Kader !

Asırlar boyudur kolay kolay anlaşılamamış bir konu bu!..

Hemen herkes bu konuda aklına geleni konuşmuş. Ama genellikle kimse de, bu hususu konuşmadan evvel acaba Kur’ân-ı Kerîm’in ve Rasûl-i Ekrem’in kader hakkında dedikleri nedir, diye araştırmamış.

Gerçekten acâibtir; çünkü, öyle kâder konusunda kitaplar görüyoruz ki baştan, aşağı çeşitli kişilerin “kaderle” alâkalı görüşlerini toplamasına rağmen; içinde bu konudaki nice Rasûlullah açıklamalarından, beş tanesi bile yer almamakta!.

İnsandaki “İrâdeî cüz”ü ispatlayabilmek uğruna, bu husustaki âyetler ve hasır altı edilmekte!..

Bize göre dini anlamış kişi, âyet ve hadîs hükümlerini izâhtan âciz kaldığı noktada, hasır altı etmez; sadece o husustaki aczini itiraf eder ki, bu da bir kemâlâttır.

“Kul kendi iradesiyle yolunu çizer ve yaptıklarının neticesine katlanır” şeklinde özetleyebileceğimiz görüşü savunanlara “KADERİYE“ciler denmiştir. Ki bunlar hakkında,

“Ümmetimin mecûsileridir, kaderiyeciler” şeklinde bir hüküm gelmiştir.

Kaderiyeciler“, “kul kendi kaderini kendi yazar”; görüşünde olanlardır… “Allah” da ötelerden bir yerde; ya da başka bir boyutta oturup, bu boyutta yapılanları seyreden bir varlığın adı herhalde?!…

Esasen Kur`ân-ı Kerîm baştan sona bu görüşü iptal için sayısız hükümler serdeder.

Geriye kalan ve adlarına “ehli sünnet” ile “cebriye” denen iki görüşün fikirlerine ise; her fikir sahibine ve neticesi de kendisine aittir; diyerek değinmeyeceğiz.

Burada biz çeşitli görüşleri tartışmak ya da savunmak için konuları açıklıyoruz değiliz zîrâ…

Ancak, insanın yapısını, hangi tesirlerin altında nasıl yaşadığını, varlığının ne olduğunu anlattıktan sonra, dinde “Kader’ mefhumunun nasıl anlatıldığını açıklama noktasına geldik.

Bunu da farketmek MECBURİYETİNDEYİZ!..

Allah’ın azâmeti, yüceliği, sonsuz varlığı yanında insanın yeri, iradesi, kudreti ve sahip olduğu şeyler nelerdir?!. Kısaca, “ALLAH İsmiyle İşaret Edilen” indinde insan neleri yapacak güce ve iradeye sahiptir.?!

Evet, yüz milyarlarca ve yüz milyarlarca güneşin birbirlerinden çok büyük uzaklıklarla içinde yüzmekte oldukları kâinatın varedicisi katında, insanın yeri ne?

Buyurun bu konuda bir Hadîs-i Kudsî:
-Rasûlullah salla’llahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu;
Allah azze ve celle şöyle diyor:

“EY kullarım. Hepiniz delâlettesiniz ancak benim hidâyet ettiklerim hâriç. Benden isteyiniz ki sizi hidâyete erdireyim. Hepiniz fakirsiniz, ancak benim zengin ettiğim hariç; benden
isteyiniz ki size rızık ihsân edeyim
.

Hepiniz günâhkârsınız, ancak benim mağfiret verdiklerim müstesnâdır; içinizden her kim benim bağışlayıcı olduğumu bilir de benden mağfiret dilerse, aldırış etmeden (günâhlarının büyüklüğüne) bağışlarım!..

Sizin evveliniz ve âhiriniz, diriniz ve ölünüz, yaşınız ve kurunuz kullarımdan en takvâlısı kalbi gibi olsalar, bu durum benim mülkümde bir sivrisineğin kanadı kadar artış meydana getirmez!..

Sizin evveliniz ve âhiriniz, diriniz ve ölünüz, yaşınız ve kurunuz en şakî kulun kalbi gibi olsalar (yani hepsi inkârda olsalar), bu durum benim mülkümden bir sivri sineğin kanadı kadar eksiltmez!..

Sizin evveliniz ve âhiriniz, diriniz ve ölünüz yaşınız ve kurunuz, bir sahada toplansa ve içlerinden her insan ümitleri yettiği kadar istese, her isteyenin istediklerini veririm ve bu benim
mülkümden hiçbir şey eksiltmez. Öyle ki içinizden biri denize uğrayıp iğneyi suya daldırıp alsa. Kesinlikle bilin ki BEN sınırsız ihsan ediciyim, varlığın sahibiyim, yüceyim.

DİLEDİĞİMİ YAPARIM!..

Bağışım bir sözdür. Azâb’ım bir sözdür.
Bir şeyin olmasını istersem emrederim, “OL” derim; ve o şey olur!..”

Nasıl..? Bir şeyler anlatabiliyor mu, bizim yerimiz, haddimiz, gücümüz, irademiz, kudretimiz hakkında bu hadîsi kudsî?..

Az evvel anlatmaya çalıştığımız gibi. Kâinatta dünyadan 1 milyon küsür defa büyük güneşin yeri iğne ucuyla gösterilemezken, gururundan, kendine biçtiği pâyeden yanına yaklaşılmayan insanın yeri acaba daha iyi anlaşılabiliyor mu bu satırlarda?

Evet, bizde, “ALLAH’A RAĞMEN“, bir iş yapabilecek potansiyel mevcut mu?!

Buyurun, sıra geldi KADER BAHSİNE

Astroloji bölümünde insan beyninin aldığı tesirler ile tüm yaşamının programlanmış olduğunu normal şartlarda bunun değişmesinin de asla mümkün olamayacağını açıklamıştık. Yâni bir diğer ifade şekliyle kişinin kaderinin, beynin ilk teşekkül devresinde kozmik kalemle yazılıp bu yazının kuruduğunu ve artık yeni tesirler ile değişmeyeceğini beyan etmiştik.

İnsanın kaderi…
Elinde olan bir şey var mı?..
Kaderi önceden yazılı mı?..
Her şey olup bitmiş mi?..

Bakalım bu konuda Kur`ân-ı Kerîm’in hükmü ne; ve yine Hz. Resûl-i Ekrem Muhammed Mustafa Aleyhi’s-selâm “Kader“i nasıl târif etmiş?. İman edilmesi zorunlu “Kader” mevzûunda neler açıklamış?..

KADER konusunda nakletmiş olduğumuz sayısız Hadîs-i şerîflerden sonra, yarım akılları ve çalışmayan beyinleri ile bu hadîslere karşı çıkmak cür’etini gösterecek sözde âlimlere yine şu buyruğu Rasûlullah salla’llâhu aleyhi ve sellem ile îkazda bulunmak isterim:

Ebû Hureyre radıya’llâhu anh’den.
Rasûlullah salla’llâhu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur:

– Okunmakta olan hadîsimi koltuğuma yaslanmış olarak herhangi birinizin dinlemesini ve sonra da okuyana, “Sen hadîsi bırak, onun doğru veya yalan olduğunun anlaşılması için Kur`ân`dan bir şeyler oku” dediği kat’iyyen bilmeyeyim!.. Söylenen o sözü ben söyledim.’

Herhangi bir Hadîs-i şerîf nakline karşı, ama falanca âlim ya da filanca velîde böyle söylemiştir gibi verilen cevaplar son derece yanlıştır. Bu, Rasûlullah öyle demiş ama, onun kadar değerli filanca da böyle demiş diyerek ikisini karşılıklı kefeye koymak olur ki, son derece anlayışsız, basîretsiz bir harekettir. Bırakın, ümmetten falanca ya da filanca âlimi veya ârifi; yukardaki Hadîs-i şerîfte olduğu gibi, bir hadîs-i nakletmek gayesiyle âyetten sözedilmesi bile son derece çirkin bir davranış olur.

Bu sebepledir ki; Ebû Hureyre radıya’llâhu anh, İbn-i Abbas radıyallâhu anh’a;

-Ey yeğenim, ben sana Rasûlullah sallallâhu aleyhi ve sellemden hadîs rivayet ettiğim zaman, ona karşılık olarak darbı meselleri anlatmaya kalkma!.. demiştir.

Bize düşen iş, öncelikle itirazsız Rasûlullah’dan geleni olduğu gibi kabûl etmektir. İkinci aşamada ise,
bu kabûl ettiğimiz şeyin şâyet ille anlamak istiyorsak neden, nasıl olduğunu, araştırmaktır. Bulabilirsek, ne âlâ!.. Bulamaz isek, bu defa o konuyu olduğu hâliyle kabul etmiş olarak araştırma konumuzu zamana bırakmaktır.

Şâyet reddedersek, o konuda kendimizi ebedî olarak o ilimden mahrum bırakmış oluruz’.

Şurası kesin bir gerçektir ki; Rasûlullah, Allahü Teâlâ’nın bahsetmiş olduğu olağanüstü yanıyla, yâni “Kendi hevâsından konuşmaz” özelliği dolayısıyla varlığın tüm gerçeklerini çeşitli şekillerde insanlara bildirmiştir.

Ancak bu bildirim, yaşadığı günün şartları, o devrin insanlarının anlayış sınırlıkları ve nihayet o devrin ilminin son derece kısıtlı olması sebebiyle; pek çok konuda gerçeklerin, benzetmeler, mecâzlar, misâller yoluyla açıklanmasına sebep olmuştur. Öyle ise biz ilmimizi geliştirebildiğimiz nispette bu gerçeklere yaklaşabilip, bu sırları deşifre edebileceğiz.

Muhakkak ki, günümüzde yaşayan bir kısım dar görüşlü, taklitçi tabiâtlı, sâbit fikirli insanlar; meselenin gerçeğini araştırmayı hedeflemiş, gerçeklere ulaşmak için çaba sarfetmek üzere yaratılmış olanları tenkit edecekler, kınayacaklar hattâ çok ilkel bir kafa yapısı dolayısıyla “kâfirlik” ile bile itham edeceklerdir.

Neyleyelim ki, din, günümüz insanlığında lâyık olduğu değeri bulamıyor ise bunun vesilesi de, bu dar görüşlü kafası çalışmayan mukallitlerdir.

1967 senesinde basılan “TECCELÎYAT” isimli kitabımızda şu sözün üzerinde önemle durmuştuk, bir kere daha tekrar edelim:

“İDRÂK EDEMİYORSANIZ, BÂRİ İNKÂR ETMEYİNİZ.”

Unutmayalım ki; şeytan, idrâk edemediğini reddettiği için “İBLİS” oldu!..

Esasen basîret sahibi için Tevhid sırrı ile kader sırrı aynı şeydir!.. Bu sır aslında gerçeği görmek isteyenler için hiç de sır değildir!.. Daha doğrusu, bu gerçeği görmek kolaylaştırılmış olanlar için, hiç de güç değildir!..

Evet, mesele o gerçeğe ehil olarak yaratılmışlar için son derece basittir!..

Şöyle ki…
Allah, kendisinde mevcut olan sayısız ve sonsuz mânâları âşikâre çıkartmayı irade etmiştir.

İlim vasfı dolayısıyla hangi mânâların âşikâre çıkmasını murad etmiş ise, ilminin gereğini kudret sıfatıyla gerçekleştirmiştir.

Esasen her şey ilim mertebesinde olup bitmiştir!..

Daha sonra ise ilim mertebesinde olup bitenler, kuvveden fiile dönüşmeye başlamıştır.
Varlıkta asıl olanlar ilâhî sıfatların ve isimlerin mânâlarıdır.

Bu mânâların sayısız bileşimlerinden ise, gene sayısız isimlerle anılan oluşumlar meydana gelmiştir.
Ancak bu meydana gelen oluşumlar dahi gene kendi varlığı ile kaim olan şeylerdir.

Şu hususu çok iyi kavrayalım:

Bir deri parçasını başına şapka yapmakla, ayağına ayakkabı yapmanın senin yönünden nasıl bir farkı yoksa; ayağın tabanı nasıl, beni aniye göz yapmadın diyemiyor ise; var edilen varlıkların da, gerçekte, beni niye şöyle yapmadın demeye hakları yoktur!.. Velev ki deseler..? Vücudunuzdaki bir hücrenin içindeki virüsün tümüyle isyan, ya da sizi tasdik içinde olması, sizde ne uyandırır ki?..

Evet, “kaderin” orijini itibariyle; her şeyin, TEK varlık sahibinin ilim, irade ve kudreti ile oluştuğunu anlattığını belki bu yolla anlayabiliriz.

Zaten İslâm’ın tasavvuf adı altında yaşatılan “Vahdet” anlayışı dahi her şeyin, aslında “bir çok varlık”olmayıp; tek varlıktaki sayısız mânâların âşikâre çıkışından başka bir şey olmadığını anlatmaktadır ki, bu da aynı şeye işarettir!

Peki öyle ise bir sual

– Mâdem ki benim kaderim önceden yazılmış, olacak olan olacak, olmayacak olan da olmayacak,
öyle ise ben de hiçbir şeyle uğraşmam, boş otururum!?..

Cevap

 Şâyet boş oturmak için varedilmiş isen, ancak o takdirde bu dediğini gerçekleştirebilirsin.
Aksi takdirde, ne iş için yaratılmış isen, o iş sana kolay gelecek ve mutlaka o işi
yapmaya devam edeceksin!..

Başka bir sual

– Allah benim Cehenneme gitmemi takdir etmiş ve cehennemliklerin işini bana
kolaylaştırmış ise, bunda benim suçum ne?..

Cevap

– Mülk sahibi mülkünde dilediği gibi tasarruf eder!.. Sen nasıl mülkün saydığın şeyde dilediğini yapmak istiyor ve bundan engellenirsen, benim hürriyetim nerede diye isyana başlıyorsan;
Allah da kâinatın mutlak meydana getiricisi olarak mülkünde dilediği gibi tasarruf etmektedir. Hiç bir kayıt ve şarta bağlı olmaksızın!..

Sual

– Peki Allah bana cebren bu işi yaptırmıyor mu?!..

Cevap- 1

– Cebbar olan Allah dilediğini yapar ve bundan dolayı da kendisine sual sorulmaz!

Cevap- 2

– Esasen Allah sana yaptırıyor diye bir şey sözkonusu değildir. Çünkü gerçekte -sen’ diye bir varlık yok ki!.. -Sen’ ancak bir isimden ibaretsin!.. -sen’ ancak 5 duyunun hayal âleminde oluşturduğu bir varlıksın!.. -sen’ var kabul edilen bir izafî birimsin!.. Şâyet sana hücre boyutunda baksak, sayısız hücrelerden ibaret bir kütlesin!.. Işık boyutunda baksak, renk renk ışıksın!.. Beyin yapın ve programın itibariyle seyretsek, belli bir görevi ortaya koymak için çeşitli özelliklerle programlanmış bir kozmik robotsun!.. Ama ne var ki bütün bunlarla beraber, özün itibariyle kâinatın herhangi bir yerinde mevcut olan tüm özelliklere de sahipsin!..

Sual

– Benim kendi varlığım olmadığına, varlığımın O’ndan başka, ayrı bir varlık olmadığına göre, cehennem niye olsun ve ben niye yanayım?..

Cevap

– Şu anda da aynısın ve gerek maddî ve gerekse mânevî sayısız yanışlar içersindesin. Öyle ise şu anda nasıl maddî ya da manevî yanışlar sözkonusu ise, ölümötesi yaşamda da aynı şekilde yanışlar sözkonusudur!..

Sual

– Ben de, madem ki kaderim yazılmış, ibadet etmiyorum!.. Nasıl olsa, cennetlik isem cennete gideceğim, cehennemlik isem cehenneme gideceğim.

Cevap

-Allah cennet için yarattığına cennetliğin amelini nasip eder, cehennem için yarattığına da cehennemliklerin amelini. Sen hangisi için isen onun ameli sana kolay gelir!.. Zaten senden ne tür amel çıkıyorsa, sen, o senden çıkan amelin neticesine ulaşacaksın!..

Sual

-Dua, kazayı defeder!.. Bu kaderin değişmesi değil midir?..

Cevap

– Kazayı defedecek duâ dahi takdirdendir!..

Sual

– Peki irade-i cüzüm yok mu benim?…

Cevap 1

– Ne Kur’ân-ı Kerîm’de ne de bildiğimiz kadarıyla hadîs-i şerîflerde irade-i cüz’ diye bir tâbir geçmez!

Cevap 2

-Varlığın tümüyle O’ndan oluşu itibariyle, her zerrede kendi boyutlarında O’nun iradesi mevcuttur ve o mutlak irade sahibidir. Senin basiretini örten perdeyi kaldırmayı dilerse, görürsün ki sana
ait olduğunu sandığın her şey O’na aittir!.. “Mutlak irade”nin senden çıkışı hâlinde aldığı isimden başka bir şey değildir Cüz-i irade. Gerçekte, “cüz-i varlık” yoktur ki; “cüz-i irade olsun!… Evren tek bir varlıktır…

Sual

-Öyle ise bendeki tüm eksiklik, kusur ve yanlışlar da O’na aittir!..

Cevap

– Saydığın tavsifler, var sandığın varlığa nisbetle kabul edilmiş “izâfî” tavsiflerdir. Gerçekte ne senin var sandığın varlıkların O`ndan ayrı birer varlıkları vardır; ne de eksik, noksan, kusurlu olan bir şey!..

Sual

– Varlıktaki bir takım süflî şeylere de “O” mu diyeceğiz?

Cevap

– Süflî şeyleri gören göz sahibi için, süflî şeyler o değildir!.. Basîret sahibine göre ise zaten böyle şeyler sözkonusu değildir. Zirâ onların beyni gözlerine tâbi değil; gözleri beyinlerine tâbidir. Gördükleri kadar düşünmek derekesinden düşünebildikleri kadar görmek mertebesine yükselmiş ve sonunda da varlıkların olmayışını idrâk derecesine ulaşmışlardır.

Sual

-Dediklerinin büyük bir kısmını anlayamıyorum. İçimden reddetmek de gelmiyor, öyle ise ne yapayım?..

Cevap

– İlim öğren!..ilmin yaşı yoktur!..ilmi araştır ve nerede kimden olursa olsun gerçeğin ilminin talibi ol!.. Kıyamet gelmedikçe ilim yeryüzünden kalkmış olmayacaktır. İlmi daima kaynağından araştır. Rasûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem’in buyurduklarını bir yandan yap, diğer yandan da ilim gözüyle hikmetlerini araştır. Zîrâ Allah bir kimsenin hayrını dilemiş ise, onu dinde anlayışlı kılar!.. Daima hikmet peşinde ol. Dedikodu ile saatlerini harcama.

Sual

– Bu dediklerine kafam çalışmıyor?

Cevap

-Öyle ise sadece Rasûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem’in dediklerini tatbik etmeye çalış; başkalarına da ayakbağı olmamaya gayret et!..

Sual

– Kaderimde varsa ilme çalışmak çalışırım. Ama, kaderimde varsa o ilme ermek, zaten çalışmasam da bana gelir!?..

Cevap

– Her şey bir sebeple halk olmuştur. O şeye erişeceksen, önce sana onun sebebine tutunmayı nasip eder ve sonra da o şeyi nasip eder!.. Yok zaten kaderinde o şeye ulaşmanı yazmamış ise, bu takdirde o şeyin sebeplerine yapışmak sana güç gelir, çalışmazsın ve neticede de o şeyden mahrum kalırsın.

Sual

-Peki bir kısım âyet ve hadîslerde kişinin yaptıklarının karşılığını alacağını anlatıyor. Yapmazsan alamazsın diyor, bu kişinin elinde bir şeyler olduğunu göstermez mi?..

Cevap

-Kişi kendisinden çıkan fiillerin neticesine erecektir. Müsbet ya da menfi!.. Ama kendisinden çıkanlar da Tek ve Mutlak varlığın takdir ettikleridir, bu da başka bir gerçek!..

Sual

– Ben ne yaparsam, onun neticesine erecek miyim?..

Cevap

-Hakkında ne takdir edilmiş ise, o neticeye ulaşacak fiilleri ortaya koyacak ve ona ulaşacaksın!..

Evet, burada bazı suallerin cevaplarını vermeye çalıştık. Şayet daha başka sualleriniz olursa; onları da, çevrenizde bildiğiniz ya da araştırıp bulacağınız dîni bilen değerli bir kişiden öğrenebilirsiniz.

Ahmed Hulusi – 1986
İnsan ve Sırları Kitabından

İlgili;

Soru

Beynine hükmedemeyen kaderine razı olur.
” Buradaki beyne
hükmetmekten ne anlamalıyız?

Cevap

Düşüncelerini kontrol edemeyen… diye anlayabiliriz.

Soru

Vehim gücünün yaşamı meydana getirdiğine , yaşam da istidat ve kabiliyet doğrultusunda ortaya çıktığına (şekillendiğine) göre… Bu noktada, kaderin değil de, kişinin yaşamının değişiminden (değişmesinden) söz edilir mi?…

Cevap

Yaşamın, Kadere uygun bir şekilde yönlenmesidir söz
konusu olan…

Soru

Neden Rasûllere Risâletinden bir süre sonra kader sırrı açılıyor?.

Cevap

Risâlet görevinin hakkıyla edâsı için kişinin kaderinin genelde örtülü olması gerekir…Çünkü geleceği biline biline bildiri yapmak zordur!…

Soru

Mahlûkatın kaderleri” kavramından ziyâde, “mahlûkatın sûretlerinin takdir edilen tek kaderin sonucu” olduğunu düşünmemiz daha doğru olmaz mı?

Cevap

Önemli olan anlatım şekli değil, anlatılmak istenen olayın kavranılmasıdır… Nasıl kolayınıza geliyorsa öyle anlayın, esas anlatılmak isteneni…Bunu kavrayabilirseniz, evet!..

Soru

Şuurunun mutlak TEK varlığın ilmi olduğunu farkeden imanlı basiret sahibi, seyrinin dışında düşünce boyutundan çıkan fiilleri “O diledi” deyip,“ kader” der razı mı olur; yoksa “BEN yaptım” der revâ mı görür ?…

Cevap

İnsanlar, akıllı varlık olarak Allah Rasûlleri’ne iman ederler ve gereğini uygularlarsa kurtuluşa ererler…
Kur’ân ‘da daima; “iman ederler ve gereğini yaparlar” ifadesi vardır ki, Kur’ân hep iman ile gereğini uygulamayı bir arada tutmuştur!.
İnsan amelinin karşılığını alacaktır!. Ameli getirmeyen iman, hoş bir duygudur ve geçici olarak kendini tatmindir !.

Soru

Tasavvufta bahsedilen “ Velilere önce sır verilir sonra fetih “ sözü ile, Nebilere tebliiğinden sonra kader sırrının açılmasını nasıl telîf edebiliriz?…

Cevap

Kader, sır olarak ifade edilmiştir… Sistemin işleyişi ve sistemin bilinci anlamında olarak…

Okyanus Ötesi Kitabından

Check Also

Geri Dönüşü Olmayan İnsan Ruhunun Ölümsüz Yolculuğu