Holografik Evren -2-

Bu yazının videosu yenilenmek için hazırlanmaktadır.

Çeviren : AylinER
Hazırlayan: Hakan Çakmak

Maddeyi zihnin-beynin dışında olarak düşünmek aslında bir aldatmacadır. Algıladıklarımız yapay kaynaktan geliyor olabilir. Bunun beynimizde nasıl gerçekleştiğini bir örnekle görebilmek mümkün…

Önce, düşünelim ki beynimizi vücudumuzun dışına çıkarıp, canlı olarak bir cam küpün içinde tuttuğumuzu düşünelim ve bir de buna her türlü bilginin kaydedilebileceği bir bilgisayar bağlayalım ve son olarak ortama
ait olan görüntü, ses ve koku gibi tüm verileri bu bilgisayara aktaralım ve bu bilgisayarı elektrodlarla beynimize bağlayalım ve daha önceden kaydedilmiş datayı bilgisayardan beynimize iletelim. Beynimiz bu sinyalleri almaya başladığında, bu manzarayı görüp, yaşamaya başlayacaktır.

Bu bilgisayardan, kendi görüntümüzün içerdiği sinyalleri de beynimize yollayabiliriz. Örneğin, beynimize görme, duyma, dokunma gibi duyu organlarının elektriksel karşılığını yollayabiliriz ve bu sinyaller bizim sanki bir masada oturuyormuş gibi algılamamıza yol açar. Yani beynimiz bize sanki bir işadamıymışız da ofiste oturuyormuşuz hissini uyandırır. Bilgisayardan bu uyarılar geldiği sürece bu hayali dünya devam edecektir ve biz hiç bir zaman beyinden ibaret olduğumuzun farkına varamayacağız! Aslında herhangi maddesel karşılık olmaksızın bir şeyin gerçek olduğuna inanmamız, beynimizin aldatmacalarına kanmamız oldukça kolaydır. Aslında rüyada da olan budur!

Rüyalardaki Alem-Dünya

Sizler için gerçek elle tutulan ve gözle görülendir! Rüyalarınız da ellerinizle dokunur ve gözlerinizle görürsünüz. Ama hakikatte dokunmak için ele ya da görmek için göze ya da başka hiç bir şeye gerek yoktur!
Rüyada maddesel olarak algıladıklarınız bir aldatmacadır.

Örneğin yatağında derin bir uykuda olan bir insan düşünelim. Bu insan rüyasında kendisini tamamen bambaşka bir dünyada görebilir. Kendisini bri pilot olarak ve devasa bir uçağı kullanırken görebilir ve hatta bu uçağı uçurmak için çok fazla çaba sarfederken görebilir kendini. Aslında bu insan yatağından bir adım bile dışarı çıkmamıştır. Rüyalarında değişik yerleri ziyaret edebilir, arkadaşları ile buluşabilir ve onlarla sohbet edebilir, onlarla birlikte yemek yer ve içebilir ve bunların sadece bir rüyadan bir algılamadan ibaret olduğunu rüyadan uyandığında fark eder. Eğer bizler rüyalarımızda kolaylıkla gerçek olmayan bir dünyada yaşabiliyorsak, aynı şey bu yaşadğımız dünya için de geçerli olabilir!

Bir rüyadan uyandığımızda yaşadığımız hayatın uzun bir rüyadan ibaret olduğunu düşünmek hiç de mantıksız değil! Rüyamızın güzel olduğunu ve hayatımızın da gerçek olduğunu düşünmek alışkanlıklarımızın ve önyargılarımızın ürünüdür!

Bu bize şunu anlatmaktadır: Dünyada yaşadığımızı sandığımız bir rüyadan uyanabileceğimizi!…
tıpkı rüyadan uyandığımız gibi!…

Algılayan Kim?

Tüm bu fiziksel gerçeklerden sonra öncelikli bir soru ortaya çıkmakta: Eğer tüm fiziksel olaylar özünde algılamadan ibaret ise beynimiz ne oluyor? Tıpkı kolumuz, ayağımız ya da herhangi nesne gibi
beynimiz de madde olduğuna göre, o da tıpkı diğer nesneler gibi bir algılamadan ibaret olmalıdır!

Bu konuyu daha iyi anlamak için bir örnek verelim…

Sinirleri genişleterek beynimizi kafamızdan dışarı çıkardığımızı ve gözlerimizle görebileceğimiz bir yere koyduğumuzu farz edelim. Bu durumda beynimizi görüp, parmaklarımızla ona dokunabiliceğiz. İşte bu yolla beynimizin görme ve dokunma duyularından oluşmuş bir algılamadan ibaret olduğunu göreceğiz.

O zaman gören, duyan ve algılan ve diğer duyuları irade eden beyin değil ise, ne? Gören, dokunan, koklayan, algılayan kim? Düşünen, akıl yürüten, duygulara sahip olan daha da ötesi “Ben BENİM” diyen kim?

Çağımızın en önemli düşünürlerinden Karl Pribram da aynı soruyu sormakta…

Yunanlılardan bu yana filozoflar “makinadaki hayalet”, “küçük adamın içindeki küçük adam” vs.diye düşündükleri “ben” nerededir?”, beyni kullanan kimdir? Bilme işini gerçekleştiren kimdir?
Bu sorgulamanın benzerini de Assisili Aziz Francis de şöyle dillendirmiştir:”
Aradığımız GÖREN ‘dir.

Aslında beyni kullanarak gören, hisseden bu metafizik varlık RUHtur! Madde dünyası dediğimiz bütün algıları ile RUHun seyrettiği bir hayalden ibarettir! Tıpkı rüyalarımızda gördüğümüz bedenlerimizin ve maddesel dünyaların maddesel bir gerçekliğe sahip olmadıkları gibi evren ve sahip olduğumuz bedenlerimiz de hiç bir fiziksel gerçekliğe sahip değiller! Gerçek ve mutlak varlık RUH’tur. Madde ise ruhun algılamalarından ibarettir.
Evet, biz maddenin gerçek olduğuu varsaysak bile, fizik, kimya ve biyoloji kanunları bizi bir gerçeğe yöneltmekte o da “madde hayalden ibarettir” ve bu metazfiziksel maddenin kaçınılmaz bir gerçekliğidir.
İşte bu maddenin ardındaki sırdır. Bu geröek o kadar nettir ki bu maddenin mutlak varlık olduğunu düşünen bazı materyalist bilimadamlarını telaşa düşürmektedir.

Bilim yazarı Lincoln Barnett “Evren ve Einstein” adlı kitabında şöyle demekte: Filozoflar, objektif gerçekliği algıların gölge-dünyasına indirgerlerken, bilimadamları da insanın duyularının endişe verici sınırlılığının farkına varmışlardır.

Lincoln Barnett, Evren ve Dr. Einstain, William Sloane new York, 1948, sayfa17-18
Tüm bu gerçekler bizi çok net bir soru ile karşı karşıya getirmekte: eğer kabul ettiğimiz maddesel dünyaruhumuza verilmiş algılamalardan ibaret ise, bu algılamalrın kaynağı nedir?

Bu soruyu cevaplarken bir gerçeği de göz önünde bulundurmalıyız o da madde kendi tarafından yönetilen bir varlık olmayıp sadece bir algıdır. O zaman bu algı başka bir güç tarafından meydana gelmektedir.
Bu da onun yaratılmış olduğu anlamına gelir. Daha da ötesi bu yaradılış sürekliliği olan bir şeydir.
Eğer sürekli ve tutarlı bri yaradılış olmazsa madde diye tanımladığımız kaybolur ve yok olur.

Bu tıpkı televizyondaki durum gibi…televizyondaki görüntü sinyal ulaştığı sürece vardır.
Eğer sinyal yayını durursa o zaman televizyondaki görüntü de gider.

Gerçek Mutlak Varlık
O zaman dünyayı, insanları, bitkileri, bedenlerimizi ve diğer tüm şeyleri görmemizi sağlayan ruhları kim yarattı? Çok net olan şey tüm evreni yaratan, tüm algılaların toplamı ve bu yarışı sürekli ve görünmez bir şekilde yapan “Üstün BİR Yaratıcının” olduğudur. Bu Yaratan o kadar muhteşem yaratan mutlaka sonsuz bir güce ve akla
da sahip olmalıdır. Dolayısıyla tüm algılamalar onun iradesine bağlı olmalıdır ve yarattığı her şeye, her an
O hükmetmelidir.

Check Also

Bunu anladığınızda Tüm Hayatınız Değişecek – Bruce Lipton