İnsan-ı Kamil – 62 / 1. Bölüm (Semalar ve Yerler)

İnsan-ı Kamil                                 Abdûlkerîm Ceylî


 

Bu eserden beklenen odur ki;
Salik için , en yüce refikîne ileten ola..
Ama, ince, düşünceli, nazik, kibar arkadaş gibi..

 

 

62 – 1. BÖLÜM

SEMALAR VE YERLER

Bilesin ki..

Allah-u Taâla, seni zatından ruhla teyid eylesin; güçlendirsin..

Allah-u Taâlâ halkı yaratmadan önce, kendi zatında, vardı.. Mahluklar ise..
onda müstehlikti.. ( veya müstehlek )

Allah-u Taâlâ’nın bu varlıktan, hiçbir şeyde zuhuru yoktu..

İşte.. gizli hazine buydu..

Resulullah S.A. efendimiz, bunu şöyle anlattı:

–  “Âmadaydı.. ne altında hava vardı; ne de üstünde..”


Zira, hakikatler hakikatının kendi varlığında; nisbetlerden hiç birine,
ihtisası yoktur..

Ne daha yukarısına.. ne de en aşağısına..

Ve o: Hadis-i şerifte belirtildiği gibi; beyaz bir yakuttaydı.. Şöyle Buyuruldu:

–  “Allah-u Taâlâ, halkı yaratmadan önce, beyaz bir yakut içindeydi..”

Allah-u Taâlâ, bu âlemi yaratmayı dilediği zaman, hakikatler hakikatine
nazar eyledi..

Dilersen:

–  Hakikatler hakikati..

Cümlesi yerine:

–  Beyaz yakut..

Diyebilirsin.. Ki o: Bu vücudun aslıdır..

Ama Kemâl nazarı ile baktı.. O zaman eridi; su oldu..

Bu mana icabıdır ki: Bu varlıkta, Hakkın zuhurunu kemâl mertebesinde
taşıyacak hiçbir şey yoktur..

Tek başına; kendi zatından başka..
·

Hakikatlerin hakikati, bu vücudun aslıdır.. Bu varlığı batında, ancak o taşır..

Onun üzerine bir zuhur olunca eridi..

Bundan sonra, o hakikatler hakikatine azametle nazar eyledi..

Bu nazar üzerine dalgalandı.. Tıpkı: Rüzgârla denizin dalgalandığı gibi..

Bu dalgalanma sonunda kabaran köpükler birbirine girdi.. Tıpkı:
Deniz köpüklerinin birbirine karıştığı gibi..

İşte o dalgalanmadan meydana gelen köpüklerden, Allah-u Taâlâ yedi kat
yeri yarattı..

Bundan sonra, her tabaka arzının cinsine göre, oranın sakinlerini yarattı..

Bundan sonra, kemâl nazarı sonunda eriyen hakikatler hakikati suyu yükseldi..
Tıpkı: Deniz buharının yükseldiği gibi..


Allah-u Taâlâ, o lâtifelere, yedi kat semayı açtı..

Ve.. her semanın meleği, kendi semasına yaraşır şekilde yaratıldı..

Bundan sonra, Allah-u Taâlâ o sudan yedi denizi yarattı..

O yedi deniz bu âlemi kuşatmıştır..

İşte.. tüm varlığın aslı budur..


Sonra..

Hak Taâlâ, kadim hali ile; âmâda nasıl mevcud idiyse.. Ki o mevcud olduğu âleme:

–  Hakikatlerin hakikati.. Gizli hazine.. Beyaz yakut..

Dahi tabir edilir..

Şu anda dahi, o beyaz yakutta, mevcuddur.. Onun bu mevcudiyetinde, ne hülûl
vardır.. ne de bir karışma..

Ve o: Bu âlemin bütün zerrelerinde tecelli eder.. Onun bu tecellisinde sayı yoktur..
Bir birleşme de yoktur.. ayrılma da..

Öncelerinde ne idiyse.. aynı hali ile hepsinde tecelli eyler..

Sübhan olan Allah, bulunduğu hal üzeredir..

O âmâdadır.. Beyaz yakuttadır..

Bu varlığın bütünü, o yakuttur.. O âmâdır..

Eğer Sübhan olan Hak: Bu varlığın tümünde tecelli eylemeseydi;
o Sübhan’ın bulunduğu halde bir değişiklik olması lâzım gelirdi..

Onu böyle bir halden tenzih ederim..

Bir değişiklik olursa.. ancak onun tecelligâhı olan beyaz yakutta olur..
Tecelli eden Yüce Sübhanda bir değişiklik olamaz..


O yüce Hak, mahlukatına zuhurundan sonra da, zatına has âmâda,
hazine üzerine bakidir..

Düşün..

Biz, âmâ işini, daha önce anlattık..

Hakikatlerin hakikatini de anlatmış bulunuyoruz.. Hem de açık olarak..

Şimdi, hakikatlar hakikatinde mevcud olan eşyayı beyan zamanıdır..

Önce yedi semayı anlatalım..


S E M A L A R

Bilesin ki..

Bu bakıp gördüğümüz, sema değildir..

Onun ne rengi semanın rengidir; ne de vasfı semanın vasfıdır..

Bu gördüğümüz şey: Tabiat hükmüne göre, yerin kuruluğu, suyun Rütubeti
sonucu meydana çıkan buhardır..

Güneşin harareti onu havaya kaldırmıştır..

Böylece, dünya seması ile, yer arasındaki  boşluk onunla dolmuştur..

Anlatılan durum icabı, onun rengini: Bazan mavi, bazan toz rengi, bazan da
karışık görürüz..

Bütün bu renkler, yerden yükselen buharın hükmüne göre olur.. Bir de
o buharlar arasına sızan ışık durumuna göre..

Bu buharlar, dünya semasına bitiştiği için, adına:

–  S e m a..

Denmiştir..  Ancak, dünya semasının kendisine göz ulaşamaz..

Sebebi: Çok uzak oluşu ve letafetidir..

Sonra o: Renk itibarı ile, sütten daha beyazdır..

Bir hadis-i şerifte belirtildiğine göre:

–  “Bu yerle dünya seması arasındaki uzaklık,  beş yüz senelik yoldur..”

İttifakla varılan hüküm odur ki: Beş yüz sene uzaklıktaki yeri görmek
mümkün değildir..

Bu durumda, bize açılan odur ki: Bize görünen, semanın aynı değildir..

Şu  var ki: Eğer yıldızların ışığı yere düşmeseydi; onlar da, görülmez ve
müşahede edilmezdi..

Halbuki nice yıldızlar var, onların ışığı yere vurmuyor; biz de, onları,
uzak oluşları ve letafetleri dolayısıyle göremiyoruz..

Ancak, keşif ehli zatlar, o görünmeyen yıldızı görürler..
Yerdekilere ona dair malumat verirler.. O  ve benzeri yıldızın durumunu,
anlatmaya çalışırlar..

Bilesin ki..

Allah-u Taâlâ, bütün rızıkları, çeşitli yiyecekleri dört gün içinde yarattı..

Ve.. onları yerle sema arasında, dört felekin kalbine yerleştirdi..



Birincisi         :



Hararet     feleki..


İkincisi            :


Yübuset   feleki.



Üçüncüsü       :



Bürudet    feleki..



Dördüncüsü    :


Rütubet    feleki..


 

  Bu manalar şu âyet-i kerimede belirtilmiştir:

–  “Dilemeyenlerin eşit bulmaları  için, dört günde, gıdalarını
takdir etti..”  ( 41 / 10 )

Yani: Zatî sual mikdarına göre; eşit hükümle takdir etti..

Zira hakikatler, zatları neyi gerektiriyorsa.. onu isterler..

Mahlukatın hakikatlerinden hangisi olursa olsun; ne şeyi iktiza ediyorsa..
anlatılan hazinelerden istediği mikdarı gelir..

Bu manayı da şu âyet-i kerime bize anlatır:

–  “Her şeyin hazinesi, bizim katımızdadır..
Ancak, onun belli mikdarını indiririz..”   ( 15 / 21 )

                                                               

Bundan sonra..


Allah-u Taâlâ rızık sahiplerine rızıklarını ulaştırması için, yedi semada
melekler yarattı..

Daha sonra..

Bütün semalar için bir melek yarattı; bu meleği oralarda bulunan meleklerin
hâkimi kıldı..

Bu meleğin adı: Havadistir..

Ve.. her semada bulunan yıldızın ruhaniyetini de bu meleğe bağladı..

Bu durumda semadan inen rızık meleklerinden her biri, o sema yıldızı
ruhaniyetinde yaratılan hâkim meleğin izni olmadan inemez..

                                                                 

 

Dünya semasının yıldızı  :


 

Kamer’dir..

   

Ay


İkinci semanın yıldızı       :



Utarit’tir..


Merkür


Üçüncü semanın yıldızı    :



Zühre’dir..


Venüs


Dördüncü semanın yıldızı :



Şems’dir..


Güneş


Beşinci semanın yıldızı     :

 


Merih’tir..



Mars


Altıncı semanın yıldızı       :

 


Müşteri’dir..


Jüpiter



Yedinci semanın yıldızı     :

Zühal’dir..



Satürn – Uranüs
Neptün – Plüton

·                                                                 

Dünya seması, gümüşten daha beyazdır.. Allah-u Taâlâ onu,
ruhun hakikatinden yarattı..

Ta ki, yerle onun nisbeti, ruhla cesedin nisbeti gibi olsun..

Aynı manada, Kamer felekini de, dünya semasına yerleştirdi..

Zira, Allah-u Taâlâ Kamer’i, HAYY isminin mazharı kıldı..

Sonra, onun felekini burçlar semasında devreye koydu.. ki, varlığın hayatı
oradadır.. Aynı şekilde mevhumun ve meşhudun medarı da odur..

Sonra, kamere bağlı yıldızı, yerin idaresine vazifeli kıldı..Tıpkı: Ruhu,
cesedin idarecisi kıldığı gibi..

Eğer, Allah-u Taâlâ, dünya semasını ruhun hakikatinden yaratmamış
olsaydı; hikmet, yeryüzünde hiçbir canlının varlığını gerektirmezdi..

Orası, cemadat mahalli olurdu..

Sonra..

Allah-u Taâlâ, Âdem’i a.s. bu dünya semasına yerleştirdi..

Zira Âdem : Dünyaya bağlı âlemin ruhudur..

Allah-u Taâlâ’nın âleme nazarı Âdem’ledir.. keza âleme rahmeti de..

Sonra.. o mevcudata, Âdem’in hayatına bağlı olarak hayat verdi..

Durum anlatıldığı gibi olduğu için, bu insan nevi orada hayat yaşadığı süre
âlem devam eder..

Oradan intikal edip gidince, âlem de helâk olur.. Her şeyi birbirine karışır..

Tıpkı: Ruhun ayrılması sonunda cesedin harap olduğu ve her şeyi
bir birine karıştığı gibi..

Allah-u Taâlâ bu semayı tümden yıldızlarla süsledi..

Nasıl ki ruhu da: Bu insan heykelinin taşıdığı, zâhirî latifelerle süsledi..
Meselâ:  Beş duygu..

Ayrıca, batınî kuvvetlerle de onu süsledi..

Bunlar da:  Akıl, himmet, fehm, vehm, kalb, fikir ve hayaldir..

Dünya semasının yıldızları, şeytana recim yerleri olduğu gibi.. anlatılan
kuvvetler dahi; insan, sıhhatına nail olduğu zaman, şeytanî kuvvetleri
özünden uzaklaştırır..

Dünya seması, anlatılan yıldızlarla nasıl korunuyorsa.. insanın batını da,
anlatılan kuvvetlerle korunur..

Bu semanın melekleri, Allah-u Taâlâ’yı orada tesbih ettikleri süre;
yaygın dururlar.. Belli bir şekilleri yoktur..

Emirlerine verildikleri melek, bir iş için dünya semasına inmelerini emredince;
hangi işe iniyorlarsa.. o işin şekline girerler..

Kendilerine tevdi edilen işin, ruhaniyeti olurlar..

Böylece o işi, Allah-u Taâlâ’nın emrettiği mahalle sürüp götürürler..

Onlardan biri, bir rızıkla memur ise.. onu sahibine götürür..

Hüküm babında bir iş ise.. onu da, Allah kimin için takdir etmiş ise..
ona ulaştırırlar.. Bu ulaştırılan iş; hayır da olabilir; şer de olabilir..

Kendilerine verilen bu vazife bittikten sonra, çıkar; bu dünya semasının
felekinde, Allah-u Taâlâ’yı tesbihe koyulurlar..

Bunlar, bir daha başka iş için inmezler.. 


İsmail adında bir meleği, Allah-u Taâlâ bu semanın tüm meleklerine
hâkim kılmıştır..

Bu melek, Kamer’in ruhaniyetidir..

Allah-u Taâlâ, anlatılan yoldan bir emir verince, o emre hazır melek de
emri yerine getirir..

Bu gibi emirleri bekleyen her melek, kendisine has kürsüler üzerinde
oturur.. Bu kürsülerin adına:

–  Suretler makamı..

D e n i r..

O melek, kendisine gelen emre göre, şekillenir; anlatılan kürsü üzerinde oturur..
Bu yolda bir şekil aldıktan sonda, bir daha eski yaygın haline dönemez..
Hem de hiçbir şekilde..

Bulunduğu cüz’î bir cisimle, aldığı suret şeklinde kalır..

Bu hal üzere Allah’a ibadet edip öylece durur..

Çünkü: Suretlerden her hangi bir surete girince, artık o sureti kendinden soyup
atma yolu yoktur..

Tekrar, aslî olan yaygın haline dönmek yolu ona kapalıdır..
Böyle bir şeyin olması mümtenidir..

Ancak, aslî suretlerinden ayrılmadıkları için, her surete girebilme kuvveti
onlarda vardır.. Bu da, Allah-u Taâlâ’nın onlara bahşettiği bir hikmettir..

·
Anlatılan ruhanî suretler, mevcudatı ayakta tutan, Allah’ın kelimeleridir..

Bu mana: Ruhun cesedle kıvam bulduğu gibidir..

Ruhlar, ilmi derinliklerden çıkıp, gözle görülen açık duruma
geldikleri zaman, bu varlıkta zatları ile kaim dururlar..

Bu manaya göre: Mahlukat, maden, bitki, hayvanat lâfızları ve bu âlemin
kalan tüm cisimlerinin kendilerini ayakta tutan ruhları vardır..

Bu ruhların suretleri, cisimlerinin suretleri üzerinedir..

Hatta cisim kaybolup gider; ama ruh baki kalır.. Allah-u Taâlâ’yı
tesbih eder..

Onun bekası, Cenab-ı Hakk’ın verdiği bekaya bağlıdır..

Zira: Cenab-ı Hak, ruhları fena bulsunlar diye yaratmadı..
Allah-u Taâlâ onları beka için yarattı..

Yukarıda anlatılan manaya göre: Keşif ehli olan kimse, bu varlıkta
bir işin keşfini dinlediği zaman; Allah-u Taâlâ’nın kelimeleri olan ruhlardan
biri ona tecelli eder..

Bu tecelliden sonra o kimse: Anlatılan ruhları, aynı ismi ve vasıfları
ile bilir..

Bu varlık ruhlarından her biri, bir libasta tecelli eder..

Onların bu libası: Vasıflardır, karakter veya çeşitli huylardır..

Anlatılan vasıflar dahi, idaresini üzerine aldığı cismin durumuna göredir..
Bunlar da: Hayvan, maden, nebat, mürekkeb veya basit şeylerdir..

Başka bir suretle de, tecelli edebilir.. O zaman, ruh ona mana olur..

Bu suretler de: Lafızlar, ameller, esrar, garazlar ve benzeri şeylerdir.. 

Ruhun böyle olması: İlmî âlemden, aynî âleme çıkışına bağlıdır..

Eğer ruhları ilmî âlemdeki halleri ile görürse.. o zaman: İleride alacakları,
çeşitli şekillerini görür.. Onların alacakları şey, ameldir veya vasıflardır..

 Ancak, bu ruhlara zuhur yeri, ya cesettir, ya da surettir..

Ancak,  onların bu halini gören keşif sahibi bilir ki: O durumda onların
vücudu yoktur.. Ancak, onlardan, o halleri ile dilediği bilgiyi edinir..

Bu ilmi de, onların durumuna göre değil; kendi durumuna göre alır..

Bu alış dahi, onarın hakikatlarının iktizasına göredir..

Ancak bu alış şekli, ruhların ilmî âlemden aynî âleme geçişleri ile değişir..

O zaman keşif ehli olan, kendi durumuna göre değil; onların
durumuna göre ilmini alır..

Bu durumda onlarla konuşur ilmini onlardan alır..

Ve.. Onların ihtiva ettiği ilim ve hakikatlerden yana cevabını da alır..

İşbu müşahede makamında, velîlerin ve peygamberlerin buluşmaları
vardır..


Hicretin 800. yılı idi.. Zebid şehrinde bu müşahede makamına kondum..


Bütün resulleri, nebileri – onların hepsine salât ve selâm olsun –
velîleri,  ALÛN  ve  MUKARREBUN  nam melekleri, teshir meleklerini gördüm..

Ayrıca, tüm mevcudatın ruhaniyetini de gördüm..

Ezelden ebede kadar olacak işlerin durumunu, hakikî yüzlerini keşfettim..

İlâhî ilimlerle tahakkuk ettim..

O müşahede makamından, onları anlatmaya kalksak, bu kâinata sığmaz..

Hâsılı: Bu müşahede makamında olan oldu..

 Hayır san: ondan hiçbir haber sorma..

Bu açıklama denizinde beyan dalgıcı, beni fazla daldırdı..  Kader,
 bu incileri açmaya beni zorladı..

Artık bu kadarla yetinelim.. Burada izhar olan şeyler; ebedî hatıra gelecek
şeyler değildir..

Biz yine mevzuumuza dönelim.. Yani: Dünya semasını anlatmaya..

Bilesin ki..

Allah-u Taâlâ, dünya semasının felek devresini, ONBİR BİN senelik
yolculukla kat edilecek şekilde yarattı..

Felek devresi itibarı ile, semaların en küçük kutruna sahip olan budur..

                      Kamer, bu felekin çevresini, normal olarak yirmi dört saatte tamamlar..

Yani:

    –  Müstekim saat..

Demek istiyorum..

                                  

Bu durumda, 458 ( dört yüz elli sekiz ) yıl 120 ( yüz yirmi ) günlük yolu
bir saatte alır..

                           Bu felekin kutru, 4500  ( dört bir beş yüz ) senelik bir yoldur..

Bundan başka kamerin, kendine göre bir feleki vardır..

Ayrıca, her yıldızın da, kendine göre  bir feleki vardır.. Bunlar küçüktür;
büyük felekin içinde dönerler..

En büyük felekin devresi, yavaş döner.. küçük felekin devresi ise.. çabuk döner..

                  Yıldızların kayboluşu, çıkışı şeklinde gördüğün durum, büyük felekin
devaranı içinde, kendi felekinde dönmesinden ileri gelir..

Bu devir içinde onu geçer..

Onun bu halini gören kimse, gidip döndüğünü sanır.. Halbuki o, ne gider;
ne de döner.. Olduğu gibi kalır..

Onun için bir geri geliş, mevzuu olsaydı: âlem tümden harap olur batardı..

Bilesin ki..

Kamer, değişik renkli bir cisimden ibarettir.. Onun kendine has bir aydınlığı
yoktur.. Yani: Kendi yapısı itibarı ile..

Ancak, kamer güneşe, yarım yanı ile, mukabil durduğu zaman, ondan
nur alır.. Böylece onun bir yanı devamlı aydınlık durur.. Güneşe
gelmeyen yanı ise.. karanlık olur.


Zuhal semasının feleki


Müşteri semasının feleki



Merih semasının feleki



Şems semasının feleki



Zühre semasının feleki



Utarit semasının feleki



Kamer semasının feleki



Hava Küresi



Su küresi



Toprak küresi


Yeryüzü


Bu sebeple: Kamerin nuru, ancak güneş cihetine gelen yanından görünür..
ancak, diğer gezegen yıldızların durumu böyle değildir..

Onlardan her biri tümü ile, güneşe mukabil durur..

Bu çeşit gezegenlerin misali, şeffaf billur gibidir..

Onlara bir aydınlık düşünce; içine dışına sirayet eder..

Ama kamerin durumu böyle değildir..

O, dıştan parlak bir madenî küre gibidir..

Aydınlığı ancak, güneşe gelen yanı ile kabullenir.. Dolayısı ile; yere vuran
aydınlığı, bazen artar bazen de eksilir.. Diğer yıldızların durumu
buna benzemez..

Bilesin ki..

Semaların birbirini kuşatmış durumdadırlar..
Onların en alımlısı Zuhal semasıdır..en küçüğü ise.. kamer semasıdır..

Her felek kendi semasına alttan temas etmektedir..

Bu felek, manevî olup yıldızların burcunda devir semtleri için  verilen isimdir..

Yıldıza gelince; Her semada bulunan şeffaf aydınlık bir cisme verilen isimdir..

Bu baptaki incelikleri, saniyeleri ve dakikaları, derci, hülûlü, semti,
seyri ele alsak; bir de onların özelliklerini, iktizalarını şerhe yeltensek;
nice nice cilt kitaplara ihtiyacımız olur..

Bu sebeple onları bırakıyoruz..

Zira matlup olan, Yüce Allah’ı bilmekten başka bir şey değildir..

Biz eşyanın zâhirini bu kadar anlattık; ama onun altına mutlaka  ilâhî sırların
işaretini de koyduk..


O sırları, bu kabukların özü yaptık..

Allah.. Hak söyler..

Bu yola hidayeti nasib eden Allah’tır..




 

 

 

 

 







 

 

 

 

 







 







 

 

 

Check Also

İnsan-ı Kamil – Abdûlkerîm Ceylî

             İnsan-ı Kamil                                 Abdûlkerîm Ceylî              Bu eserden beklenen odur ki; Salik için , en ...