olunca, elbette
onun kemâl durumunun sonunu bulmaya yol olamaz…
Yani : Onun katında, gizli bir kemâl derecesi bırakmama yönünden..
Bir başka kapı açalım.. Şu yoldan ki: İnsanda bu akıl yolu ile bilinen bir temel madde vardır..
Aynı zamanda, bu kâinatta da vardır.. Bunun bir kabiliyeti de,
çeşitli görüntü suretleri açığa çıkarmaktadır..
Şimdi düşün : Buradaki bir temel maddenin kabiliyetli olduğu suretlerin hepsini ;
artakalan olmamak üzere bilip bulmaya bir yol var mıdır?.. Elbette olamaz..
Zira, hiç bir şekilde onun suretlerinin sonuna varıp :
– Bu iş burada biter..
Deyip bir idrâk noktası bulmaya imkân yoktur..
Yine düşün: Anlatılan durum, bu yaratılmışlar âleminde ki böyledir ;
o yüce, her yönüyle büyük hak’ta nasıl olur?.. Onun kemâl derecelerine nasıl bir hudud çizilir?..
Bu büyük bir iştir..
Her kime ki, yüce hakkın tecellilerinden bu yönde bir tecelli gelirse..
özünü idrâkten aciz kalır ve şöyle der :
– Bir şeyi kavramaktan yana acizliği idrâk, idrâkın taa, kendisidir..
Ne var ki, bu tecellinin de ötesinde bir tecelli vardır.. Onu da unutmamalı..
Meselâ : Yüce Hak bir kimseye, mana tecellisi içinde tecelli eder ve ilmi cihetinden
kendisinin aynı olduğunu, aynı oluşu cihetinden hakikatı bulmuş olduğunu anlatırsa..
gayrı böyle bir tecelliye eren, acizlik dili ile konuşmaz.. İdrâkten aciz olduğunu söyleyemez..
Bu manaya aykırı bir yöne de kayamaz..
– Peki ne yapar?
Diyeceksiniz ; anlatalım
– Her iki tarafı da özüne çağırır..
Sebebine gelince : Onun makamı öyle bir makam olmuştur ki, onu anlatabilmek imkânsızdır..
Zira, o: Allah’ın zatında, en yüce makama yükselmiştir..
Sen de onu ara.. O makamı iste.. ondan yaya kalma ; yanılma..
*
Yukarıda anlatılan manada söylenen şu şiir nekadar güzeldir..
Allah, söyleyene rahmet eyleye..
Allah-ü ekber.. bu deniz nekadar kabardı;
Esen fırtına ile dalgalandı inci çıkardı..
Elbiseni çıkar, ona dal, sonra bırak gayrı ;
Sendeki yüzmeyi, övünülür yanı kalmadı..
Ve.. öl.. zira Allah denizinde ölü rahattır ;
Hayatı Allah hayatı oldu, öz ömür aldı..
*
Şimdi, o yüce Allah ismini bir başka yönü ile işleyeceğiz.. Bunu da bilmen gereklidir..
Sübhan olan yüce Hak: Allah ismini, ilâhi manaların suretine de, ilk temel maddesi yaptı..
Cenab-ı Hakkın kendisinde, kendisi için nekadar tecellisi varsa..
hepsi, bu Allah isminin kapsamına dahildir.. Geri kalanı sırf zulmettir.. Ki :
– Zatta, zâtın batın yanları..
Adı verilir..
Bu yüce Allah ismi, anlatılan zulmetebir nurdur.. O nurla, Cenab-ı Hak kendisini görür..
.. Ve halk o nurla, Cenab-ı Hakkı bilmeye ulaşır.
Bunu da böyle bilesin..
Biraz da, bu kelime üzerine söylenen itikad âlimlerinin fikirleri üzerinde duracağız..
Bu yüce kelimeyi, çeşitli yönleri ile eleştirenleri dinleyelim..
Faydalı olacağı düşüncesi ile onları iyi dinleyelim..
Mütekellim âlimlere göre, bu yüce Allah kelimesi : Ülûhiyet istihkakı olan
bir zatı anlatan sancaktır..
Evet.. onların istilâhında , bu yüce ismin delâlet ettiği mana budur..
Ayrıca, ulemanın bu yüce Allah isminin kelime türeyişi üzerinde
çeşitli görüşleri var..
Bazılar der ki :
– Bu kelime dondurulmuştur.. Kendi başınadır.. Ve ona cins olacak bir kök yoktur..
Dolayısı ile, başka bir kelime kökünden de türememiştir..
Bu görüş bizim mezhebimizin görüşüdür.. ki :
*
Henüz kelimeler türememiş, türeyen kelimelerden bir şey de türememiş iken Cenab-ı Hak bu :
– ALLAH..
Adı ile söylenir, anılırdı..
Bu yüce ismin, bazı kelime kökünden türediğine kail olanlar ise şöyle diyor :
– Bu kelime: ELEHE YELEHÜ, kökünden gelmiştir.. Bu kelimeler ise..aşka gelenin halini dile getirir..
Şimdi bu aşkın manası üzerinde duruşlarına bakalım. Demek istiyorlar ki :
Anlatılan mana, yüce Hakkın geçerli iradesi üzerine ; kâinatın kendi özelliği ile,
onun kulluğuna düşkünlüğü ve onun azameti önünde zilleti istemeleridir..
Zira kâinat, kendi oluşları icabı, kendilerine gelen Hakka kulluk istek,
arzu ve aşkına karşı bir savunma gücüne sahip olamaz.. Demir cinsi şeylerin
mıknatısa can atıp içten bir yöneliş gösterdikleri gibi.. Onlar da
mıknatısın çekiciliği karşısında güçsüzdürler..
Kâinatın bu içten duyduğu Hak kulluğu aşkı, bir tesbihtir ki :
Onun bütünüyle anlaşılması zordur.. Anlaşılamaz..
Kâinatın ikinci bir tesbihi daha vardır ki: Hakkın zuhurunu kendisinde kabullenişidir..
Kâinatın üçüncü bir tesbihi ise.. Kendisinin Hakta halk olarak zuhurudur..
Kâinatın, yüce Allah’ı Tesbih ediş şekli daha çoktur.. Bitmez..
Zira, kâinatın; yüce Allah’a ait her isimde bir bağlantısı vardır..
O ilâhi isme uyan biçimde tesbihini yapar.
Sayı itibarı ile, çokluğundan ötürü, hesaba kitaba sığmayan bu tesbihlerin tümü
bir dille ve bir anda Allah için yapılan tesbihlerdir..
Ve.. bu varlık âlemi ferdlerinden her birinin, yüce Allah ile olan halleri
bu minval üzere devam edip gider..
Anlatılan mana icabıdır ki: Yüce Allah, kelimesinin yukarıda sözü geçen kelime kökünden
geldiğini istidlâl eder ve derler ki :
– Eğer o, bir kelime kökünden gelmeyip de dondurulmuş, kendi başına olup kalsaydı;
anlatıldığı gibi bir tasarrufa sahib olamazdı..
Sonra, ELEHE kelimesini İLÂH, haline getirmek isteyerek şöyle dediler :
– Bu yüce ismin kökü, ELEHE olduğu kabul edildiğine göre, mabud için kullanılınca,
başa bir EL, lâm-ı tarifi getirildi.. O zaman EL-ELEHE oldu.. Çok kullanılması dolayısıyla,
ortadaki ELİF görünmez hale getirildi ve: ALLAH, oldu..
Arab dili âlimlerinin bu yüce isim üzerine sözleri çoktur.. Ama teberrüken bu kadarını aldık..
Bu kadarını yeterli gördük..
Burada, ALLAH lafzı üzerine bazı kelâm edilecektir.. Ayrıca, onun harfleri üzerinde de
durulup ifade ettiği manalara bakılacak..
Bu hususlar da, bilmen gereken bilgiler arasındadır..
Şöyleki :
ALLAH, olarak anılan bu yüce isim, harf itibarile eşlidir.. Ama lafızda..
Her nekadar, yazı şeklinde (LÂM) ile (HA) arasındaki (ELİF) görünmemekte ise de;
lafzan sabittir.. Lafız da, yazıya hâkim olduğuna göre: (ELİF) i de, o harfler meyanında sayıp:
– ALLAH ismi beşlidir..
Deyip kabullenmek icab eder
Bilmen gerekli olduğundan o harflerin ifade ettiği manalar üzerinde duralım..
BİRİNCİ HARF.
ELİF: Haliyle baştaki elif.. İşbu harf, AHADİYETTEN ibarettir..
Ahadiyet, teklik manasına alınabilir..
Öyle bir ahadiyet ki, onda çokluk manasına gelen kesret tamamen düşüp helâk olur..
Hangi yüzden bakılırsa, bakılsın;ondan başka varlık kalmaz..
İşbu mana :
– “Yüzünden başka her şey helâke varır..” ( 28 / 88 )
Meâline gelen, Yüce Hak kelâmının hakikatdır..
Burada, zamir, ŞEY’e verilmektedir ki :
– Kalan, şeyin yüzü olur..
Manası çıkar.. O şeyin yüzü ise.. Özünde bulunan, özünden tecelli eden
yüce Hakkın ahadiyetidir..
Böyle olunca, her bakımdan duruma hâkim olmak, o yüze düşer..
… Ve o yüz: Kesretle bir kayda bağlanamaz.
Çünkü bu manada, kesretin hiç bir hükmü yoktur..
Şimdi manayı toplayalım:
Ahadiyet, zat tecellilerinin ilkidir.. Ama bu tecelli, zatın, kendinde, kendisine,
kendisi ile olmaktadır..
Esas mana bu olunca: ELİF, tek başına, bu ALLAH, isminin başına kondu..
Öyle bir teklik ki: Diğer harflerin hiç biri ile bir bağlantı kurmadan..
İşbu durum, doğrudan doğruya, ahadiyet makamına bir tenbihtir ; uyarmadır..
O, öyle bir ahadiyet makamıdır ki : Ne Hakka ait vasıfların, ne de halka dair vasıfların
orada zuhuru vardır.. Çünkü o : Sırf ahadiyettir.. O kadar ki: Orada, isimlerin ve sıfatların, fiilerin,
mahlukatın hiç bir hükmü yoktur..
Tek başına değil de, yazılış itbariyle, diğer harfleri ile de, zata işaret edilir..
Zira hepsi, onun içinde gizlidir..
ELİF; zat olunca, diğerleri onda gizli sıfat ve onunla alâkalı olanlar olur..
Ki bu mana, aşağıda daha açık anlatılacaktır.
Meselâ : ELİF harfi, yazılı gösterildiği zaman, ELİF, LÂM, FA, dan ibarettir..
ELİF harfi, tek başına yazıldığı zaman, yazılış şeklini ve tek başına yazılışını da
özünde toplayan zata delâlet eder..
LÂM, harfi, dik kısmı ile ; yüce zatın kadim sıfatlarına delâlet eder.
Kendisinin, LÂM olduğunu anlatan kıvrık kısmı ile de, sıfatlarla alakalı kısımlarına delil sayılır..
Sıfatlarla ilgili kısımlar ise.. zata bağlanan kadim fiillerdir..
FA, harfinin ifade ettiği manalar ise.. şu şekilde sıralamak mümkündür :
a) Duruşu ile, yapılmış işlere delâlet eder..
b) Başındaki noktası ile, halkın zatında var olan, Hakkın varlığına delâlet eder..
c) Başının yuvarlak oluşu, sonucu, içinin boş oluşu feyz-i ilâhîyi kabul edişleri yönüyle
halkın onda bir yer edinip sonsuzluğunu kavramasına
bir durak olmayacağına delâlet eder..
d) Ayrıca yuvarlağının daire biçiminde oluşu da; mümkin vasfını alan varlıkların sonsuzluğuna işarettir..
Zira dairenin nerede başlayıp nerede biteceği bilinmez..
e) Ayrıca içinin boşluğu, feyiz kabulüne bir işaret mahallidir. Zira, içi boş olan ;
kendisini dolduracak bir şeyi kabul etmek zorundadır..
Sonra.. burada bir başka husus vardır; bunu da belirtmemiz yerinde olur..
İşbu husus : FA, harfinin başında duran noktadır.. Bu durumu ile o noktanın yeri.
FA harfinin yuvarlak boşluğu gibidir..
Anlatılan manaya göre, ince bir işareti burada göstermek gerekecek..
İşbu işaret : İnsanın ezelde aldığı emanettir..
Burada, emanetten kasdım :
– Kemâl-i ülûhiyettir.. ki bu : Yerin, göğün ve onlarda bulunan mahlukat çeşitlerinden
hiç birinin taşımaya gücü olmadıkları emanettir.
Burada bir başka husus var ki, onu da belirtmemiz yerinde olur..
Şöyleki: FA harfi, bütünüyle ele alındığı zaman, içi boş başından başka noktaya
yer yer olacak bir kısım yoktur..
İşbu baş kısım ise.. insandan ibarettir.. Çünkü insan, bu âlemin reisidir..
Üstte anlatılan mana icabıdır ki, Resulüllah S.A. efendimizin
şu hadis-i şerifi rivayet edilmiştir :
– “ Ya Cabir, Allah’ın önce yarattığı peygamberinin ruhudur.”
Bu manadan anlaşılıyor ki : İnsan, yaratılışta bir önceliğe sahiptir.
Aynı şekilde yazarın elindeki kalem, Fa harfini yazmaya başladığı zaman :
Boş yuvarlağını yapmaya öncelik verir.
Gerek bu son sözlerden, gerekse önceliklerden hâsıl olan mana şudur :
Yüce Hakkın ahadiyeti: İsimler, sıfatlar, etkisine aldığı diğer şeyler, mahlukatından
hemen her şeyin hükmünü kendi özünde gizler..
Durum anlatıldığı gibi olunca. Zatî sıfatından başka baki kalan olmaz.
Bu sıfattan da bir başka yönüyle:
– AHADİYET..
Diye bahsedilir.
Bu yüce ALLAH ismi, üzerine, açık ibare ile; buradakinden daha fazla :
– El – Kehf’ü Ver – Rakim – Fi Şerh-i Bismillahirrahmanirrahim.
Adlı eserimizde hayli kelâm ettik.. Orada bulunup okunmalıdır ; faydalı olur..
İKİNCİ HARF
LÂM : Bu harf, Allah isminden , birinci Lâm’– dır.. Elif’ten sonra, ikinci sırayı alır..
Bu, celâl sıfatından ibarettir..
Anlatılan mana icabıdır ki : Eliften sonra geldi.. Kısmen onunla bitişti..
Böyle olması gerekir ;çünkü Celâl sıfatı, tecelliler derecesinin en yükseğidir..
Cemal sıfatından daha öndedir.. Bu fikrimizi teyid eden bir hadis-i şerif vardır..
Hemen arz edelim :
– “ Azamet gömleğimdir, Kibriya cübbemdir..”
Bu kudsî hadis anlatıyor ki : Bir şahsa en yakın olan şey, gömlek ve cübbedir..
Şimdi sabit oldu : Celâl sıfatı, yakınlık itibariyle, cemal sıfatından daha yakındır..
Celâl sıfatının bu yakınlığı :
– “Rahmetim gazabımı geçti..”
Meâline alınan kudsî hadisindeki manayı bozmaz.. Çünkü geçen rahmet
umum ve şümul şartıdır.. Böyle bir umumiyet ise… Celâl sıfatına aittir..
Nisbeten kapalı geçen üstteki ifadeyi daha iyi anlamak için, aşağıdaki cümlelere
dikkat et ; bil ve anla..
Vahidiyet, şeklinde de anlatılan cemal sıfatı : Zuhur yönünde tam kemâlini bulduğu :
ya da anlatılan kemâl haline yaklaştığı zaman, onun adı :
– C e l â l..
Olur.. Onun böyle oluşu, kuvvetli ve saltanatlı zuhurundan ötürüdür..
Cemal sıfatındaki rahmet mefhumu, şümulü ile sonucu işte bu celâldir..
ÜÇÜNCÜ HARF
LÂM : bu harf de, Allah isminin ikinci lâmıdır..
İşte bu harf, yüce ve sübhan olan Hakkın bütün zuhur yerlerinde, mutlak geçerli olan
cemal sıfatından ibarettir..
Cemal sıfatı bütünüyle iki vasfa dönüktür :
a) İ l i m..
b) L ü t u f..
Aynı şekilde celâl sıfatı da, iki vasfa dönüktür:
a) A z a m e t..
b) İ k t i d a r..
Cemal sıfatında sayılan iki vasfın sonucu, celâl sıfatının iki vasfında birleşir..
Böyle olunca da : Cemal ve celâl bir sıfat haline gelir.
Bu manada şöyle söylendi :
– Halka zahir olan cemal sıfatı celâl sıfatının cemal cihetinden başka değildir..
Aynı şekilde onlara zahir olan celâl ise, ancak celâl sıfatından cemal sayılır.
Sebebine gelince : Peşpeşe gidişleri, birinin diğeri için gerekli olduğudur..
Cemal ve celâl sıfatlarının tecellisi için bir misal olmak üzere ;
güneşle tan yerinin ağarması ile başlayan fecir vaktini getirebiliriz.
Fecir, güneşin doğmasına bir başlangıçtır..
Güneş tam doğuncaya kadar kalır..
Bu misalden cemal ile celâl sıfatı arasında bir bağlantı kurmak isteyince :
– Fecrin cemal olduğunu ; güneşin de tam aydınlatıcı vasfı ile, celâl olduğunu.
Bir benzetme yolundan söyleyebiliriz.. Düşün ki, o tam aydınlık fecrinden başlayıp geldi..
Fecir ise, aydınlığı güneşten aldı..
İşte
– Celâlin cemali, cemalin celâli..
Demekteki mana budur..
Bu bahsi biraz daha açalım..
Bahsi edilmekte olan bu ikinci LÂM, yazılışı itibari ile üç harften ibarettir :
LÂM, ELİF, MİM.. Ebced hesabı ile bu üç harfin sayı toplamı YETMİŞ BİR eder..
İşbu sayı : Yüce Hakkın sarındığı ve halkı ile arasına gerdiği perdelerdir..
Nitekim bu mana, şu hadis-i şerifle kuvvet bulur :
– “ Gerçekten, Allah’ın nurdan ve zulmetten yetmiş küsur perdesi vardır..
Onları açacak olsa.. yüzünün güzelliğinden, gözünün gördüğü
yere kadar ne varsa yanar..”
Bu hadisi şerifte geçen:
– “Nur..”
Cemal sıfatıdır..
– “ Zulmet..”
İse, celâldir..
Bu hadîs-i şerifin anlatmak istediği bir mana şudur :
– O makama varan kimsenin, ne kendisi kalır ; ne de izi..
İşbu halin adına, tasavvuf ehli zatlar :
– MAHK (1) ve SAHK (2)
Derler..
Sözü geçen harfin sayılardan her sayısı : Yüce Hakkın zatını halkından gizlediği
mertebelerden bir mertebeye işaret eder..
Ve.. o hicap mertebelerinden her mertebe için, yine bin perde vardır..
O mertebe çeşitlerinden, biri izzet mertebesidir..Bunun da ilk perdesi:
İnsanın bu kevn âleminde ki bağıdır.. Bu bağın dahi, bin yüzü vardır..
Bu yüzlerden her birinin de bir perdesi vardır..
Kalan perdeler de buna göredir..
Burada kasdımız : Kısa kesmektir.. Eğer böyle olmasaydı ; onların şerhini yapardık..
Hem de en tam şekli ile..
Onları anlatırdık: Eksiksiz, bütün özelliği ve fazilet toplamlarının tümü ile..
DÖRDÜNCÜ HARF
ELİF : Bu harf, Allah isminin dördüncü harfi ve ikinci ELİF’idir..
Burada bu harfle, ifade etmek istediği mana verilecektir. Üzerinde durulacaktır..
Bu harf, yazı şeklinde görülmez.. Ama okunurken, söylenirken,
ikinci lama med olması yönünden bellidir..
vardır.. Bunun adına :
– Kemal ELİF’i..
Denir.. Ama bir kaplayıcı nitelik taşıyan kemal.. O kadar ki :
Onun ne bir sonu. Ne de bitimi için sınır vardır..
Onun sınırsız oluşunun işareti : Yazıda görünmeyip düşmüş olmasıdır..
Böyle bir şeyin de,kendisini tam idrâk mümkün olmayacağı gibi,
izini bulabilmek dahi zordur..
Okunurken, var oluşu da şu manaya işarettir : Kemal durumunun öz hakikatı,
yüce ve münezzeh Hakkın zatında gizlidir..
Yukarıda kısaca yapılan izahtan şu manayı çıkarabiliriz :
– Allah ehli, kâmil ismini alan kimse, daha mükemmel olma yönünden daima :
Yüce münezzeh Hakta ve onun cemal sıfatı tecellisinde terakki eder..
Yükselir.. Hiç bir şekilde, bu tecelli kesilmez.. Peş peşe gelir.. İlerleyiş yönünde,
son gelen ön gelenden yüksektir..
Bir kaidedir : İkinci, birinciyi de toplar.. Böyle olunca da,
her yeni tecelli bir yükselmedir.
Üstteki açıklamamızı, tahkik ehli âlimlerin aşağıdaki sözleriyle teyid edebiliriz..
Derler ki :
– Âlem, her an, her nefes bir yükselme kaydeder.. Zira, o anlar ve nefesler
Hakkın tecelli eseridir.. Böyle bir şey ise.. terakki sayılır..
Bu fikirden de anlaşılıyor ki : Bu âlemin, daima terakkide olması lâzım gelir..
Ancak, burada bir incelik vardır.. Onun üzerinde biraz durmak isterim..
Anlatılan terki durumuna bakarak :
– Her noksandan münezzeh ve her bakımdan yüce olan Hakkın da
terakki etmekte olduğunu..
Söylediğin zaman, meramın Hakkın halktaki zuhuru olursa.. bu oldu..
Aksi halde, Cenab-ı ilâhî bahsinde buyurulan :
– “ Yüce Allah, artıp eksiltmekten yana münezzehtir..”
Manasına gelen hadis-i şerifi vardır ki :
Onun zatı için bir yükselme mevzuu asla olamaz..
Zira o : Zatında olduğu gibidir.. Yaratılmışların vasfına bürünmekten yana
tam olarak münezzehtir..
BEŞİNCİ HARF
HA : Bu harf, başta da anlatıldığı gibi, yüce Allah isminin BEŞİNCİ ve son harfidir..
Burada onun ifade ettiği manalar üzerinde duracağız..
Burada, HA harfi Hakkın kimliğine işarettir..
İşbu Hakkın kimliği ise… bu insanın öz varlığıdır..
İhlâs suresinin baş âyetini burada zikretmek yerinde olur..
Allah-ü Teâlâ şöyle buyurdu :
– “ De ki : O, ahad olan Allah’tır..” (112 / 1 )
Burada:
– “ De ki : ”
Kelimesinin muhatabı, Resulüllah (S.A. efendimizdir..)
– “ O..”
Zamiri ise.. insanı gösterir..
Bu mananın böyle olduğu, aşağıda beyan edilecek delillerle de
anlaşılacaktır..
– “ O..”
Manasına gelen (HÜVE) kelimesindeki HA :
– “ De ki :”
Emrinin failine işarettir ki :
– O, sensin..
Demektir..
Bu, böyledir ; başka türlü olamaz.. Çünkü, adı geçmeyen bir şeye
zamirin bağlanması usulde yoktur..
– “ H ü v e..”
Zamiri gaibe işarettir.. Muhatabdan evvel, bir gaib de geçmediğine göre,
muhatab gaib yerine oturtulur..
Bu mana, beyan ilminde : İltifat, olarak kabul edilir ki, yapılan hitabın
tek başına hazır olana değil ; hem hazıra, hem de gaibe işarettir..
Hitabda, hazır ve gaib aynı durumdadır..
“ Ateşe karşı durduruldukları zaman bir görsen..” ( 6 / 27)
Meâline gelen âyet-i kerimedeki :
– “ Görsen..”
Kelimesine de muhatab, sadece Resulüllah S.A. efendimiz değil,
bütün görenlerdir..
Ayrıca, HA harfinin yuvarlak oluşu : Hakka ve halka nisbet edilen varlık çarkının
insan üzerinde döndüğüne işarettir..
Bu misal âleminde insan : HA, ile kendisine işaret edilen daire gibidir..
Anlatılan manayı iyi anladıktan sonra, dilediğin gibi konuşabilirsin..
İstersen şöyle söyle :
– Daire Hak’tır.. İçindeki boşluk ise.. halk..
Dilersen, şöyle söyle :
– Daire halk’tır..İçindeki boşluk ise.. Hak’tır..
Çünkü o : Hem Hak’tır ; hem halk..
İnsanın yapmakta olduğu iş emrine gelince, onun içinde :
– Onun emri ilham ile olmaktadır..
Diyebilirsin.. Çünkü, bu iş emrinde insan ; şu iki devre arasındadır :
a) O, mahluktur ; kulluk ve acizliği vardır..
b) O, rahman sureti üzerinedir ; kemâl ve izzet sahibidir..
Aşağıda arz edeceğimiz âyet-i kerimeler, anlatmak istediğimiz manaları
teyit babında önemlidir..
– “ Ve Allah, o velidir..”( 42 / 9 )
Bu âyet-i kerimede geçen :
– “ V e l i..”
Kelimesi :
– İnsanı Kâmil..
Demektir.. Bu insan-ı kâmil hakkında ise, şu âyet-i kerimede işaret vardır:
– “ Anlayınız ki : Allah’ın veli kullarına korku yoktur..
Ve onlar, mahzun da olmazlar..” ( 10 / 12 )
Bu mana, bir gerçektir.. Çünkü, onun için korku ve hüzün muhaldir..
Hatta buna benzer şeyler de Allah için muhaldir..
Sebebine gelince:
– “ O, Veli ve Hamid’dir..” ( 42 / 28 )
Âyet-i kerimesi, yüce Allah’ı ve insan-ı kâmili anlatma babında açıktır..
Aynı manada şu âyeti-i kerimeyi alabiliriz :
– “ Allah, o velidir.. Ölüleri o diriltir ve o : Her şeye kadirdir..” ( 42 / 9 )
Bu âyeti-i kerimedeki :
–“ O..”
Zamiri veliye aittir.. O, Haktır.. Halka bağlanan suretlerle suret bulur..
Yahut böyle değildir de: İlâhi manalarla tahakkuk eden halktır..
Hâsılı : Durum ne olursa olsun ; her hal ve takdirde.. her söz ve ikrarda o :
Hem noksan, hem de kemâl sıfatları özünde toplar.. Yani :
O yüce güneş nuruyla, yer varlığını aydınlatmaktadır..
Yer, odur; gök odur. Tul ve arz odur.
Anlatılan manalar üzerine şu beytleri söyledim :
İki cihanda da mülk benimdir görmem onlarda :
Gayrım yok ki, fazlını dileyen ve korkan
darda..
Evvelimden evvel yoktur ki, katılayım ona;
Sonumdan son yok ki koşayım ona
manada..
Kemal çeşitlerine nail oldum gerçekten ben ;
Tümden celâller cemaliyim ancak ben o varda..
Sonra.. nekadar görürürsen maden, bitki çeşidi
Ve.. hayvanatın ünsiyet ettiği huyda, arda..
Ne kadar görürsen, unsur ve tabiat cinsinden ;
Asıldan bir toz, koku, olarak ilk oluşlarda..
Nekadar görürsen, denizlerden ve sahralardan ;
Ağaç cinsi, ya da tepe başı yüce yukarda..
Nekadar görürsen, manevî suret çeşidinden ;
Hem de göze hoş gelenin bütünü canlı varda..
Nekadar görürsen, fikir ve hayaldekilerden ;
Akıldan, nefisten, kalbden ve ne ki var
bunlarda..
Nekadar görürsen, meleklere has yapılardan ;
Ve.. neyi ki var İblis ve hempasının nazarda..
Nekadar görürsen, beşerde olan isteklerden ;
Tabiat icabı, ya da Hak için ihsanlarda..
Nekadar görürsen, önceki ve sonrakilerden ;
Sonra bir kavme gitmiş sarılıp da kalmış orda..
Nekadar görürsen, seyid ve seyidlik taslayan ;
Ve aşık ki, kalmış Leylâsından esen rüzgârda..
Nekadar görürsen, tüm arşından ve
çevresinden..
Kürsüsü veya refrefden ki azizdir yukarda..
Nekadar görürsen, parlak görünen
yıldızlardan;
Aden cennetinden, ne hoştur kalmak
buralarda..
Nekadar görürsen, sonu gösteren pâk ağaçtan:
Ve bir zil ki çalar çilenin dolduğu anlarda..
İşte.. benimdir hep, tümden makamımdır
oralar..
O değil, tecelli edeniyim hakikatlarda..
Düşün, halkın rabbı, hem de onların efendisi ;
Zatım müsemması tüm isimdir o kalanlarda..
Mülk benim, melekût benim, dokurum iş
işlerim..
Gayb benim, ceberut gücümledir kuruluşlarda..
Şimdi dikkat et, anlattıklarımın hepsinde ben ;
Zattan anlattım, mevlâya kulum her hal ü
kârda..
Hem fakirim, hem hakirim, düşkünüm ve
zelilim :
Günahlara esirim, bağlı kaldım hatalarda..
Ey saygı değer o Arab-ı kiram ve onlar ki ;
Sardı onları şaşkınlık, hoş melce olsalar da..
Ziyaretinize geldim. Suçlarım azığımdır;
Şefaatçim de sizsiniz bence umulanlarda..
Ey efendim, baştan sona kemal olan yüce zat ;
Yoluna koşmaya kurbanım işte.. yücel orda..
Âlemlerin şeyhi aşkına, hep şeyhleri için ;
Bir nur aşkına ki parlar kâmilleri sarar da..
Selâmım size, gecenin ve gündüzün tümünde ;
Eklensin buna geçtikçe zaman, tahiyatlar da..