Bilincin Evrimi

Dünya nüfusuna baktığımızda, bilinç düzeylerinin dağılımınından türümüzün büyük bölümü 

evrimsel ölçeğin en alt kısmındadır ve gerçek güçsüzlüklerini telafi etmek için halâ “güç”e bel bağlamaktadır. Daha gelişmiş bireysel kültürler daha fazla çeşitlilik sergilerler. Japonlar, II. Dünya Savaşından ders çıkarıp,evrimsel açıdan toplu olarak büyük bir sıçrama yaptılar. Öte yandan, Amerika’nın bilinç seviyesi Vietnam Savaşı’nın bir sonucu olarak çöktü; Aslında öğrenilen şey şimdiye kadar görünür olması lazımdı ama pek görülmüyor.

Maalesef genel olarak eğlence anlayışımız duygusal sansasyonalizmden geçiyor ve bu yüzden de şiddete yöneliyor. Cinayetleri izlemek, televizyonda gecelik aile tarifesi şeklini almış; Çocuklarımız sürekli bu tür zihinsel beslenme ile  büyüyor. Amerikalılar, korkunç, daha çok tuhaf  şeylerin tadını çıkarmayı çok iyi öğrendiler. Zulüm ve yıkım, hasar, kargaşa, tahribat statüko haline geliyor. Örneğin; çocukların silah taşıma konusunda ebeveynin iznine sahip olmalarına daşr kanuna sahip olan Phoenix şehrinde, 1 Ocak 1993 tarihinde ABC News, iki buçuk yaşındaki bir çocuğun üç yaşındaki tarafından vurulduğu haberi paylaştı. Toplumun, çeşitli toplumsal katmanlarının kökleşmiş bir özelliği olan, kendiliğinden yayılan bilinç düzeylerini kurumsallaştırdığı görülüyor.

 Bununla birlikte, özgür seçim ve dolayısıyla bireysel hareketlilik ve deneyimlerin çeşitliliği açısından dikkate değer bir potansiyel de mevcut. İleri teorik fizik, doğrusal olmayan dinamikler ve doğrusal olmayan denklemlerin doğası üzerine yaptığımız çalışmadan, en azından teoride, seçimin sadece mümkün değil, kaçınılmaz olduğu açıktır. Düzensizlikten düzen açığa çıkar; tüm çekicilerin (attractor) kalıpları-örüntüleri, tabiri caizse sadece tek bir “iplikçik” ile birbirlerine bağlıdır. Peki ama dönüşümsel seçimler tam olarak nasıl gerçekleşiyor? Bunlara ne yol açıyor? Onları kim yapıyor ve neden?..

Büyüme ve gelişme düzensizdir ve doğrusal değildir. Pratik olarak, büyümenin esas doğası veya bu konu için doğada bulunan herhangi bir “süreç” hakkında hiçbir şey bilinmemektedir. Hiç kimse hiç bir zaman yaşamın doğasını çalışmamış, sadece imgelerini ve sonuçlarını incelemiştir. Bunu anlamak için basit anlamda yeterli matematik yoktu; Lineer diferansiyel denklemler, bizi, “öz”e değil, yaklaşımlara, yaklaşık olarak bulma yöntemlerine getirdi. Basit bir filizlenen tohum bile, hiçbir şey anlamadığımız içsel bir “sihir”! aracılığıyla inanılmaz mucizeler ortaya koyar.

Çoğunlukla görüldüğü gibi, hem bireysel hem de kollektif büyüme ya yavaş ya da ani olarak gerçekleşebilir. Kısıtlamalar tarafından değil, eğilimlerle sınırlıdır. Sayısız seçenek her zaman herkese açıktır ancak nispeten seyrek olarak seçilir, çünkü onları çekici hale getirecek bağlama bakılır. Kişinin seçim yelpazesi, normal olarak kişinin vizyonu ile sınırlıdır.

 Bağlam, değer ve anlam, genel olarak, daha büyük dingin-som ve daimi olanın bir parçası ve böylece de evrende sonsuz süreklilik içindeki toplam bilinç alanı olan düzenleyici bir çekici enerji alanı (attractor energy filed) içindeki enerji kalıplarının ince, hassas bir ağı için kullanılan sadece farklı farklı terimlerdir. Böyle bir karmaşık enerji kalıplarının-örüntülerinin büyüklüğü, insan idrakının ötesindedir ve ancak bilinci 600-700 enerji seviyesi aralığına ulaşan bireyler tarafından kavranır. Bu bize, gelişmiş bilince sahip olanların anlayabileceği muazzam kapasiteye dair bir fikir de verir.

Bilinçte yukarı doğru- gelişmeye dair bir hareketi kolaylaştırmanın en önemli unsuru, yeni hipotezlerin olası geçerliliğini yeni değerlendirme araçları vasıtasıyla zihin açan bir “gönüllülük-isteklilik” tutumu ve tavrıdır. Değişim için dürtüler, çoğu zaman bir bulmaca ya da paradoks karşısında zihne meydan okunduğunda kendiliğinden ortaya çıkar.

Bilinç ölçeğimizde büyük ilerlemelere izin veren iki kritik dayanak bulunmaktadır. Birincisi 200 enerji seviyesi, ilk güçlendirme seviyesidir. Burada suçlamayı durur ve kişinin kendi eylemleri, duyguları ve inançları için sorumluluk kabul etme arzusu ortaya çıkar. Sebep ve sorumluluk kendi dışına yansıtıldığı sürece, kişi kurbanolma-mağdur şeklinde güçsüz bir modda kalır. İkincisi, bir yaşam tarzı olarak sevgiyi ve yargısız affı kabul ederek ulaşılan, istisnasız tüm insanlara, olaylara koşulsuz iyiliklerin uygulandığı 500 enerji seviyesi düzeyidir. Bu seviyeye ulaşan kişi, algıları geliştikçe tamamen farklı ve daha merhametli, şefkatli olarak iyi bir dünyada yaşamaya başlar.

 Tutumların dünyamızdaki deneyimlerimizi değiştirebileceğini ve deneyimlemek için sayısız geçerli yol olduğunu anlayabilmek başlangıçta çok zordur. Ancak, bir hologramı gözlemlerkenki gibi; ne gördüğünüz tamamen hangi pozisyondan baktığınıza bağlıdır.

O zaman, hangi pozisyon “gerçek”tir?

 Aslında, bu bir holografik evrendir. Her bakış açısı, izleyicinin kendine özgü bilinç seviyesi tarafından tanımlanan bir pozisyonu yansıtır. Hologramın bu tarafındaysanız, algınız diğer taraftaki gözlemciyle aynı fikirde olmayacaktır. Aynı fikirde olmamaya “Çıldırmış olmalı!”nşeklindeki tepki, bu kadar geniş bir tutarsızlığa karşı yaygın olarak gösterilen bir tepkidir. Ve dünya, sınırsız boyutlarda bir hologramlar kümesidir. Sık sık söylendiği gibi, zaman ve mekânda sabitlenen ve yalnızca tek bir duyumsal yansıma sunan sabit aynalar değil, şimdiye kadarki tüm seslerin çekici alanlarının (attractor fields) holografik dizilerinin bir parçasıdır. Fiziksel dünya da dokunsaldır. Doku, renk, boyut ve konum ve şekil gibi mekansal ilişkilere sahiptir ve bunların her biri, diğer tüm niteliklerle birlikte, “An” olan varoluşun orijinal kaynağına “zamanın sonu”na geri dönen bir alt dizinin parçasıdır.

Diyebiliriz ki; bir hologram, bizatihi kendisi kendi başına bir prosestir. Üç boyutlu bir hologramda “sabit” bir şey yoktur. Peki, dört boyutlu hologram nedir? 4 boyutlu hologram, aynı anda tüm olası örnekleri içerecektir. Değişmek zamanda ilerlemek gibi görünür, ama eğer zamanın kendisi aşılırsa, o zaman “dizi-zaman dizisi” diye bir şey de olmaz. Eğer herşey “AN” ise, buradan oraya kadar takip edilecek bir şey de yoktur. Her hologram kendi içinde nedensel olarak ilişkili olmayan, ancak eşzamanlı olayların doğrusal olmayan sonsuz matrisinden meydana gelen evrimsel bir izdüşümdür. 600 ile 700 enerji seviyesi arasındaki algısal düzeyde, “neydi, ne oluyor, ne olacak” söze dökülmeden tam ve bütün, eşzamanlı holografik olasılık içinde idrak edilir. Bu noktada “kelimelerle ifade edilemez, söze dökülemez” terimi anlam kazanmaya başlar.

Gelin bu söylediklerimi bir örnekle daha iyi anlamaya çalışalım:

Şimdi bir sokak köşesinde duran bir dilenci düşünelim…

Büyük bir şehirde, ünlü markaların olduğu bir caddede üstü başı yırtık pırtık yaşlı bir adam çok zarif taşla kaplı bir duvarın kenarına yaslanmış durmakta… Şimdi bu adama çeşitli bilinç düzeyleri ile bakalım ve nasıl göründüğüne dair farklılıkları inceleyelim…

Bilinç seviyesinin en altında 20 düzeyinde (utanç seviyesi), bu adamı serseri, kirli, iğrenç, utanç verici görürdü. Seviye 30’da (Suçluluk seviyesi) onun bu halde olmasından dolayı onu suçlardı. Ne yaptıysa bu hale gelmesi için onu hak ettiğini düşünürdü… 50‘de (Umutsuzluk seviyesi) onun bu kötü durumda olması, çaresizlik, toplumun evsizliğe dair hiçbir şey yapamayacağına dair delil ve umutsuzluk olarak görünebilirdi.. 75’de (Keder seviyesi) yaşlı adam trajik, arkadaşsız ve kibar görünürdü.

Bilinç seviyesinde 100’de (Korku), onu tehdit edici, sosyal bir tehdit olarak görebilirdik. Belki de o bir suç işlemeden önce polisi aramalıyız diye de düşünebilirdik. 125‘de (İhtiras) o, sinir bozucu bir problemi temsil edebilir – neden biri bir şeyler yapmıyor? diyebiliriz. 150’de (Öfke) yaşlı adam şiddet gösterebileceği düşünülebilir, ya da öte yandan, bu tür koşulların olmasından dolayı ona öfkeli de olunabilir. 175′de (Gurur) onu bir utanç olarak ya da öz saygıdan yoksun olarak görebiliriz. 200’de (Cesaret), o civarda evsizleri için bir barınak olup olmadığını merak edebiliriz; “İhtiyacı olan tek şey bir iş ve yaşanacak bir yer” diye düşünebiliriz.

250’de (Nötr) dilenci iyi görünüyor, hattâ belki de ilginç biri diyebiliriz. “kimsenin tercihlerine karışmayıp, farklı şekillerde yaşayanları kabul edebiliriz. “Yaşa ve yaşat” diyebiliriz; Sonuçta, o, kimseyi incitmiyor diye bakabiliriz. 310′da (İstekli), onun yanına gitmeye karar verebilir ve “köşede duran bu adamı neşelendirmek için ne yapabiliriz?” diye düşünebiliriz ya da bu gibi kişilere yardım etmek için gönüllü oluruz. 350′de (Kabul) bu “köşedeki adam ilgi çekici” ve “muhtemelen anlatacak ilginç bir hikayesi vardır ve belki de asla anlayamayacağımız nedenlerden dolayı burada.” diye düşünebiliriz. 400’de (Akıl) “o, muhtemelen mevcut ekonomik ve sosyal sıkıntıların bir neticesi olarak bu halde”, diyebiliriz, ya da belki de “o derinlemesine bir psikolojik çalışma için iyi bir denek olabilir” diye düşünebiliriz.

Daha yüksek seviyelerde yaşlı adam, sadece ilginç değil, aynı zamanda sevimli ve hoş görünmeye başlar. Belki de o zaman, aslında onun sosyal sınırları aşmış ve özgürleşmiş olabileceğini, yüzündeki bilgeliği ve maddi şeylere kayıtsızlıktan gelen dinginliğini ve neşeli yaşlı bir adam olduğunu görebiliriz. 500’de (Sevgi), geçici bir ifadede o, kişinin kendi benliği olarak ortaya çıkar.

Ona yaklaşıldığında, dilenci için de bu farklı bilinç düzeylerinin gösterdikleri tepkilere karşı tutumu değişiklik gösterir.. Bazıları ile, kendini güvende hisseder, başkaları korkutur veya kederlenir. Bazıları onu kızdırır, bazılarından da memnun olur. Bazılarından kaçınır, bazılarıyla da zevkle selamlaşır. (Sende olan karşındakinden yansır-aynalama.)

Bilinç seviyemiz, pasif gözlemci olarak, karşılaştığımız dünyayı, ne gördüğümüze karar verir ve belirler. Kurguladığımız gerçekliğimiz olur, algıladığımız seviyeye göre tepkilerimiz meydana gelir. Dış olaylar, koşulları tanımlayabilir ama insan bilinç seviyesini belirlemez.

Örneğin, mevcut ceza sistemimizden örnek verirsek..  Aynı ve son derece stresli bir ortama yerleştirilmiş olan farklı mahkumlar, “nereden geldiklerini” göre sıra dışı olarak değişen şekillerde tepki gösterirler. Bilinç düzeyi en altta olan mahkumlar bazen hapiste intihar girişiminde bulunurlar. Diğerleri suçluluk duygusuyla psikotik ve sanrılı olurlar. Bazıları da aynı şartlarda umutsuzluğa düşer,konuşmaz ve yemez. Diğerleri keder gözyaşlarını gizlemeye çalışarak kafalarını elleri arasına koyup otururlar. Çok sık görülen bir ifade, paranoid savunmasızlık veya bariz ve utanmaz bir yalakalık ile ortaya çıkan korkudur. Aynı hücre bloğunda, daha şiddetli enerji öfkesi olan, şiddet ve saldırıya maruz kalan diğer mahkumları görüyoruz. Gurur, maço, palavra ve baskınlık biçiminde her yerdedir.

Ancak, bazı mahkumlar, neden orada olduklarına dair gerçeklerle yüzleşmek için cesaret bulurlar ve hayatlarına dürüstçe bakmaya başlarlar. Ve her zaman sadece “zorluklara göğüs gerip üstesinden gelerek bazı şeyleri okumaya çalışanlar vardır. Kabul düzeyinde, yardım arayan ve destek gruplarına katılan mahkumları görüyoruz. Ara sıra bir mahkumun öğrenmeye ilgi göstermesi, hapishane kütüphanesinde eğitim görmesi ya da hapishanede avukat çıkması (tarihin en etkili kitaplarının bir kısmı parmaklıklar arkasında yazılmıştır) olağandışı bir durum değildir. Birkaç mahkumun bilinçleri değişim ve dönüşüm yaşar ve arkadaşlarına karşı sevecen ve cömert olurlar. Yüksek enerji alanlarıyla derinden ruhsal olarak gelişen ve hatta aydınlanmayı aktif olarak sürdüren bir mahkum da duyulmuş bir örnektir.

Nasıl tepki verdiğimiz, dünyayı nasıl algıladığımıza bağlıdır. Kim olduğumuz ve ne gördüğümüz “algı” tarafından belirlenir. Bilinç seviyesi bir kişinin ne kadar düşükse, göz teması kurması da o kadar zordur. Düşük seviyenin en uç-dip noktasında görsel kontaktan tamamen kaçınılır.

 Öte yandan, yüksek bilinç seviyelerinde ise uzun ve hiç bitmeyen derin bakışlar o seviyelerin bir özelliğidir…

 Güç ve algı beraber işler..

O zaman algı nasıl çalışır?, Mekaniği nedir?

Algının öznel olarak benzersiz olması, yaygın gözlem ile kanıtlanmıştır: Hepimiz bir hukuk okulunda, farklı tanıkların aynı olayın çılgınca farklı hesaplamalara giriştiği sahte duruşma örneklerini biliriz. Algı mekanizması, bilincin kendisinin projektör olduğu bir sinema gibidir. Film emülsiyonundaki formlar çekici enerji kalıpları, örüntüleridir (attractor energy patterns) ve ekrandaki hareketli görüntüler, algıladığımız ve “gerçeklik” dediğimiz dünyadır. Filmdeki konfigürasyonlar akılda tutulduğunda ABC (Sebep Gözlenemez) çekici alanları ve ekran üzerindeki hareketli resmin ise olağanüstü dünya olarak gözlenen A> B> C (sonuçlar gözlemlenebilir) olduğunu söyleyebiliriz.

Bu şema, ekranın seviyesinde değil, film seviyesinde nedenselliğin doğasını daha iyi anlamak için bir model sunmaktadır. Dünya, girişimlerini A> B> C (sonuçlar gözlemlenebilir) düzeyinde yaşam ekranına rutin olarak uyguladığından, bu girişimler etkisiz ve maliyetlidir. Nedensellik, enerji seviyelerinin çekici kalıplarından kaynaklanır ve zihin filmi üzerine basılmış ABClerden (sebep gözlemlenemez) oluşan konfigürasyonlardır ve bilinç tarafından açığa çıkar.

Bilinç akışının doğası, onun düşünce biçimi, algısı, hissi ve hafızası ile ona hakim olan çekici enerji alanının sürümünün sonucudur, tahakkümün iradî olduğunu hatırlamakta fayda var ve empoze edilmez, ancak kendi tercihleri, inançları ve hedeflerinin sonucudur.

Bizler, belirli işleme biçimleri gösteren ve bütün kararları beraberindeki değerler ve anlamlara göre oluşan bir alan modeli ile senkronize oluruz. Bir seviyeye göre önemli ve heyecan verici gibi gözüken bir bilgi parçası, başka bir seviyede sıkıcı veya hattâ itici olabilir; Gerçek Subjektiftir. Bu korkutucu olabilir. Şu anki bilimi, yanılmaz ve kahin durumuna yükseltmek, evrensel olarak öngörülebilir nesnel dünyayı “güvenceye alabileceğimizi” hissetmek içindir ve bu bir güvensizlik ifadesidir.

Fakat algının duygusal çarpıklıklarını aşarken, bilim de kendi parametrelerinin sınırlarından dolayı başka bir kavramsal çarpıklık yaratır. Bilim, gerekliliklerini araştırmak için içeriği bağlamdan kaldırmalıdır, fakat sonuçta, verilere tüm önemini veya değerini veren de yine bağlamdır. İleri düzeydeki teorik fiziğin ulaştığı nihai keşif, insan bilgisinin herhangi bir organize alanından elde edilebilir:”dışarıda” diye adlandırılan yapıyı ne kadar çok detaylı analiz edersek, incelenen şeyin gerçekte ne olduğunu daha çok keşfederiz. Aslında bu da şunu ortaya çıkarır: Bilincin kendisinden başka hiçbir şey yoktur. Kendimizi aksine inandırmaya yönelik alışkanlığımız temel yanılsamamız, illüzyonumuzdur.

 Objektif olarak, düşüncelerin gerçekten de dünyanın bilincine ait olduğu görülebilir; bireysel akıl, sadece onları yeni kombinasyonlar ve permütasyonlarda işler. Gerçekten orijinal düşünceler gibi görünen şey, yalnızca dahilik aracılığıyla ortaya çıkar. Tıpkı hiç bir kar tanesinin birbirine benzemediği gibi bizler de benzersiziz.

 Hepimiz doğuştan bir insan aklına sahip doğarız. Aklın sınırlarını aşmak için, gerçekliğin tek hakimi olan zihnin tahakkümünden kurtulmak zorundayız.

Faydasız, beyhude bir zihin, asıl “hakiki” anlamda yaşam adlı filmin yaşanmasını engeller; zihin doğası gereği, yaşadığımız eşsiz deneyimlerin “hakiki, gerçek” olduğuna bizi ikna eder ve böylelikle her bir birey gizliden gizliye dünyada deneyimlediklerinin doğru ve gerçek olduğunu hisseder.

Bilinç seviyelerini incelerken, Gurur’un olumsuz taraflarından birinin “inkâr” olduğunu belirttik. Her akıl, “doğruluğunu” korumak için inkâr eder.

Bilinç düzeyindeki büyük sıçramalar daima “Biliyorum” illüzyonundan vazgeçmekle gerçekleşir. Değişime olan isteğe ulaşmanın tek yolu, bir kişinin dibe vurduğunda yararsız, boş inanç sistemlerinden vazgeçmesi ile olur.

Işık kapalı kutuya giremez; felaketin iyi tarafı, daha yüksek bir farkındalık seviyesine bir açılım yapabilmesidir. Hayat bir öğretmen olarak görülürse, o zaman ondan öğrenilecek çok şey  olur. Acı verici hayat derslerini, alçakgönüllülükle büyüme ve gelişmeye açılan kapılar olarak görmedikçe bu deneyimler israf olur.

Bizler belirgin, zahir olan deneyim süreçlerine şahit oluruz, gözlemleriz ve kaydederiz.. Ancak, farkındalığın kendisinde hiçbir şey olmaz. Farkındalık, sadece deneyimleneni kaydeder; bunun üzerinde etkisi yoktur. Farkındalık, yaşamın kendisiyle özdeş olan sınırsız gücün her şeyi kapsayan çekici alanıdır.

Zihin içeriğiyle özdeşleşir. Ona ulaşana göre hüküm verir; över ya da suçlar. Zihnin deneyimlediğini söylemek onu aşağılamak olur. Aslında deneyimin kendisi deneyimleyendir. Deneyim, deneyimler. Zihin dünyayı deneyimlemez, duyular öyle olduğunu söyler. Sonuçta tek bir fonksiyonumuz var. O da: Deneyimi deneyimleme.

 Bilincin başlıca sınırlanması onun masumiyetindendir. Bilinç saftır; duyduğu her şeye inanır. Bilinç, içine konulan herhangi bir yazılımı oynatacak bir donanım gibidir. Bilin masumiyetini asla kaybetmez; bir çocuk gibi naiftir ve güvenir. Onun tek koruyucusu gelen programı inceleyen ayırt edici farkındalığıdır.

Sadece gözlemleyen zihin ile kişinin bilinç seviyesi yükselir. Zihni izlediğinizde, düşüncelerinizi takip ettiğinizde, o zihin alçakgönüllü olur ve herşeye karşı olan iddialarından vazgeçer. Alçakgönüllü olduğunda kendimize gülme kapasitesimiz açığa çıkar ve zihninin daha az kurbanı, daha çok ustası oluruz.

“Zihin olduğumuzu” düşünmekten “zihne sahip olduğumuzu” ve zihnin de düşünceleri, inançları, duyguları ve fikirleri olduğunu düşünmeye başlarız.

Sonunda da, tüm düşüncelerimizin sadece bilincin büyük veritabanından ödünç alındığına ve asla bize ait  olmadığına dair bir idraka ulaşabiliriz. Hakim düşünce sistemleri, an ve an revaçta olan yeni fikirlerle yer değişir, yeniden tanımlanır. Bu her an değişen nosyonlara fazla değer vermediğimiz için de onlar bize hükmetme gücünü yitirir ve bizler de zihinden özgürleşip, gitgide artan bir özgürlüğü deneyimleriz. Bu deneyim de yeni bir haz kaynağına dönüşür; tam olarak, varoluşun kendinden kendine olan bu haz, bilinç seviyesinin yükselmesi ile olgunlaşır.

Çeviren : AylinER
David R. Hawkins’in “POWER VS FORCE” adlı kitabından çevrilmiştir.

Check Also

Geri Dönüşü Olmayan İnsan Ruhunun Ölümsüz Yolculuğu