Kıyamet, Ahiret !

Kıyâmet ne zaman?

Bunun hakkında dinî kaynakların hiçbirinde herhangi bir zaman, verilmemiştir. Verilmediği için,
şu anda bizim de burada bir şey söylememiz câiz olmaz!..

Belli hadîslerden faydalanarak; kıyâmet koptuğu anda, dünyada yaşamış olan bütün insan ruhlarının o ortama özel bir beden ile dünya üzerinde olacağını; dünya üstünde hepsinin bir araya geleceğini; cehennemin
melekler tarafından çekilerek getirilip, bütün dünyayı kuşatacağını, dünyanın üzerinden,
cehennemi aşıp cennete ulaşacak biçimde bir köprü oluşacağını; bu geçitten
insanların geçebilenlerinin cennete ulaşacağını; geri kalanların da
cehenneme düşeceğini söyleyebiliriz.

Şimdi köprü denince aklımıza hemen bir boğaz köprüsü geliyor!.. Ya da başka türlü bir köprü mü kurulacak?

Hadiste de Hz. Rasûlullah insanlara o meseleyi anlatabilmek sadedinde misâl veriyor,

“Köprünün üzerinde çengeller vardır. Meselâ bir kişi dünyada namazını kılmamışsa namazla ilgili çengel uzanır, o kişiyi yakalar cehenneme atar veya oruç eksiği varsa, orucunun eksiği dolayısıyla o kişiyi
kapar oruç çengeli, cehennemde cezasını çeker ve sonra cehennemden çıkar” diyor.
Buradaki tâbir bir mecâzi anlatım!

Meselâ şöyle, ben bunu size anlatmaya çalışayım. İkinci dünya savaşı sonrasında Amerika’lılar Berlin’e hava köprüsü kurdular ve hava köprüsü ile pek çok yiyecek giyecek ve insan taşıdılar. Şimdi “hava köprüsü” deyince, aklınıza Boğaziçi köprüsü gibi bir köprü geliyor ve Amerika’dan Berlin’e kadar böyle bir köprü kurulmuş!.. Hayır!.. Amerika’dan Berlin’e uçaklar sürekli çalışarak, oraya gerekli ikmali yaptılar!..

Bunun gibi, dünyanın üzerinden de insanlar kendi çalışmalarına göre elde ettikleri kuvvetleri kadar bir güçle kaçmaya başlarlar. Çünkü dünya, o anda cehenneme gidiyor, Güneşin içine girecek; Cehenneme
düşecek insanlar dünyadan kaçacaklar; herkes kendi gücüne göre kaçacak.

“Sıratı geçenlerin kimisi şimşek gibi geçer, kimisi deve hızıyla geçer, kimisi koyun hızıyla geçer, kimisi at hızıyla geçer, kimisi de sürüne sürüne geçer” diye târif ediyor Hz. Rasûlullah. (Bunların hadislerini de
göreceğiz daha sonra).

Başka türlü nasıl anlatılır, o devrin insanını bir düşünün. Peki buradaki hâdise ne?..

Herkesin belli bir rûhâniyeti var; o ruhundaki enerji dolayısıyla, yani belli kaçış gücü dolayısıyla; kimisi yerçekiminden kendini kolaylıkla soyutlayıp hızla fırlayabilecek, kimisi de çok büyük güçlüklerle yükselebilecek.

Şimdi şu da bilimsel bir gerçek!

Daha önce îzah ettiğimiz üzere güneş belli bir süre sonra, bugünkü hacminin 400 katı büyüyerek Dünya, Merkür, Venüs ve Mars’ı içine alacak, güneşin yüzeyindeki hararet 6000-6500 derece eriyor,
su gibi oluyor! Dünya Güneşin içine girerse ne olur?.. Su gibi erir akar mı?

Zaten Hz. Rasûlullah de hadîste,

-“Cehennemin içine düşünce, dünya eriyip su damlası gibi buharlaşır” şeklinde târif etmiyor mu?

Bir su damlası gibi kalmayacak mı dünya?

Güneşin bugünkü, hali dünyanın 1.303 bin katı büyüklüğünde!..
O gün en az 400 milyon kere daha büyük olacak dünyadan!..

Dünyanın manyetik çekim alanından kendini kurtaramayıp da cehennem sınırları içinde sürünenler eğer bu çekim alanının ilk anlarındaysalar; yanlarından geçenler tarafından çekilip götürülmeye çalışılacak.

Fakat o kurtulma hâlini, gücünü hiç elde etmemiş olanlarda ebedî olarak güneş çekiminin içinde kalacaklar.

Peki böyle bir şey var mı? Yâni söz konusu olabilir mi?

Bugün uzayda “kara delikler” adı verilen ölmüş güçlü yıldızlar var. Bunlar, hacim olarak, bir ay kadar olmalarına rağmen, civarlarından geçen bir Jüpiter kadar veyahut ta ondan daha büyük. Güneş gibi
koskoca bir kütleyi alıyor yutuyor, hazmediyor içinde yok ediyor!.. Ve bana mısın da demiyor!..

Bunun gibi, insan ruhlarının da karşılaşacağı, “cehennem” adı verilen bu korkunç durumdan
kendilerini ebedî olarak kurtarabilmeleri mümkün değil!..

Eğer şu anda dünyada belli çalışmalar yapıp da belli bir rûhâniyet, belli güç elde edemezse insan,
bunun neticesi olarak, kendilerini oradan kurtarabilmeleri ebedî olarak mümkün değil!..

Ondan sonra cehennem böylece geçilebilirse eğer.

Tabiî biz burada haşir sahasında olacak olaylara değinmiyoruz!.. O da ayrı bir konu!
Geçebilirlerse eğer; cennete gidiyorlar.

Cennete girecek en düşük mertebeli bir insana, bu dünyanın on misli büyüklüğünde
bir dünya verileceği söyleniyor hadîste.

Uzaydaki, galaksideki yıldızların en küçüğü o, bundan daha küçük yıldız yok!.. Hattâ daha da büyük
belki de; Hz. Rasûlullah “mübalağa zan olunur” diye, o kadarla yetindi.

Cehennemin gerçek şiddetini, Hz. Rasûlullah. anlatmamıştır!.. Zira bu anlattığı kadarıyla bile, “cehennemin korkunçluğunu” insanlar kavrayamamakta ve “olamaz böyle şey” demektedirler!

Eğer hakiki boyutlarıyla anlatmaya kalksaydı, zaten kimse kabul etmezdi!

Gerçekte çok daha korkunç bir şey!..

Cehennemde, ölüm diye bir şey yok!..

Cehennemde değil; ölüm tadıldıktan sonra, herkes için ebediyen ölüm, diye bir şey yok!..
Yok olmak, “yok olup gitmek” diye bir olay söz konusu değil!..

Zira, esas olarak, senin ana yapın ruh dediğimiz dalga yapı. Manyetik yapının yok olması, söz konusu değil artık!.. Ve bu manyetik yapının, bulunduğu ortama göre yoğunluk kazanarak oluşturduğu terkib,
çeşitli şekillerde zedelenebilir, bozulabilir, değişebilir, fakat ortadan kalkmaz!..

Çünkü o terkibin aslı, dalga bedendir!.. Hologramik dalga yapı olduğu için, bozulmaz!

Bu neye benzer?.

Bunun misâlini de rüya âleminden verelim. Rüyada ölüyorsun. Sonra, rüya içinde gene yaşamaya başlıyorsun! Yani, Rûhâni yapıda ölmek diye bir şey yok!.. Manyetik yapı için, ölmek diye bir şey yok!..

Dolayısıyla cehennemdekiler binlerce defa ölürler sanırlar ve binlerce defa ölmeden yaşarlar!

-Onlar için acıklı sonsuz birer ıstırap vardır’ diye târif edilmesinin sebebi budur.

Buna mukabil Cennetler dediğimiz diğer âlemlere gidenlere, yani diğer yıldızların boyutsal derinliklerine gidenlerse kendilerinde mevcut rûhânî kuvvetlerle; ki bu rûhânî kuvvetlerde ilâhî isimlerin mânâlarına dayanıyor. İlâhî isimlerin mânâlarını ortaya koyup gerçekleştirme kâbiliyetini kendilerinde bulacaklar!..
Çünkü bu ilâhî mânâların gereğini, ortaya koyabilmede, dünyada bir güçlük var!

Bir madde beden oluşması var! Şu madde beden, senin her düşündüğünü bilfiil ortaya koymanı çok güçleştiriyor.

Ama cennette lâtif bir yapı!. Lâtif bir yapı olması nedeniyle de her düşündüğün, tahayyül ettiğin şey anında gerçekleşiyor!.. Ve böylece, cennet hayatı onlar içinde ölümsüz olarak, ebedî olarak sonsuza dek devam eder!

İşte “bâ’su bâdel mevt“in, yâni ölüm denen madde bedenin terkinden sonra hayatın devamı ile
ilgili olarak kısaca söyleyebileceklerimiz bunlar!..
Ölümötesi yaşama dair izaha çalıştığımız hususlardan sonra; bu hayata dair Hazreti Rasûlullah salla’llâhu aleyhi ve sellem neler anlatmış. Biraz da onları dinleyelim kendi ağzından. Bu bölümde naklettiğimiz
hadîsler çeşitli hadîs kitaplarından derlenmiştir:

Ebû Hüreyre radıya’llâhu anh’tan şöyle demiştir: Öteki beriki,

Yâ Rasûlullah, kıyâmet gününde biz rabbimizi görecek miyiz? diye sordular.
Aleyhisselâtu vesselâm Efendimiz Hazretleri de mukabeleten;

– Ayın 14. gecesi rüyete mâni hiçbir bulut yokken ayı görmek hususunda şek ve ihtilaf eder misiniz?..
diye sual buyurdu.

-Hayır ya Rasûlullah, denince tekrar,

-Rüyete mâni hiçbir bulut yokken güneşi görebileceğinizde şek ve ihtilaf eder misiniz?.. diye sual buyurdu.

– Hayır ya Rasûlullah!.. dendi.

Bu arada Ebû Saidi Hudrî’nin rivayetinde de;

-Güneşi öğle üzeri ve ayaz ve önünde hiçbir bulut yokken görmek için itişip kakışmaya, birbirinize
zahmet vermeye hâcet görür müsünüz. şeklinde açıklama yapmıştı.
Sonra buyurdu ki;
– İşte O’nu siz böylece apaçık göreceksiniz. Kıyâmet gününde insanlar haşrolacak, (yani bir araya toplanacak.)Kıyâmet gününde Nâs’ın Seyyidi benim bu da bilirmisiniz neden?.. Çünkü o gün Allahü Teâlâ
ve Tekaddes hazretleri evvelin ve âhirin hepsini dümdüz bir toprak üzerinde öyle bir
sûrette cem edecek ki kendilerini çağıran çağırıcı, ayrı ayrı her birine sesini
duyurabilir. Onlara bakan basar, ayrı ayrı herbirine nüfuz edebilir.

Bu arada ibn-i Mes’ûd radıya’llâhu anh Beyhakî’deki rivâyetinde;

Nâs haşrolduklarında, 40 yıl gözleri semâya dikilmiş olarak dururlar. Kendilerine hiçbir kimse tek
bir kelime söylemez. Bu esnada -GÜNEŞ’ başlarının ucunda kendilerini yakar ve berru fâcir
herkes ter deryası ta boğazına çıkıncaya kadar hep bu halde kalırlar.

Ve nihâyet Taberânî rivayetinde;– Kıyâmet gününde adam vardır ki ter kendisini boğacak dereceye çıkar. Ya Rab cehenneme atmakla olsun bari beni rahatlandır der. Hâliyle mahşer yeri tasvir edilir.

Bu arada Müslim’de şu izahat vardır.

-Halk o gün amellerinin miktarına göre tere batmış bulunacaklardır. Kiminin ter aşıklarına; kiminin dizlerine kiminin böğürlerine kadar çıkacak. Kimini de ter (Rasûlullah salla’llâhu aleyhi ve sellem Efendimizin
mübârek elleri ile ağızlarını göstererek), gemliyecek!. (yani boğacaktır.)

Diyerek daha da açık ve tafsilatlı anlatmıştır.

Bu arada Ebu Said Hudrî’den gelen rivayetle bu bekleyiş şöyle açıklığa kavuşturulur:

– Bu vukûf’un (duruşun) azâbı mü’min hakkında o kadar hafifletilecek ki ancak farz
namazlardan biri kadar sürecek.

Veya bir diğer rivayette,

-Güneş gurub için ufuktan sarkıp gurub edinceye kadar o gün mü’min hakkında gündüzün
bir saatinden daha kısa da olacak! müjdeleri de var.

-İşte bundan sonra Rabbimiz Teâlâ ve Tekaddes Hazretleri her kim neye tapıyor idiyse
onun ardına düşsün buyuracak.’

Bu arada ibn-i Mes’ûd rivayetinde Hz. Rasûlullah şöyle buyuruyor:

-Sonra gökten bir münâdî şöyle nidâ eder. Sizi yaratan, size sûret veren size rızkını veren
Rabbiniz iken dönüp başkasına ibadet ve muhabbet etmenize mukabil, ilâhî Adaleti
gereği içinizden her kulu taptığının ardına düşürmek değil midir?

Evet öyledir!.. Cevabını aldıktan sonra,

– Her ümmet dünyada iken taptığının yanına gitsin! diye ilân edilir.

Bu arada Ebû Hüreyre’nin rivayetinde de şöyle ilâve var:

Hak Teâlâ ve Tekaddes Hazretleri kullarından birini karşısına alıp,

“Ben seni tekrim etmedim mi? Evermedim mi? Mahlûkatımı sana teshir etmedim mi?” diye soracak. O da;

“Evet Ya Rab!” diyecek. Bunun üzerine O da;

-Sen beni vaktiyle unuttuğun gibi, ben de şimdi sana aldırmayacağım!

buyuracak.

Hak Teâlâ ve Tekaddes Hazretleri bir üçüncüsünü de karşısına alacak, bu kimse,

“Ya Rab ben sana, kitabına, Rasûlüne imân ettim, namaz kılmış, oruç tutmuştum” diyecek.
Hak Celle ve âlâ Hazretleri de,

-Haydi senin bu davana şahit ikâme edelim.. buyuracak.

Derken, o kulun ağzı mühürlenip azayı bedeni aleyhine konuşmaya başlayacak… İşte bu münâfıktır!..
Ondan sonra da biri şöyle nidâ eder,

-Herkes dünyada iken kime, neye inanıyor tapıyorsa onun peşine gitsin. Artık kimisi güneşin,
kimisi ayın, kimisi de diğer putların peşine düşüp gidecek.

Bu arada ashabı salip yani Haç’a tapanlar, salibleriyle; putperestler putlarıyla; her mâbudun
âbideleri de kendi mabûdlarıyla beraber gider!”

Nitekim ibn-i Mes’ûd rivayetinde;

-Onlara ibadet etmiş oldukları şeylerin timsâli görünür, beraberce onlarla giderler. Nitekim:

-Siz de Allah’tan başkasına ibadet ettikleriniz de cehennemi tutarsınız!.. buyurulur.

Ve böylece yalnız bu ümmet içlerinde münâfıklar olduğu halde oldukları yerde kalırlar. Bu arada Allahû Teâlâ Sübhanehü Hazretlerinin gayrına ibadet etmiş olanlardan, cehenneme atılmadık hiçbir kimse kalmaz!..

Nihayet fâcir olsun, hak üzere kalan ehli kitabın geri kalanı olsun, Allahû Azze ve Cellehu hazretlerine
ibadet etmiş olanlardan başkası kalmayınca, Yahûdilerin bir takımı çağrılıp; kendilerine,

-Siz kime tapardınız?’ diye sorulacak.

-Biz Allah’ın oğlu Üzeyir’e tapardık’ diyecekler. Bunun üzerine onlara denilecek ki,

-Siz yalan söylüyorsunuz. Allahü Teâlâ hiçbir eş ve oğul edinmiş değildir. 
Şimdi söyleyiniz istediğiniz nedir?’ Onlar da,

-Ya Rab pek susadık bize su ver’ niyâzında bulunacaklar. Bu talep üzerine

-Haydi su başına gelmez misiniz? diye kendilerine işâret vaki olacak. Onlar da bir araya getirilip
Nâricahim’e doğru sevkedilecekler.

O Cehennem ateşi ki; onların nazarında yalımları birbirini kırıp geçiren serap gibi görünecek
ve onu su zannedip bir diğeri ardınca ateşe dökülecekler.

Sonra Hıristiyanların taifesi çağrılıp kendilerine “Siz kime tapardınız?” diye sorulacak.

-“Biz Allah’ın oğlu Mesih’e tapardık” diyecekler. Bunun üzerine onlara da denilecek ki,

-Siz yalan söylüyorsunuz!.. Allahû Teâlâ hiçbir eş ve oğul edinmiş değildir. Şimdi söyleyiniz istediğiniz nedir?..’

Onlar da;

-“Ya Rab pek susadık bize su ver!..” niyâzında bulunacaklar.

Bu talep üzerine:

-Haydi su başına gelmez misiniz”… diye kendilerin işaret vâki olacak.

Onlar da bir araya getirilip, nârıcahime doğru sevk edilecekler. O nârıcahim ki onları nazarında yalımları birbirini kırıp geçiren serap gibi görünecek ve onu su zannedip yekdiğeri ardınca ateşin için dökülecekler.

Allahû Tebâreke ve Teâlâ bundan sonra kalan mü’minlere evvela onları inandıklarından bir başka sûretle gelip;

-“Ben sizin Rabbinizim” buyuracak. Onlar da o tecelli ile tanımayacakları için,

-“Senden Allah’a sığınırız!.. Rabbimiz gelinceye kadar bizim yerimiz burasıdır, bir yere ayrılmayız!…
Rabbimiz geldiğinde biz onu tanırız!” diyecekler.

Allahu Azze ve Celle Hazretleri onlara bu defa tanıdıkları bir sûrette gelip;

-Ben Rabbinizim!’ buyuracak. Onlar da:

-“Sen bizim Rabbimizsin” diyecekler. Ve Allahû Teâlâ’nın onları davet buyurması üzerine ona tâbi olacaklar.

Bu arada başka bir açıklama:

-“Ya siz ne bekliyorsunuz?” dendiğinde;

-Her ümmet ibadet ettiğinin ardına düşsün! buyuracak. Onlar da;

-Ey Rabbimiz biz dünyada iken, seni tanımayan, ibadet etmeyen insanlardan, kendilerine en ziyade muhtaçken dahi, ayrılıp semtlerine uğramazdık, onlarla görüşmezdik!’ diyecekler.

-Biz şimdikinden ziyade kendilerine muhtaç iken dahi, dünyada onlardan ayrılmıştık; onlarla hareket etmedik; şimdi nasıl olur!? Biz münâdinin, her kavim vaktiyle ibadet ettiği neyse ona kavuşsun!.. diye seslendiğini işittik. Onun için rabbımıza intizâr edip, O’nu bekliyoruz.

Cenâb-ı Rabbül Âlemin onlara, iki veya üç kere:

-Ene rabbiküm! (ben sizin rabbınızım).’ buyuracak.

Fakat onlar hepsinde de,

-Senden Allah’a sığınırız!.. Allah’a bir şeyi şirk koşmayız!..’ diyecekler.

O derecedeki, bazıları imtihanın şiddetinden rücû eder gibi olacak. Nihâyet;

-Rabbınızı tanıyabilmeniz için aranızda bir âlâmet var mıdır diye sual buyrulacak ve

-“Evet” diyecekler. Evet cevabı üzerine -keşfi şak’ olacak ve kendiliğinden, Allah’a secde etmiş her kim varsa secde etmeye tarafı ilâhiden kendisine izin verilecek. Riyâ olarak secde etmiş olan münâfıklarınsa sırtlarını Allahû Teâlâ tahta gibi kaskatı kılacak, bunlar secdeye davrandıkça sırt üstü düşecekler. Mü’minler sonra secdeden başlarını kaldırdıklarında Rabbı müteâlilerini ilk defa gördükleri sûrete dönmüş bulacaklar. o zaman:

-“Ene Rabbiküm” buyurduğunda

-“Ente Rabbena” (evet sen bizim rabbimizsin) diyecekler.

Ebû Hureyre radıya’llâhu anh şöyle nakletti:

Rasûlullah salla’llâhu aleyhi ve sellem’den şöyle işittim:

-“Kıyâmet gününde kulun fiîllerinden hesap vereceği ilk şey namazdır!.. Eğer tam ve sahih olursa kurtulur
ve gayesine ulaşır. Eğer bozuksa mahrum olur, hüsrana düşer!.. Şayet farzlardan eksikleri var ise.
Rabbi tebâreke ve teâlâ

-“Bakın, kulumun nâfileleri var mı?..” der.

Farzlardan eksik kalanı böylece tamamlanır.

Ve sonra sâir ameli bu minvâl üzere olur.” (Tırmizî)

Bu hadîs-i şerîf esasen sünnet mi kılmalı-kaza mı kılmalı tartışmalarını kökünden kesip atan çözümü bildirmektedir.

Kişinin esasen üzerine farz olan 17 rek’ât namazdır; ki bunlar, 2 rek’ât sabah, 4 rek’ât öğle, 4 rek’ât ikindi, 3 rek’ât akşam, 4 rek’ât yatsı namazlarıdır; bir de 3 rek’ât vitrin gerekliliği söz konusudur. Bunların dışındaki “Sünnetler” diye bilinenler ve diğerlerinin tamamı “nâfile- yararlı” namazlar sınıfına girer.

Öyle ise farzların dışında kılınan tüm namazlar ister “kaza” diye niyetlenilsin, ister “sünnet” diye niyetlenilsin, hep aynı işi görmektedir.

Dolayısıyla neticede hep aynı yolda çıkacak bir iş için, şöyle veya böyle olmalı cinsinden tartışmalara girmekancak meselenin özüne vâkıf olmamaktan dolayı ortaya çıkan bir hâldir ki, ehline de bu durum açıktır.

Namazdan sonra, kişi tüm yaptıklarının hesabını bu devrede verir; neticelerini görür.

İşte bundan sonra cehennemin tam ortasına sırat köprüsü kurulacak.

Ümmetini en evvel oradan geçirecek olan benim!” Müslim’deki rivayette;

Sonra cehennemin üstüne köprü kurulur ve şefâata izin verilir ve “ilâhî bizi selâmette bırak, selâmette bırak” diye duâ edilir. Sırattan en evvel geçmek ümmeti Muhammediye aittir. Sonra bu münadi “Muhammed nerede” diye nida edecek. Bunun üzerine Rasûlullah Sallallâhu Aleyhi ve Sellem ayağa kalkıp, iyisi, fâciri hep
birlikte olmak üzere bütün ümmeti de arkasına düşecek ve köprünün yolunu tutacaklar.

Allahü Teâlâ o zaman düşmanlarının nuru basarlarını ellerinden alacak ve bunlar sağlı sollu cehennemin içine sapır sapır dökülecekler. Ve yalnız Nebî Ekrem Sallallahu Aleyhi ve Sellem ile Sâlihler necat bulacaklar.
Nitekim Rasûlullah:buyurduktan sonra:

Ümmetler bize yol açacaklar. Biz de âzâmızdaki abdest eserlerinden dolayı, yüzlerimiz nurlu, ellerimiz ve ayaklarımız sekili olarak geçeceğiz. Ümmetlerde bize baktıkça bu ümmetin hep enbiya olmasına az bir
şey kalmış diyeceklerdir. O gün Rasûllerden başka hiçbir kimse konuşamaz ve kelâm edemez.
Rasûllerin de o günkü kelâmı “İlâhi selâmet ver”den ibaret olacak.

Sıratın yanına gelince Allahû Azze ve Celle Hazretleri her birine de bir nur verir. Sıratın yokuş yerini aşıp da
tam düzlük yerine geldiklerinde, münâfıkların nurlarını Allah alır. Münâfıklar mü`minlere,

-Aman bizi bekleyin nurunuzdan biraz iktibas edelim” derler. Mü’minler de:

-Ey Rabbımız, nurumuzu daha ziyade tamamlayıp, parlat” niyazında bulunurlar.

O sırada hiçbir kimse hiçbir şeyi aklına getiremez. Sırat üzerinden geçilirken; mü’minlerin kimi göz kırpacak zaman içinde, kimi şimşek gibi, kimi rüzgâr gibi kimi kuş gibi, kimi alayörük cinsi
at ve deve gibi süratle geçerler. Onlara,

-Nûrunuzun miktarınca kurtuluşa koşun!” denir.

İbn-i Mes’ûd, sürati aşağıda sıraya koyar:

-Göz açıp kapaması kadar; bir şimşek hızı; bir meteor, yıldız süzülüşü, rüzgâr, at hızı, deve hızı süratleri; sonra, nuru yalnız ayaklarının başparmağında olarak verilen kimsenin yüzükoyun yürüyerek elleri ve ayakları ile emeklediğini ve bir kolunu çekse öteki kolunu, bir ayağını çekse öteki ayağının takıldığını ve
kurtuluncaya kadar da ateşin yanlarına çarptığını anlatır.

-Cehennemde sadan dikenlerine benzer çengeller vardır. Sadan dikenlerini hiç gördünüz mü? Evet, işte bu çengeller sadan dikenlerine benzerler. Ancak şu var ki ne kadar büyük olduklarını ancak Allahû Teâlâ bilir.
İşte bunlar insanları kötü amellerinden dolayı kapıp alırlar.’

Bu arada kimi koşarak, kimi yürüyerek geçer; derken sonuncuları karın üstü sürünerek gider de,

-Yarab beni neden bu kadar geç bıraktın? der. Cenâb-ı Rabbül Âlemin de,

&

-Seni geç bırakan senin, kendi âmelindir, buyurur. Nitekim Sûre-i Tahrim’de,

-Mü’minlerin nurları önlerinden ve sağ taraflarından yürür’, mü’minler

-Yarabbi şu nurumuzu daha ziyade tamamlayıp parlat bize mağfiret et, derler.

Nitekim Sûre-i Hadid’de de şöyle anlatılır:”O günde münâfık erkekler ve kadınlar iman edenlere

-Aman bizi bekleyin de nûrunuzdan biraz iktibas edelim’ derler. Lâkin kendilerine,

-Geri dönün nuru orada arayın’ denilir. Bunun üzerine mü’minlerle münâfıklar arasında kapısı olan bir sur kurulacak ki kapının içi rahmet, dışı da azâbtır”!.

-Münâfık ve mü’min bunların her birilerine birer nur verilir sonra yine ardına düşerler. Cehennem köprüsü üzerinde birtakım çengeller ve dikenler vardır ki; Allah’ın dilediği kimseleri yakalarlar. Derken
münâfıkların nurları söner. Sonunda mü’minler kurtulur.

70 bin kişi olan ilk zümre dolunay gibi nurlu geçip kurtulurlar. Hiç hesap da görmezler. Onlardan sonra
gelenler gökyüzündeki en parlak yıldız gibidirler! Sonra diğerleri de böylece geçerler.

Sıratın her iki yanlarında asılı duran çengeller vardır ki, kimi yakala denirse onu yakalamaya memurdurlar.

Bu çengeller:
-“Cehennemin etrafı şehvetlerle arzularla sarılmıştır” diye işâret buyurulan şehvetlerdir. İstek ve arzulardır. Bu istek ve arzular sıratın yan taraflarına konmuştur. Her kim onlara aldanırsa cehenneme düşer zira onlar cehennemin çengelleridir denir. İşte kötü amelleri dolayısıyla helâk olurlar.
Kimisi hardal gibi ezim ezim edildikten sonra ancak necat bulurlar.

Yâ Rasûlullah köprü nedir? diye sorulduğunda buyurdu ki,

-Üstünde çengeller bulunan kaypak bir şeydir! Kulağıma çalındı ki sırat kılıçtan keskin, kıldan incedir. Bunların kimi sapasağlam ve olduğu gibi kurtulurlar, kimi tırmıklar içinde perişan olarak salıverilirler, kimi de
cehennem ateşi içine sapır sapır düşerler. Nihâyet sonuncuları sürüklene sürüklene geçer ve
kurtulur. En nihâyet Allahû Teâlâ ve Tebâreke hazretleri kulları hakkında hüküm ve kazayı
abdini icra ve ikmal edip rahmeti ilâhisiyle ehli ateşten dilediklerini cehennemden çıkarmaya
meşiyeti rahmânisi taalluk ettiğinde, melâkiye kirâma, rahmeti ilâhiyeye nâiliyetleri murad olanlardan;

-“Allah’a şirk koşmamışlardan, Lâ ilâhe illallâh diye şehâdet etmişleri cehenemden çıkarın”’ diye ferman buyrulur.

Onları varlıklarındaki, bedenlerindeki secde eserlerinden tanırlar ve öylece çıkartırlar.
Allahû Teâlâ secde eseri yerlerini mahvetmeyi cehennem ateşine haram kılmıştır.

-Nefsim yed-i kudretinde olan Allah’a yemin olsun ki, bugünkü günde apaşikâr olmuş, hakkını kurtarmak için hiçbirinizin yalvarıp yakarması, o dehşetli günde âsi mü’min kardeşleri
arasından çıkıp kurtulan mü’minlerin, kalanlar için Cebbar-ı Zül Celâl Hazretlerine
yalvarıp yakarmasına benzemez. Kurtulanlar o zaman diyecekler ki;

-Ey Rabbimiz bu kalanlar bizim kardeşlerimizdir. Bizimle beraber namaz kılar, oruç tutar, hac eder
ve hertürlü ameli sâlihada bulunurlardı.’ Cenâb-ı Hak Teâlâ ve Tekaddes Hazretleri de,

-Haydi gidin, kalbinde bir dinar ağırlığında iman ve yakîn olan her kimi bulursanız çıkartın.

Hak Teâlâ onların sûretlerini yakmayı ateşe haram edecek. Artık bu şefaat ediciler, kimi ayağının üstüne, kimi yarı inciğine kadar ateşe gömülerek içeriye dalmış bulacaklar.
Tanıdıklarını çıkarıp dönecekler. Sonra Hak Teâlâ,

-Haydi bir daha gidin, kalbinde yarım dinar ağırlığında iman ve yakîn olan her
kimi bulursanız çıkarın.’

Buyuracak. Yine böyle olanlardan tanıdıklarını çıkarıp dönecekler. Sonra Hak Teâlâ:

-Haydi bir daha gidin kalbinde zerre ağırlığında iman ve yakîn olan her kimi bulursanız
çıkarın buyuracak. Yine böyle olanlardan tanıdıklarını çıkaracaklar.

Nitekim eğer bu dediğime inanmıyorsanız dedi Said-i Hudri; ilâve etti âyeti.

Hâsılı Nebî ve Rasûller , melekler, mü’minler şefâat etmiş olacaklar derken Cebbar-ı Müteal artık sıra benim şefaatime geldi buyuracak. Nâs’ın hesabını görmekten fariğ olur ve ümmetimden
geriye kalanları ehli-nâr ile beraber cehenneme sokar, Cenâb-ı Hak. O zaman ateş ehli,

-Siz dünyada iken Allah’a ibadet edip ona hiçbir şeyi şirk koşmadığınızın sanki size ne faydası oldu?.. derler. Cehenneme girmiş olan diğerleri, bu namaz kılıp oruç tutan mü’minleri görünce:

-Siz şirk koşmuyordunuz ama bunun ne faydası oldu!.. Gene girdiniz işte cehenneme!.. diyecekler. Bunun üzerine Cebbar-ı Müteal:

-İzzet ve Celâlim hakkı için onları ben cehennemden azâd edeceğim!” buyurup, göndereceklerini onlara gönderecek ve o zavallılar oradan çıkarılacaklar.

Bundan sonra Allahû Azze ve Celle:

-Melekler şefaat ettiler, Nebi ve Rasûller şefaat ettiler, mü`minler de şefaat ettiler!..
Şefâat etmeyen bir Erhamür Rahimiyn kaldı!.. buyuracak.

Ve bundan sonra, dünyada iken hiçbir hayır işlemeyip de cehennemde kömüre dönmüş
birtakım kimseleri çıkaracak.

Cennetin yolları üzerinde olup, Hayat Nehri diye tanımlanan bir nehrin içine kendileri daldırılacak. Artık Nehri Hayattan, inci gibi güzel olarak çıkıp, boyunlarında mühür halkalar gibi altınlar asılı duracak;
ki ehli cennet onları, o alâmet ile tanıyıp,

“İşlemiş amelleri hayırları olmadığı halde imanlarından dolayı Allah’ın cennete ithal
ettiği âzatlıları bunlardır
” diyecekler. Hak:

-“Cennete girin gözünüzün görebildiği her ne varsa sizindir” buyuracak.

– Ey Rabbimiz sen âleminden hiç kimseye vermediğin bir ihsanda bulundun bize!.. diyecekler.

En nihâyet cennet ile cehennem arasında, yüzü ateşe dönük bir kimse kalır ki,
o cennete girecek cehennem ehlinin sonuncusu olur.

-Ne olur Yâ Rab, yüzümü şu ateşten döndür. Kokusu beni zehirleyip duruyor, beni yakıyor!..
diyecek. Böylece adam yalvarıp duracak. Cenâb-ı Hak ona buyuracak ki:

-Peki bu senin dediğin yapılırsa, acaba başka bir şey daha istemeyecek misin? O ise,

-İzzetine yemin olsun ki hayır! diyecek. Allahû Teâlâ meşiyeti ilâhiyesi taallûk eden ahdü misakı verecek ve onun yüzünü cehennem tarafından cennet tarafına döndürecek. Yüzünü cennete doğru döndürünce cennetin güzelliğini görecek, önce bir süre istemekten hayâ ettikten sonra,
Allah’ın dilediği bir süre sükût ettikten sonra,

-Ya Rab ne olur beni cennetin kapısına yanaştır. demeye başlayacak. Allahû Teâlâ’da;

-Evvelce istediğinden başka bir istekte bulunmayacağına dair bana yemin etmemiş, söz vermemiş miydin?diyecek. O da;

-Ya Rab mahlûkatının en badbahtı ben olmayayım, n’olur? diye yalvarmaya devam edecek.
Bunun üzerine Allahû Teâlâ:

-“Bunu verirsem başka bir şey istemeyeceksin, söz mü?” diyecek. O da,

-“İzzetine yemin olsun ki başka bir şey isteyecek değilim” cevabını verecek. Ve Rabbının dilediği ahdi misâki verdikten sonra Rabbı onu cennetin kapısına yanaştıracak. Cennet kapısına varıp da ondaki revnak ve letâfeti içindeki nedret ve sürûru görünce gene Allah’ın dilediği kadar bir süre utancından sustuktan sonra:

-Ya Rab n’olur beni içeri sok! diye başlayacak. Allah da;

-Allah layığını versin behey ademoğlu sen ne sözünde durmaz kimsesin. Sen verdiğimden başka
bir şey istemeyeceğine dair daha evvel söz vermemiş miydin?’ diyecek. O da,

-“Ya Rab mahlûkatının en bedbahtı ben olacağım” diyecek ve tekrar duaya, niyaza devam edecek. Allahû Teâlâ da ona gülecek ve cennete girmesine izin verecek. Bunu söylerken Rasûlullah,

-“Benim niçin güldüğümü sorsanıza..?” dedi. Dedi ki: Rasûlullah Aleyhi ve Sellem de böyle güldü,

-Sen Rabbülâlemin iken benimle istihza mı ediyorsun dediğinde Rabbülâlemin’in hâline güldüm.
Çünkü Cenâb-ı Rabbülâlemin,

-Benim seninle istihza ettiğim yoktur. Lâkin ben dilediğime kâdirim! buyurdu. Ve Cennete girince, “temennî et” denecek; o da uzun uzun temennîlerde bulunacak; nihayet dilekleri kesilince
Cenâb-ı Hak; şunu da iste, bunu da iste, şunu da iste buyuracak; ki bu şeyleri Allah
aklına getirecek. Nihâyet dileklerinin tamamı kesilince, Allahû Teâlâ da,

-Bunların hepsi, bir o kadarı daha senin olsun! buyuracak.

Bu arada izah ediyor;

-Ben ehli nârın, ehli ateşin cehennemden en son çıkacak ve ehli cennetin cennete en son girecek olanını biliyorum. Bu o kimsedir ki cehenemden emekleye emekleye çıkar. Cenâb-ı Hak Teâlâ Hazretleri
ona cennete gir buyurur. O kimse cennete varacak ve görecek ki cennet dopdolu kendisine
yer kalmamış. Dönüp,

-Ya Rab ben cenneti dopdolu buldum’ diyecek. Cenâb-ı Hak ona:

-Git cennete gir” buyuracak. O kimse yine cennete varacak, cenneti yine dopdolu bulacak. Dönüp,

-“Ya Rab ben cenneti dopdolu buldum” diyecek. Cenâb-ı Hak ona:

-Git cennete gir. Dünya kadar ve dünyanın on misli kadar yer sana aittir” buyuracak.

Rasûlullah Sallallâhu Aleyhi ve Sellem gerideki dişleri görününceye kadar tebessüm etti, sonra,

-Ehli cennetin en aşağı menzil ve mertebe sahibi işte bu kişidir, buyurdu.

Rasûlullah Aleyhisselâtı vesselâmdan:

-Ehli cennetin en aşağı makam ve menzileti nedir?

diye sual oldu. Rabbı cevaben buyurdu ki;

-Bu öyle bir kimsenin makamıdır ki; o kimse ehli cennet, cennete ithal olduktan sonra gelir. Ona cennete gir denilir. O ise,

-Ey Rabbim herkes kendi menziline yerleştikten alacağını aldıktan sonra, bu nasıl mümkün olur? der.
Cenâb-ı Rabbül âlemin ile onun arasında şöyle bir muhavere olur:

-Dünya padişahlarından bir padişahın mülküne benzer bir mülke nâil olsan razı mısın?

-Razıyım Yarab!

-İşte öyle bir mülk senin. Bir o kadar daha bir o kadar daha, bir o kadar daha, bir o kadar daha.
Beşincisinde cevabı keserek,

-Razı oldum Yarabbi. der.

-İşte bir o kadar şey hep senin. Onun on misli de senin. Bir de nefsin her neyi arzu ediyorsa;
gözün her neden hoşlanıyorsa hepsi de senin.

-Razı oldum Yârab. der. Yâ ehli cennetin en yüksek makam ve menziline sahipleri nasıl olur? diye sordu. Cevaben;

– Kendim için seçtiğim kullarım var ya işte onlar. Kerâmet fidanlarını kendi kudret elimle dikip mühür altına aldım. Onların hâlini ne bir göz görür, ne bir kulak işitir, ne de beşerden herhangi bir kimsenin kalbine bu konu girmiştir.

Ahmed Hulusi – 1986
İnsan ve Sırları -1- Kitabından

Soru

– “Evrenlerin ne başı vardır nede sonu vardır, sürekli dönüşüm sözkonusudur”, demiştiniz. Bu cümleden eğer evrenlerin kıyâmetleri sonucu dönüştüklerini anlarsak, kıyameti kopan, yani dönüşen evren ne oluyor?

Cevap

– Bakın şurayı iyi anlayalım…
Dönüşme ve değişmeler hep
BİZE GÖRE; yani bu mevcut duyularımıza, bedensel algılayıcılarımıza, bedensel sensörlerimize GÖRE dir!…

Eğer Mutlak ilim ve kudret açısından olaya bakma kapısı
bize açılırsa, görürüz ki, tanrının yaratmak için bigbangi kullandığı bir kâinat içindeyiz kavramı çok başka bir anlam kazanır… Dönüşüm, oluşum, …şum ..
şum vs. hep bizim bedensel algılayışımızdan doğan kısır yakıştırmalardır!.

Soru

-Zât mertebesi, Kadir ve Cuma geceleridir; Vech mertebesi ise Kıyamet ve Cuma günleridir. (Nesefi-İnsan-ı Kâmil)
Bu konuyu biraz açar mısınız?

Cevap

-ALLAH Adıyla İşaret Edilen”in “ZÂT”ından bahsedişsemboliktir… Çünkü “Zât” kavramından da münezzehtir ve bu kavram bize “GÖRE”dir!.

Kadir nüzûlle , Cuma Mi’râc ‘la “Cem” makamından kinâye ilgilidir.

Kıyamet de gene Cem makamıyla ilgilidir. “O günde TEK BİR NEFS olarak gelirler .” anlamında
bir Âyet vardır sanırım, ki buna işâret eder.

Soru

-Efendimiz’in Âhiret âlemindeki şefâatini nasıl anlamalıyız,

Cevap

– ŞEFÂAT konusuna bir daha giriyorum…
Şefâat; kişinin perdeli olduğu hakikatten, o perdesini kaldırarak, o işin hakikatını idrak etmesini sağlamaktır!

Şefâat etti“nin mânâsı; kişiye yemek, para, zevk aldığı şeyler elde etmesine yardımcı olmak değildir!..

“Dünyada Rasûlullah’ın şefâatine nâil olmak demek, kişinin perdesinin kalkarak geleceğe dönük veya hakikatına dönük perdesini kaldırmak demektir…

“Cehennem’deki Rasûlullah’ın ve mertebe sırasıyla diğer evliyaullahın şefâati” demek ; o ortamda bulunan imanlı kişilere ortamın gerçekleri ve kişinin ortamdan kurtulması amacıyla gerekli olan bilgilerin öğretilmesi demektir… Yoksa bu zâtlar, lokomotif- insanlar da vagon olup çekilip götürülmeyecekler…

İmanlı kişilerin Cehennem’de kalışlarının TEK sebebi, Dünya’da gerekli ilmi edinmemiş olmaları dolayısıyla karşılaştıkları o şartlarda neler yapacaklarını bilememeleridir…

İşte Cehennem’de, imanlı kişilere bu bilginin aktarılması ve onların bu ilmi aldıktan sonra gerekenleri yaparak Cennet’e geçmeleri olayına ŞEFÂATE NÂİL OLDULAR deyimiyle işaret edilir!…

Sünnetullah” denilen Allah yaratısı sistem ve düzen, her an, varlığını oluşturan Allah isimlerinin oluşturduğu özelliklere göre, yeni bir oluşla varolmakta ve evren her an yenilenmekte; yaratış her an değişerek, yenilenerek sonsuza devam etmektedir.

İsmi “ALLAH” olarak tanıtılanın, algıladığımız boyuttaki en büyük mucizesi bana göre “beyin“dir!. İnsanlık henüz bu mucizeyi değerlendirmekten çok uzaktır!. Bu konudaki pek çok tesbitlerimizi henüz yazabilme imkânımız yoktur maalesef. Zira yirmi otuz yıl önce yazdıklarımız bugün daha yeni yeni konuşulmaya başlanmıştır.

Zaman ve mekân esasen insan beyninin algılama sistemine göre vardır!. İnsan gerçekte salt bir düşünceden ibarettir!. “Allah” yaratısı veri tabanının kendisinde açığa çıkarttıklarının sonuçlarını her an yaşamakta olan bir kuldur insan!.

Herkes kendisinden açığa çıkanların sonuçlarınıâhiretindekesinlikle yaşayacaktır!. Bu çok önemli gerçek dolayısıyla da herkesin “SÜNNETULLAH” denilen ve “DİN” olarak tanımlanmış olan değişmez evrensel sistem ve düzeni, değişmez evrensel yasaları çok iyi öğrenmesi gereklidir, kendi geleceği dolayısıyla.

Bu açıklamamızı şu cümleyle noktalayalım:

Evrensel gerçekleri ve “ALLAH” ismiyle işaret edileni bize bildiren en muhteşem “BEYİN” ve sonsuzluğa uzanan o en muhteşem “RUH“u, ne gerekçeyle olursa olsun bu dünyada değerlendiremeyenler, bunun sıkıntı ve acısını sonsuza dek çekeceklerdir.

Ahmed Hulusi – 1998
Okyanus Ötesi Kitabından

Check Also

Geri Dönüşü Olmayan İnsan Ruhunun Ölümsüz Yolculuğu