İnsan-ı Kamil – 14. Bölüm (Sıfatlar Tecellisi) -2-

               İnsan-ı Kamil                                 Abdûlkerîm Ceylî

Bu eserden beklenen odur ki;
Salik için , en yüce refikîne ileten ola..
Ama, ince, düşünceli, nazik, kibar arkadaş gibi..

 

14. BÖLÜM

SIFATLAR  TECELLİSİ -2-

R A H M A N İ Y E T..

Yüce Allah, bazılarına da, bu RAHMANİYET sıfatı ile tecelli eder..

Kulun, bu sıfat tecellisine ermesi; ancak: kendisi için rububiyet arşı kurulup
ona yerleştikten sonra olur..

İşte.. o zaman, ayakları altına bir de iktidar kürsüsü kurulur
Bu yoldan onun rahmeti, bütün mevcudata geçer..

İşte.. o zaman o: Zatın kürsüsüne bağlanır.. Sıfatlar kıyamını bulur..
Ve.. âyetlerden şu âyet-i kerimeyi okumaya başlar:

 – “De ki: Ey mülkün sahibi Allah, sen mülkü kime dilersen, ona verirsin..
Mülkü, kimden dilersen; ondan alırsın.. Kimi dilersen, onun kadrini yükseltir;
kimi dilersen, onu alçaltırsın.. Hayır, yalnız senin elindedir.
Şüphesiz sen, her şeye Kadir’sin..

Geceyi gündüzün içine koyarsın; gündüzü de geceye sokarsın..
Ölüden diri çıkarırsın;
diriden ölü çıkarırsın..
Sen kimi dilersen, ona sayısız rızık verirsin..” ( 3 / 26-27 )

Bütün bu olanlar, onun gayb âleminde olur..
Oluş şekli, şekten ve şüpheden beridir..

Her şey, kendi sinesinde, kendi kalbinde olduğu gibi açıktır..
Zata mensup zatlarla, sıfatlara mensup kimseler bu makamda ayırd edilir..

U L Û H İ Y E T..

Bazılarına da: yüce Allah, ULÛHİYET sıfatı ile tecelli eder..
Bu tecelliye nail olan kimse.. zıdları özünde toplar..
Beyazı ve siyahı bir eder..

Yükseklikleri de, aşağıları da şümulüne alır..
Toprağı da, incileri de bir görür..

Bu tecellide, kulun aklı: İsme, vasfa erer..  Ama,açılıp kapanmayı kabul etmez.

Bunun katında o gibi işler, susuza su gibi gelen serap gibidir..
git git bulunmaz.. sonu yok..

Bir şey bulamaz; sonunda, Allah’tan başka..

Allah’ını bulur; Allah da onun hesabını görür..
Sağlı sollu kitabını alır; ve şu âyetin okunuşunu duyar:

–  “Uzaklık, zalim topluluğa..”  ( 23 / 41 )
Burada; nur için de, bir mana vermemiz gerekir ki; onu da bilesin.
N u r:
–  Kitab-ı mestur..
Olarak tarif edilen satırlar halinde yazılan kitabdır..
Bu kitabda yüce Allah, istediğini dalâlete; istediğini hidayete getirir..

Haliyle bu hidayet ve dalâlet, onların istidatları ve kabiliyetleri icabıdır..

Bu manayı, yüce kitabda, yani: Kur’anda bulabiliriz..
Allâhu Teâlâ, getirdiği bir misal dolayısiyle şöyle buyurdu:

–  “Allah onunla, çoğunu dalâlete düşürür; çoklarına da, hidayeti nasib eder..”
( 2 / 26 )

Haliyle, bu hidayet ve dalâlet işi; onların getirilen misaldeki anlayışlarına göre olmaktadır..
Yukarıda anlatılan nuru, bilhassa, ULÛHİYET tecellisi babında gerekli bil..

Bil ki..
Bu nur, olmadan, yol kapalıdır..

Çünkü o: Yüce Allah’ın sıratıdır..

Bu, anlatılan tecelliye ermeyi arzu edenlere, bir yol gösteren hidayettir..
Bundan yana nasibsiz olanlara da dalâlet olur..

Gelen hitap, her iki şekilde de tecelli edebilir.Sana düşen, her ikisine de itibar etmektir..

Keza, hidayet ve dalâlet yollu olan her iki isimle de isimlendirilmiştir..

Yani: ULÛHİYET tecellisi..

ULÛHİYET semalarında, aydınlatarak döndükleri halde; o parlak yıldızlar batabilir..

Ama şaşma yoluna devam et.. Dışa kanma; içe dönük ol.. Yolu bulursun..

Bu arada, ULÛHİYET tecellisinin bazı özelliklerini de anlatmamız yerinde olacak..

Bu ULÛHİYET tecellisine nail olan kul: Çeşitli dinlere ve milletlere mensub olanların
görüşlerinde isabet bulur..

Onları yanlışlama yoluna sapmaz.. Onların görüşlerindeki asıl mahazı bilir..

Onlardan, saadeti bulanların; nasıl saadet ehli olduklarını
müşahede yolu ile anlar..

Aynı şekilde, onlardan şekavet yolunda olanların da; o yola nasıl saptıklarını
müşahede yolu ile anlar.. Onların şekavetine sebeb olan şeyi bilir..

Yine bilir ve anlar ki: Dalâlet bataklarına batanlardan her biri;
o dalâlet yollarına ne yoldan girmiştir?..

Yine ULÛHİYET tecellisi özellikleri arasında kalan:
Bütün din, millet ve mezhep mensuplarının hatalı yönlerini tesbit edip bulur..

O kadar ki: Müslüman, mümin, muhsin, irfan sahibi kimselerin de
hatalı yönlerini tesbit eder..

Bu meyanda, onun doğru bulduğu;
yalnız, tam kemâl halini bulan hakikat ehli kimselerdir.. Başkaları değil..

Yine bu ULÛHİYET tecellisi özellikleri arasında, ona nail olan kul için:
Nefyin mümkün olmayışıdır..  Keza isbatın da mümkün olmayışıdır..

Böyle olunca: Onun için:

– Vasıftır.. zattır..
Gibi sözler edip bir ayırd edici duruma girmek de mümkün değildir..

İsimlere meyli mümkün değildir..
Resmen görülür şeylere de, ihtiyacı yoktur..

Bu ULÛHİYET tecellisinde:

–  Müheyminun..
Adı ile anılan meleklerle görüşüp buluştum..

Onları, değişik müşahede makamlarında gördüm..
Onların her birini, kendilerine çizilen sınırlarda; hayranlık içinde buldum..

Bazısı: Cemal tecellisi içinde, hayrette donup kalmıştı..

Bazısına: Celâl gemi vurulmuş; susup kalmıştı..
Bazısına: Kemâl salınışı gelmiş; konuşturup duruyordu..

Bazısı: Kendi kimliği içinde kaybolmuştu..
Bazısı: Kendi benliği içinde ve yerinde hazırdı..

Bazısını: Esas varlık yok etmişti..
Bazısı Müşahede içinde vardı..

Bazısı: Dehşetine düşmüş; hayran olmuştu..
Bazısı: Hayretine dalmış; dehşete düşmüştü..

Bazısı: Fenası içinde eriyip gitmişti..
Bazısı: Beka içinde yükselmişti..

Bazısı: Sırf yokluk içinde secde ediyordu..
Bazısı: Vücub içinde ibadet ediyordu.. Varlığı elzem bir durumda idi..

Bazısı: Varlık içinde helâk olup gitmişti..
Bazısı: Müşahede içinde boğulmuştu..

Bazısı: Ahadiyet ateşinde yanıyordu..
Bazısı: Samediyet denizlerinden avuç avuç alıyordu..

Bazısı: Ünsiyeti yitirmiş; kudsiyeti bulmuştu..
Bazısı: Kudsiyeti kaybetmiş; ünsiyeti bulmuştu..

Hâsılı: Onların hali, göreni dehşete bırakıyordu..
Konuşmaları, şaşkınları ayıktırıp yola getiriyordu..

Bütün bu olanları gördükten sonra..
Onların arasında bulunan müşahede bakımından en kâmiline yanaştım..

Gerek neşet ediş şekli, gerekse kendisine verilen makam bakımından
en yükseğinin yanına gittim…

Bu gidişim bir meyilden ibaretti; ama, ittila halinde bir meyil..

Onların halini görüp hayret içinde kalan bir kimsenin edindiği,
kanaat cinsinden bir meyil değildi..

Şanını, yukarıda anlattığım meleğin yanına vardım ve şöyle dedim:

–  Ey yakınlığı bulan kâmil, edebi tam mukaddes ruh; bana halinden anlat..
Bu müşahede makamlarını, hallerini bana bildir..

Bu resmî durumu, bana anlat; söyle.. İsmini bana açık anlat..

Bu talebimde, benden iraz etti.. Açık söylemekten kanat açar gibi, omuz silkti..

Ama sonra döndü.. Fasih bir dille konuşmak isteyenin dönüşü gibi bana döndü..
Ve.. dizleri üzerine oturdu.. Hayret hali ile çöktü..

İşte.. bundan sonra tekrar halinden sordum.. O da, anlattı.
Önce şöyle dedi:

–  İsimden sorma.. Eğer isimden sorarsan, resmiyette bağlı kalırsın..
Ama, onu bırakma da; sonra hakkın tam bir sönüşle söner..

Sonra bu, safha safha görülen şeylere de yanaşma.. Sonra, semalara dalar;
Rabbından yana perdeli kalırsın..

Zata da yönelme; bu meyilli yönelme ile, un ufak olan bir yokluğu
taleb etmiş olursun..

Nefyetmek, küfrandır..
İsbat etmek, hüsrandır..

İsbat ve nefyetmek, iki denizdir.. Yüce Hak ise, onlar arasında bir berzah..
İki deniz birbirine karışmaz..

Beni isbat yoluna gidersen; beni senden başka yapmış olursun..
gayrının yerine oturtmuş olursun..

Beni nefyedersen, kendi öz mananın hakikatından yana mahcup olursun..
Perdelenirsin..

Şayet diyecek olursan:
–  Sen, benim..

O zaman denir:
–  Hani sende benim fennim?.

Şayet dersen:
–  Sen de, benden ayrısın; başkasın..

O zaman: Hayrımdan yana her manayı yitirmiş olursun..
Bu manada hayrete dalarsın; tam bir fakre düşmüş olursun..

Şayet:
–  A c i z l i k..
Babında bir dille konuşursan; o zaman da, izzet vasfını öldürmüş olursun..

Bir kemâl ve son gaye iddiasına yeltenirsen.. iş yine değişir..
Çünkü, senin işin nihayette değil; bidayettedir..

Eğer bunları tümden bırakıp:

–  Uykudan, dalıp gitmekten..
Yana bir şey söylersen, gayrı her şey biter.. Ne kadar şeyler kaybedersin ne kadar..

Şayet zatında ikamet eder; arşın kemâline kurulursan söyle,
hani ne var benim kemâlimden sende?.  Bendekilerden sana ne kalır?..

Burada şu şiiri söyledim:

Hayretime de hayret ettim, neden diye;
Vehmim de şaştı, onun hayretinden diye..

Bu şaşkınlığı hiç bilemedim nedendir;
Kalbimin cehli onun ilmimi ki diye..

Cehl dersem, onu tam yalanlamış olurum;
İlim dersem kal ehli olan nerde diye..

Devam etti:
–  Semâ’m yücelerin yücesidir.

Mescidim, taa.. ötelerin ötesindekidir.. Onun çevresi, gelenler için çok güzeldir..
Yolcular için, tatlı akan suyu vardır..

Denizime girip yüzenleri, gerdanıma inci gibi dizerim..
Atıma binene, ülkemi gezdiririm..

Ama, her kim haddini aşar ve kendinde olmayanı söylerse,
ona ceza verir; kendilerine şu emri okurum:

–  “Allah’a karşı yalan söylemeyin; azabla sizin kökünüzü kurutur..”   ( 20 / 61 )

Doğru yol, benim..
Kıvrılan düz olan benim.. Kadim de, sonradan yaratılan da benim..

Bu münademe kadehleri, yüce Hakkın varlığında devam etti.
Konuşma, böylece sürüp gitti..

Taa.. içten içe bir ses gelinceye kadar..
Ve mana ibriğinin inbiğinden sular akıncaya kadar..

Bundan sonra bazı sorular sordum; saklı manaları anlatmasını diledim..

–  “Özünde çeşitli fikirler yürütülen büyük haberden sordum..”  ( 78 / 2-3 )

Meâline gelen âyet-i kerimedeki büyük haberleri sordum…
Buna karşılık bana şöyle dedi:

– Dinle.. Bu sorduğun şey yüce iştir..
Ama bu yüce işin zirvesinde, ondan daha âlâsı ve daha yücesi vardır..

Oraya çıktığın zamandır ki, münacatını açık bir dille yaparsın..
Sarih beyanla konuşursun..

Bu, o yüce makamlardan bir ihsandır.. Saklı tarafı yoktur; açıktan verilir..

Sordum:

–  Anlattıklarının hakikati nedir?..

– “Rahman.. Kur’ân’ı öğretti..”   ( 55 / 1-2 )
Âyeti-i kerimesini okudu..

Sonra; KADÎR ismini sordum ve:
–  Ey falan, bana benden haber ver..

Dedim.. Bunun üzerine şu âyet-i kerimeleri okudu:

“İnsanı yarattı.. ona beyanı öğretti..”   ( 55/ 3-4 )
Sonra devamını okudu:

–  “Ay da, güneş de hesaplıdır.. Yere serili bitki ve dik ağaçlar secde ederler..
Semayı, Allah yarattı; ona ölçüyü  o koydu..”  ( 55 / 5-7 )

Bundan sonra, MÜRİD için sordum ve:

– Ey kadim olan yeni.. Benden anlat.. Beni bana gönder..
Dedim.. Şu âyet-i kerimeleri okudu:

–  “Güneş dürüldüğü zaman.. Yıldızlar düştüğü zaman.. Dağlar yürütüldüğü zaman..
Bulutlar yağmursuz kaldığı zaman.. Vahşî hayvanlar bir araya geldiği zaman..
Denizler ataşe verildiği zaman.. Ruhlar birleştiği zaman..”
( 81 / 1-7 )

Sonra alim ve hakim dili ile devam etti:

–  “Diri gömülen kız, hangi suçundan dolayı öldürüldüğü sorulduğu zaman..
Sayfalar açılıp yayıldığı zaman..
Sema koparıldığı zaman..
Cehennem kızdırıldığı zaman..
Cennet yaklaştırıldığı zaman..
İşte o zaman, her nefis ne getirdiğini bilecek..”  ( 81 / 8-14 )

Bundan sonra ona şöyle dedim..

–  Ey anlaşılmaz hakim zat.. Bana anka-i mağribden haber ver..
KÂF ile NUN arasında bulunan hazineyi bana göster.. delilim ol.. Dedi ki:

–  Benden bu kadarı yeter.. Kadim zatın söylediği kâfi..

Dedim ki:
–  Bu yetmez..

Dedi ki:
–  Sana daha fazlasını söyleyip artırayım..

Dedim ki:
–  Artır, lutfun olur..

Dedi ki:
–  Kalanı, benden sana gelen sağlam haberdir.. Aydınlık görüştür..

Dedim ki:
–  Anlaşılması bana zor geliyor.. Sen kimsin?. ey efendimiz..

Dedi ki:
–  Kulun özüyüm..

Sonra şu âyet-i kerimeyi okudu:

– “Buna dayanamazlar ki..”   ( 21 / 102 )
– “Bir şeyi dilediğimiz zaman; emrimiz ancak ona:
– Ol..
Demekten ibarettir..  O şey olur..”   ( 16 / 40 )

Bu üstün huzur konuşmaları sürüp gitti..
Böylece onların el değmemiş hayır yönleri bana göründü..

Taa, saadet rüzgârı esinceye kadar..
Onun için, yücelik nişanları da hakikat halini buldu..

Onun getirdiği tatlı kokuyu aldım..Öyle bir hal aldı ki o koku:
Lezzetle, lezzet için, lezzette nefha nefha geliyordu artık..

Beni benden aldı….
Ve benden aldığını yine bana getirdi..

Duygularım dağıldı.. Civam aktı, kayboldu..

Olmuş ve olacak yok oldu..
Dönen de, kalan da ondan hakkını aldı..

Artık bölge isimleri silindi..
Ne ölü kaldı; ne diri..

İşte.. bu andadır ki: Ebedi bir ölümle öldüm..
Sonsuz bir yokluğa kavuştum.. Ama bir başka varlıkta..

Bundan sonra, ne dirilme kaldı; ne de yayılma..
Bu makamda, kayıp da yok; huzur da..

O anda diri fani oldu.. Evde bulunanlar hep helâk oldular..
İşte o zaman özüne sordu:

–  “Bu gün mülk kimin?..
Cevabını verdi:
-Vahid kahhar olan Allah’ın..”   ( 40 / 16 )

<– geriileri >

Check Also

İnsan-ı Kamil – Abdûlkerîm Ceylî

             İnsan-ı Kamil                                 Abdûlkerîm Ceylî              Bu eserden beklenen odur ki; Salik için , en ...