Evrim Dini İnançları Açıklıyor Mu?

evrim

Bu, The Stone için yaptığım röportaj serisinin 8.si. Röportajımı, Florida Devlet Üniversitesi’nden felsefe profesörü ve “Ateizm:Herkesin Bilmesi Gerekenler” adlı yeni çıkacak kitabın yazarı Michael Ruse ile gerçekleştireceğim.

Gary Gutting: Bilimsel hesapların ve verilerin, Varlığın ve Dünyanın Doğasını anlamamız hakkında herşeyi açıkladığı ve bundan dolayı da “Tanrı”yı temel bir açıklama olarak ortaya koymanın bir gereği olmadığı iddiası hakkında ne düşünüyorsunuz?

Michael Ruse: Öncelikle şunu ifade ederek başlayayım. Bana göre bilimin herşeyi açıklayabileceğini düşünmüyorum. Dolayısıyla, varlık ve evrenin  doğasının tam anlamı ile anlaşıldığını varsaysak bile, bunun bilimden daha fazla bir şeye gereksinimi olacaktır.

G.G.: Bilimin neden herşeyi tam olarak açıklayamadığı konusunu biraz açar mısınız?

M.R.: Benim fikrime göre, bilim de dahil hiç bir bilgi “bu buna  benzeri söyler”  demez. Hattâ en iyi bilimsel bilgi bile, insanın kültürel anlayışı ve deneyimin yorumudur ve her şeyden çok da şairler ve rahiplerin kullandığı  “mecaz” tüm bu işletimin anahtarıdır. Bir tarihçi ve evrimsel biyoloji konusunda felsefeci olarak, kendi kariyer yolumda ilerlediğimde, bu görüş bende gittikçe daha da büyüdü. “Herşey mecazi”—varlık için mücadele, doğal seleksiyon, işbölümü, genetik kod, silahlanma yarışları ve daha fazlası–…

G.G.: Bilimadamlarının karmaşık fikirleri açıklamaya çalışmada, bilimsel alt yapısı olmayanlar için mecaz kullanmasının yararlı olduğu net. Ancak,bilimsel bilginin gelişiminde mecazların önemli bir role sahip olduğunu niye düşünüyorsunuz?

M.R.: Çünkü mecaz senin ilerlemeni sağlıyor. Deneyimsel ve bulgusal bir şey seni yeni sorular sormaya itiyor. Örneğin; Aşkın bir gül gibi ise, o zaman gülün ne renk?.. Ancak bu şekilde olmasının da bir pahası var, bunu da not edin. Mecaz at gözlüğü takmamıza yol açabilir. Bazı sorular mecaz çerçevesinde cevaplanamaz. “Aşkım bir gül” şeklindeki kullanım, bana onun güzelliğini anlatır. Onun matematiksel becerilerini anlatmaz.

Şimdi bu gerçeği, tarih ile birleştirin. Bilimsel evrimden bu yana, tüm mecazlar içinde bir tanesi—kök-ana mecaz—doğayı ve bilimin ilerlemesine dikkate almıştır. Bu mecaz; “dünyanın bir makine gibi olması”. Mekanik bir mecaz. Bu mecazdan ne gibi sorular çıkar? Bir tanesi temel kökler, nesiller. Tabii ki, arabanızdaki metalin ve plastiğin kökenini de sorabilirsiniz. Ancak nihayetinde, sorularınız bir sona ermeli ve maddeleri olduğu şekli ile kabul etmelisiniz. Dolayısıyla, dünya için de bu böyle. Makine mecazı, Martin Heidegger’ın “metafiziğin temel sorusu” şeklinde adlandırılana cevap vermediğini düşünüyorum. “Hiçbirşey yerine neden bir bişey var?” Wittgenstein’ınkinden farklı, bu özgün, gerçek bir soru ama modern bilimle açıklanacak bir şey de değil.

Şimid benim kendi alanım olan evrimsel biyolojiye gelirsem,basit anlamda sorulmayan sorular görüyorum ama bu sorular, bilimin alanları tarafından sorulabilir ve cevaplanabilir.Bence burada bunlar evrenin doğal orijini ve Büyük Patlama teorisi. Sorulmayan ve ne benim alanımın, ne de herhangi diğer bir bilim alanının cevaplayacağı da bazı sorular görüyorum. Örneğin bir soru var: “Neden herşey de hiçbirşey değil-Neden herşey var da aslında hiçbirşey yok değil?” ya da niye temelde organizmaların oluştuğu madde özleri var?

G.G.: Sizce evrenin özüne dair temel soruyu cevaplamak için dine ihtiyacımız mı var?

M.R.: İnanan bir insan, Tanrının bu alemi yarattığını söylemek isterse,bence siz de bunu bilimsel bir zeminde rededemezsiniz.Ancak başka zeminlerde bu Tanrı’ya inanların üzerine gidebilirsiniz. Ben felsefik itirazlar sunabilirim: Örneğin; gerekli bir varlık nosyonu hakkında. Ayrıca Hristiyan teolojisine de hata bulabilirim: Eski yunan felsefecilerinin zaman ve mekan dışı tanrı nosyonunu, Tanrı’yı bir insan olarak ortaya koyan Yahudi nosyonu ile bağdaştıramazsınız. Ancak bunlar tabii ki bilimsel itirazlar değil.

G.G.: Peki Richard Dawkins’in  “evrenin temelin açıklaması Tanrı ile yapılamaz” da değindiği husus, bu karmaşıklık— en az karmaşık olandan en çok karamaşık olan– karamaşık yaşam formlarınn temelini açıklayan doğal seleksiyon tarafından ortaya konan bu evrim fikri–  için bir açıklama gerekir. Ancak inanılmaz bilgisi ve gücü ile bir yaratıcı Tanrı, en az yarattığı evren kadar da karmaşık olmalı. Bu tarz bir yaratıcıyı açıklamak için de başka bir şey gerekmekte ve dolayısıyla o da bunu açıklayamıyor. Örneğin;  “Neden Hiçden se bir şey var?” şeklindeki açıklaması hakkında ne düşünüyorsunuz?

M.R.:Üniversite’de Felsefenin her ilk yılında olduğu gibi, Dawkins Tanrının varlığının nedensel argumanını oturtacağını düşünmekte. Eğer Tanrı alemin oluşumuna sebep olduysa, Tanrıya sebep olan ne?… Tabii ki büyük felseficler olan Anselm ve Aquinas, belirgin bir şekilde burada ondan daha öndeler. Onlar, bu regresyonu, bağlanımı durdurmanın  tek yolunun Tanrı’nın bir nedene ihtiyacı olmadığını biliyorlar. Tanrı mutlak gerekli bir şey olmalı. Bu şu demek; Tanrı, düzenli nedenlere bağlı bir zincirin parçası değil, bir anlamda buna ortogonaldır. O geçmiş, şimdiki an ve gelecekteki tüm oluşumların oluşmasını sağlar ve hiçbirşeydense birşeyin olmasının açıklamasıdır. Ayrıca Tanrı, tamamiyle basit ve yalındır ve matematikte ve bilimdeki basit öncüllerle yaptığı gibi, karmaşıklığın neden bu  sadelikten açığa çıkması gerekliliği durumunu da anlamıyorum.

Geleneksel olarak, Tanrı’nın gerekliliği mantıksal bir gereklilik değil,bir çeşit metafiziksel gereklilik ya da kendiliğinden meydana geliş, oluşum. Hume’ın tersine, ben bunun saçma yada tutarsız bir fikir olduğunu düşünmüyorum.Ben matematiksel Platoncu değilim ve metafiziksel gereklilik fikri ile ilgili kavramsal zorluk da çekmiyorum.Dolayısıyla, sonuçta, Hristiyanlıktaki Tanrı fikri bir yere gitmedi ama ben, hristiyanların, Dawkin’in “Tanrı illüzyonu” diye tanımladığı polemik parodisine girmeleri yerine, neye gerçek anlamda inandıkları konusunda nezaket gösterip, tartışmalarını isterim.

G.G.: Sizce evrim tartışması şeytanın estetik bir şekilde ortaya koyduğu bir tartışma mı?, Tüm bu iyiliği, güzeli ve gücü açğa çıkaran Tanrı,evrim adı altında  yaşayan varlıkları yaratmak için müsrif ve acımasız bir ileyişi kullanmış olabilir mi?

M.R.: Bazı din felsefesi çevreleri şimdi şeytan’dan, onu üzerinden  karşı bir tartışma yapabileceklerini düşünüyorlar. Ben bunu böyle olmadığını düşünüyorum. Daha da fazlası,bunun böyle olmasını da istemem. Nazilere karşı çıkan Beyaz Gül  grubunun lideri olan Sophie Scholl’un  idamının ya da Bergen-Belsen’deki Anne Frank’ın öldürülmesinin çoğunluğun iyiliğine katkıda bulanmak olduğu şeklindeki fikri tartışmak bile istemem.Benim sonsuz selametim, bu iki genç bayanın ölümüne bağlıysa, o zaman unut gitsin.

Ben hiç bir zaman gerçekten de acıların evrimsel işleyiş ile taşındığını düşünmedim.Bilhassa,hayatta kalma ve üreme adına yapılan mücadelenin HristiyanTanrı kavramını daha çok etkilediğini düşünüyorum. Tanrı herşeyi değişmemiş kanunlar yoluyla yapıyorsa ve bunu böyle olmasının niçin gerekli olduğunun da teolojik sebeplerini de düşünebilirim,o zaman acı ve ızdırap bunu bir parçasıdır diyebilirim. Paradoksal olarak ve mizah yollu ben bu noktada Dawkins’in tarafındayım. Tasarım gibi özellikleri olan organizmaları (el ve göz) elde etmenin tek yolu, mücadeleden açığa çıkan doğal seleksiyonyoluyla evrimden geçmekte olduğunu ileri sürmekte.Diğer mekanizmalar işlemiyor. Dolayısıyla, Tanrı bu işten sıyrılmış durumda.

G.G.: Evrimsel hesaplamaların dinin, hakikate dair herhangi bir kanıt için açığa çıkmasındansa, uygulanabilir değerleri gösterdiğine dair iddia hakkında ne düşünüyorsunuz?

M.R.: Bu soruyu sormanız ilginç. Çünkü ben de son zamanlarda kendimi bu iki fikir ile mücadele eder bulmaktayım. Ateşli bir Darwin evrimcisi olarak, bence tüm organizmalar, bunu insanları da katıyorum(doğal seleksiyonun nedensel mekanizmasına teşekkürler), hepsi  uzun ve yavaş bir gelişme prosesinin nihai ürünüdür. Dolayısıyla, bu şu demek; gözlerimizin ve ellerimizin özelliklerini açığa çıkması onların uyarlanabilir değerinden dolayı; onlar bizim hayatta kalmamıza ve ürememize yardımcı oluyorlar.

G.G.: Tabii ki,evrimsel açıklamalar biyolojik seviyede deneysel olarak çok iyi oluşmuş. Ancak, özellikle insanlar arasında aynı gerçek, sosyal ve kültürel hayat seviyesinde böyle mi?

M.R.: Söylediğimi sınır koysam da, burada toplumu ve kültürü dahil ediyorum. Ben Nazileri çok uyarlanabilir görmüyorum. Ama Nazi olmaya iten şeyler– Örneğin; bunu bir çocuğa aşılanması—uygulanabilir değere sahip.Aynı şeyi din için de söyleyebilirim. Biyolog Edward O. Wilson dinin uygarlanabilir olduğunu düşünmekte. Çünkü, bağlanmayı teşvik ediyor ve bu konuda da haklı olabilir. Ancak, Shakers’ın uyarlanabilir değeri net olarak sıfır olan, üreme üzerindeki dini yasaklamasında olduğu gibi de, biyolojik olarak düzensiz, karamakarışık gelebilir.

Dolayısıyla, dini bilgiye dair iddiaların da dahil olduğu tüm bilgiyi,evrimsel uçlara karşı  göreceli olarak görmem bir anlamda doğru.Neticede, evrim tarafından açıklanabilir olsa da da dini inançları da reddetmiyorum.

Bence herşey olabilir! Uyarlanabilirliğin yan ürünğ olarak dini gösterseniz bile ben dini inançları reddetmiyorum.Çünkü Darwin’in de bu şekilde düşündüğünü sanıyorum. Sevdiğim Mozart’ın operalarının uyarlanabilirliğin yan ürünü olması mantıklı.Ama bu onu daha az güzel ya da daha az anlamlı yapmıyor. Bence dini onun faziletleri üzerinden değerlendirmelisiniz.

G.G.: Dinin faziletlerinden bir tanesi, adaletin ilahi dağıtıcısı olan Tanrı yoluyla ahlak adına entellektüel,gerçekçi ve tatbiki bir temel oluşturması mıdır?

M.R.: Ben “evrimsel kuşkucu” olarak kayda geçtim. Substantif, sabit, esas olan  ahlakı reddetmiyorum ama objektif dayanakları reddediyorum. Bence ahlak, bizi iyi birer işbilirlikçi yapan,kollektif bir illüzyon, orjinalinde genetik bir şey. Buna şunu da eklemeliyim ki, varlık mücadelesinde iyi birer işbirlikçi olmamız her birimizin bireysel olarak daha iyi olmasını sağlar.Eğer insanlara iyi ve nazik olursak, karşılığında onlar da bize daha iyi ve nazik olabilirler.Ancak, felsefeci J.L. Mackie, maddenin aslına ait etikleri “somutlaştırıp, nesnelleştiriyoruz” şeklinde bir arguman (örneğin:kütüphaneden aldığımız kitabı zamanında geri götüreceğimiz gerektiği şeklindeki durumu objektif olaral düşünürüz.) öne sürmüştü. Biz bunu yaparız,yani kütüphaneye kitabı zamanında iade ederiz–aslında bunu bize yaptıran daha çok genlerimizdir–,çünkü bunu yapmazsak, o zaman hepimiz aldatmaya ve kandırmaya başlarız ve somutlaşmış etik de çöker!

Dolayısıyla,bence Tanrıya ihtiyacınız olmadan da tüm ahlaki değerler sahip olabilirsiniz bu yüzden Tanrının varlığını ahlak konusuna dahil etmiyorum. Darwin’in günümüze kadar getirdiği Hume’ın takipçisiyim. Belirli bir cinsin duyguları  uyarlanabilir önemli bir fonskiyon olsa da, ahlâk, tamamen ve net bir duygusallıktır. Ancak, ben burada Tanrının varlığını da reddetmiyorum. Bir hristiyan olsaydım, ahlakın doğal olan bir şey olduğunu düşünen doğal bir kanun teoristi olurdum.Küçük çocukları önemsemek, doğal ve iyi bir şey; küçük çocukları kahkahaları için öldürmek doğal olmayan, kötü birşey. Eğer Tanrının dünyayı yarattığını ve neyin iyi olduğunu söylemek istiyorsan, o zaman “Tanrı ne yaratırsa güzel yaratır” şeklindeki düşünce bana uyar.Aslında,bunu da basit anlamda iyi bir şey yapmanın Tanrının iradesinin bir fonksiyonu olarak Platon’un Euthyphronsu’nda öne sürülen “ahlaki davranışlar tanrı tarafından emredildiği için mi ahlakidir, yoksa ahlaki olduğu için mi tanrı tarafından emredilmiştir” argumanın problem olmasını basit anlamda önlemek için, Tanrının kendi iradesinin bir fonksiyonu olarak iyilik yapıldığını söylebilirsin.

G.G.: Din konusundaki düşüncelerinizde biraz gerginlik gözüküyor.Siz kendiniz inançlı biri değilsiniz.Ama zamanınızın büyük bir bölümünü inancı s eleştirelere karşı avunmak için harcıyorsunuz.

M.R.: İnsanlar beni sıklıkla çelişkili buluyor.Öyle bulmasalar da tamiyle iki yüzlü buluyorlar. Ben Tanrının varlığı için yapılan ontolojik argumanları– Varlık argumanı, Tanrı’nın var olmasını, yetkin ve kusursuz olduğunu iddiası– kabul ettiğimi söyleyemem. Ama bu argumanı beğeniyorum. Çok akıllıca ve Dawkins’in iyi sebepler yüzünde değil de bu argumanı küçümsediği için atlamasından dolayı bu argumanı desteklemeye hazırım. Bir açıdan da bu bir alanı elde etme savaşı. Ben profesyonel bir felsefeciyim. Anselm ve Descartes gibi düşünürleri  takdir ediyorum ve onlar kadar olmasam da, onlardan bir olmaktan da gurur duyuyorum. Ancak,benim kendi adıma bir duruşum var.Bu bir bakıma politik.Din, Amerika’da büyük bir şey ve çoğunlukla da o kadar güzel büyük bir şey değil. Tıpkı Somme Meydan Muharebesinde olduğu gibi, kötüye karşı çıkmak için savaşmıyacağınızı düşünüyorum. Bana göre, başkalarının topraklarına girip, diğerinin kuyusunu kazmadan da nasıl anlaşabiliriz ve ileriye doğru nasıl hareket edebiliriz’i gerçekleştirmemiz gerekiyor.

Benim bunları söylememde hristiyan mezhebine göre yaşadığım çocukluğumun önemi var. Çocukluğumda etrafım,nazik ve kibar ve sevgi dolu olan çok akıllı hristiyanlarla çevriliydi. Bunu hiç bir zaman unutmam. Son  olarak,kötü tartışmaları sevmiyorum.Benim durumumda, ben, Hristiyanların Tanrısının varlığı konusuna karşı güzel argumanlar sanırım sunabilirim.Yeterisizliğe ve eksikliğe ihtiyacım yok. T.S Eliot’un “Katerdal’de Cinayet” adlı eserinin dramatik dayanağı olan, öldürülen başpiskopos Thomas Becket, bu eserde şunu der: “Son ihanet en büyük hainliktir: Yanlış bir sebep için, yapılan doğru eylem…” Amin

Çeviri : AylinER
http://mobile.nytimes.com/blogs/opinionator/2014/07/08/does-evolution-explain-religious-beliefs/?_php=true&_type=blogs&hp=&action=click&pgtype=Homepage&module=c-column-top-span-region&region=c-column-top-span-region&WT.nav=c-column-top-span-region&_r=0

Check Also

Geri Dönüşü Olmayan İnsan Ruhunun Ölümsüz Yolculuğu