İnsan-ı Kamil – 48. Bölüm (Levh-ü Mahfuz)

İnsan-ı Kamil                                 Abdûlkerîm Ceylî

               

Bu eserden beklenen odur ki; 
Salik için , en yüce refikîne ileten ola..
Ama, ince, düşünceli, nazik, kibar arkadaş gibi..



48. BÖLÜM

L E V H – Ü   M A H F U Z 


Bir nefs ki bizzat âlemin ilmi ile doludur;
Ey âdemoğlu, o bizim LEVH-Ü  MAHFUZUMUZ’dur..

Varlığın suretleri dahi hep birden işlenmiş;
Onun kabiliyetine.. gizli yanı hiç yoktur..

İlâhiyle temiz olur, safasını bulursa;
Kara buluttan gelen zulmet hüznü onda yoktur..

Artık eşya ona zâhir olur, kendi özüne;
Âlemin cümle gizli yanları da açık durur..

 

Ö ğ r e n..

Bu uğurda, Allah sana hidayet nasib eylesin..

LEVH-Ü  MAHFUZ: Hakka bağlı ilâhî nur olup halka nisbet edilen
müşahede makamlarında tecelli etmektedir..

Aslî bir şekilde ona mevcudatın baskısı çıkmıştır..

Heyulânın anası odur; heyulâ ise..
LEVH-Ü  MAHFUZ’ da basılı olmayan hiç bir sureti gerektirmez..

Heyulâ bir suretin olmasını gerektirdiği zaman; ki bu da
heyulânın hükmüne göre olur..

Bu oluş ise.. ister hemen olsun; isterse mehilli bir zamanda olsun..
kalem o suretin icadını LEVH-Ü  MAHFUZ’ a yazar..

Heyulâ da, o sureti gerektirmiş olduğundan; icadı mutlak gerekli olur..

Bu mananın bir icabı olarak, ilâhiyun şöyle demiştir:

–  Heyulâ, bir suretin olmasını gerektirdiği zaman; suretleri verene,
o sureti meydana çıkarmak hak olur..

Onların:

–  Suretleri verene hak olur..

Demeleri, bir bakıma söz gelişi olur, tersi kabilinden sayılır..

Bu gibi sözler, geçerlidir..  Nitekim, Resulüllah S.A. efendimiz de,
buna benzeri buyurmuştur:

–  “Allah’a haktır ki; dünyada yükselttiğini, tekrar düşüre..”

Bu manadan:

–  Allah’ın bunu yapması mecburîdir; yapması vaciptir..

Gibi mana çıkmaz..

Allah-u Teâlâ, bu gibi hallerden yana tam bir yüceliğe sahiptir..

Bütün mevcudatın baskısına sahip bulunan ilâhî nur için:

– Nefsi küllî..

Tabiri kullanılır..

Bu ilâhî nur, yukarıda da izah edildiği gibi:

–  LEVH-Ü  MAHFUZ..

Olarak anlatılır..  Kalem-i âlânın bu nura yazdığını idrâk:
Ancak, bu nurun yüzlerinden bir yüze olabilir..

Bu yüz için ise, bizde:

–  Akl-ı küllî..

Tabiri kullanılır..

O ilâhi nurdaki baskıya:

–  K a z a..

Tabiri kullanıldığı gibi..

Kaza ise.. ilâhî vasıf uyarınca, aslî tafsilden ibarettir..

Nitekim biz, bu tafsilin tecelligâhı için; yukarıda:

–  K ü r s î..

Tabirini kullandık..

Sonra.. LEVH’de takdir vardır; ki bu: Kesilen bir vakitte,
özel hal ile muayyen surette halkın meydana gelmesi hükmüdür..

Ve.. bu tecelligâh:

–  Kalem-i âlâ..

Tabiri ile anlatılandır.

Bizim istilâhımızda ise, kalem-i âlâya:

–  Akl-ı evvel..

Tabiri kullanılır..

Nitekim bu: Yeri geldiğinde, daha geniş anlatılacaktır..

Üstte kapalı bir ifade ile anlatılanı şu misalle açabiliriz:

Hak bir hüküm vermiştir; Zeyd’in icabı babında..  Şu şekilde ve..
falan yerde… falan zamanda.

LEVH’ de bu işin takdirini iktiza eden emir; işte.. kalem-i âlâdır.. Buna ise:

–  Akl-ı evvel..

İsmi verilmiştir..

Onun bulunduğu mahal ise.. anlatılan iktizanın beyanıdır ki,
LEVH-Ü MAHFUZ odur.. Bu manada LEVH-Ü MAHFUZ için:

–  Nefs-i küllî..

Tabiri kullanılmıştır.

Bu gibi bir hükmün varlıkta icadını iktiza eden emre gelince..
o da, ilâhî sıfatın iktizasıdır.. Bunun için de:

–  K a z a..

Tabiri kullanılır..

İş bu kazanın tecelligâhı kürsîdir..

Yukarıda anlatılanları okuduktan sonra:

 a)  Kalemden murad nedir?.
b)  LEVH’ ten murad nedir?..
c) Kazadan murad nedir?..
d)  Kaderden murad nedir?..

Bütün bunları anlamaya çalış..
.

Bilesin ki..

LEVH-Ü  MAHFUZ  ilmi: Allah ilminden bir nebzedir..

Allah-ü Taâlâ o ilmi: Hikmet nizamına göre yürütmektedir..

Bu yürürlük ise.. mevcudatın halkıyet cephesindeki
hakikatler iktizasına göredir..

Allah’ın bunun ötesinde bir ilmi vardır ki:
Hakka bağlı cephenin hakikatleri iktizasına göredir..

Bu ilim çeşidi: Varlıkta kudretin meydana çıkması şeklinde zuhur eder..

İşbu ilim çeşidi: LEVH-Ü  MAHFUZ’ da sabit değildir..

Ancak bu gözle görülen âlemde zuhur edeceği zaman,  LEVH-Ü  MAHFUZ’ da
görülür.. Bu âlemde zuhurundan sonra, orada yine görülmez olur..

LEVH-Ü  MAHFUZ’ da bulunanların tümü: Bu hisse bağlı âlem varlığının
başlangıç ilminden; taa kıyamete kadar olacakların hepsi vardır..

LEVH-Ü  MAHFUZ’ da cennet ve cehennem ehlinin ilmi:
Tafsil üzere değildir..

Çünkü bu tür ilim: Kudretin meydana çıkması sayılır..

Kudret işi ise.. müphemdir.. Muayyen değildir..

Ancak kudret ilmi  LEVH-Ü  MAHFUZ’ da, mutlaka bir şekilde bulunur..

Meselâ: Kalem, kendisi için ebedî saadet yazdığı kimseye
mutlaka nimet verileceğinin bilinmesi gibi..

Eğer verilecek bu nimet, ayrıntılı bir şekilde anlatılacak olsa..
Yine bunun tafsili aynı olur.. Yani: İcmal yolu ile anlatılır..

Bu manada ancak, şöyle diyebilirsin:

–  O me’va cenneti ehlidir..
O, naim cenneti ehlidir..
O, huld cenneti ehlidir..
O, firdevs cenneti ehlidir..

Görülüyor ki bu iş: İcmal üzere oluyor.. Başka yolu da yoktur..

Cehennem ehlinin durumu da aynı şekildedir..

LEVH-Ü  MAHFUZ’da geçerli olan mukadder şey iki çeşittir:

a)  Bir mukadder ki, tağyir ve tebdil edilmesi imkânsızdır..
b)  Bir mukadder ki, tağyir ve tebdil edilmesi mümkündür..

Şimdi bunları biraz açalım..

Tağyir ve tebdili mümkün olmayan mukadder işler:
Bu âlemde ilâhî sıfatların iktizalarıdır.. Bunlara ait varlıkların yok olmaları
imkânsızdır..

Tağyir ve tebdilleri mümkün olan mukadder işlere gelince; bunlar:
O şeylerdir ki, onları bu âlemin kabiliyetleri iktiza etmiştir..

Ama, mutad hikmet nizamına göre..Yüce Sübhan olan Hak:
Onları bu tertib üzere yürütür..LEVH-Ü  MAHFUZ’ da yazılan kaza yerini bulur..

Bazan da, o şeyler, ilâhî kudret hükmünce icra edilir;
o hükmedilen şeyin icrası durur..

Şu da şüphesizdir ki: Bu âlemin kabiliyetleri, ilâhî sıfatlar iktizasının kendisidir..

Ancak, anlatılan bu iki şey arasında fark vardır..

Yani:

–  Bu âlemin kabiliyet iktizası olan şeyle; mutlak sıfatlar iktizası olan
şeyler arasında..

Demek istiyorum..

Bu manayı biraz açalım.. Şöyle ki:

–  Bu âlemin kabiliyetleri, bir iktiza sahibi olsalar dahi, kendi hükümlerinde
bir acizlik vardır.. Onların bu acizliği ise.. işlerini bir başkasına istinaden yapmalarıdır..

Yani: Kendi başlarına buyruk olmamalarıdır..

Dolayısı ile, vaki olacak şey bazan olur; bazan da olmaz..

Haliyle bu durum: İlâhî sıfat iktizalarının aksinedir.. Onlarda vaki olacak şey
ilâhî iktiza gereğince, zarurî olarak olur..

Burada, ikinci bir yüz daha var ki, o da bu âlem kabiliyetlerinin
mümkün olduğudur..

Mümkün ise.. bir şeyi kabul ederken; o şeyin zıddını da kabul eder..

Durum böyle olunca:

Kabiliyet bir şeyi iktiza ederse.. kader o şeyi nakzedenin vukuu ile yürür..
Böylece, o şeyi nakzeden şey de, o kabiliyet iktizasınca olur..

Bu da, mümkünün kabiliyetinde vardır..

Biz, buradaki konuşmamızı:

–  Bu âlem kabiliyetlerin iktiza ettiği şeyin oluşunu, hikmet kanunu
üzerine olacağı..

Babında yapıyoruz..

O kabiliyet iktizası olan şey, aynı ile vukubulunca:

–  Hükmî kanun üzere oldu..

D e r i z..

Bu ise.. zevke dayalı bir iştir.. Akıl bunu, fikri nazarı yolundan idrâk edemez..

Çünkü bu, ilâhî bir keşiftir.. Allah, kullarından dilediğine ihsan eyler..

Hasılı:

1.)  Muhkem kaza işinde tağyir ve tebdil yoktur..
2.)  Ama mübrem olanda, tağyir olması mümkündür..

Bu sebebledir ki: Resulullah S.A. efendimiz, ancak mübrem kazadan 
Allah’a sığındı..

Zira, Resulullah S.A. efendimiz, bu çeşit kazada tağyir ve tebdil
olacağını biliyordu..

Nitekim bu manada gelen bir âyet-i kerimede şöyle buyuruldu:

–  “Allah, dilediğini imha eder; dilediğini sabit kılar..
Ana kitap onun katındadır..”   ( 13/39 )

Haliyle, bu muhkem kazanın aksinedir.. Zira, muhkem kazaya şu âyet-i kerime ile
işaret edilmektedir..

–  “Allah’ın emri, herhalde yerine gelen bir kaderdir..”   ( 13/39 )

Yukarıda ayrıntıları ile anlatılan bu ilmi, keşif yolu ile elde etmeye çalışana
en zor tarafı: Mübrem kaza ile, muhkem kazayı birbirinden ayırd etmektir..

Bunu ayırd etmesi gerekir ki: Muhkem kaza karşısında edebini bile;
mübrem kazada ise.. şefaat dileye..

Zaten Allah-u Taâlâ’nın bir kimseye mübrem kazayı bildirmesi,
şefaat babında onun lehine izindir..

Nitekim bu manada şöyle buyuruldu:

–  “Onun izni olmadan katında şefaatçı olacak kimmiş?..”   ( 2/255 )

Bilesin ki..

–  LEVH-Ü MAHFUZ..

Tabiri ile anlatılan ilâhî nur, Allah’ın zat nurudur..

Zatının nuru ise.. aynen zatıdır.. Onda bölünme ve parçalanma muhaldir..
Zira o: Mutlak Hak’tır.. Bu anlatılırken:

–  Nefs-i küllî..

Tabiri kullanılır.. Bu yüzü ise.. mutlak halktır.. Bu manaya ise..
şu âyet-i kerime ile işaret edilir:

–  “Elbet o,  LEVH-Ü  MAHFUZ’da  KUR’AN-I  MECİD’dir.”   ( 85/21-22 )

Burada:

–  “K U R’ A N..”   ( 85/21 )

Kelâmı ile nefis murad edilir..

Yani: Yüce zatın nefsi.. İzzetle âli olan şahsın nefsi.. Bu nefs-i külliye ile,
LEVH-Ü  MAHFUZ’ dadır..

Bu mana ile: İnsan-ı kâmili kasdediyorum..

Ama, hiç bir şekilde, hülûl ve ittihad akla gelmemeli..

Ne hülûl, ne de ittihad..

Allah.. Hak söyler..

İrşad yoluna ileten odur..

<– geriileri –>

Check Also

İnsan-ı Kamil – Abdûlkerîm Ceylî

             İnsan-ı Kamil                                 Abdûlkerîm Ceylî              Bu eserden beklenen odur ki; Salik için , en ...