Doğruyu Anlamak

Kur’ân-ı Kerîm’i anlamak istiyor muyuz?…icerik_ah

Kur’ân-ı Kerîm’i doğru anlamak ve değerlendirebilmek istiyorsak, öncelikle orada kullanılan kelimeleri olduğu gibi almak ve ilgili yerlerde oradaki orijinal kelimeleri kullanmak mecburiyetindeyiz. Kur’ân tefsir veya meâllerini okurken, öncelikle şuna dikkat ediniz lûtfen… Eğer bir Kur’ân meâlinde “Allah” kelimesinin geçtiği yerde “TANRI” kelimesi kullanılmışsa; “Rasûl” veya “Nebî” kelimesi orijinalinde mevcutken bu “peygamber” diye tercüme edilmişse; kesinlikle biliniz ki, bu meâl sizi Kur’ân ‘da işaret edilen hakikatlara ve sırlara erdirecek bir çeviri değildir!…

Böyle bir meâl ile asla, Hz. Muhammed Mustafa Aleyhisselâm`ın bizlere verdiği mesajı anlamamız mümkün olmayacaktır… O çeviriyi yapan, O kitaptan daha bir şey anlamamıştır ki, bize çevirisinden hayır gelsin!.

Çeşitli yayınlarımızda “Tanrı” kelimesinin anlamının, “Allah” kelimesinin işaret ettiği anlam ile hiç bir ilgisi olmadığını; bu “tanrı” kelimesinin insanlara “göktanrı” dinini çağrıştırdığını açıklamaya çalışmıştık…

Bu gün de “PEYGAMBER” kelimesini Kur’ân çevirilerinde kullanmanın yanlışlığına dikkati çekmek istiyorum…

Bilmeliyiz ki, Kur’ân ‘da kullanılan her kelime, çok özel bir seçimle ve çok kapsamlı ve derinlikli anlamlar ihtiva etmesi dolayısıyla kullanılmıştır…

Peygamber” kelimesi İranlıların konuştuğu Farsça kökenli bir kelimedir; Perslerin “tanrı” anlayışıyla beraber kullanageldikleri çok eski bir kelimedir… Bu kelime Farsça’da, Kur’ân ‘da geçen hem “Nebî” hem de “Rasûl” kelimeleri yerine kullanılmaktadır. Dilimizde de böyle kullanılmaktadır.

Tanrının elçisi” = ”Peygamber” anlamında olarak kullanılan bir kelimedir bu kelime.

Uzaydaki bir Tanrı’nın ya da Tanrısal gücün elçisi = postacısı anlamına “Peygamber”!!!…

Oysa…

ALLAH İsmiyle İşaret Edilen”, algılayabildiğimiz ya da algılayamadığımız her birimin varlığını, orijinini oluşturuyor Esmâ ve Sıfatlarıyla; Zâtına sınır getirmek de muhal!…

Bu demektir ki;

Kim “Allah”a ermişse, âfâktan=dıştan değil; varlığından, özünden, derûnundan, hakikatinden ermiş; bilmiştir ki, ismiyle işaret edilen varlığı ismi-resmi bir hayâl; varlığı “yok”tan ibarettir; yalnızca var olan, “ALLAH Adıyla İşaret Edilen”dir!.

Öyle ise, anlamamız gerekir ki, “ALLAH İsmiyle İşaret Edilen”, tüm boyutlarda Esmâ ve sıfatlarıyla açığa çıkan; yanısıra da bunlardan münezzeh ve “Ganî” olan, olarak “Nebî”, “Rasûl” ve “Veli”nin hakikatıdır…

Bu isimlerle vasıflarına işaret edilenler de, kendi varlıklarında, boyutsal olarak eriştikleri mertebenin hakikatını dillendirmektedirler. Yâni bunlar, ötedekinin postacısı değil; hakikatlarindekinin dilleridir!.

Gerek “Nebî” ve gerekse “Rasûl”, “ALLAH Adıyla İşaret Edilen”in Esmâsından “EL VELΔ isminin zuhûru olan “Velâyet” kemâlâtının mazharı olarak bu mertebeye kavuşmuşlardır.

Dünya yaşamında “Nübüvvet” ve “Risâlet” işlevini yerine getiren bu zevât, bu kemâlâtlarını “VELΔ isminin mânâsından alırlar ve ölümötesi âhiret yaşamlarında da “Velâyet” kapsamında olan “Risâlet” mertebesiyle yaşamlarına devam ederler…

ALLAH Adıyla İşaret Edilen”in “Nebî” ismi yoktur; buna karşılık El Velî ismi Bâkidir!.

Nübüvvet” dünya yaşamı için geçerli olan bir işlevdir.

Risâlet” hem dünya hem ölümötesi yaşam için geçerli olan bir işlevdir.

Her “Nebî”, her “Rasûl” ve her “Velî” varlığını “Velâyet” hakikatından alır.

Her “Nebî” zâhiri itibariyle “Nebi”, bâtını itibariyle “Velî”dir.

Geçmişteki her “Rasûl”, zâhiri itibâriyle “Nebî” olabilir veya olmayabilir; bâtını itibâriyle “Veli”dir.

Her “Velî” varlığını ve kemâlâtını “Velâyet”inden alır…

Nübüvvet” görevi dünya yaşamıyla ilgili bir görevdir ve “Nebi”nin âhıret yaşamına intikâliyle son bulur… Esasen “Nübüvvet”, “Hatemin Nebi” olan Muhammed Mustafa ile son bulmuştur; ondan sonra kıyâmete kadar başka “Nebî” gelmez. “Nübüvvet” işlevi bitmiştir!.

Nebî”lerin bazıları aynı zamanda “Rasûl”dür… “Risâlet” işlevi olan “Rasül”lük ise kıyâmete kadar geçerli bir görevdir.

Nebi”lik geçicidir; “Rasûl”lük” ise asâletendir ve dünyadan ayrılmakla son bulmaz, zira kendini tanımanın sonu yoktur ve dolayısıyla bu işlev sonsuz devam eder “Rasûl”ler için… Bu yüzdendir ki bizler, İslâm Dini’ni kabul ve tasdik anlamında ifade ettiğimiz “Kelime-i Şehâdet”te Hazreti Muhammed Aleyhisselâm`ın “Rasûl” oluşuna şehâdet ederiz; ki bu onun sonsuz işleviyle ilgilidir. Bu yüzden “Abduhû”dan sonra “Nebîyyihû” değil, “Rasûluhû” deriz..

Risâlet” ve “Nübüvvet”, “Velâyet”in içindeki üst sınıftır… Tıpkı “askeriye” genel tanımı içinde “generaller” sınıfı gibi…

Nübüvvet”, içinde yaşanılan topluma, onlara âhiret saâdetini kazandıracak olan asgarî, en alt sınır olanyaşam şartlarını bildirmek ve o insanları bu şartlara göre yaşamaya davet etmek işlevidir.

Nübüvvet gereği konulan kurallar geri dönülmez, asgarî, taban sınırlardır. İlerisi ise açık ve sınırsızdır. Burası çok önemlidir ve iyi anlaşılmalıdır.

Risâlet”, içinde yaşanılan topluma, kendi hakikatlerini bildirmek ve bunun gereğini yaşayabilmeleri için gerekli olan çalışmaları ve yaşam biçimini tebliğ ederek, onlara bu yolda yol göstermektir.

Ulül-âzm” ise hem “Nübüvvet” hem de “Risâlet” işlevini deruhte eden Zâtlara verilen isimdir.

Velâyet”, Hakikâtini bilmek ve gereğini yaşamaktır.

Toplumla ilgili hangi işlevler “Nübüvvet” kapsamında ise, o işlevlere işaret edilirken Kur’ân-ı Kerim`de, “Nebî” kelimesi kullanılmıştır.

Toplumla ilgili yani dışa dönük olarak hangi kemâlâtın yaşanmasına dikkat çekilmek istenmişse, orada “Rasûl” kelimesi kullanılmıştır…

Allah“a ermek ve gereğini yaşamak için nelerden sözedilmiş ise bu işleve işâret sadedinde “Rasûl“lükten ve “Rasûl“den bahsedilmiştir.

Bireyin yaşamıyla ilgili olarak hangi kemâlâtın yaşanmasına dikkat çekilmek istenmişse, orada da “Velî”kelimesi kullanılmıştır.

Yani “Velâyet” hakikâtine dayalı bir şekilde, dışa dönük görev alan yüksek kemâlât sahibi zevâtın bu durumuna “Nübüvvet” ve “Risâlet” adları verilerek, onlar, genel olarak içe yani kendilerine dönük kemâlâtı yaşayan “Velî”lerden ayrı bir sınıfta anlatılmışlardır.

Eğer bu tanımlamalar istikâmetinde yeniden okunursa ilgili Âyetler, çok daha değişik boyutlarda mânâlar karşımıza çıkar…

Öte yandan…

Bir diğer tanımlama ile, şeriat getiren “Velî”lere “Nebî”; şeriat getirmeyip, insanları hakikatlarının gereğini yaşamaya davet edenlere “Rasûl”, böyle bir davet görevi almamışlara da “Velî” denilmiştir…

Velâyet” babadan oğula geçen saltanat değil; kişinin Hakikatı olan “ALLAH Adıyla İşaret Edilen”i yaşamasının sonucudur.

Velâyet” kemâlâtının dayandığı hakikatın, bir “Nebî” veya “Rasûl”de tenezzülât hükmüyle açığa çıkan ilmine “vahiy”, velâyet kemâlâtının uruç hükmüyle bir “Velî”de açığa çıkışına da “ilham” denilir.

“Peygamber” kelimesi kullanıldığında bütün bu işaret ettiğimiz gerçekler örtüldüğü gibi; bunların sonucu olan pek çok sırlar daha ehlinden saklanmış olmaktadır…

Kur’ân-ı Kerim’in Türkçesiyle ibadet olmaz!.

Kur’ân-ı Kerim’in Türkçeye çevirisi olmaz!.

Kur’ân-ı Kerim anlaşılmak ve gereği yaşanmak için geldiği için de herkes anladığı kadarıyla, “Benim anlayabildiğim kadarıyla “Kur’ân” başlığı altında anladıklarını açıklar…. Buna kim ne isim verirse versin…

Tanrı”lar “ulu” olabilir…

Allah” ise “ekber”dir!.

Bizim keşfimizin bildirdiği hakikât budur… Gerçeğini Allah bilir!.

Ves Selâm
Ahmed Hulûsi
13.09.1998
İzmir

Check Also

Geri Dönüşü Olmayan İnsan Ruhunun Ölümsüz Yolculuğu