İnsan-ı Kamil – 50. Bölüm (Ruh’ül – Kudüs)

İnsan-ı Kamil                                 Abdûlkerîm Ceylî


Bu eserden beklenen odur ki; 

Salik için , en yüce refikîne ileten ola..
Ama, ince, düşünceli, nazik, kibar arkadaş gibi..


50. BÖLÜM

RUH’ÜL  –  KUDÜS


Bilesin ki..

RUH’ÜL – KUDÜS: Ruhların da ruhudur..

Ve.. o:

–  “KÜN  (OL)..”   ( 6/73 )

Emri şumulünün altına girmekten yana münezzehtir..

Sonra onun için:

–  M a h l u k t u r..

Denemez.. çünkü o: Hakkın has yüzlerinden bir yüzdür..

Ve.. varlık: O yüzle kaimdir..

O, bir ruhtur; ama diğer ruhlara benzemez..

Zira o: Allah’ın ruhudur..

Ve.. Âdeme: Bu ruhtan üflemiştir..

Şu âyet-i  kerime ile, bu manaya işaret edilmiştir:

–  “Ona ruhumdan üfledim..”   ( 38/72)

Bu manadan da anlaşıldığı gibi, Âdem’in a.s. ruhu yaratılmıştır; ama
Allah’ın ruhu, yaratılmış değildir..

Çünkü o: RUH’ÜL – KUDÜS’tür..

Yani o: Kevnî noksanlardan yana münezzehtir; temizdir..

Bu ruh, o ruhtur ki; ondan anlatılırken:

–  Mahlukattaki Allah’ın yüzü..

Tabiri kullanılır..

Ve.. âyet-i kerime ile anlatılan manası şudur:

–  “Ne yana dönerseniz, Allah’ın yüzü oradadır..”   ( 2/115 )

Bunun daha açık manası şudur:

Bu RUH’ÜL – KUDUS, o ruhtur ki; bu Kevnî varlığa, Allah bir varlık vererek
onunla kaim kılmıştır..

İşbu varlık sayesindedir ki:

Dış duygularınızla, bu duygular âleminde,
ne yana dönerseniz; fikirlerinizle, makulatta ne yana çevrilirseniz:
Bu mukaddes ruh, orada kemâli ile aynen vardır..

Çünkü o: Veçh-i ilâhîden ibarettir.. Varlık ise.. bir veçh-i ilâhî ile kaimdir..

Bu veçh-i ilâhî her şeyde vardır; ve.. Allah’ın ruhudur.. Bir şeyin ruhu ise..
o şeyin kendisidir; nefsidir..

Bu durumda: varlık Allah’ın nefsi ile kaimdir..

Yani kendisi ile..

Onun nefsi ise.. zatıdır..

Bilesin ki..

Bu hisler çeşidinden her şeyin bir ruhu vardır ki; sureti onunla kaimdir..

Bu suretin ruhu ise.. lafız için bir mana gibidir..

Ve.. bu mahluk ruh için; ilâhî bir ruh vardır ki: O mahluk ruh onunla kaimdir..

İş bu ilâhî ruh ise: RUH’ÜL – KUDÜS’tür..

Bir kimse, bu RUH’ÜL – KUDÜS’e  bakıp insanca gördüğü zaman,
onu mahluk olarak görür..

Çünkü , iki kıdemin bir araya gelmesi mümkün değildir..

Halbuki kıdem, yalnız Allah’a mahsustur..  Ama, tek başına..

Onun bütün esma ve sıfatı da, zatına bağlıdır..

Çünkü onda bölünme ve parçalanma muhâldir..

Bu ruhun dışında kalan mahluktur; sonradan yaratılmıştır..

Burada, insanı ele alarak; daha açık bir mana ile anlatalım..

Meselâ:

İnsanın, bir cesedi vardır; bu onun suretidir..

İnsanın, bir ruhu vardır; bu onun manasıdır..

İnsanın, bir sırrı vardır; bu onun ruhudur..

İnsanın, bir de vechi vardır; işte buna:

–  RUH’ÜL – KUDÜS, sırr-ı ilâhî, vücud-ü sari.. Tabir edilir..

Yine insan üzerinde duralım; daha başka açıdan alarak devam edelim..

İnsana, suretinin ki; bu surete:

Beşeriyet ve şehvaniyet..

Tabiri kullanılır..

Evet.. İnsana, bu suretinin iktizası olan şeyler galip gelirse.. o zaman:
Ruhu madenî kalıntıları kazanmaya başlar..

Ki onun suretini aslı da budur.. Suretinin kaynak mahalli de odur..

Böyle olunca aslî âlemi karışır.. Çünkü, o suretine beşeriyetinin iktizası şeyler
yerleşmiştir.. Ruhî serbestliği gitmiş; suretle bağlantı kurulmuştur..

Böylece: Tabiat ve âdet zindanına girmiş olur..

Onun dünya evindeki bu hali: Âhiretteki siccinin misalidir.. Belki de,
ruhunun karar kıldığı âhiret siccinin, yani; zindanının aynıdır..

Ancak âhiretteki zindanında, görülür; elle tutulur gibi, bir ateş içindedir..

Daha açık manası ile bu siccin: Cehennemdir..

O cehennem ise.. dünyada, anlatılan manayadır.. Âhirette ise.. mana olanlar
bariz bir şekilde görünür.. şekilleri, belli suretleri vardır..

Bu manayı anla..

Yine insan üzerinde duralım; üstte anlatılanın aksini anlatalım..

Bir insana, ruhanî işler üstün gelirse.. ki bu da:

Sağlam düşünce, az yemek, az konuşmak az uyumakla olur.. Bir de,
beşeriyetinin gerektirdiği işleri bırakmakla..

İşte.. o zaman: İnsanın heykeli ruhî bir letafet kazanır..

Bu kazancı ki elde etti: Su üstünde yürür, havada uçar..

Duvarlar onun görüntüsünü perdelemez.. Uzaktaki beldeler ona uzak gelmez..

Bundan sonra onun ruhu: Engellerin olmadığı bir mahalde yerleşir..
Ki bu engeller; beşeriyet iktizası olan şeylerdir..

İş bu kimse; Mahlukatın en yüksek mertebesine ulaşır..

Anlatılan mertebe ise.. mutlak ruhlar âlemidir.. Serbesttir..
Cisimlerle komşuluğu sebebi ile hâsıl olan bütün bağlardan azadedir..

İşbu manaya, şu âyet-i kerime ile işaret edilmektedir:

–  “Şüphesiz; iyiler Naim Cennetindedir..”   ( 82/13 )

Yukarıda anlatılanın, daha ilerisine geçen insan da vardır..

Bu da, ilâhî işlerin kendisinde üstünlüğünü göstermesi ile başlar.. Ki bu da:
Allah için olanları müşahededen ileri gelir..

Bu türden müşahede edilenler ise.. Allah’ın güzel isimleri ve yüce sıfatlarıdır..

Anlatılan müşahedeye nail olan kimse, beşerî ve ruhî yönden iktiza eden
şeylerin varlığı ile beraber kudsî bir varlıktır..

Beşeriyetin iktiza ettiği şeyler odur ki: Bu cesedin kıyamı onlarladır..

Tabiatın ve ruhun mutadı olan işler ise..

İnsanın namus  kıyamını sağlayan işlerdir.. Bunlar da:  Makam sahibi olmak,
istilâ, yükseklik talebi gibi şeylerdir..

Çünkü insan, ruhî yönden yücedir; bu gibi şeyleri, hatta daha başkalarını
taleb eder..

Ancak, insan bu anlatılan ruhî ve beşeri işleri bir yana bırakıp aslı olan sırrı
müşahedeye devam ederse.. ki bu, onun aslıdır..

İşte o zaman : İlâhî sırrın hükmü zuhur etmeye başlar..

Durum böyle olunca: İnsanın heykeli ve ruhu: Beşeriyet çukurundan kalkar;
tenzih kudsiyetinin evcine çıkar..

Ve o zaman, Yüce Hak: Onun kulağı, gözü, eli ve dili olur..

Böyle bir elin sahibi: Gözsüze elini sürünce gözü açılır; abraşın illetini de giderir..

Böyle bin dilin sahibi: Bir şeyin olması emrini verdiği zaman,
Allah’ın emri ile o şey, olur..

İşbu kimse: RUH’ÜL – KUDÜS’le teyid edilmiştir..

Nitekim İsa’nın A.S. vasfı bu idi ve Allah-ü Taâlâ onun için şöyle buyurdu:

–  “Biz onu: RUH’ÜL  –   KUDÜS’le teyid ettik..”   ( 2/87 )

Bu manayı iyi anla..

Allah.. Hak söyler..

Bu yolda hidayeti nasib eden Allah’tır..

<– geriileri –>

Check Also

İnsan-ı Kamil – Abdûlkerîm Ceylî

             İnsan-ı Kamil                                 Abdûlkerîm Ceylî              Bu eserden beklenen odur ki; Salik için , en ...