İnsan-ı Kamil – 54. Bölüm (Vehm)

İnsan-ı Kamil                                 Abdûlkerîm Ceylî


Bu eserden beklenen odur ki; 
Salik için , en yüce refikîne ileten ola..
Ama, ince, düşünceli, nazik, kibar arkadaş gibi..

 

54. BÖLÜM

V E H M


Burası, Azrail’in a.s. makamıdır.
Amma, Resulüllah S.A. efendimizden..
.

Melekût üzere atlastan üstün bir nur;
Enfüs beyninde o:  VEHM tabir olunur.

O:  Rahman’ın âyeti ki, kasdım surettir;
Cemalle ona hoş tecellide bulunur..

Odur kahrı, odur ilmi ve odur hükmü;
Odur zat ki: Her şeyin en başı bulunur..

Odur fiili, odur vasfı, odur ismi;
Her enfes güzele tecelligâh nur olur..

O, yanakta bir bendir ki, tabir ettiler;
Onun yemini ki, himmeti açık durur.

Kabuk kısmı sayılır onun yemini de;
Ve.. gözde huriler altında setr olunur..

Seç de al, ama şaşırma dehşet yanı yok;
Lâkin: Karanlık geceyle temsil olunur..

 

Allah-ü Taâlâ, Resulüllah S.A. efendimizin VEHM’ini
Kâmil ismi nurundan yarattı..

 Azrail’i de a.s. Resulüllah’ın S.A. VEHM nurundan yarattı.

Allah-ü Taâlâ, Resulüllah’ın S.A. VEHM’ ini  Kâmil ismi nurundan
yarattıktan sonra, onu: Vücuda kahır libası ile çıkardı.

Durum anlatıldığı gibi olunca; insanda bulunan şerrin en güçlüsü
VEHM kuvvetidir..

VEHM, aklı, fikri, musavvire ve idrâk gücünü mağlup eder. Hatta insanda
bulunan diğer duygular dahi: VEHM gücünün kahrı altındadır.


Yukarıda anlatılan mâna icabı; meleklerin en güçlüsü Azrail’dir..

Nitekim Allah-ü Taâlâ meleklere: Yerden bir avuç toprak almaları emrini verdi..
Bu topraktan Âdem a.s. yaratacaktı..

Bu toprağı almak için, önce Cebrail indi. Yer, kendisinden bir şey almayıp
bırakması için; Allah adına yemin verdi..

Bu yemin üzerine bir şey almayıp bıraktı.. Gitti..

Bundan sonra Mikâil geldi; sonra İsrafil geldi.. Bunları takiben bütün mukarreb
melekler geldiler; hiç birinin ondan bir şey almaya güçleri yetmedi..

Ama Azrail müstesna..

Çünkü yer: Onlara da Allah adına yemin verdi..

Bundan sonra Azrail geldi.

Yer toprağından almaması için ona da Allah adına yemin verdi.

Ancak, Azrail, bu yemini ile onu istidraçta saydı.

Allah’ın emrettiği kadar toprağı ondan kabzedip aldı..

Onun aldığı bu bir avuç toprak, yerin ruhuydu..

Allah-ü Taâlâ, o yerin ruhundan Âdem’in a.s. cesedini yarattı.

 

İşte..  Anlatılan mâna icabıdır ki; Allah-ü Taâlâ, ruhları almaya
Azrail’i memur etti.

Bunun sebebi de: Allah-ü Taâlâ tarafından, ona yerleştirilen
Kemâl babındaki kuvvetlerdir.

Bu Kemâl: Kahır ve galebe tecelligâhında olmaktadır.

Ondaki kemâldir ki: Yerden, başta toprağı alan o oldu.


Sonra…

Bu öyle bir melektir ki: Ruhunu aldığı tüm kimselerin hallerini bilir…

Bütün bu bilgiler, onun özündedir..

O kadar bilir ki: Şerhi imkânsızdır..

Ve.. her cins için, ayrı bir surete girme imkânına sahiptir..

Bazılarına da, suretsiz, basit bir şekilde gelir..


Aldığı ruhun karşısına bir nakış gibi gelip durur. Ruh, onun suretini görür 
aşık olur cesedden çıkar..

Halbuki cesedle ruh arasında geçmiş bir aşk durumu vardır..
Bunun için de, cesed onu bırakmak istemez; tutar..

Bunun üzerine bir çekişme meydana gelir..

Azrail’in cazibesi ile, cesedin ruha olan aşkı arasında bir çekişme başlar.

Ancak, sonunda Azrail’lik cazibesi ağır basar.

Ve ruh böylece çıkar..

Bu çıkış.. Hayrete seza bir acaip iştir..


Bilesin ki…

Aslına bakarak ruh: Cesede girmesi, oraya hülûlü ile, öz mekânından
 ayrılmaz.. Aslî mekânından kopmaz.

Asıl yerinde durur; cesedi göz altına alır.

Ruhların âdeti: Nazarları nereye ilişirse… Oraya hülûl ederler.

Hangi mahalle nazarı ilişirse.. Aslî merkezinden ayrılmadan oraya
hülûl eder..

Bu böyle bir iştir; olur.. Ama, akıl onu: muhal kabul eder.. Bilemez..
Keşif yolundan başka yoldan da bilemez.

Yapılan izah veçhi ile: Ruh bir şeye birleşme gözü ile baktığı zaman,
oraya hülûl eder..

Onun bir şeye hülûlü, herhangi bir şeyin kendi kimliğine hülûlü gibidir.

Bu hülûl ile o: İlk başta, cismanî bir suret alır..

Bundan sonra orada: Çalışmaya başlar..

İlâhî rızaya ait işleri huy edinebilir. O zaman yükselir.

O zaman, illiyine katılır.

Ve.. arza bağlı hayvanî huyları edinirse.. Bu huylar dolayısı ile;
siccine düşer..


Ruhun yükselmesi: Melekût âleminde yer tutmasıdır..  Ama bu
insanlık suretinde aldığı suret durumuna göre..

Bu suret, ruha kendi ağırlığını ve hükmünü icra ettirebilir.

Ruh, bu cesedin suretine girdiği zaman, onun hükmünü yürütür..
Ağırlık inhisar, acizlik gibi..

Bu durumda ruh ondan ayrılır.. Kendisine has olan hafiflik ve süzülme hali
cesede geçmez.. Ancak bu ayrılık tam bir kopuş şeklinde ayrılık değildir..

Çünkü o: Aslî sıfatlarının tümü ile muttasıftır.. Ancak o: Anlatılan hal icabı
bir fiil işlemeye yeri yoktur..

Böyle olunca; kendine has sıfatları kuvvede kalır, fiile çıkmaz.

Bu yüzden onun ayrılığına:

–  İttisal ayrılığı..

Diyoruz; ama:

–  İnfisal ayrılığı..

Demiyoruz..

Durum anlatıldığı gibi olunca; cisim sahibi, melek huylu işler yapmaya
bakarsa.. iş değişir..

Ruhu kuvvet bulur.. Kendisine cesedden ötürü sinen ağırlığı kalkar..

Ruh bu haline devam ettiği süre; kendi özünde ruh gibi olur..
Suda yürür; havada uçar..

Bu durum, bu kitapta geçti.. Bu mana orada anlatıldı.

Amma bu cisim sahibi, beşerî huyları işlemeye bakar; bu yerin
iktiza ettiği işlere düşerse.. onları işlerse.. o zaman ruha karşı bir kuvvet bulur..

Rüsup hükmü ile yere, yâni:Tabiî kuvvetlere has ağırlığını ona içirir..
Böyle olunca da;zindanına kapanır.. Yarın da zindanda dirilir..

 

Ancak, bütün bu hallere rağmen: Ruh cesede aşıktır..
Cesed de Onun aşkına düşmüştür..

Ruhun gözü devamlı cesettedir.. Amma, itidal üzre sağlıklı olduğu süre.

Ancak, cisim hastalanırsa.. Bu yüzden ruhta bir elem meydana gelir..
İşte o zaman nazarını, cisimden kaldırır; ruhî âlemine dalmaya bakar..
Çünkü, ruhun şenliği bu ruhî âlemdedir.

Her ne kadar, cesetten ayrılmayı istemese dahi bakışını cesede ait
âlemden alır; ruhî âlemde olana verir..

Tıpkı: Sıkıntıdan, genişliğe kaçan kimse gibi..

Bu kimse için, sıkıntılı olmasına rağmen, sıkışıp kaldığı zindanda
bir ferah yolu olmuş olsaydı; hiçbir şekilde oradan kaçış yolu aramazdı..


İşte ruhun durumu yukarıda anlatıldığı gibidir.. Taa, kesin hükme bağlı
ecel gelinceye kadar.. Malum ömür süresi bitinceye kadar..

Bundan sonradır ki: Azrail adlı melek ona gelir..
Ama o ruhun Allah katında bulunan uygun haline göre..

Onun Allah katındaki güzel hali: Hayatı boyunca, yaptığı tasarrufun
güzelliğine bağlıdır..

Bu güzel tasarruf: İtikadda, amellerde, ahlâkta ve diğer işlerde olur..

Bu anlatılan hallerin kabahat çeşidinden olması kadar da:
Allah katında kabahatlı sayılır..

İşte.. Bu Azrail melek, ruhunu alacağı kimseye, onun haline
uyar biçimde gelir..

Meselâ: Zalim bir kimseye, devlet adamlarının intikam memurlarından
biri suretinde gelir.. Ya da, sultanın bir elçisi gibi..

Ama nefret uyandıran korkunç bir şekilde..

Ama, yararlı hal, takva sahibi kimselere:
İnsanların ona en sevimli geleni gibi.. En hoşlandığı gibi..

Hatta, bu salâh ve takva sahibi kimselere: Resulullah S.A. efendimizin
suretinde gelir..

Onun güzel suretini gören ruhlar, hemen çıkarlar..

 

Azrail’e Resulullah S.A. efendimizin suretine girmek mubahtır..

Sonra..

Onun benzeri mukarrep melekler de Resulullah S.A. efendimizin
suretine girebilirler..

Çünkü onların hepsi Resulullah S.A. efendimizin ruhanî kuvvetinden
yaratılmıştır..

Meselâ: Kalbinden yaratılan; aklından yaratılan; hayalinden ve
diğer ruhanî kuvvetlerinden yaratılan gibi..

Anla.. Bu surete girme durumu onlar için mümkündür..

Çünkü: Ondan yaratılmışlardır.. Böyle olunca da, münasip yerlerde
onun suretine girerler..

Onların, Resulullah S.A. efendimizin suretine girmesi: Bir kimsenin ruhu,
cesedinin suretine girmesi gibidir..

Bu manaya göre: Resulullah’ın S.A. suretine giren de, ancak
kendi ruhudur..

 

İblis ve tabası Resulullah’ın S.A. suretine giremez..

Zira onlar: Resulullah S.A. efendimizin beşeriyetinden yaratılmışlardır..

Ancak: Resulullah S.A. efendimiz, Peygamber olduktan sonra, onda
beşeriyete nasip kalmamıştır.

Bu bapta gelen bir hadis-i şerif vardır.

Ona bir melek geldi; kalbini yardı.. Ondaki kanı çıkardı..
Kalbini temizledi..

O kan beşerî nefis idi.. Şeytanın mahalli idi..

Bundan sonra, şeytan onunla münasebeti kesildi..
Bu münasebet olmayınca, Resulullah’ın S.A. suretine girmeye,
onlardan hiç birinin gücü yetmez.

 

Sonra…

Azrail adlı bu melek: Taat ehli için olsun; masiyet ehli için olsun
bunlar için gireceği şekil, belli bir çeşitte değildir..

Çok çeşitlidir.. Herkese; haline, makamına ve tabiatının iktizasına
göre şekil alır..

Hâsılı: Kitapta yazılan ne ise: Ona uygun bir şekle girer.

Meselâ: Yırtıcı vahşî hayvanlara; onların tabiatına uygun surette gelir..
Arslan, kaplan, kurt gibi..  Yırtıcıların, öldürmekte âdetleri ne ise.. öyle..

Kuşlar için de, hallerine uygun, benzer bir surette gelir..
Meselâ: Avcı, boğazlayıcı, doğan, karakuş gibi..

Hâsılı: Hangi şey olursa olsun; ona gelişi, onun haline
uygun biçimde olur..

Ancak, suretsiz geldiği kimselere karşı durumu değişir..
Onlara mürekkep değil, basit gelir.. Görünmeden..

Bazan bir kimseyi öldürmek için; koku olur. O kimse,
koklar koklamaz ölür..

O koku güzel de olabilir; kötü de.. Kokunun durumunda, o şahsa
verilen ilâhî hükmün tesiri vardır..

Ancak ölüm halinde bulunan kimse, kokuyu almayabilir..
Bunun sebebi de: Dehşetidir..

Öyle bir hal ona uğrar ki: İdrâksiz kalır..

Kendisine uğrayan şeyin cazibesine kapılır; cesede nazarı kalmaz..

Tamamen bakışı ondan kesilir.. İşte o zaman:

–  Ruhu çıktı..

Denir..  Halbuki, ne çıkmak vardır; ne de girmek..

Meğer ki: Cesede hülûl eden ruhun nazarı bir giriş sayıla..
Çünkü hülûl: Ancak girişle olur..

Onun nazarının kalkması ise.. üstteki tarife göre : Çıkış sayılır..

 

Sonra…

Ruh, cesedden çıkışından sonra, cesedin suret şeklinden hiç ayrılmaz.

Ancak, onun cesedde sakin olup durduğu bir zaman vardır..

Meselâ: Uykuya dalan, fakat rüya görmeyen bir kimse gibi..

–  Her uyuyan kimsenin rüya görmesi gerekir.. Ancak, bazıları rüyalarını
ezber tutar; bazıları da unutur..

Diyen kimsenin sözüne itimat edilmez.. Bu hususta bazı görüşler vardır..

Nitekim biz; ilâhî bir keşifle anladık ki:
Uyuyan bir kimse, bir gün iki gün, hatta daha fazla uykuda kalır;
ama bu uykusunda hiçbir şey görmez..

Anlatıldığı gibi uyku halinde olan kimse..
Cenab-ı Hakkın kendisine bir anlık zamanı uzun bir süre uzatmış olduğu
kimse gibidir..

Bu durumda o: Gözünü yumup açan kimseye benzer..
Hak Taâlâ ona kısa süreyi çok günler gibi uzatmıştır.. Hatta bu günlerde
başkaları ile de yaşamıştır..

Nitekim, Hak Taâlâ, bir anı her hangi bir şahıs için genişletir..

O kimsenin bu bir anlık zaman içinde yaptığı nice iş olur..
yaşar.. evlenir.. çocukları olur..

Böyle bir an: Hem o kimse için, hem de bütün dünya ehline göre;
gündüz saatinin en az bir zamanında olur..

Nitekim böyle bir vaka bizim için oldu.. Onu anladık.. Ne var ki bu işe;
ancak bizden nasibi olan inanır..

 

İşte..  sükûn hali, ruhların ölümüdür..

Meleklerin durumunu görmez misin ki; Resulullah S.A. efendimiz,
onların ölümünü anlatırken:

–  “İnkıta-ı zikir..”   (  Anmanın bitimi )

Şeklinde anlattı..

Bir kimseye, bu mananın keşfi olursa.. Resulullah S.A. işaret ettiği
manayı anlar..


–  Ruhların ölümü..

Tabir edilen bu sukûn devresi sonunda, ruh berzaha dalar..

Allah dilerse.. berzahın beyanı yeri gelince yapılacaktır..

 

Kalem cömertliği bizi, bu ruh ilimi bahsinde yürüttü.

Hatta bu açış, ilimi  de geçti..

Biz yine yolunda olduğumuz bahsi anlatmaya dönelim..

Yani: VEHM nuru halinin şerhine..

Öyle ki: Allah-u Taâlâ onu, kemâl güneşi nurundan yarattı..

Vücudda, celâl şuası elbisesini giydirdi..

 

Bilesin ki..

Allah-u Taâlâ VEHM nurunu zatına ayna kıldı.. Mukaddes varlığına
bir tecelligâh eyledi..

Bu âlemde, ondan daha seri idrâklı bir şey yoktur..

Bütün mevcudatta, ondan daha güçlü bir tasarrufu olan yoktur.

Bu âlem, onunla Allah-u Taâlâ’ya ibadet eder..Allah-u Taâlâ’ Âdem’e a.s.
onunla nazar eyler..

Su üzerinde yürüyen, onunla yürür.. Havada uçan onunla uçar.

O yakîn halinin nurudur..

Saltanat sürüp mekân tutmanın aslı odur..

Bir kimseye bu nur musahhar olur, onu hükmü altına alırsa..  onunla:
Ulvî ve süflî varlığa hükmünü geçirir..

Amma bir kimseye de, VEHM galip gelir; hükmü altına alırsa..

İşlerini oyuncağa çevirir. Darmadağın eder..

VEHM halinin nuru ile, şaşkınlık karanlıklarında yüzer gider..

Bilesin ki…

Allah-u Taâlâ imanını korusun.

Seni yakîn ve ihsan ehli kimselerden eylesin..

Allah-u Taâlâ VEHM’i yarattıktan sonra şöyle buyurdu:

–  Yemin olsun, taklid ehline ancak seninle tecelli edeceğim..

Âleme, ancak senin korkulu yerlerinde zâhir olacağım..

Taklit ehlini nekadar yükseltirsen bana ulaştıran delili olursun..

Onların nurlarına dalarak, benden nekadar kapanırsan..
yerlerinde onları helâk etmiş olursun..

Bunu dinleyen VEHM şöyle dedi:

–  Ya Rabbi, esma ve sıfatla derece yap..  ki bu:
Zat makamına ulaştıran bir merdiven olsun..

Bunun üzerine Cenab-ı Hak’ nurlu bir model halk eyledi..

Onun duvarını, heybet ve takdirle süsledi..

Ve onu: Hak Taâlâ’ya kullukla tahkim eyledi..

Bundan sonra, Rabbinin adı ile nefsine yemin verdirip işe koyuldu..

O zamandan bu zamana hep, bu ağır anahtarlar, o kilitleri açmaya çalışır..

Devam edecektir..  Taa, Cemal iğnesi deliklerinden devesini geçirinceye kadar..
Orada kalmadan geçip kemâl sahrasına varıncaya kadar..

Ve.. ibadetini orada yapacaktır..

Ve..  Allah-u Taâlâ, o zaman ona yakınlık hullelerini giydirecektir..

Ve.. şöyle buyuracaktır:

–  Ey edip MELEK ihsana erdin..

Bundan sonra Allah-u Taâlâ  VEHM’e  iki hulle giydirdi..

BİRİNCİ  HULLE:

Yeşil nurdandı..
Süslü kenarları kibrit-i ahmerle şunlar yazılmıştır:

“Rahman olan Allah, kuluna Kur’an’ı öğretti.. İnsanı yaratıp
ona beyanı öğretti..” ( 55 / 1-2 )

İKİNCİ  HULLE:

Uzaktan yaklaştırandır..

Bu hulle tuğyan karası ile dokunmuştur..

Salınan eteklerine hicran kalemi ile, şunlar yazılmıştır..

–  “İnsan ziyandadır..”   ( 103/1 )


VEHM nuru, yüceliğinden nazil olduğu ve âlemde zuhur yolunu
tuttuğu zaman; Allah-u Taâlâ onun zuhuru ile, buğdayı yarattı..

Âdem a.s. onu yedi; dolayısı ile cennetten çıktı..

 

Burada yapılan vasıfları düşün.. Keza işaretleri de düşün.
Keza, bu ibarelere Allah’ın bıraktığı şeyleri düşün..

Lâfızların dış kabuğundan çık.. O zaman koca denizin incilerini
bulmanın tadına kavuşursun..

Allah.. Hak söyler.. Doğruya hidayet eden odur..

<– geriileri –>

Check Also

İnsan-ı Kamil – Abdûlkerîm Ceylî

             İnsan-ı Kamil                                 Abdûlkerîm Ceylî              Bu eserden beklenen odur ki; Salik için , en ...