İnsan-ı Kamil – 63 / 2. Bölüm (Sair Dinler ve İbadetler)

İnsan-ı Kamil                               Abdûlkerîm Ceylî


Bu eserden beklenen odur ki; 
Salik için , en yüce refikîne ileten ola..
Ama, ince, düşünceli, nazik, kibar arkadaş gibi..


63 – 2.  BÖLÜM

SAİR  DİNLER  VE  İBADETLER

KÜFFARA  GELELİM:

Bunlar, bizzat Allah’a ibadet etmektedir..

Şöyle ki: Sübhan olan yüce Hak baştan sona, bu varlığın hakikatıdır..
Küffar da bu varlık cümlesinden sayıldığına göre.. onların hakikatı odur..

Onlar, kendileri için bir  RABB olmadığı yolunda inkâra sapıp kâfir oldular..

Bu böyledir.. Çünkü,  Allah-u Taâlâ onların hakikatidir.. Onun için
bir RABB olamaz.. Mutlak RABB kendisidir..

Böylece onlar, aynen zatları neyi gerektiriyorsa.. ona göre ibadet ettiler..

 

PUTA  İBADET  EDENLERE  GELELİM:


Bu dahi, yüce Hakk’ın varlık sırrına dayanır..

O: Hülulsüz, katıksız olarak, vücud zerrelerinin her birinde,
kemâli ile vardır..

Bu açıdan, Yüce Allah, onların ibadet ettiği putların dahi hakikatıdır..

Bu manaya göre: Ancak Allah’a ibadet etmiş olurlar..

Bunun böyle olması onların bilmesine muhtaç değildir.. Aynı şekilde,
onların niyetlerine de muhtaç değildir..

Zira: Hakikatlerin gizliliği nekadar uzarsa uzasın; elbette iş neyse..
onun üstünde açık zuhurları zarurîdir..

 

Şu mana da, onların içten Hakk’a tabi olduklarının sırrıdır..

Şöyle ki: Onların kalbleri, bu işte hayır olarak lehte onlara şehadet eder..
İtikadları da bu işin hakikatına bağlıdır..

Bu mana ise.. Kulunun ona ait zannıdır..

Bu manada, şu hâdis-i şerif önemlidir:

–  “Müftüler fetva verse dahi; kalbine danış..”

Bu kalb fetvası umumî manadadır.. Hususî kalb fetvasına gelince..
O zaman iş değişir..

Her kalb doğru fetva veremez.. Her kalbden fetva sorulmaz.. danışılmaz..

Bundan bazı kalbler murad edilmiştir; hepsi değil..

Bu, itikada dayalı incelik; onların yaptığı işin hakikatına uygundur..
Onları, bu yoldan hakikat, işin zuhuruna çeker götürür.. ama âhirette..

Allah-u Taâlâ bu manada şöyle buyurdu:

–  “Her cemaat, kendilerinde olanla şendir..”   ( 30 / 32 )

Yani: Dünyada da böyledir; âhirette de..

Bu böyledir.. Çünkü: İsim müsemmadan ayrılmaz..

Onları şenlikle isimlendiren odur.. Onları, bu şekilde vasıflandırdı..

Bu vasıf ise.. mevsufa mugayir değildir..

Ancak:

–  Her cemaat, kendilerinde olanla şen oldu..

Denseydi.. o zaman, bu fiil sıgası ile gelmiş olurdu.. Yukarıdaki manaya
aykırı düşerdi.. Muzari sığası ile:

–  Ş e n  o l u r..

Deseydi.. o zaman, arada bir açıklık olurdu..

Amma, isim böyle değildir.. O, sürenin devamını gerektirir..

Yani: Onlar, dünya hayatında yaptıkları ile şendirler..  Âhirette ise.. halleri ile
şendirler.. Ellerinde bulunanla daimî bir şenlik içindedirler..

Bu mana icabıdır ki: Dünyaya geri çevrilseler; yine kendilerine yasak edilen
şeyi yaparlar.. Yaptıkları işin sonucunu azap bildikleri halde..

Zira o işte, bir lezzet, lütuf bulurlar.. Bu lezzet dahi, o azapta bekalarının
sebebidir..

Zira Hak Taâlâ’nın rahmeti icabıdır ki:

Kuluna âhiret azabı dilediği zaman, onun için bu azapta gizli bir lezzet
yaratır. Azap görenin cesedi de, ona aşık olur..

Böyle olur ki: O azaptan Allah’a ilticası ve o azaptan Allah’a sığınması
yerinde bir şey olmaya.. O lezzet , onun için var oldukça azap içinde kala..

Ama Allah-u Taâlâ, onun azabını hafifletmeyi dilediği zaman, o lezzeti yitirir..
O zaman rahmete yönelmeye muztar kalır..

Allah-u Taâlâ’nın şanı odur ki: Muztar kalmışın duâsına icabet ede..

İşbu durumdaysa.. o kulun azaptan Allah’a ilticası ve ona sığınması
yerinde olur.. Hak Taâlâ ise.. onun sığınmasını kabul buyurur..

 

Yukarıda anlatılan mana icabıdır ki: Küffarın Allah’a ibadeti zatîdir.

Onların bu şekilde ibadeti, her nekadar kendilerini saadete götürür ise de..
dalâlet yoludur..

Dalâlet yolu olması da, o yoldan saadet husulünün uzadığıdır..

Zira o yoldan gidenehakikatler inkişafı, ancak âhiretin azap tabakalarına
girdikten sonra mümkündür..

Bunların tümü, dünyada tabiat ateşi tabakalarına dalmasının cezasıdır..
Beşeriyeti icabı onlarasözle dalmıştıişle dalmıştıhalle dalmıştı..

Bu cezasını bitirdikten sonra, Allah’a vardıran yolunu da kat etmiş olur..
Bunun böyle oluşu, kendisine gelen nidanın uzaktan oluşudur..

Ancakbu hallerden sonra, ilâhî saadetine nail olur.. İlk adımda yakınlık
bulanların erdiğine erer..

Bu ilklere yakından nida gelmiştir..

A n l a..

TABİATÇILARA  GEÇELİM:

Bunlar, Allah-u Taâlâ’ya dört sıfatı cihetinden ibadet ederler..

Bu ilâhî dört sıfat şunlardırHayat, ilim, kudret, irade..

Bunlar, vücud binasının aslıdır.. Hararet, bürudet, rütubet, yübuset ise..
o dört sıfatın, bu kâinat âlemindeki zuhur yerleridir..

Rütubethayatın zuhur yeridir..

Bürudetilmin zuhur yeridir..

Hararetiradenin zuhur yeridir..

Yübusetkudretin zuhur yeridir..

Bütün bu zuhur yerlerinin hakikatı ise.. anlatılan sıfatların sahibi olan
Yüce Sübhan’dır..

 

Anlatılan zuhur yerlerinde var olan, bu ilâhî incelik, sair tabiatçıların
ruhlarına da açılınca; bu ilâhî dört vasfın eserini de, gördükten sonra..

Bu varlığı: Hararet, bürudet, yübuset ve rütubete bağladılar..

Ve.. kabiliyetler, ilâhî istidat ciheti ile bildi ki: Anlatılan sıfatlar,
bu suretlerin manasıdır..

Yahut:

–  Bu kalıpların ruhudur..

–  Bu zuhur yerlerinde zâhir olanlardır..

Şeklinde anladıklarını da söyleyebilirsin..

İşbu sırrın icabıdır ki: Anlatılan tabiî kuvvetlere ibadet olundu..

Bazısı bunu bilerek yaptı.. Bazısı da bilmeden yaptı..

Bilen önde gitti; cahil de katıldı..

Her ne ise.. onlar, Hakk’ın âbid kullarıdır.. Amma, sıfat cihetinden.. Neticede
işleri saadete ulaşır.. Tıpkı, bunlardan önce anlatılanların durumu gibi..

İşlerinin bineği olan hakikatlerin zuhuru ile, durum anlatıldığı gibi olur..

 

FELSEFECİLERE  GELELİM:

Bunlar Yüce Sübhan’a isimleri cihetinden ibadet ederler..

ZiraYıldızlar, onun isim mazharlarıdır.. Allah-u Taâlâ ise..
zatı ile, onların hakikatıdır..

Şöyle ki:

Güneş, Allah isminin mazharıdır.. Nuru ile, bütün yıldızların yardımına koşar..
Tıpkı: Bütün isimlerin, Allah isminden yardım aldıkları gibi..

Kamer, ( ay ) Rahman isminin mazharıdır.. Zira: Yıldızların en kâmilidir..
Güneşin nurunu taşır..

Tıpkı: Rahman isminin, bütün isimlere nazaran, en yüce mertebeye sahip
olduğu gibi.. Bunun beyanı daha önce, kendi yerinde yapıldı..

Müşteri, Rabb isminin mazharıdır.. Zira o: Semada yıldızların en saadetlisidir..
Tıpkı: Rabb ismi, mertebeler içinde özel bir mertebeye sahip olduğu gibi..

Zira o: Merbubun hükmüne göre, Kibriya kemâlini şumulüne almıştır..

Zühal.. bu yıldız, vahidiyet mazharıdır.. Zira, bütün felekler onun kapsamına
girer.. Tıpkı: Bütün isimler ve sıfatlar vahid ismi altında olduğu gibi..

Merih, kudret mazharıdır.. Zira o: Kahhariyet fillerine ait bir yıldızdır..

Zühre ise.. iradenin mazharıdır.. Zira o: Kendi özünde, çok seri bir tekallübe
sahiptir.. Aynı şekilde Yüce Hak: Her an bir başka şey murad eder..

Utarit, ilim mazharıdır.. Zira o: Semada kâtiptir..

Baki kalan malum yıldızlar ise.. onun güzel isimlerinin mazharlarıdır..
ki onlar, sayılabilirler..

Bilinmeyip baki kalan yıldızlar ise.. sayıya gelmeyen isimlerin mazharlarıdır..

 

İşte.. felsefecilerin ruhları, bu manaları tadınca.. ki bunu: İdrâk yönleri ile
tadarlar.. Bu idrâki ise.. kendilerinde var olan, ilâhî fıtrat istidadından alırlar..

İşbu durumda, anlatılan yıldızlara ibadet ettiler.. Bu ibadet ise.. her yıldızda
bulunan ilâhî latife içindir..

Sonra..

Hak Taâlâ, bu yıldızların hakikati olduğuna göre.. onun zatı namına
mabud olması icab eder.. Onların ibadeti, bu sırra dayalıdır..

Bu varlıkta, Âdemoğlu ve onun dışında kalan hayvanatın ibadet etmediği
hiçbir şey yoktur..

Meselâ: Bukalemun, güneşe ibadet eder..

Meselâ: Necaset böceği kötü kokuya ibadet eder..

Ve.. hayvanatın diğer çeşitleri..

 

Bu varlıkta, Allah’a ibadet etmeyen hiçbir canlı yoktur..

Ya takyid yollu ibadet eder.. ki bu: Zuhur yerine veya yaratılmış bir şeyedir..

Ya da itlak yolludur..

İtlak yollu ibadet eden, muvahhiddir.. Yani: Tevhid ehlidir..

Takyid yollu ibadet eden ise.. şirk ehlidir.. müşriktir..

 

Hâsılı: Anlatılanların ve anlatılmayanların tümü, hakikat üzere Allah’a ibadet
etmektedir.. Şunun için ki: Hakkın varlığı ondadır..

Zira, Hak Taâlâ, zatı cihetinden şunu iktiza eder ki: Hangi şeyde
zuhur ederse.. o şeye ibadet oluna..

Halbuki o: Kâinatın bütün zerrelerinde zuhura gelmiştir..

Bundandır ki: İnsanların bazısı tabiata bağlı şeylere, vücudun aslıdır diye
ibadet etti..

Onlardan, yıldızlara ibadet edenleri de var..

Madene ibadetleri de var..

Ateşe ibadet edenleri de var..

Hâsılı: Varlıkta hiç bir şey yoktur ki: Bu âlemde bir şeye ibadet etmiş olmasın..

AncakMUHAMMEDÎ olanlar müstesna..

Bunlarmutlak yoldan, Allah’a ibadet ederler..

Bu ibadetlerini mahlukat parçalarından hic biri ile takyid etmemişlerdir..
Bütün varlık olması yönü ile, ona ibadet etmişlerdir..

Sonra.. Bunların ibadeti, bir yana bağlı, bir yandan ayrı; batına bağlı,
zâhirden ayrı olmak gibi bir ilgiden yana da pek nezihdir..

Bunların yolu: Sonunda zatına vardıran Allah ‘ın yoludur..

Bu sebepledir ki: İlk adımda yakınlık derecesini bulmuşlardır..

Bunlar o zümredir ki, Allah-u Taâlâ, şu cümlesi ile onlara işaret etmiştir..

–  “İşte.. bunlar, yakın mekândan nida olunmuşlar..”   ( 50 / 41 )

Bunlar, cihet yönü ile, tabiata bağlı şeylerden birine, yıldızlara ibadet
edenlere benzemezler..

Hele putçular ve benzerleri gibi hiç değildirler.. Zira, putçuların durumuna
şu âyetle işaret olunmuştur:

–  “Bunlara uzaktan nida olunur..”   ( 41 / 44 )

Zira, bunların Hakka dönüşü, ancak ibadet ettikleri zuhur yönünden olmaktadır..
Sadece, ona o olduğu için ibadet ettiler, Hak bilerek değil..

Böyle olunca da onlara başka yönde bir zuhur olmadı..

İbadetlerine dayanak bildikleri bu durum ise.. onlara göre uzaklığın taa,
kendisidir..,

Ancak.. Ancak..esas konağa vardıktan sonra.. uzaktan çağırılan da
yakından çağırılan da aynı olur..

Bunu anla; olur mu?..

 

Check Also

İnsan-ı Kamil – Abdûlkerîm Ceylî

             İnsan-ı Kamil                                 Abdûlkerîm Ceylî              Bu eserden beklenen odur ki; Salik için , en ...