David Eagleman’ın 2009’da yaptığı UP Experience’daki (Benzersiz Kişilerle Benzersiz Deneyimler) Konuşması 2009

Bugünkü konuşma Üstadlarından (MC) bir tanesi olan nörobilimci,
Baylor College’ın Tıp Bölüm’ünde profesör, yakın bir arkadaş…
Bayanlar, Baylar, karşınızda Konuşma Üstadı (MC) Dr. David Eagleman…

Evet, bugün burada size en favori konularımdan biri olan “İnsan beyni” hakkında konuşmak istiyorum. Vaktimi bu konuda çalışarak geçiriyorum. 3 pound ağırlığında
olan beyin, sizi siz yapan umutlarınızı, hayallerinizi, özlemlerinizi herşeyi kapsıyor. Bu organın içinde hepsi. Neil burada bazı sayıları toplamış. Dolayısıyla biraz bu sayıları inceleyelim… Beyinin sadece dış kabuğu olan kortekste 10 milyar nöron bulunuyor.

Nöron tıpkı vücudunuzdaki başka bir hücre gibi, içinde tüm genomun bulunduğu bir çekirdeğe sahip, inanılmaz derecede karmaşık. Tek bir nöron nerdeyse Huston şehri kadar karmaşık! Milyonlarca protein trafiğine sahip ve bundan 10 milyar kadar var.

Görünüşe göre yoğun bir ağ içinde, her bir nöron, komşusu ile 10 bin adet bağlantıya sahip.Dolayısıyla  sahip olduğunuz şey yaklaşık 100 trilyon bağlantı ve bu sadece beynin yüzeyinde olan!

Bu şu anlama geliyor: Eğer beyin dokusundan bir milimetre küp alırsanız, oradaki bağlantının sayısı Samanyolu Galaksisindeki yıldız sayısından fazladır. Dolayısıyla bu aşırı derece karmaşık olan sistem ve bir şekilde, bu şey sizin gerçekliğinizin temelini oluşturmakta. Gördüğünüz ve inandığınız gerçeklik buna dayalı. Mesela görme.. gözlerinizi açarsınız çaba sarfetmeden renkleri ile tüm dünya oradadır.

Ama gerçekte beynin 1/3’i görüntüyü, bu görsel illüzyonu şekillendirme ile uğraşır.
Bu gerçeklik değil, beynin görmeyi oluşturmasını anlamanın bizim için zor
olmasının sebebi, bir balığın suyu tarif etmeye çalışması ile aynı!

Su haricinde hiç bir şey görmemişsiniz ve bu yüzden de suyun ne  olduğuna dair bir kavrama sahip değilsinizdir. İşte aynen bunun gibi gerçeklik de bizim için böyle.
Sudan bir kabarcık çıkar, ve biz hemen “hey komik bir şeyler oluyor”deriz.

İşte nörobilimcilerin yaptığı şey budur.Nörobilimciler işte bu kabarcıkları bulmaya çalışıyor, gerçekliğin yerini bulmaya çalışıyor, ve bu yapmaya çalıştığımız şeyi pek karşılamıyor sa da .. dolayısıyla görsel illüzyonlarla ilgili bir örnek verelim… tüm görmenin bir illüzyon olduğundan yola çıkarak gözleriniz ne kadar dikkatli.

Bir örnek olarak “kenardan görme”yi ele alalım… Dışkenarınızın odağı felakettir tıpkı buzlu banyo camından dışarı bakmak gibi. Orada çözünürlük yoktur. Ama yine de tüm dünyanın odakta-açık ve net olduğuna dair bir illüzyona sahipsinizdir.

Neden? Çünkü merkezi görüşünüzü dolaştırdığınız her yer odaktadır!ve bakmak istediğiniz neresi olursa oraya merkezi görüşünüzü odaklıyorsunuz. Dolayısıyla tüm dünyanın odakta-açık ve net olduğuna dair bir yanılsamaya sahip olursunuz. Ama gerçekte değildir!ve daha da kötüsü, görme dünyanızın kenarları vardır. Muhtemelen tüm hayatınız boyunca görme sahanızın kenarları hakkında hiç düşünmemişsinizdir.

Şimdi yapmak istediğim şey, şimdi burnuma bakın, parmaklarınızla şunu yapın, ve parmaklarınız yavaş yavaş arkaya doğru hareket ettirin ta ki onları görmeyene kadar. Burada parmaklarınızı görüyorsunuz, burada göremiyorsunuz. Görüyorsunuz değil mi?… Dolayısıyla soru şu: parmaklarınız nerede burada? Onlar hiç bir yerde.
Onlar karanlıkta değiller. Onlar sadece orada değiller!Çünkü sizin
görme alnınızın kenarının arkasına geçtiler.

Görsel dünyanın 360 derece etrafınızda olduğu izlenime sahip olmanızın nedeni, bir şeye bakmak istediğiniz,o şeye oraya doğru dönüp bakmanız ve onu görüşünüzün
bir parçası yapmanız. Etrafınızdaki herşeyin odakta olduğu illüzyonu sadece işin
birinci evresi. 2. Evre ise, Gözlerinizin bir kamera gibi olduğunu düşünseniz
bile gözüne çapan çoğu şeyi görmüyorsunuz! Kamerayı unutun!:)
ne olup bittiğine dair çoğu şeyi görmüyorsunuz.

Şimdi size 2 fotoraf göstereceğim. A ve B fotorafı.Sizden istediğim şey bu ikisi arasındaki farkı gördüğünüzde elinizi kaldırmanız.Farkı gördüğünüzde sakın yüksek sesle söylemeyin sadece elinizi kaldırın. Bir çift insan… Aranızdan bazılarınız sınıfta kalıyor!!:) Tamam. Görmeyenleriniz için: Çiftin arkasındaki parmaklığa bakın…
bir kademe kadar yukarıda bir tanesi. Retinanızın önündeydi bunca
zaman ve siz görmediniz! J Şu ana kadar pek iyi gitmediniz.

Bir şans daha… Buradaki A ve B resimlerine bakın. Farkı gördüğünüzde elinizi kaldırın. Çok az insan kaldırıyor. J Tamam… Umarım ara verildiğinde birer kahve içersiniz!:) Tamam sadece 9 tonluk jet motoruydu! Çok az insan görebildi. O zaman bu ne demek oluyor: retinanıza çarpan çoğu şeyi görmüyorsunuz demek! Dolayısıyla görme kamera gibi bir şey değil. Görmedeki hile kafanınızın içindeki içsel aktiviteden. İçsel meydana gelen aktivite ile sizin gördüğünüzü düşündüğünüz bir dışarda bir dünya modeli algılanıyor ve o model gözden içeri giren çok az bir data tarafından modüle ediliyor, ayarlanıyor ve iş, görme için gözünüze ihtiyaç duymadığınız bir hal alıyor. Uyuduğunuz her seferde, rüya görüyorsunuz. Gözünüz kapalı ve siz canlı rüyalar görüyorsunuz. Neden? Çünkü bunun gözlerle ilgilisi yok. Bunun beynin içindeki içsel deneyimle ilgisi var, bu yeniden oluşturulmuş, canlandırılmış içsel aktiviteyle ilgili. İşte görme bununla alakalı. Kamera gibi bir şey değil. Görme gerçekten de beynin oluşturması.

Ne demek istediğimi size bir iki örnek daha vererek anlatmak istiyorum…. Bir şeye gözünüzü dikip baktığınızda bile, hiç bir şey değişmiyorsa, beyniniz size gerçeklikle örtüşmeyen belirli bir çeşit bilgi söylüyor olabilir. Dolayısıyla burada bu yüzey, diğer yüzeye göre daha koyu değil mi? Yanlış! Hayır değil!. Aslında ikisi de tamamen aynı renk ve bunun böyle olduğunu kendinize kanıtlamanın yolu,ikisi arasındaki çizgiyi kapatmanız. Göreceksiniz ki bu durumda ikisinin rengi de tamamen aynı. Eğer bana inanmıyorsanız, parmağınızı bu araya tutun ve burayı kapatın. İki yüzeyinde aynı olduğunu göreceksiniz. Öyle değil mi? Eğer ışıkölçeri alıp, bunun üzerinden geçirsem, göreceksiniz ki her ikisinden gelen aynı sayıda foton olduğunu göreceksiniz. Ama buradaki meyil yüzünden, beyniniz tüm yüzeydeki  aydınlatmada bir tarz ayrıma gidiyor. Bunu beynin neden yaptığı benim bugünkü üstünde duracağım şey değil. Buradaki nokta; “hakikat” dediğiniz düşündüğünüz gibi bir şey olmamalı…

Size başka bir örnek vereceğim. Burada buradaki damalı bir tahta var. A Karesi ve B karesi. Size bu ikisinin aydınlatma açısından tıpa tıp aynı olduğunu söyleseydim bana inanır mıydınız? Bir beyaz diğeri siyah gözüküyor. Öyle değil mi? Ama gri bir kare alıp, oraya koysam göreceksiniz ki iki karede birbiri ile aynı. Her ikisi de tamamen aynılar. Burada olan şey;beyninizin yaptığı gölgeme, aydınlatma, durumları varsayımdan dolayı, aslında tamamen aynı olan olayı farklı kılıyor.

Şimdi bir şeye gelmek istiyorum.Beyaz rengi nasıl belirlediğimiz konusuna gelmek istiyorum.Bunu gibi tamamen temel olan bir şeye gelmek istiyorum. Bu konuda pek iyi değilsiniz belki ama beyin en beyaz şeyi alıyor ve onu referans noktası yapıyor ve buna “beyaz” diyor. Ama ekran üzerine daha da beyazını koysam, beyininiz bu seferde: “Aaa, bu beyaz. Diğerine beyaz derken ne düşünüryordum acaba?”der.
ve daha da beyaz bir tane koysam. Bu sefer beyin: “Beyaz bu ve diğerleri
başka bir şey der.” Beyaz olan basit bir şey bile ekranda, beynin
şekillendirmesidir ve bu şeyler anında değişebilir.

Hakikat hakkındaki ilginç şey, onu bize sunulduğu şekli ile kabul etmemiz. Duyularımızın bizi nasıl beslerse bizim asıl gerçeklik kabulümüz o olur. Hindsitan’da çektiğim bir
resim var burada ve eğer renk körü iseniz, bu sizin gerçekliğiniz. Eğer renk görüşünüz var ise, o zaman bu, şu şekilde gözükecektir.Şimdi bildiğimiz bir şey de: Kadınların %10’unungözünde bir çeşit ekstra renk reseptörü vardır.Bunun anlamı, bizim göremediğimiz renkler onların görmeleri ve beyinlerinin şekillendirmesi ve ben size bunların hangi renkler olduğunu söyleyemem. Çünkü bunları adlandıramıyoruz,
Bunları size açıklayamam. Çünkü tıpkı renk körü olup, renkli bir dünyayı
göremeyecek olacağınız gibi, biz de bunları göremiyoruz. Eğer bir bal arası olsanız,
ve mor ötesi ışınları görüyor olsanız, o zaman bize bu şekilde gözüken çiçek, şu şekilde farklı gözükecek. Çiçekler bal arılarının gördüğü ve bizim
göremediğimiz mor ötesi aralığında sinyal yollarlar.

Burada çabuk bir sorgulama var. Bence bu noktayı düşünmek ilginç: Hiç düşündünüz mü: Kör olmak nasıl bir şey olurdu? Pek çok insan şöyle düşünüyor olabilir:  Muhtemelen gözünü kapamak gibi bir şey olurdu.Bir karalığın olması ve senin dışarda hiç bir şey görmemen gibi… Aslında öyle değil. Bunu gibi bir şey değil. Eğer kör iseniz, karanlık değil, siz bir şey görmüyorsunuz. Ellerinizin burada arkada olması  ve
hiçliğin olması gibi bir şey. Görüntü yok, karanlık yok. Hiçbirşey yok.

Burada size bunu göstermek istiyorum… Kantazısı bir köpek olduğunuzu düşünün ve tüm dünyanız kokuya dayalı. Bu hayvanların inanılmaz koku alma yetenekleri vardır ve bu yüzden tüm dünyaları kokudur. Şimdi hayal edin siz kantazısı bir köpeksiniz ve insan olan sahibinizi takip ediyorsunuz ve bir noktada iz takip ederken durup diyorsunuz ki: “zavallı ve zayıf burunuylabir insan olmak nasıl bir şey olurdu? O burunda kokuya ait herşey sahip olmalılar,o burnun karalığı içinde koku olmalı.” Tabii ki bizde bu yok. Biz bize sunulan hakikati kabul ediyoruz. Bize verilen ne olursa olsun, başka herhangi bir şey düşünmeden alıyoruz. Tabii kör insanlarda olan da aynı şey, onlar da görmeyi görme dışında bir şey olarak hiç düşünmüyorlar.

Renk gibi bir şeye baktığınızda, çoğunuz belki biliyorsunuz ama renk, dışarı dünyada mevcut değildir.Renk diye bir şey yoktur. Tek sahip olduğumuz şey, nesnelerin üstünden yansıyıp, gözümüze gelen elektromanyetik ışınım diye adlandırdığımızdır ama renk mevcut değil ve tek sahip olduğunuz şey farklı ışınım özellikleri olan bu radyasyon, bunu farklı dalga boylarıdır ve burada olna şey, beyninizin bunu yorumlaması. Şimdi bu şuna getiriyor bizi: Sizin özel  subjektif-yanlı renk deneyiminiz benimki ile yanı olması gerekmiyor. Ben içsel deneyimimde “kırmızı” dediğimde, sizin dediğiniz “kırmızı” ile aynı olması gerekmiyor içsel olarak. Atalarımızın bize kırmızı rengi etiketlemeyi öğrettiği şekli ile ancak biz kırmızı konusunda dış dünyada anlaşabilir, bu kırmızıyı paslaşabiliriz birbirmizle. Benim fikrimle ilgili hafif bir spekülasyon yaplımıştı. Laboratuvarımda çalıştığım şeylerden bir tanesi, insanların hakikati nasıl farklı gördükleri.

Aslında bugün konuşacağım konunun bu kısmı değil ama bunu Q & A TV programında konuşmak isterim. Ama burada üstünde durmak istediğim konu: renk beynin şekillendirmesi ki bu beynin dış dünyadan data-ışığın dalga boyunu topluyor ve bu topladığı önemli data içerdiği için de anlık algısal deneyim oluşturuyor. Neden bunu yapıyor? İşte nedeni… Diyelim ki siz, farklı ışık dalgaboylarını görebilen ve dünyanızda gördüklerinizi de farklı sayılarla etiketleyen uzaydan gelen bir canlısınız.

Şöyle diyebilirdiniz: Bu 355, bu 226 gibi…öyle değil mi? Aslında iş bu durumdan bizim daha avantajlı olmamız şekline dönüyor… Anlık algısal deneyime sahip olarak, ağaçtaki olgun meyvaları ve çalıların arkasında saklanan yırtıcı hayvanı belirleyebiliriz. Dolayısıyla yaptığınız şey…hakikat açısından ele aldığınızda,  dünyadaki  çok
gelişmiş bir datayı alıp, sahip olduğunuz ve yaptığınız anlık deneyime çabucak aktarıyor olmanız. Bununla ilgili size bir benzetme yapacağım…

Bu yazı Çin’in Chin Hong eyaletinde konuşulan yeni Tai Lu dilinden bir cümle.
Eğer Yeni tai Lu dilini konuşuyorsanız, bu cümle size bir şey ifade edecektir.
Ama konuşmuyorsanız, o zaman sizin için bu gelişigüzel sembollerdir, bazı anlamı olan gelişigüzel bir datadır ama sizin için değil . Bu da İran’ın kuzeydoğusunda konuşulan Baluçi dilinden bir cümle. Bu cümle Baluçi dilinde en komik şakalardan bir tanesi.
Ama hiç biriniz bu dili bilmediği çin gülmüyorsunuz ve rastgele çizim gibi geliyor size…

Eğer Eski Sümerlilerden olsanız, burada bir aşk şiir olduğunu okuyabilirdiniz ama yine burada rastgele çizim var gözükmekte, korkamayın sizin genetik geleceğinize bir şey olmaz bu yazıda bir büyü yazmıyor. Size bir tane daha örnek göstereceğim. Tamamen rastgele sembollerden oluşmuş bir seri ve eğer İngilizce konuşan birisi iseniz, o zaman bu cümleyi rastgele sembollerler olarak niteyelerek aynı tepkiyi vermeyeceksiniz.
Ama Yeni Tai Lu, Baluçi ya da Eski Sümer dilini kullanıyor olsaydınız, onlarınkinin
size anlmasız gelmesi gibi, onlara da bu anlamsız gelecekti.

Dolayısıyla buradaki nokta, beyin bu belirli bir takım yazıbirimini öğrenmesinden dolayı size anlamlı geliyor… beyninize takılan,işlenen ve diğer anlamsal ağ oluştmasına
neden olup ve bunu çıktısına sahip olan sizin için doğrudan anlık deneyim oluyor.

Burada beyin hakkında düşünülecek olan bir şey var…beyninizin içinde olan şey, milyarlarca nöron, elektriksel ve kimyasallar sinyallerin işleyişi… Divas World Productions’dan güzel bir müziği dinlerken beyninizin içi  karanlık ve sessizlik voltu
ile kaplıdır. Beyniniz bunu görmüyor ya da duymuyor. Ondan beyninizin aldığı şey
bu ve bir şekilde bu “ aaa ne güzel bir müzik parçası bu böyle” şeklindeki
güzel bir müziğe ya da buna benzer bir şey halindeki bir deneyime dönüşüyor.

Bu nasıl oluyor? Bu, nörobilim açısından  en zor sorulardan bir tanesi ve sadece yüzeysel olarak birşeyler bulabiliyoruz ama bize açık ve net gözüküyor olan şey,
beynin bunu nasıl yapacağını öğrenmesi gerekiyor olduğu. Beyin bu elektriksel sinyallerle dış dünyada ne olup bittiği arasında bir bağ kurmayı öğrenmesi gerekiyor. Burada demek istediğim şey, görme işini bedavadan öğrenemezsiniz. Görmeye öğrenmeniz gerekmekte. Muhtemelen bizler bebekken görmeyi öğreniyoruz ve bunu hatırlamıyoruz, bu hatırayı günümüze kadar taşımıyoruz. Ama yetişkinlerin nasıl görmeyi öğrendiklerine dair örnekler var.

Şimdi size bir örnek göstereceğim. Bu adamın adı Mike May. Kendisi 3 yaşındayken kimyasal bir patlamaya maruz kalmış ve bunun neticesinde kör olmuş. Hayatını kör bir adam olarak yaşamış ama bu onu başarılı bir iş adamı olmaktan ve ayrıca alp disiplini kayak yapmaktan alıkoymamış. Hem de sadece herhangi bir alp disiplini kayakçı olmayıp, Görme Özürlüler Alp Disiplininde Dünya Şampiyonu da olmuş. Burada saatten 40 mil hızla gidiyor eğitim alanında kayıyor… Mike 35 yaşındayken, korneasını düzeltip, gözlerden ışığın tekrar geçip beynin arkasına ulaşabileceği yeni bir cerrahi teknik olduğunu öğreniyor ve tekrar görmek için bu operasyonu oluyor.

Bu operasyondan sonra çekilen bir fotoraf, operasyondan bir gün sonra ve burada Mike’ın çocukları var ve fotorafçı bu dokunaklı anı yakalamak istemiş. Ama problem gözüken şey, Mike’ın neyete baktığını bilmemesiydi!Gözleri şimdi iyi çalışıyordu, sinyalleri beynin arkasına iletiyordu  ama beynin bu sinyalleri nasıl yorumluyacağı hakkında hiç bir fikri yoktu! Mike oğlunun yüzüne bakıyordu ve tüm olan şey beynin bu geniş aktivite çerçevesinde bir anlam oluşturamamasıydı. Çizgiler, dokular, şekiller vardı ve görmeyi beceremiyordu! Niye? Çünkü görmek o kadar kolay, bedava değil. Görmeyi öğrenmeniz gerekiyor! Dolayısıyla oğlunun yüzüne bakıyordu ama beyni sanki Yeni Tai Lu dilini anlamaya çalışıyormuş gibiydi, beyin ne gödüğünü anlamıyordu, anlamlandıramıyordu. Sadece bir örnek, Mike koridorda yürüyordu… bilirsiniz koridorda yürürken duvarlar birbirine paraleldir, ve görsel olarak baktığınızda bu paralellik birbirine yaklaşan doğrular şeklindedir ve beyni bunu anlamlandıramaz, beyni bunları nasıl birleştireceğini bilemez. Dolayısıyla olan şey, Mike 2 hafta boyunca bu çizgiler arasında gidip geldi ve bu garip çizgilere bakıp durdu ve sonunda beyni bunu nasıl yapacağını öğrendi. Sizin gelişigüzel dizilmiş gibi gözüken bir dili öğrenmeniz de aynı yolla olur… ve beyni nihayet, nihayet “işte bu benim oğlumun yüzü”diyene kadar etrafındaki geniş çaptaki sinyalleri nasıl anlamdıracağını öğrendi.

Beyin datadan ibarettir. Eğer beyne data sokarsan ve bu datanın dış dünya ile bağlantısı kurulusa, beyin bir şekilde bunun nasıl anlamdıracağının yolunu bulur. Bu gerçekten de ilginç bir tahmin oluştuyor… beyne biz datayı ekleyebiliyoruz ve beyin bu şeyleri nasıl algılayacağının bir şekilde yolunu mu buluyor oluyor? Cevap: evet. Bu arada inanılmaz bir alet var. Adı: Sonik Gözlükler. Bunlar görme özürlü insanlar tarafından kullanılıyor. Bunun kullanım şeklinde, alına bir video kamera konuyor, videodaki sinyaller kulağa aktarılıyor.Alçalma ve yükselme açısı değiştiriliyor. Onlar kamera ile yürürlerken, , iniş-çıkışlı sesler kulaktan gelmektedir ve bu şekilde şeyleri algılarlar-görürler… Bunu gibi… Dolayısıyla, yürüyorsunuz ve sesler sürekli kulağınıza geliyor ve masaya falan çarpmadan yürüyorsunuz ve 2 hafta sonra yürümeyi öğreniyorsunuz. Bu görsel bir deneyim haline geliyor. Bu kulağa tamamen garip geliyor olabilir. Ama hatırlayın, bizim görsel deneyimimiz elektriksel kimyasal sinyallerin beynimize ulaşması, görsel sinirlere çarpmasından başka bir şey değil! Aynı şekilde datayı bu sefer yolluyorsunuz duyma sinirlerine yolluyorsunuz. Aynı şey… Sadece gerçeklik oluşturması beynin bilgiyi elde edip, derlemesinden ibaret. Bunun sadece duyma sinirlerine gitmesi gerekmiyor.

Burada bir versiyonunu görüyorsunuz. Kameramız var, bu alnınızda ufak derecelerde noktasal gridlere dönüşüyor, minik koktail şeklinde ve siz alnınızla görmeyi öğreniyorsunuz ve Donanmada bunu derin dalgıçlar ile yapıyor. Alınlarında mor ötesi sinyal beslemeli  video ve dillerinde elekrodlarla dalgıçlar kopkoyu sulara dalıyorlar
ve bu şekilde dilleri ile görmeyi öğreniyorlar. Bu şeyler tamamen çılgınca değil mi?
Bu beni bir fikre yöneltti… O da, beyin o kadar çok adapte edilebilir ki,
siz rahatlıkla herhangi bir sistem beyne sokabilirsiniz.

Doğa ananın evrimsel zaman ölçüleri ile nasıl çalıştığını anlayalım. Biraz fazla teknik ama size benim MPH model adını veridiğim şeyi göstereyim. Şu anda görmekte olduğunuz. Asıl olarak bizler plug-in/ekle ve çalıştır sistemleriyiz. Doğa ana bizler için yeni donanımsal aletler sunmakta. Elektromanyetik ışınsal sensörler ya da kulak kompresyonu- basınç ölçeri, dalga sensörleri ya da sıcaklı yada basınç sensörleri bizlere sunduğu dahice çözümlemelerdir. Her seferinde yeniden bir bilgisayar icat edecek değildir ya! Doğa anın yapacağı şey evrimsel zaman süresi boyunca yeni donanımlar sunmaktır. Her seferinde bir tanesi ile ortaya çıktığında, o yeni tercihi beyne ekliyor ve çalıştırıyor ve beyin de bununla ne yapacağını buluyor.

Dolayısıyla hayvan alemine baktığımızda her çeşit garip donanım görebiliyoruz. Bu resimde gördüğünüz bir yıldız burunlu köstebek. Bu baktığınız burnu ve burunu 20 tane parmağa sahip. Bu hayvan karanlık tünellerde yaşar ve bu 20 tane parmağı ile hisseder. Bu gerçekten de garip bir donanım öyle değil mi? Öyle olsun. Köstebeğin beyni çalıştırıyorsun ve o da nasıl yapacağının yolun tespit ediyor ve tabii zehirli piton yılanı, ciltlerindeki bu izlerle ısıyı algılarlar, sadeec kuşları ve böcekleri değil ayrıca inekler gibi daha büyük hayvanları derideki reseptörlerle, dünyanın manyetik
alanı ile etkileşime girerek algılarlar.

Bu çok havalı bir donanım değil mi? Manyetik duyuyu çalıştır ve sonra bunu kullanmaya alış… dolayısıyla soru şu: Hakikati incelerken, Earny ve Saharol bana sormuşlardı “Bundan sonra ne var?”diye.. bunu düşünürken, sadece doğa ana bize donanım eklemiyor da biz kendimiz de donanım ekleyebilirsek ne olur? Bu bizi şuna getirdi.. beyin 2.0 .. dünyanın geleceğinin gideceği yön.. Fikir şu: Korkteks o kadar uyarlanabilir ki, herhangi bir çeşit bilgiyi alıp, herhangi bir yeni tarz donanımı beyne ekleyebiliriz. Tabii başlangıç olarak, elektromanyetik spekturumda görebilmek için birazcık daha  genişleme yapabiliriz ve bu yolla bal arıları gibi mor ötesi ışınları ya da yılanlar gibi kızılötesini algılayabiliriz ve hatta daha da genişletebiliriz… Cep telefonu sinyalleri, radyo, TV sinyalleri.. bunların hepsi elektro manyetik varyasyonlar. Görülebilen
ışık dediğimi şeyle aynı ama sadece farklı dalga boyları… ve biz bunları
görmeye başlayabiliriz.

Tabii bir başka yapabileceğimiz şey,  borsadaki, hava durumu datasını doğrudan beyne eklemek, borsayı hakikatten algılayacak, takip edecek bir algıya sahip olmak.. işte bu mutmelen gelecekteki halimiz. Bana göre sadece 6. Hissi elde etmeyip, 7., 8., 9., 10. hislere de ulaşacağız.Öyle değil mi?İşte gidişat muhtemelen bu yöne doğru gidiyor. Data ekleyebilirsin. Bu sanal gerçeklik makinası değil mi? Bu araya data kabloları ekleyebilirsin ki optik sinirler, duyma ile ilgil siniler de data kabloları değil mi? Kendimizi bile oraya ekleyebilir ve değişik  bir hisse sahip olabiliriz! Sudaki balığın hakikatı nasıl algıladığına dönersek, muhtemelen gelecekte olacak şey, kendi suyumuzu kendimizin yapacağı, ne çeşit bir su istersek onu yapabileceğimiz ve belki de matrixde yaşabileceğimiz! Dolayısıyla gidişat buna doğru… Evet bu konuda söyleceklerim bunlar ve burada yapılan  hayatlarımıza dair benzetmeler, umarım size sunulan ve  sizin kabul ettiğiniz gerçeklik konusunda sizi düşünmeye sevk etmişimdir. Şimdi sizler balık akvaryumunun-havuzunun limitlerini gördünüz. O zaman bunu ötesinde neler olduğunu bulmaya çalışın! Çok teşekkür ederim.

Check Also

Bunu anladığınızda Tüm Hayatınız Değişecek – Bruce Lipton