Uzaydan mı geldi Allâh Rasûlü?…
Uzayda mı yaşadı? Uzaya mı gitti?… Bizim geldiğimiz yerden gelmedi mi? Bizim yaşadığımız Dünya’da yaşamadı mı? Bizim kimimizin gidip, kimimizin de sırasını beklediği yere gitmedi mi? Size nefislerinizden Rasûl geldi ki o Azîz’dir… Sıkıntıya düşmenizi asla istemez; size çok düşkündür… Bu hakikâte imân edenlere Raûf ve Rahîm’dir… Kim mi? Elbette Allâh Rasûlü! Ötede, Uzay!… Ötede, fermân yollayan Tanrı!… Ötede, Tanrı postacısı peygamber!… Ötede… Ötede… Ötede… Peki ya sizdekiler? Ötelerden, karşındakine getiremezsen; içindekini nasıl göreceksin? “Felçliyim, kaldır beni” diyorsun; oysa, bacaklarında yürüyecek kuvvet var; kullanmıyorsun!.. “Sen, sendekini açığa çıkar da, aş ateşi”, diyorlar… “Geçir beni ateşten” diyorsun!… Ateş senin kafanın içindeyken; seni nasıl dışarıdaki, olmayan ateşten geçirebilirler? Allâh Rasûlü’nün RAÛF ve Rahîm olduğu belirtilirken; sen niye hâlâuzaydan bir Raûf ve Rahîm bekliyorsun, uzayından beklemek yerine? Sen ey uzayı bilmez!… Uzayından habersiz!… Lâfta, “ben” deyip; öteden himmet bekleyen uzaylı… En muhteşem örnek Allâh Rasûlü açık seçik önünde dururken; niye O’nun yaşantısını örnek alarak sorunlarını çözmezsin de, hâlâ birilerinden himmet bekleyerek günlerini tüketirsin? O böyle hareketlerle yüzebiliyorsa, niye ben de aynı hareketlerle yüzmeyeyim, diyerek, kendini, okyanusun olmasa da, denizin sularına atmazsın!?. Ömrün kumda oynayıp; yüzenleri seyretmekle; dedikodularını yapmakla mı geçecek? “OKU” diyenin mi yok, okuyamıyorsun!… Yoksa, hâlâ harfleri heceleyip; anlamını bilmediğin kelime sesleri çıkararak, “OKU”duğunu mu sanıyorsun? Hâlâ, “oku”nası bir sistemin karşısında olup; “OKU”man ve gereğini yaşaman zorunluluğunu, farketmeyecek misin? Galaksinin ya da evrenin bir ucundan, ferman yollayıp buradaki postacısına, onunla hükümlerini tebliğ eden; komutlarını tutanı görünmeyen uçan dairelerle Cehennem’e uğratmadan Cennet’ine yollayıp; emirlerini tutmayanları da Cehennem’ine sevkedecek olan Tanrı ve zevklerivarsayımına daha ne kadar şuursuzca inanıp bağlanacaksın? Atalarının sapık din anlayışına uymanın, insanı ne kadar büyük pişmanlıklara sevkedeceği, defalarca tekrarlanmıyor mu Kur’ân-ı Kerîmde? Kur’ân meâlleri, o meâli yazanın, okuduğundan anladığı kadarıdır! Kur’ân değil! Yazdığım yazıların pekçok cümlesinde, en azından iki mânâ mevcut olduğu halde; üstelik pekçok cümlesi de daha fazla anlam ihtivâ ettiğinden, yabancı dile çevirisi, hiç bir zaman Türkçe’de içerdiklerini içermediği halde; nasıl olur da, Allâh vahyi olarak Rasûlü’nden açığa çıkan cümleler, okuyanın anlayabildiği kadarıyla ve tek bir anlamla kayıtlanmış hâliyle, “Kur’ân” diye kabul edilebilir?… Ve dahi bu çeviriyle, kulluk edilir? Arapça olmayan Kur’ân ile tapınılır! Arapça olan Kur’ân ile kulluk edilir… Aradaki farkı anlayamayan anlayışı sınırlılar ile anlayışı kıtlara yeniden ortaokula başlamaları tavsiye edilir! Asıl işâreti anlamayanlar, çevirilerde, o derinliği vermeyen kelimelerle, Kur’ân-ı Kerîm’in farkettirmek istediklerini, bilerek veya bilmiyerek örtmüşlerdir maalesef, günümüze kadar uzanan şekliyle… Farsça olan “namaz” değil; Kur’ân-ı Kerîm’deki kullanımıyla: “salât”! Farsça olan “Namaz” kelimesi “salât”ın vermek istediklerini içermez!… O yüzden de “kılınır” olmuştur! “Ötedekine bir tür tapınma” anlamınadır namaz! Namaz kılanların(!) çoğunluğu da, esas amacın farkında olmadığından Tanrıya tapınır! “Salât”, yönelerek amacına ulaşmaktır!… “ALLÂH Adıyla İşaret Edilen”e olur!… Allâh’a yönelişin sonunda ancak, müminin mirâcı olan salât gerçekleşir! Allâh Rasûlü, “namaz”ı değil, “salât”ı tavsiye etmiş; Kur’ân, namazı değil, “salât”ı teklif etmiştir! Amaç, Tanrının huzurunda başını toprağa koyarak onu şereflendirmek(!) değil… Özünde de bulunan Allâh’a yönelerek, secde ile, indinde hiçliğini yaşamaktır… Birincisi tapınmadır, namazdır; ikincisi kulluk ve salât! Birincisi ötendeki Tanrıya dır; ikincisi hakikatın dahi olan Allâh’a… Yani, birincisi ötendekinedir; ikincisi hakikâtine! “Lâ ilâhe”yi anlamamış olanların, “illAllâh”ı kavrayıp; Allâh’a, Allâh Rasûlüne, vahiy olan Kur’ân ‘a iman etmeleri çok zor olup; Allâh’ın, kendi Esmâsıyla yarattığı sistem ve düzene uyan-uymayan sorunu ile karşı karşıya olduklarını farketmelerine bile imkân yoktur! Artık lûtfen farkedin ki, tüm sorunların kökeninde, yok olduğu açıklanan “tanrı-tanrılık” kavramı ile “ALLÂH Adıyla İşaret Edilen”in kendi Esmâsıyla var kıldığı “Sistem ve Düzen” arasındaki farkın, farkedilmemesi yatmaktadır! Sorunlarımızın hepsi, bu temeldeki farkı kavrayamamaktan kaynaklanmaktadır! Hücrelerimize kadar işlemiş genetik veri tabanlı tanrı varkabûlünden arınıp; “ALLÂH Adıyla İşaret Edilen”in, hiç değilse, tanrı olmadığını bile anlayamamaktan ileri geliyor bu! Ne olduğunu anlayamıyoruz; bâri ne olmadığını kavrayabilsek! “ALLÂH Adıyla İşaret Edilen”in tanrı olmadığını idrâk edemediğimiz içindir ki, “Peygamber” düşünüyoruz; yukarıdaki tanrıdan mesaj alan! Hiç anlayamıyoruz “Allâh”ın “peygamber”i değil, “Rasûllüğü”nün ne olabileceğini! Yine aynı yüzden anlayamıyoruz; Kur’ân-ı Kerîm‘de bize teklif edilen hususların, uygulamamız hâlinde hangi mekanizmayı devreye sokup, bize neler kazandıracağını; ya da uygulamamamız hâlinde hangi sebeple nelerden mahrûm kalacağımızı! Kolayımıza da geliyor, ötede var, sandığımızın üstüne yükleyivermek! O yaptı!!!… Anlama özürlülerinin “göktanrı” kavramına dayalı “meâl”leri yerine ne zaman “OKU”yacaksınız “orijini”?
15.11.1998
|
Tags ahmed hulusi allah rasülü mazeret kurtarmayacak namaz peygamber salat sistemi okumak