İnsan-ı Kamil – 14. Bölüm (Sıfatlar Tecellisi) -1-

              İnsan-ı Kamil                                 Abdûlkerîm Ceylî

Bu eserden beklenen odur ki;
Salik için , en yüce refikîne ileten ola..
Ama, ince, düşünceli, nazik, kibar arkadaş gibi..

 

14. BÖLÜM

SIFATLAR  TECELLİSİ   -1-

 

Yüce ve Sübhan olan Hakkın zatı, kullarından birine; sıfatlarından biri ile tecelli edince.. o kul:
Tecellisini aldığı o sıfatın semasında yüzmeye başlar..

İcmal yolu ile, o sıfatın son haddine ulaşır..
–  İcmal yolu..
Dedik.. Çünkü: Tafsil yolu kapalıdır..

Şu bir gerçektir ki, sıfat tecellisine mazhar olan zatlara gelen tecelli ancak, icmal yolu ile gelir;
tafsil yolu ile değil..

Kul, bir sıfatın semasında yüzmeye başlar; icmal yolu ile onun kemâline ulaşırsa..
o sıfatın arşını doldurur..

Yani: Kendi aldığı sıfatın..

Bundan sonra, diğer bir sıfatla karşılaşır; onunla olan hali de önceki gibi
sürer, gider..

O kul, bu halinde devamlıdır..
Taa, sıfatları tüm olarak, yukarıda anlatıldığı gibi ikmal edinceye kadar..

Ey kardeşim, bir kulun yukarıda anlatılan hale gelmesi, seni işkillendirmesin..

–  Müşkil iştir..
Demeyesin.. Bu, olur; şöyle ki:

Yüce Hak bir kula, isimlerinden veya sıfatlarından biri ile tecelli etmeyi dilediği zaman,
zaten o kul fena bulur.. O kadar ki:  Kendinden geçer.. Varlığı kalmaz..
Onu, kendi varlığı bağından söker..

Kulun kendinde vehmettiği nuru söndüğü zaman, kulda; halkıyete bağlanan ruhu
fena bulduğu zaman,  ondan aldıklarına karşılık kendisi kalır; zatı kalır..

O kulun heykelinde; yüce Hak kaim olur..

Burada dikkat edilmesi gereken şudur ki:

a)  Zatında hulûl yolundan bu iş olmaz.. Bir incelik taşıyan LATÎFE yollu olur ..

b)  Bir ayrılma yolu düşünülemez…

c) Kendisinden aldıklarına mukabil, kula kendini verip bitişmek de olamaz ..

Şunu unutmamalı ki: Onun kullarına tecellisi, bir fazlı ve ihsanı yolundan gelir ..

Onları kendi varlığında ifna ettiği, buna karşılık onlara bir ihsanda bulunmadığı zaman,
bu halin adına:

–  N i k m e t ..
Denir ki.. İşte bu, onun şanına yakışmaz… Böyle bir durumdan yüce Hak tenzih edilir..

Yukarıda:

– L A T Î F E

Şeklinde bir kelime kullandık.. İşbu LATİFE, başlıca: Rûhu’l-Kudüs’tür..
O, her şeyini ifna ettiği kula; bu:

– Rûhu’l-Kudüs..
Dediğimiz lûtfu, ihsan yollu yapar..

Bütün tecelliler de, bu LATÎFE üzerine gelir.. Bu da onun varlığından başka bir şey değildir..

Durum anlatıldığı gibi olunca o: Ancak kendi özüne tecelli etmektedir..

Ne var ki, biz LATÎFE-İ İLÂHİYE için:

–  Kul, abd..
Adını veriyoruz.. Çünkü, kuldan gidene karşılık o vardır..

Başka türlü tarif de, imkânsızdır.. Yoksa: Ne kul kalır; ne Rabb..

Zira, merbubun yok oluşu ile: Rab ismi de kalmaz..

İş bu tecellide: Ancak Allah vardır..

Tek başına.. Vahid ve ahad olan Allah..

Bu mevzuda şu şiiri söylüyorum:

Halka verilen bir varlık isimdir ancak;
Başka yok, gerçek mecaz yoluyla olacak..

Nurları zuhura gelince alınırlar;
İsimden kalanlar, ne olmuş ne olacaklar..

Onları yok eden zaten aslında yoklar;
Fi fenada bakiler; inkâr kapanacak..

Onlar yok olunca tüm varlık Hakkın oldu;
Hüküm sahibi o, onlara ne kalacak..

Sanki kul, hiç olmamış gibi oldu artık;
Tek olan Hak’tır, ebedî bakî kalacak..

Güzelliğini çıkarınca belli zaman;
Hak nurunu halk giyecek birlik olacak..

İfna etti de, faniden kendisi kaldı;
Kaim kendisi, onlar da oturmayacak..

Onların hükmü denizde dalga gibidir;
Dalga kesret, sonra denize katılacak..

Deniz coşunca dalgalar toplanır gelir;
Sakin ise ne sayı ne dalgalar olacak..

Burada; SIFAT TECELLİLERİ üzerinde daha başka hususları da anlatacağız..
Bu anlatacaklarımız, özellikle bilmen için gerekli mevzulardır..

Anlatalım ki bilesin..

Önce SIFAT TECELLİLERİ üzerine, kısa bir tarif yapalım.. Kısaca tarifimizi şöyle yapabiliriz:

–  SIFAT TECELLİLERİ kulun; zat durumuna göre, Rabb sıfatı ile sıfat almasıdır..

Evet.. SIFAT TECELLİLERİ bundan ibarettir..

Ne var ki, bu sıfat alma durumunda: Aslî, hükmî ve kat’î bir kabul olacaktır..

Tıpkı : Görülen açık manası ile, bir sıfatla sıfat alan kimsenin durumu gibi..
Bu kimsenin, o kendisine verilen sıfatı kesin olarak alıp kabul ettiği gibi..

Üstte anlatılan mana, daha önce de geçen:

–  İLÂHİ LATÎFE..
Şeklinde tarifini yapıp, sonucunu bağladığımız mana gibi olacaktır..

Ki, bu kuldan yana; kulun görülen heykelinde kaim olan odur..

Böyle olunca: Kul olmaz; o olur.. Çünkü o:

–  L A T Î F E..
Dediğimiz sıfatlar, ilâhî sıfatlarla sıfat almıştır.. Onun böyle oluşu:
Aslîdir.. Hükmîdir.. Kat’îdir..

Şimdi bir sonuca varmak için soralım:

–  Kimdir bu sıfatı alan?.
Şüphesiz; yüce Hak’tan başkası değildir; olamaz da..

 Sebebine gelince: Bu makamda, kula hiçbir şey kalmamıştır..

Bunu, böyle bağlayalım geçelim..

İnsanların durumu,SIFAT TECELLİLERİ bahsinde çok değişik şekil alır..
Her biri, bir başka şekilde bu tecelliyi alır..

İşbu değişik durumun sebepleri şunlardır..

a)  Alış kabiliyetinde durumları..

b)  İlmî yöndeki yetenekleri, ilim sahasındaki kavrayış durumları..

c)  Azim ve sebatlarının derecesi..Kendilerinde üstte sayılan üç halde, ne kadar ilerleme varsa..
bu tecelliden yana nasipleri o kadardır..

Bunu da böyle bağlayalım.. Onların SIFAT TECELLİLERİ sahasında aldıkları şekle bakalım..
Bakalım ve üstte sayılan üç durumu dikkate alarak dinleyelim..

Şimdi onları sıraya koyalım..
.. Ve HAYAT’tan başlayalım..

H A Y A T İ Y E T ..

Yüce Hak kulları arasından, bazılarına; HAYAT sıfatı ile tecelli eder..

Bu sıfatı alan kul, âlemin hayatı olur.. Hem de tümüne birden..

Bu varlıklara baktığı zaman: Onlarda hayatının yürüdüğünü görür.. Ama, bütünüyle..
Bu hayatın yürümesi; varlıkların, ruh durumlarını aldığı gibi, cisim durumlarını da
içine alır..

Böyle olunca; o kul: Manaları, varlıklara suret olmuş görür..
Böyle oluşun, kendisinden gelen bir hayatla olduğunu bilir..

Öyle bir hayat ki, her şey onunla kaim..

Durum anlatıldığı gibi olunca, sözlerin ve emellerin bir manası kalmaz..
Latif bir halde olan suretler de hükümsüz kalır.. Kesif bir hal alan ruhları da al..
Cisimleri de, bu arada say..

Bunların artık hiçbir manası yoktur; sadece HAYAT sıfatı tecellisine nail olan kul kalır..
Bunun hayatı, artık onların tümüne hayattır..

Bir müşahede yolu ile, hayatın onlarda sürüp gittiğini görür.. Bütün bu olanları
kendisinden bilir..  başka yerden değil..

Bu arada vasıta da kabul etmez..
İlâhî bir zevk olarak kabul eder..

Gizli, ama ayan beyan bir keşif sayar..

Evet.. Ben bu tecellide bir süre kaldım.. Zaman süremden bir süre, bu tecelli içinde geçti..
İşte o zaman da ben: Bütün varlıkların hayatını kendimde gördüm..

Her varlıkta, hayatımdan ne kadar varsa.. bakıp görüyordum..
Görüyordum ki; onların zat kabiliyetleri ne kadarsa, o kadar alıyorlar..

Ben bu tecellide, yüce zatla bir hayattım.. Bölünmez, parçalanmaz..

Bu tecellide, nice zaman kaldım; taa, yardım eli bana uzanıncaya kadar..
O yardım eli geldi; beni bir başka hale geçirdi.. Başka yer dahi aslında yoktu..
İşte, sözün gelişi böyle..

İ L M İ Y E T ..

Yüce Allah, kullarından bazılarına bu İLMİYE sıfatı ile tecelli eder.
Bu tecelliye, hayat sıfatı tecellisinden girilir.. Bu durumu şu şekilde anlatabiliriz..

Yüce Allah, kuluna bütün mevcudata sirayet eden Hayat sıfatı ile tecelli ettikten sonra;
o kulda bir zevk başlar..

İşbu zevk, anlatılan hayat birliğinin gücünden doğar..

İşbu hayat birliğinde, bütün mevcudat, anlatılan tecelli dolayısı ile; o kulla bir olmuştur..

Anlatılan bu birlikten sonradır ki; yüce zat o kula, İLMİYE sıfatı ile tecelli eder..

İşte.. bu ilim sıfatı tecellisini aldıktan sonradır ki o kul: Bütün âlemi,
içinde bulundukları duruma göre bilir..

Anlatılan âlemlerin bütün dalları ve kolları, o kulun ilim çemberine girer..
Başlangıcından ta sonuna kadar..

Böyle olunca: O kul her şeyi bilir. Nasıl oldu, ne şekilde oluyor ve
sonunda nasıl olacak?.

Bütün bunları bilir..

O bilir: Bu iş, olmamıştır..
O bilir: O olmayan şey, ne sebeple olmamıştır?
O bilir: Olmayan bir şey, olunca, nasıl olur?  Ve nasıl olacak?..
Bütün bu anlatılanlar; o kulda bir ilim olarak mevcuttur..

Ama aslî bir ilim..
Ama hükmî bir ilim..
Ama keşfe, zevke dayanan bir ilim..

Öyle bir ilim ki.. yani Öyle bir bilgi ki, malum olup bilinenlere onun zatından
sirayet edip geçmiştir..

Hem de, icmal yolundan..
Hem de, tafsil yolundan..
Hem de küllî ve cüz’î yoldan..

Onun tafsili icmalinde gizlidir. Ama, gizliden de gizli bir gayb âleminde..
Ledünnî ve zatî olaraktan..

O, öyle bir gelişle gelmektedir ki;  gaybın da gaybı âlemin, tafsilinden gelmektedir,
bu şehadet âlemine çıkmaktadır..

Böyle olunca, onun icmal tafsili, gaybında müşahede olunur..

Toplu icmali ise.. gaybın da gaybındadır..

Sıfat tecellisi içinde olana; ilmin gelişi, zâhirde olan bir şey değildir..

Gizlinin de gizlisi âlemde, o ilmin içine dalan bilir!

Burada anlatılanlar, çok ince manalardır.. Ancak:

–  G u r e b a..
Adı ile çağırılanlar anlarlar..

Burada tadılması gereken zevkleri, kimse tadamaz; ancak:

–  Ümena ve üdeba..
Adı ile anılan zatlar tadarlar..

B A S A R İ Y E T ..

Yüce Allah, kullarından bazılarına da, bu BASAR sıfatı ile tecelli eder..
Bu tecellide, o kulun durumu şöyle olur:

Bu tecelli yüce Allah katından; ilme, ihataya, keşfe dayanan bir tecellisi ile
geldiği zaman, onun için tam bir BASAR tecellisi yolu açılır..

Bu açılış, o kulun görüş açılışıdır.. İlminin uzandığı yere kadar ne varsa,
hepsini görür..

Bu makamda:
a)  Hakka dönük ilmin sözü geçmez..
b)  Halka dönük ilmin sözü de geçmez..

Bu makamda sadece: BASAR tecellisine nail olan kulun görüşü vardır..
Varlıkları tümden, içinde bulundukları halleri ile, o kul görür..
Ama, gizlinin gizlisi bir âlemde..

Burada pek hayret veren bir nokta vardır ki; şudur:
O kul, gizlinin gizlisi âlemdeki her şeyi bildiği halde; bu şehadet âlemindekilere
karşı bilemez ve göremez..

Bu müşahede makamının yüceliğine dikkat et; bak..

Bu güzel manzarayı seyret..
O kadar hayret verici bir şeydir ki, verdiği bu hayret kadar da tatlıdır..

Yukarıda anlatılan durumun, özellikle cehalet durumunun meydana gelişi
şu manaya bağlıdır:

–  Kulun halk cephesinde; Hakka ait olanlardan hiçbir şey yoktur..

Bu mana yanlış anlaşılmasın:

–  Halk durumunun kalması..
Demektir..

Bu mana; başlıca: İkiliğin ortadan kalkması demektir..

Burada anlatmak istediğim esas manayı şu şekilde kısaca anlatabilirim:

Sıfat tecellisine nail olan kulun, gayb âleminde bulunan şeyleri
bu şehadet âleminde zuhur etmez..

Şayet bir zuhur olacaksa, bu, nadirat hükmündendir.. Ancak, bazı şeylerde olur..

Çünkü: O nadirattan şeylerin zuhurunu ise.. yüce Hak, o sıfat tecellisine nail
olan kula ikram yollu çıkarır..

Bu arada bir noktaya dikkati çekmek isterim..
Bu dikkati çekmek istediğim nokta, zat tecellisine nail olan kulun durumudur..
Bu kula her şey birdir.. aynıdır..

Şehadet âlemi, gayb âleminin aynıdır.. Gayb âlemi ise, aynen şehadet âlemi gibidir..
Bu manaları anlamaya çalış..

S E M İ’ ..

Yüce Allah kullarından bazılarına da, bu sıfatı ile tecelli eder..

Bu SEMİ’ sıfatı tecellisine eren kul:

–  Cemadat hükmünde bulunan (taş, toprak, vb.) şeylerin konuşmalarını dinler..

Bitkilerin sözlerini işitir..
Cümle canlı varlıkların dillerinden anlar..
Meleklerin sözlerini de anlar..
Bütün bu değişik dilde konuşanların lügatlarını bilir..

Hali anlatıldığı gibi olan kul için: Yakın ile uzağın hiçbir farkı yoktur..
Onun katında uzak, yakın gibidir..

Yukarıda anlatılan manaları biraz açalım..

Yüce Allah bu SEMİ’ sıfatı ile, o kuluna tecelli ettiği zaman:

Bitkilerin dillerini, cemadatın gizli sesini, bütün değişik dilleri;
ondaki ahadiyet gücü ile, o kul işitir ve anlar..

Bu tecelli sayesinde ben: Rahmaniyet ilmini Rahmandan dinledim..

Kur’an okumayı öğrendim..

Bir ölçü birimi olan rıtıl oldum..

İş bu anlatılan manaları, Kur’an ehli zatlar anlayabilir..

Başkaları anlayamaz..

Çünkü Kur’an ehli zatlar;

–  E h l ü l l a h..
Adı ile çağırılır.. Öyle anılırlar.. Ve yüce Hakkın özelliğine sahip olmuşlardır..

K E L Â M..

Bütün varlıklar, bu kelâm sıfatı tecellisine eren kulun kelâmındandır..
Bunun oluş yolu, aşağıda anlatıldığı gibidir..

Yüce Allah:

a)  Kuluna hayat sıfatı ile tecelli eder..

b)  Sonra, ilim sıfatı ile tecelli eder ve hayat sırrının O’ndan geldiğini öğretir..

c)  Bundan sonra, basar sıfatı ile tecelli eder; bildiklerini gösterir..

d)  Bundan sonra, SEMİ, sıfatı ile tecelli eder; gördüklerinin seslerini duyar ve anlar..

İşbu anlatılan durum, ondaki hayat birliği yüzünden hâsıl olur..

Böylece konuşmaya başlar..
İşte bütün bunlardan sonradır ki:

–  Bütün varlıklar, bu KELÂM sıfatı tecellisine eren kulun kelâmındandır..
Dediğimizin manası anlaşılmış olur..

İş bu halet içinde; yüce Allah’ın kelâmını; ezelde olduğu hali ile müşahede eder..
Keza, ebedde olduğu gibi..

.. Ve anlar ki: Onun kelâmı için bir tükenme yoktur..
Yani sonsuzdur..

Bu KELÂM tecellisi üzerinde biraz duralım..
Faydalı olacağı düşüncesiyle, bazı çeşitlerini önünüze serelim..

Bu tecelli çeşitlerinden bir tanesi: Yüce Allah’ın kulları ile konuşmasıdır..
Bu konuşma, arada bir perde olmadan olur.. İşbu perde, tecelliden önce gelir..
Tecelli anında kalkar..

Burada, bu konuşmaya nail olan zatlar üzerinde duracağız..

Onlardan bazıları yüce Hakkın zatına bağlı hakikatle münacaatını yapar..
Ama bu münacatı, kendi özünden yapar.. dıştan değil..

Bir hitap duyar..
İşbu hitabın açılıp gelen belli bir yönü yoktur..

İşbu hitabı o kul, bütün varlığı ile duyar; yalnız bir kulak ile değil..

Bu hitab için, bir örnek verelim.. Mesela: Ona şu nida gelir:

–  Sen sevgilimsin.. Sen sevdiğimsin.. Arzulanan sensin..

Sen kullardaki yüzümsün..
Sen, en üstün gayesin.. En çok aranan sensin..

Sen, sırlar içinde sırrımsın..
Sen, nurlar içinde nurumsun..

Gözümsün; süsümsün..
Cemalim sensin; kemalim sensin.
.
İsmim sensin.. Zatım sensin.. Vasfım sensin.. Sıfatım sensin..
Ben, senin isminim.. Ben senin resminim..

Nişanın benim.. Âlametin benim, sevdiğim..
Sen, bu kâinatın özüsün.. Bütün bu varlıklar, ve onlardan maksad sensin..

Müşahedeme yaklaş; ben sana varlığımla yaklaştım.. Uzak durma; çünkü ben:

–  “Biz, ona şah damarından daha yakınız.”  ( 50 / 16 )
Sözünün sahibiyim..

Kulluk ismi ile bağlanıp kalma..
Rabb olmasaydı, kul da olmazdı..

Ben seni nasıl izhar ettimse, sen de beni izhar ettin..
Senin kulluğun olmasaydı; benim de,  rububiyet vasfım olmazdı..

Ben, seni nasıl bulduysam, sen de beni öyle buldun..
Senin vücudun olmasaydı, benim vücudum da olmazdı..

Sevgilim, yaklaş yaklaş..
Sevgilim, yüksel yüksel..

Sevgilim, seni vasfım için istedim: kendim için yaptım..
Kendin için başkasını isteme; senin için de benden başkasını arzulama..

Sevgilim, bütün kokularda beni kokla..
Sevgilim, bütün taamlarda beni ye..

Sevgilim, mevhum şeylerden beni çıkar..
Sevgilim, malum şeylerden bana akıl yolu bul..

Sevgilim, bu hissedilen şeylerde beni müşahede et..

Sevgilim, el değdirilen şeylerde bana dokun..
Sevgilim, giyilen şeylerde beni giy..

Sevgilim, benden murad sensin.. Benimle künye aldın..
Namıma künye alan sensin..

Yukarıda anlatılan kelâmlar o kadar güzeldir ki, o kadar tatlıdır ki..
o yoldan yapılan ihsanlara ne doyulur, ne de o latifelerden bıkılır..

KELÂM sıfatı kendisinde olanlardan bazıları da: Hak’la konuşur..
Ama, halk dili ile..

Söylenen sözü bir yerden duyar.. Ama, o bilir ki: O söz,
bir başka yönden gelmektedir..

Halktan biri ona seslenir; o da duyar..
AmaHak’tan duyar.. Halktan değil..

Bu manada şöyle söylerim:

Leylâ ile olurdum, gayrı yoktu görsem bile;
Cemadatla konuşurdum Leylâ’ya hitab ile..
Şaşılacak bir şey yoktur, onlarla konuşsam da;
Cemadattan cevab aldım, Leylâ’dan cevab diye..

KELÂM tecellisine nail olan kullardan bazılarını; yüce Hakcisimler âleminden alır,
ruhlar âlemine götürür..

Mertebe bakımından, bunlar en yüce mertebelerin sahibidir..

Bazı kullar, bu yüce hitabı kalbinde bulur.. Kalben, yüce Hak’la konuşur..
Bazıları ruh ile, dünya semasına yükselir..

Bu sınıfa mensub olanlar arasında; ikinci ve üçüncü semaya yükselen
zatlar da vardır..

Haliyle, bu yükseliş, kimin kısmetindeyse.. kısmeti ne kadarsa, o kadar olur..
Sidre-i muntehaya yükselen kimseler de vardır..

Yükselirler; konuşmalarını orada yaparlar..

Hâsılı: KELÂM tecellisine nail olanlar, hakikatler âlemine girdikleri kadar
yüce Hakkın muhatabı olurlar..

Bu böyledir; başka türlü olamaz.. Zira, her şeyin bir yeri vardır..
Yüce ve sübhan Hakkın şanı ise.. her şeyi, yerinde yerine getirmektir..

KELÂM sıfatının tecellisi, Hakkın kelâmına muhatab olacak kimselerden bazıları için
bir şeref köşkü kurulur..

Hem de, nurlu ve parlak bir şekilde.. Pırıl pırıl yanan bir köşk gibi..

Bazı kullar da, iç âleminde parlayan bir nur görür.. Yüce Hakkın hitabına,
o nurlu yönden nail olur..

Bu nurun şekli değişiktir..
Bazen, çokluğu kavranabilir ve:

–  Şu kadardır..
Denebilir..

Bazen, o nurun çokluğunu anlamak mümkün değildir.. Çok çoktur.. Çoktan da çoktur.

.Anlatılan nur, yuvarlak daire biçiminde olabilir..
Uzayıp giden bir şekilde de olabilir..

Bazıları, bu KELÂM tecellisinde, ruhani bir suret görürler..
Münacatını o suretle yaparlar..

Aslında, kulun bu anlatılanlarla nail olduğu KELÂM tecellisine:

–  H i t a b..
Adı verilemez.. Ancak, bir ilimdir..

Bu ilimle, yüce Allah kuluna, şu manayı anlatır: Konuşan, bizzat Allah’tır..
Bu manayı anlatmak için, delile ihtiyaç yoktur.. Çünkü bu: bir anlık iştir..

Kaldı ki, yüce Allah’ın kelâmında özellik taşıyan bir gizlilik yoktur..
Kul, onun kelâmını duyduğu anda bilir ki o: Hakkın kelâmıdır..

Anlatıldığı gibi açık bir durum olunca; delile, beyana artık ihtiyaç duyulmaz..

Tek başına ve mücerred olan o hitabı duyduğu anda, kul anlar ki:
Duyduğu Allah kelâmıdır..

Yukarıda, bu kelâm tecellisine erip yüce Hakkın kelâmını duyanlar için:

–  Sidre-i müntehaya yükselen kimseler de vardır..

Demiştik.. Bunların nail olacağı kelâmın bir şeklini burada anlatmamız
yerinde olur..

Bunlar arasında şu hitaba nail olanlar vardır:

–  Sevgilim, senin benliğin işte benim kimliğimdir..
Sen aynen O’sun.. O ise.. ancak benim; sevgilim..

Senin bu yaygın halin, benim terkibimdir.. 
Çokluk yönün, benim birliğimdir..

Senin terkibin dahi, benim yaygın halimdir..
Senin cehaletin, benim ilmimdir..

Senden murad, benim..

Ben, senin içinim, benim için değil..
Sen de benim içinsin.. senin için değil..

Sevgilim, sen üzerinde vücud küresinin döndüğü bir noktasın..
O varlık küresinde, sen abd olmaktasın; aynı zamanda, ma’bûd da olursun..

Nur sensin.. Zuhur sensin..
Sen bir güzelliksin; bir suretsin.

Tıpkı insana lâzım olan göz; bu göze de lâzım olan insan gibisin..

Ey ruh, ruhun dahi ruhu, âyet-i kübrâ olan;
Ey yanıp kavrulmuş ciğerlere teselli olan..

Ey emellere son, arzulara dahi son gaye;
Sözün bende hoş tadı, hoşça açışı bulunan..

Ey tahkik âleminin kâbesi, safâ kıblesi;
Ey gaybın arafatları, ey alnı nurla olan..

Sana geldik, zatımız mülkünde seni bıraktık;
Sen âhiretle dünyada tüm tasarrufu olan..

Sen olmasan, olmazdık; ben olmasam sen olmazdın;
Ben 
oldum, biz olduk; hakikattır bilinmez olan..

Ancak sensin, kasdımız, izzette ve zenginlikte;
Fakrı da sende saydık, ama fakrdir olmaz olan..

Bu KELÂM tecellisine nail olan zatlardan bazısına da,
gaybler âleminin nidası gelir..

Bu nidayı alınca, olmadan evvel; olacak işlerin haberini söyler..

Bu haber, ondan bir sual yoluyla gelir..Bu zümre çoğunluktadır..
Daha çok, bu gibi işler, yüce Hak yoluna girilişin ilk anlarında görülür..

Bu KELÂM tecellisine nail olan bazı zatlar da, kerametler talebinde bulunurlar..
Allahü Teâlâ ise.. ikram babından onun bu talebini yerine getirir..

O keramet ikramına nail olan zat, bu his âlemine döndüğü zaman,
aldığı kerameti kendisine delil olur..

Bu delil sayesinde, Allah ile olan makamının sağlamlığını anlar..

KELÂM ikramına nail olanlara dair bahsimizi burada kesiyoruz..

Onlar hakkında bu kadarı yeter..

Biz yine yolumuza girelim..

Yani SIFATLAR TECELLİSİ  bahsine..

İ R A D E..

Sıfatlar tecellisi içinde ehliyet kazanan bazı kimselere yüce Allah,
İRADE sıfatı ile tecelli eder..

Bu tecelliye nail olunca, yaratılmışlar hep onun iradesi ve arzusuna göre olur..

Tecellinin yolu, kelâm sıfatından geçer..

Yüce Allah, mütekellim sıfatını o kulda tecelli ettirince;
o kul, bu sıfatın ahadiyet yönü ile, mahlukatta iradesini yürütmeye başlar..

Artık her şey, onun arzusuna göre olur..

Burada, önemli bir noktaya işaret edeceğiz.. Özellikle dikkat edilmesi gerekir..

Çünkü, bu tecelliye erenlerden, bazısı gerisin geri dönmüş;
yüce Hak’tan yana gördüğü şeyleri inkâr yoluna sapmıştır..

Bu, şöyle olmuştur:

Yüce Hak, o kimseye; ilâhî olan gayb âleminde, her şeyin
kendi arzusu olduğunu göstermiştir..

Hem de, müşahede yolu ile.. açık bir şekilde..

Kul, orada bu hale sahib olduğunu görünce;
aynı şeyin bu şehadet âleminde de  olmasını istemiştir..

Ne var ki, bu olamaz.. Çünkü o durum, zatî özellikler arasında sayılır.
Bunu sezememiştir..

İşte.. anlatılan talebi yerine gelmeyince, o aynen gördüğü müşahedeyi inkâr etmiştir..
Gerisin geri dönmüş ve kalbinin sırçası kırılmıştır..

Bu müşahededen sonra Hakkı da inkâr etti. Onu bulduktan sonra yitirdi..

K U D R E T..

SIFATLAR TECELLİSİ içinde bazıları bu KUDRET sıfatı tecellisine geçer..

Bu geçiş sonunda, tümden eşya onun kudreti ile olmaya başlar..
Ama gaybî âlemde.. gizlice..

Aynı âlemde bulunan, onun model varlığında olur..

Bu tecellide bir yükselme kaydedip ilerlerse.. ondan da öteye geçerse..
gizli tuttuğu şeyler, kendisine görünmeye başlar..

Hem de açıktan.. zâhir..

Bu tecelliye nail oldum ve orada:

–  Salsala-i ceres..
Adı ile bilinen zil sesini duydum.. Onu duyunca bu yapım dağıldı..
terkibim çözüldü..

Resmi varlığım yok oldu..
İsmim de silinip gitti..

Karşılaştığım bu halin şiddetinden eski bir sergi bezi haline geldim..
Âdeta bu bez; yüksek bir ağaca asılı gibi idi..

Şiddetli esen rüzgâr ondan parça parça koparıp götürüyordu..

Artık bu halimde, hiçbir şey görmüyordum..
Ancak gördüğüm: Gök gürültüsü ve şimşeklerdi.. Nurları yağdıran buluttu..
Ateş dalgalandıran denizlerdi..

Yer gök birbirine karıştı..
Bu halde ben: Kat kat katmerli zulmet içindeydim..

KUDRET tecellisi böylece sürüp gidiyordu.. meydana gelen hadiseler,
birbirinden daha kuvvetli idi..

Benim için açılan yollar, alabildiğine uzuyordu..
Taa, Celâl ismi yüce köşke çarpıncaya kadar; böylece sürüp gitti..

Taa, cemal devesi hayal iğnesi deliğinden geçinceye kadar..

Bundan sonra, en yüce manzara açıldı.. Sağ el dahi böylece bağlandı..
İşte o zaman: Eşya tekevvün etti.. Amâ’ hali gitti..

Bütün bu olanlardan sonra, Cudî üzerine gemi oturdu..
ve.. şu nida geldi:

–  “Ey yer ve sema, isteseniz da istemeseniz de geliniz..
Dediler ki:

–  İsteyerek gelmişiz..”   ( 41 / 11 )

Şu şiiri yukarıdaki manalar üzerine söyleyen söyledi:

Nasıl dilersen öyle tasarruf et zamanda;
Sen Mevlâsın biz dahi kullarız varlığında..

Bu kılıcı da düşmanların boynunda sıyır;
Kılıcın çeliktir; sözü geçer düşmanlarda..
İster bağışla, istersen tut cimrilik olmaz;
Arzun kadar da yaparsın cömertlik babında..

Yakınlık saadetini verdiğin yaklaşır;
Şekavette attığın  da kalır uzaklarda..

Dilediğine arzularını yerinde yap;
Dilediğini hakir kıl, eremez murada..

İstersen bağladığın çözülmez düğümü çöz;
Çözdüğünü de bağlarsan, kalır bağlarında..

Sakın, hükümdeki cezadan hiç korkmayasın;
Başkası yoktur ki, hepsi kılıcın altında..

Melekût senindir, mülkün dahi sultanısın;
Ceberutta senindir, hep saadet katında..

Sonra, arş-ı mecid sana aziz bir mekândır;
Belli edersin, etmezsin de kürsü katında..

Aşağıda sıra ile anlatılan haller, hep bu KUDRET sıfatı tecellisi bölümüne girer..

Meselâ:
Tasarruf ehli zatların yaptıkları himmet bu tecelli çeşidindendir..

Hayal âlemi bu tecelli babında sayılır.. Keza, o hayal âleminde, benzeri olmayan
harika acaib işler hep bu tecelli icabıdır..

Üstün büyü , yine bu tecelliden gelir..

Cennet ehlinin, cennette arzu ettikleri şeylerin diledikleri gibi olması
bu tecellinin sonucudur..

Muhiddi b. Arabî Hz. eserinde anlattığı:

–  Âdem’in tıynetinden kalan, semseme-i bakıyye..
Acaibatı bu tecelli iledir..

Su üzerinde yürümek, bu tecelli iledir..
Havada uçmak, yine bu tecelli icabıdır..

Azı, çok yapmak; çoğu da, azaltmak vb. harika sayılan işler
hep bu tecelli icabıdır..

Ey kardeşim, Anlatılan manadan yana mahcub olma..
Bütün bu olanlar bir çeşitten ibarettir..

Gösterdiği yüzlerin şekillerine göre değişmektedir..

Saadet ehli olanlar, onunla saadeti bulmuştur.. Tard olanlar,
yine bu yoldan şekavete girmiştir..

Bu manaları anla..

Burada sana bazı işaretlerde bulundum..
Müşkil manalı cümlelerin sırlarını gösterdim..

Eğer bunlara karşı bir vukufun olur; orada bir durak makamı alırsan;
saklı, gizli kader sırrına muttali olabilirsin..

İşte o zaman; bir şeye:

– O l..
Dersen, o şey olur..

O, öyle yüce Allah’tır ki, emri KÂF ile NUN arasındadır..

<– geriileri –>

Check Also

İnsan-ı Kamil – Abdûlkerîm Ceylî

             İnsan-ı Kamil                                 Abdûlkerîm Ceylî              Bu eserden beklenen odur ki; Salik için , en ...