İnsan-ı Kamil – 9. Bölüm (ÂMA)

                İnsan-ı Kamil                                 Abdûlkerîm Ceylî


Bu eserden beklenen odur ki;

Salik için , en yüce refikine ileten ola..
Ama, ince, düşünceli, nazik, kibar arkadaş gibi..

 

9. BÖLÜM

ÂMA

 

ÂMA odur ki, ilk mahalli sayılır evvelin;
Bir semadır, söner onda güzelliği güneşin.. 


Bu öyle bir özdür ki, Allah’ın özü onunla;
Olmuştur ayrılmaz ve imkânı yok değişmenin..

Buna en güzel misal o gizlilik gibidir ki;
Bir taş misalidir özünü saklamış ateşin..

Ne zaman ki, o taşlardan ateş parlar görünür;
Ateş onun hükmüdür, imkânı yok ondan göçmenin..

Ateş bu taşlarda gizli durur şayet sırrını;
Çözmeye yeltenirsen, bir bak zorudur tahlilin..

Bu halde ona batanların nicesini gördük;
Yolu kapalı, yüce Allah’a misal vermenin..

Hep birden kalbler hayrettedir onun dehşetinden;
Bir AMÂ’dır salınıp, kendisinde kendisinin.

O kendi özüdür ki, karanlığa itibar yok;
Belli nurudur, işine yarar akıl edenin..

Burada ahadiyetten gayrısı hiç bilinmez;
Yahut bilinen kesret halidir vahidiyetin..

İnce mana, zatının inceliğinde eridi;
O gizliliği ilk görünmezliğidir evvelin.

 

Bilesin ki..

ÂMA’ Hakikatların öz hakikatinden ibarettir..  İşbu hakikat:
Hakka bağlı sıfatlarla halka nisbet edilen sıfatların hiç biri ile sıfatlanmaz..

Çünkü o: Sırf zattan ibarettir..

Sonra.. hiç bir mertebeye da izafe edilemez; Hakka ait mertebelere de..
Halka ait mertebelere de..

Onda, bir izafet durumu olmayınca, kendisine bir vasıf veya isim verilemez..

Bu manada, Resulüllah S.A. efendimizin şu hadis-i şerifi yeterlidir:

– “Gerçekten ÂMA, altında da, üstünde de hava olmayan bir âlemdir..”

Bu hadis-i şerif şunu anlatmak ister:
– Orada, ne Hak ismi vardır, ne de halk..

ÂMA, Ahadiyet isminin karşılığıdır.. Ahadiyette, isimlerin ve sıfatların eriyip gittiği gibi;

ÂMA’da da aynı şekilde olur..  Orada hiçbir şeyin zuhuru yoktur..

Aynı şekilde, ÂMA’da: Hiçbir şey için bir tecelli ve bir zuhur düşünülemez..

Ancak, ÂMA ile ahadiyet arasında bir fark vardır; şöyle ki;

a) Ahadiyet,  zatta zatın hükmü geçerlidir..
Bu geçerli hüküm yüce zatın, yüceliği iktizasına göre olur..

NETİCE:  Ahadiyet, tek zatın zuhurundan ibarettir..

b) ÂMA, itlak suretiyle zat hükmünü geçerli kılar..
Böyle olunca, ona: Yükseklik ve alçaklık şeklinde bir mana çıkarılamaz..

NETİCE:  ÂMA, görünmezliğe bürünen zatın gizliliklerinden ibarettir..

İşte, onun ahadiyete mukabil olması anlatılan manadadır..

Bunun daha açık manası şöyledir:

a)  Ahadiyet, sırf zatın tecelli hükmüdür..
b)   ÂMA; ise sırf zattan ibarettir..  Ama kapalı bir şekilde..

Anlatılan kapalı olma durumu, maddi manada bir örtünme manasına alınmamalıdır..

 

Bu durum, yüce Allah’ın kendi zatında gizliliğidir; hiçbir şekilde kendine gizli değildir..

Hele tecelliden yana; yahut kendi özüne, perde arkasından tecelli etmeden yana..
Yüce Allah, bu gibi şeylerden tenzih edilir..

Anlatılan bu mana, zatının iktizasına göre olur.. Tecelli, perdeleme, gizlilik, açıklık,
şekil alma, bağlantılar, itibar ve izafetleri hep aynı yön ile görmek gerekir..

İsimlerinde ve sıfatlarında hiçbir değişiklik ve başkalık düşünülemez..
Bir vasfa bürününce, diğerini terk etti manası çıkmaz..

Üstündeki bir şeyi atıp diğer bir şeyi alması  da tasavvur edilemez..

Hâsılı:  Bütün bunlar, zatının hükmüne göre olur.. Onun zatı ise, olduğu gibidir..
Önceki hali ile, şu andaki hali arasında hiçbir fazlalık yoktur..

 

Yukarıda anlatılan manaları, şu âyet-i kerime pek güzel ifade eder:

“Allah’ın halk’ında hiçbir değişiklik yoktur..”  (10/64)


Bu ayette geçen:

       “H a l k..”  ( 10 / 64)

Sıfatlar manasına gelir ve şu demektir:

       Kendisinde bulunan sıfatlar için, hiçbir değişiklik yoktur..

 

Bu zâhir âlemde görülen başkalaşmalar, değişiklikler, ancak bu suretlerde görülür..
Ayrıca,
bağlantılar, izafetler ve itibarlar da yine bu suret âleminin görüntüleridir..

 

Bütün bu olanlar, bizde yapılan tecelli hükmüne göredir..  Bize olan tecelli böyledir..
Daima değişir..

Ancak, yüce Allah zatında nasıl ise, öyledir.. Bize tecellisinden ve zuhurundan önce
hangi halde ise, yüce zatı yine o hal üzeredir..

Bunun dışında, onun zatı için verilecek hüküm ancak olduğu halden gösterdiği
tecellidir.. Başka türlü bir şey onun için makbul değildir..

Onun tecellisini de, parça parça değil, bir bütün olarak ele almak lâzımdır..

Tecelli bir olunca, ona verilecek isim de:

       B i r..

                                                     Olur.. Bu bir, isim içinde bir vardır..                                                           

     Durum anlatıldığı gibi olunca, toptan her şey için: Yalnız bir kalır..
Sayı yoktur..

NETİCE:  Yüce Allah ezelde kendi zatına tecelli etmektedir;
ebedde dahi kendi zatına
tecelli edendir..

 

Zeynep verdiği sözlerin hepsinde sadık kaldı;
Hadiseler bozmadı, onun için kapanmadı..

Hiç değişmeden vermiş olduğu sözleri tuttu;
Zeynep tek sözünü dahi karıştırıp bozmadı..

Ara bozanlar onu ayırmak isteseler de;
Bu bir sebeb değil; onu yabancılaştırmadı..

Ayırmak ve kovmak için korkutmaları dahi;
Vefa şimşeği, lütuf yağmuru onu kurtardı..

Ey nedimleri, kadehlerinden akanı alın;
Onun nedimlerinin elleri hep kınalandı..

Onun selâmeti için ümitsiz olmayınız;
Ama yarasa kuşları güneşe yaklaşmadı..

Onun bakışları sizi çok güzel aydınlattı;
Rahmeti yağdı artık,ona hiç hicab kalmadı..

Gerçekten onun güzelliğine bir denk olamaz;
Ancak, size Ankâ-i mağribden sakınmak kaldı..

 

Bu manadaki tecelliye:

– Tecelli-i Vâhid..

        Denir..  Bütün izleri kendinde toplar..  Bu tecelli ile kendinden başkasına tecelli eylemez..
          Çünkü onda:  Halkın hiçbir nasibi yoktur..

 

      Sebebine gelince:  Bu tecelli; itibarı, bölünmeyi, izafeti, vasıfları vb. şeylerin
          hiçbirini kabul etmez..

 

          O tecellide, halkın bir bağlantısı olacak olsa, o zaman: Bir itibar, bir nisbet, bir vasıf

                 meydana gelmiş olur ki; bunların hiçbiri o tecelli hükmünde değildir..

        Zira bu tecelli, yüce Allah’ın zatındadır ve ezelden ebede kadar
              durumu aynıdır; değişmez..

 

        Ayrıca, bu tecelli;  zata bağlı ilâhi tecellilere, sıfatlara bağlı fiilî tecellilere ve
          isme bağlı olan cümle tecellilere de yeterlidir;

 

          Böyle olunca, her ne kadar yüce zatın o tecellilerde de, bir hakikatı varsa da, bu onun

 bir zuhur iktizasıdır ve kullarına olan tecelli yönüdür;  başka değil..

Hülâsa:  Bu tecelli tam olarak zata mahsus bir tecellidir..  Durumu, kendi özünde
saklıdır..  Anlatıldığı gibi olmasına rağmen, bütün tecelli şekillerini de özünde toplar..

Onun böyle oluşu:

– Başka tecelli ile görünmez..

Demek değildir.. Kendi durumunu korur;  bu durumu, başka türlü tecelli etmesine
engel değildir.. Ne var ki:

– Başka türlü tecelli..
Dediğimizde de, bu tecellinin hükmünü yürütür.. Buna bir misal olarak:

– Yıldızlarda, güneş hükmünün yürüdüğünü..

Söyleyip gösterebiliriz..

Yıldızlarda nur vardır;  ama aslında kendilerinin olmadığı için de yoktur..
Zira:  Asıl olarak; yıldızların aydınlığı güneşindir..

İşte kalan tecelliler, bu misaldeki gibi, zata has olan ve bu makamda anlatılan
tecellinin hükmüne böylece girmiş olur..

Kalan tecellilerin hemen hepsi, bu:

– Tecelli-i Vahid..

          Adını verdiğimiz tecelli semasından bir nur olmaktadır.. Ya da, onun denizinden

 bir damla..

            Aslında, bunun dışında kalan tecelliler bu tecellinin etkisi ve sultanlığı altında

 yok gibidirler..

          İşbu durum, yüce zatın hakkıdır.. Kendi ilminin kendisine olması icabıdır..

 Kalan tecelliler için böyle bir şey düşünülemez..

Onların hali başkasına aittir..  Bir bilgileri varsa..  bu başkasının bildiği bilgidir..
Kendi hak ettikleri bilgi değildir..

Bu manaları anlamaya çalış..

Burada bir başka hal oldu..  Beyan cömertliği yürüdü. Özellikle bu saklanması
gerekenleri açıklama yolunda..

O kadar ki:  Açılmaması gereken mana yolları açıldı..

Dizgini biraz çekelim..

Artık kılavuz lâzım.. Kılavuzun bulunduğu yola girelim..  O yoldan yürüyelim..

Buraya kadar anlattıklarımızın bir özetini yapalım:

a) ÂMA, gizlilikler içinde ve perdeler altında kalan, itlak durumu da nazara alınarak,
zatın kendisinden ibarettir..

b) Ahadiyet, kendisinde herhangi bir zuhur itibarı nazara alınmadan, sırf yüceliğine
bakılarak yüce Hakkın kendi özünden ibarettir..

Burada yücelik ve zuhur itibarı vardır;  ÂMA’da yoktur..

Yukarıda:

– Zuhurun ve perdelerin itibara alınmasını.. Söyledim.. Aslında bu, bir benzetmedir.
.Ve bunu, dinleyenin zihnine yerleştirmek için söyledim.. Yoksa:

– G i z l i l i k.. Derken, bunu ÂMA’nın hükmünde saymış değilim.. Aynı şekilde:

– Z u h u r.. Derken;  bunu ahadiyet hükmü arasına katmak istemedim..

Burada sana öğretmek istediklerimi iyi anlamaya çalış..

Yukarıda anlattıklarımızı  ve sana öğretmek istediklerimizi anladınsa,
sana başka bir kapı açacağız..  Dikkat et ve bil..

Önce kendini ele al..  Yüce Allah için, en güzel misali sende bulabiliriz..

Özellikle, AMÂ’ üzerine..

Senin kendine mutlak ve tamamen zuhurun olmadığını nazara alalım..
İşe bu yoldan girelim..

Anlatılan durumunda: Sende ne gibi haller olduğunu bildiğin halde,
bir zuhurun olmuyor..

İşbu halinde sen:  ÂMA’da sayılırsın..

 

Şimdi bu yoldan, yüce Hakkın ÂMA makamındaki durumunu kavrayabilirsin..
Zatta, ÂMA’ sensin.

. Hele bir bir bak..  Sübhan olan yüce Hak, senin aynın ve kimliğindir..
İstersen sen tam hakkın olan bu durumdan gafil bulun..

Biraz daha açalım..    Zuhurun olmadığı için ÂMA’dasın..   Bu da seni
bir hicaba büründürmüyor..

Sen ki, anlatıldığı gibisin; yüce Hak için nasıl böyle olmasın?.

O’nun kendisi, kendisine nasıl perde olsun.. Çünkü O’nun hükmü kendinden
perdeli olmamaktır.

Sende; Kendin için bir zuhur olunca, ÂMA’dan sana kalan ne ise..  onunla olur..

Burada, senin için ÂMA, halk olma hükmü ile perdelenmendir..

Böyle olunca, sen kendin için zâhir olursun..  Ama, esas varlığına göre batınsın..
Çünkü, özünden perdelisin..  Perde ise..  halk olma durumundur..

 

Yukarıda geçen cümleler, oldukça kapalı geçti..  Ve, bir darb-ı meseldir..
Bu meselin durumuna, ancak şu âyet-i kerime ile cevap verebiliriz:

– “Bunlar, insanlara getirdiğimiz misallerdir.. Ne var ki, onlara ancak,
bilenlerin aklı erer..” (29/43)

 

Bu manada, bir hadis-i şerif anlatmamız yerinde olur.

Bir gün soruldu:

– HAK Teâlâ, halkı yaratmadan önce nerede idi?..

Resulüllah S.A. efendimiz, şu cevabı verdi:

– “ÂMA’da idi..”

 

Bu böyledir..  Çünkü tecellisi kendi özünde idi.. Önce Yüce isminin iktizası
gereğince zatında örtülü idi..

Yukarıdaki cümlede geçen:

– Ö n c e l i k..

Sözümüz hükmen bir önceliktir.. Vakte bağlı bir öncelik değildir..

 

Çünkü Allah-ü Taâlâ, halkı ile arasında:  Vakte bağlanmaktan, ayrılmaktan,
parçalanmaktan, bitişmek, bir şeye bağlı olmaktan yana münezzehtir..

Çünkü, vakte bağlanmak, ayrılmak, parçalanmak, bitişmek, bir şeye bağlı olmak
onun yaratmış olduğu şeylerdir.

Kendisi ile, yarattıkları arasına ayrı bir yaratılmış nasıl girebilir?..
Böyle bir şeyin olması zincirleme bir yolu ve devri gerektirir.. Halbuki, bunların olması
muhaldir..

Şüphesiz yüce Allah’ın bir önceliği ve bir sonralığı vardır..  Evveli ve âhiri vardır.. 
Ne var ki bu,hükmen böyledir..  Böyle bir şeyin dıştan nazara alınması muhaldir..

Onun bağlı olduğu şeyler de vardır..  Sınırları da vardır..

Ne var ki, bunları belli bir zaman ve mekân kaydına bağlamak mümkün değildir..
Bütün bunlar, zatına lâyık olduğu şekildedir..

Zatına lâyık olan şekli ise..  Halkı yaratmadan önce ÂMA oluşudur..
Halkı yarattıktan sonra da, bu durum değişmemiştir..  Yine önceki gibidir..

 

Buraya kadar anlatılanlardan beklenen mana: ÂMA, zata verilen geçmiş bir hükümdür..
Bu hükümde, zuhur iktiza eden halkın yaratılmasına itibar yoktur.. Bakılmaz..

Zuhur, varlıklar nazara alınarak sonradan zata bağlanan bir hükümdür..

Burada:

a) Geçmişlik, bir önceliktir..

b)  Sonradan zata bağlanan durum ise..   sonralığın kendisidir..

İşin özüne bakılınca, ne öncelik vardır;  ne de sonralık..
Çünkü:  Önce O’dur;  sonra da O’dur..  Evvel, O’dur;  Âhir O’dur..

Asıl hayrete düşüren mana şudur ki:  Zâhir oluşu, gizlenişinin ayn’ıdır..
Böyle oluşunda, ne bir nisbet vardır;  ne de bir yön..

O, şu varlığın aynıdır..  Bu varlık da onun aynıdır..

Sebebine gelince: Onun Evveliyeti, Âhiriyetinin aynı; önceliği sonralığının aynıdır..

Bundan öte akıllar için yol yoktur;  onda akıllar hayrete düştüler..

Onun azameti önünde artık bir vüsul yolu da düşünülemez..

Onun suretini çizmek için, zihinlere yerleştirilecek bir mana yoktur;
akıl da onun şeklini çizme yolunu bulamaz…

<– geriileri –>

Check Also

İnsan-ı Kamil – Abdûlkerîm Ceylî

             İnsan-ı Kamil                                 Abdûlkerîm Ceylî              Bu eserden beklenen odur ki; Salik için , en ...