İnsan-ı Kamil – 36. Bölüm (Tevrat)

İnsan-ı Kamil                                 Abdûlkerîm Ceylî


Bu eserden beklenen odur ki; 

Salik için , en yüce refikîne ileten ola..
Ama, ince, düşünceli, nazik, kibar arkadaş gibi..

 

 36 .BÖLÜM

T E V R A T

Allah-u Taâlâ, TEVRAT’ı: Musa’ya a.s. DOKUZ LEVH olarak indirdi..

Ancak, onlardan YEDİ tanesini tebliğ edilmesini, kalan İKİ tanesini de
tebliğ etmemesini emretti..

Zira o İKİ LEVH: İhtiva ettiği sırlar icabı; kabulü akıllara göre imkânsızdır.

Eğer Musa a.s. onları açıklayacak olsaydı; istediğini bulamayıp başa düşerdi..
Bir kişi dahi, kendisine iman etmezdi..

Kaldı ki, o İKİ LEVH: Musa’ya a.s. mahsustu; o zamane ehlinin hiç birine değil..
Haliyle kendisi hariç..

Tebliği emredilen LEVH’lerde: Evvellerin ve âhirlerin bilgileri vardı..

Ancak onlarda:

a)  Muhammed’in S.A. ilmi;
b)  İbrahim’in a.s. ilmi;
c)  İsa’nın a.s. ilmi:
d)  Muhammed’in S.A. varislerine has ilim yoktu..

Çünkü TEVRAT: Muhammed’in S.A. hususiyetlerini ve onun manevî varislerini
zımnında taşımıyordu..

Bu da, İbrahim’e a.s. ve İsa’ya a.s. bir ikram için böyle olmuştu..

Bu LEVHLER mermer taşındandı..
–  Musa’nın a.s. tebliği ile memur olduğu YEDİ LEVHA..

Demek istiyorum..

Diğer iki LEVH, böyle değildi.. Bunlar, nurdandı..

YEDİ LEVH’in anlatıldığı gibi, mermer taşından olmasının bir sonucudur ki,
onların Kalblerinin katılaşmasına sebeb olmuştur..

Çünkü o LEVHLER taştandı..

Bu YEDİ LEVH’in tümden ihtiva ettiği şeyler yedi çeşitti; ilâhi iktiza icabı ve
LEVHLER’in adedine göre durum bundan ibaretti..

Şimdi, o YEDİ LEVH’i içinde bulunanlara göre sıralayalım..

BİRİNCİ LEVH:  Nur..
İKİNCİ LEVH:  Hüda..

Allah-u Taâlâ; bu iki manayı, şu âyet-i kerime ile bildirdi:

–  “TEVRAT’ı biz inzal eyledik.. Onda nur ve hidayet vardır..
Peygamberler onunla hüküm verirler..”   ( 5 / 44 )

ÜÇÜNCÜ LEVH: Hikmet..
DÖRDÜNCÜ LEVH:  Kuva..
BEŞİNCİ LEVH: Hüküm..
ALTINCI LEVH:  Ubudiyet..
YEDİNCİ LEVH:  Saadet yolunun şekavet yolundan ayırd edilip aydınlatılması..
Birde uygun olanın beyanı..

İşte.. Musa’nın a.s. tebliği için emir aldığı YEDİ LEVH bunlardı..

Musa’ya a.s. mahsus olan İKİ LEVH’e gelince, onlar şuydu:

BİRİNCİ LEVH:  Rububiyet ..
İKİNCİ LEVH:  Kudret..Musa’nın a.s. ümmeti içinde, kemâle eren kimsenin bulunmayışı,
son anlatılan İKİ LEVH’in kendilerine tebliğ edilmeyişinin sonucudur..

Tebliğ edilemezdi; çünkü: DOKUZ LEVH’in tüm tebliği için emir almamıştı..

Kendisinden sonra da, kemâle eren kimse olmadı.. Kendisinin
manevî varisi de olmadı..

Haliyle, Resulullah S.A. efendimizin durumu böyle olmamıştır..

Çünkü o: Hiçbir şeyi bırakmayıp, bize ulaştırdı.. Tebliğ etti..

Nitekim, şu âyetler, bize bu manayı açık açık anlatır:

–  “Biz kitabda hiç bir şeyi eksik etmedik..”   ( 6 / 38 )
–  “Her şeyi onda, ayrıntıları ile açıkladık..”  ( 17 / 12 )

Anlatılan manaların bir icabıdır ki: Resulullah S.A. efendimizin milleti,
milletlerin hayırlısıdır..

Getirdiği din , tüm dinleri hükümsüz bırakmıştır; kaldırmıştır..

Çünkü Resulullah S.A. efendimiz, diğerlerine gelenlerin hepsi ile gelmiştir..
Üstelik, onlara verilmeyenleri de, getirmiştir..

Onların bu noksanlıkları icabı, dinleri kaldırılmış;
kemâli icabı Resulullah S.A. efendimizin dini ise.. tamlığı ile meşhur olmuştur..

Bu mana ise.. şu âyet-i kerime ile sabittir:

–  “Bugün dininizi, size tamamladım.. Sizin için din olarak İslam’a razı oldum..”
( 5 / 3 )

Bu âyet-i kerime, Resulullah S.A. efendimizden başka hiçbir peygambere gelmemiştir..

Eğer bu âyet-i kerime bir başkasına gelseydi; peygamberlerin sonuncusu
onun olması lâzım gelirdi..

Halbuki bu: Ancak, Muhammed S.A. için sağlandı..

Anlatılan âyet ona nazil olunca: Peygamberlerin sonuncusu oldu..

Niçin böyle olmasın?.. Zira o:

Ne bir hikmet bıraktı; ne de bir hidayet yolu..

Ne bir ilim bıraktı; ne de bir sır..

Bunların hemen hepsine dikkati çekti; ayıktırdı ve  onlara işaret edip anlattı..

Haliyle, bu anlatma tarzı; anlatılan şeye göre değişik şekil aldı..

Ne kadar açıklamak icab ediyorsa.. o kadar açıkladı..

Anlattıklarını, bazen  açıktan açığa anlattı..

Bazen edebî bir üslupla anlattı..

Bazen işaret kullandı..

Bazen, dolaylı yoldan gidip kinaye şeklinde anlattı..

Bazen, bir benzerlik dengesi kurup istiare yolunu tercih etti..

Anlatılanlardan bazılarının manası açıktı..

Bazıları da, tefsir gerektiriyordu..

Bazen de, tevilli yolu tercih etti..

Bazen, manası, çeşitli yönlere çekilecek şekilde, kapalı ifade kullandı.
Anlattıkları müteşabihattan oldu..

Bunların dışında, daha nice ifade şekli kullandı ki: Hemen hepsi de,
beyanda kemâl çeşitlerinden sayılır..

İşbu anlatılan durum icabıdır ki: Başkasına bir katılma hakkı kalmadı..

İşinde, tam bir istiklâl sahibi oldu..

..  Ve peygamberlerin de sonuncusu oldu..

Zira o: İhtiyaç duyulacak her şeyi getirdi..

Kendisinden sonra gelen kâmiller, artık tenbihini yapıp ayıktırmaları gereken
hiçbir şey bulamadı..

Çünkü, Resulullah S.A. efendimiz, hemen hepsini yapmıştı..

Böyle olunca: O kâmile, Resulullah S.A. efendimize uymak kaldı..

Haliyle bu uyuş: Resulullah S.A. efendimizin tenbih ettiği şekilde olacaktı..

..Ve o gelen bir tabi oldu..

Böyle olunca: Yeni bir din kuran peygamberlik hükmü de kesildi..

Böylece: Muhammed S.A. peygamberlerin sonuncusu oldu..

Çünkü o, kemâl vasfı ile geldi.. Ondan başka bu vasıfla gelen olmadı..

Eğer Musa a.s. kendisine tahsis edilen o İKİ LEVH’i  tebliğ edip
kavmine anlatsaydı; kendisinden sonra, İsa’nın a.s. gelmesine lüzum kalmazdı..

Çünkü: İsa a.s. o İKİ LEVH’in taşıdığı sırrı kavmine tebliğ etti..

İşbu mana icabıdır ki: İse a.s. ilk adımda, kudret ve rububiyetle göründü..

Onun bu görünüşü: Beşikte çocuk halinde iken konuşması,
gözsüzlerin gözünü açması, abraş hastalığına tutulanı iyi etmesi
ve ölüleri diriltmesi idi..

Böylece: Musa’nın a.s. dinini hükümsüz bıraktı..

Çünkü: Musa’nın a.s. getirmediğini getirmiştir..

Ancak.. anlatılan sırlar çeşidinden hükümleri açıkladığı için, kavmi şaşırdı..

Gittikten sonra da, kendisine ibadet eder oldular..

–  “Dediler ki:

–  Allah, üçün üçüncüsüdür.”   ( 5 / 73 )

Bu üçler ise: Baba, ana ve oğul idi..

Bunlara da:

–  Ekanim-i selâse..

Adını verdiler..

Yukarıda anlatılan mana üzerine, İsa’nın a.s. kavmi çeşitli fırkalara ayrıldılar..

Bunlardan bir kısmı:

–  İsa, Allah’ın oğludur..

Dediler; ki bunlar:

–  M e l e k i y e..

Adı ile anılırlar..

Bunlardan bir kısmı da, İsa a.s. için:

–  O, Allah’tır.. geldi.. İnsanoğlunu tuttu.. döndü..

Onlar, bu sözleri ile şunu anlatmak istiyorlardı:

–  Âdemoğlu suretine girdi.. Sonra, kendi yüceliğine dönüp gitti..

Bu zümreye İsa a.s. kavmi arasında:

–  Y a a k i b e..

Adı verilir..

Bunlardan bazıları da:

–  Allah, şu üç şeyden ibarettir:

a)   Baba..Yani:  Ruh’ül-kudüs..
b)  Ana..Yani: Meryem..
c)   Oğul.. Yani: İsa a.s. peygamber..

İsa a.s. kavmi saptı.. Çünkü itikad ettikleri şeylerin hiç birini,
İsa a.s. getirmiş değildi..

Onların anladıkları: İsa’nın a.s. işindeki dış manadan ibaretti..
Bu ise.. onları, halen içinde bulundukları sapıklığa çekti..

Nitekim bu mana, Allah’u Taâlâ’nın İsa’ya a.s. şu sorusundan da anlaşılır:

–  “Sen mi insanlara:
–  Beni ve anamı Allah’tan başka iki ilâh tutun.. Dedin?..”   ( 5 /116 )

Bunun üzerine İsa a.s. anlatılan teşbih sebebi ile, tenzih yollu:

–  “Sen sübhansın..”   ( 5 /116 )

Dedi ve devam etti:

– “Benim için hak olmayan bir şeyi söylemem olmaz..” ( 5/116 )

Yani: Nasıl seninle aramda bir başkalık nisbeti yapabilirim..
Ve nasıl:

–  Allah’ı bırakın da bana ibadet edin..

Diyebilirim..

Halbuki sen, benim hakikatımsın; zatımsın.
Ben ise, senin hakikatınım özünüm.. Seninle aramda bir gayrılık yoktur..

Böylece, İsa a.s. kavminin dediği şeyden kendisini tenzih etti..

Çünkü onlar, tenzihsiz olarak mutlak bir teşbih yoluna girmişlerdi..
İtikadları buydu..

Böyle bir şey ise.. Allah’tan reva değildi..

İsa a.s. devam etti:

–  “Eğer deseydim..”   ( 5/116 )

Yani: İsa’lık hakikatının Allah olduğunu söylemiş isem, bunu:

–  “Sen bilirdin..”  ( 5/116 )

Bu manada İsa a.s. şöyle demek istiyordu:

–  Ben, bunu hiç demedim..  Ancak, tenzihle teşbih beyninin  birleştirilmesini söyledim..
Birin çoklukta zuhurunu dedim..

Ama onlar, kendi anlayışlarına göre, yanıldılar..
Onlarca anlaşılan şey ise.. benim murad ettiğim mana değildi..

Devam etti:

–  “Sen, içimdekini bilirsin..”  ( 5/116 )

Yani: Onların itikadı, benim murad ettiğim mana mıdır?..

İlâhî hakikatler zuhuru babında onlara tebliğ ettiklerim arasında
böyle bir şey var mıydı?..  Yok muydu..

Yoksa, benim muradım, onlarca anlaşılanın tam tersi miydi?..

Devam etti:

–  “Ben, sende olanı bilmem..”  ( 5/116 )

Bununla İsa A.S. şöyle demek istiyordu:

–  Ben, bu tebliği onlara ulaştırdım..
Ama içinde, onları saptırmak babında olanı bilemem..

Eğer bilseydim; onların sapmalarına sebeb olacak bir şeyi tebliğ etmezdim..

Devam etti:

–  “Sen, gaybleri bütün inceliği ile bilensin..”  ( 5/116 )

Ben ise.. gaybleri bilemem.. Beni mazur gör..

Devam etti:

–  “Onlara söylediğim, ancak bana emrettiğindir..”  ( 5/117 )

Şöyle demek istiyordu:

–  Seni, kendimde bulduğum kadarını söyledim..

Böylece, emri tebliğ ettim.. Onlara nasihatta bulundum.. Ta ki, onlar da
kendilerinde sana çıkan yolu bulalar..

Bu yoldan, ilâhî hakikatı onlara açıkladım ki, içlerinde olan şey,
kendilerine açılmış ola..

Onlara sözüm:

–  “Sizin de Rabbınız, benim de Rabbım olan Allah’a ibadet ediniz..”  ( 5/117 )

Cümlesinden başka değildi..

Bu yoldan, hakikatı, kendime has kılmadım.. Onların tümünde,
bu hakikatı mutlak gösterdim.

Seni, onlara şöyle anlattım:

–  Hakikî manamda nasıl Rabbımsan, onların da hakikî manalarının Rabbısın..

Bütün bu söylenenler anlatıyor ki: İsa’nın a.s.getirdiği ilim TEVRAT’takinden ziyade idi.
Bu da: Rububiyet ve kudret sırrı idi..

O, bu sırrı açıkladı.. Bunun için ise.. kavmi kâfir oldu..

Çünkü: Rububiyet sırrını açmak küfürdür..

Eğer İsa a.s. bu sırrı kapasaydı; yahut onu, ibare kabukları içinde ve satırlar arasında,
işaretler halinde kavmine tebliğ etseydi; kavmi, kendisinden sonra, kâfir olmazdı..

Tıpkı: Resulullah S.A. efendimizin yaptığı gibi..

Bundan sonra da, dinin kemâli babında,ulûhiyet ve zat ilmine ihtiyaç kalmazdı..
Kaldı ki, bu ikisini de, Resulullah S.A. efendimiz getirmişti..

Nitekim zat ve sıfat yönüyle bir hadis-i şerif yukarıda anlatıldı..

Allah-u Taâlâ, peygamberine, zat ve sıfat işini, bir âyette birleştirdi..

O, âyet ise şudur:

– “Onun benzeri bir şey yoktur.. Duyan ve gören odur..”( 42/11)

Bu âyetin zata ve sıfatlara ait tefsiri şöyledir:

–  “Onun benzeri bir şey yoktur..”  ( 42/11 )

Yani: Zata taalluk eden yönünden..

–  “Duyan ve gören odur..”   ( 42/11 )

Yani: Sıfatlara taalluk eden yönüyle..

Eğer İsa’nın a.s. kavmine tebliğ ettiğini, Musa da a.s. tebliğ etseydi,kavmi:
Firavun’un katli işinde kendisini itham ederdi..

Firavun demişti ki:

–  “Ben sizin alâ rabbınızım..”   ( 79/24 )

Bu, bir iddia idi..

Rububiyet sırrının ifşası ise.. ancak, Firavun’un bu iddiasını verebilirdi..

Ancak bu iş, Firavun için tahkik yollu değildi.. Bunun için de,
Firavun’la dövüştü ve galip geldi..

Eğer Musa, a.s. TEVRAT’ta rububiyet ilminden bir açıklama yapsaydı;
kavmi kendisini inkâr ederdi.. Firavunla çekiştiği için ise.. onu ayıplarlardı;
itham ederlerdi..

İşbu sebepledir ki, o ilmi, gizlemekle emrolundu..

Tıpkı: Resulullah S.A. efendimiz de, kendisinden başkasının kabul edemeyeceği
bazı şeyleri gizlemekle emrolunduğu gibi..

Bunu, kendisine istinaden rivayet edilen bir hadise dayanak söylüyoruz;
şöyle buyurdu:

–  “Miraca götürüldüğüm gece, bana üç ilim verildi:

a)  Bir ilim idi ki; gizlenmesi için benden söz alındı..
b)  Bir ilim idi ki; tebliği arzuma bırakıldı..
c)  Bir ilim idi ki; tebliği ile emr’olundum..”

Gizlenmesi için, kendisinden söz alınan ilim: İlâhi sırlardır.. Bütün bu sırları tümden
Allah-u Taâlâ Kur’an’a yerleştirdi..

Tebliği ile emr’olunduğu ilim: Zâhir idi..

Tebliği arzusuna bırakılan ilim: Batın idi..

Şu âyet-i kerimeler, batın ilmini anlatır:

–  “Afakta ve kendi nefislerinde, âyetlerimizi onlara göstereceğiz ki:
Hak olduğu açıktan kendilerine belli olsun.”   ( 41/ 53 )

                             –  “Gökleri, yeri ve aralarında olanı: Hak olarak yarattık..  ( 15/85 )

                –  “Yerde ve göktekilerin hepsini kendinden size ram eyledi..”  (45/13)

–  “Ona ruhumdan üfledim..”   (15/29 )

Bu âyetlerle anlatılan manaların iki yüzü vardır:

a)  Hakikat yönüne delâlet eden..
b)  Şeriat yönüne delâlet eden..

Durum anlatıldığı gibi olunca, yerleşmeğe bağlı bir hal meydana çıkar..
Kimin kabiliyeti varsa, o kazanır..

Bir kimsenin, ilâhî bir anlayışı var ise.. bu tebliği alır.. Makamına ulaşır..

Anlatıldığı gibi bir anlayışa sahib olmayana gelince.. o hakikatler
kendisine anlatıldığı zaman, derhal inkâr yoluna sapar..

Kendisine bu gibi hakikatlerin anlatılmamasına sebeb ise:
Sapmamasını temindir.. Şekavetini de önlemektir..

Gizlenmesi için söz alınan ilim: Derin manalı olduğundan,
tevil yollu Kur’an’a konmuştur..

Bunu da ancak, ilmin özünü bulanlar bilir..  Baş şart bu..
Bir de, ilâhî keşif yolu ile bilinir..

Bundan sonradır ki, o kimse, Kur’an’ı dinler ve onun mahallini bilir.

Yani: Allah’ın Kur’an’a yerleştirdiği ve onun gizlemesi için, Resulullah S.A. efendimizden
söz aldığı ilmi..

Allah’u Taâlâ:

–  “Onun tevilini, ancak Allah bilir..”  ( 3/7 )

Âyeti ile bu manaya işaret eder.

Haliyle, bu mana, üstteki âyetten aldığımız vakıf işaretine göre okuyanlarca
verilen bir manadır..

Ve.. o ki: Özünde, o tevile muttali olur; işte onun adı:

–  A l l a h ‘ t ı r..

Bu manayı anla..

Beyan yolu yine, bizi açıklama koşusu için hazırlanan meydana doğru
coşturup koşturdu..

Ve.. açıklanması, hiçbir zaman akla gelmeyen açığa vuruldu..

Biz, yine yolunda olduğumuz bahse dönelim.. TEVRAT mevzuuna geçelim..

Bilesin ki..

TEVRAT:  Sıfatlara bağlı olarak, isimlerin tecellilerinden ibarettir..

Bu ise.. Hakka has zuhur yerlerinde, yüce sübhan olan Hakkın zuhurudur..

Yüce Hak, isimlerin, sıfatları yönüne deliller halinde nasbetti..

Sıfatlarını da, zatına delil eyledi..  Haliyle, bu olanlar, zuhur yerlerinde
ve  halkındaki zuhurunda olmaktadır..  Bu arada, vasıta isimler ve sıfatlardır..

Zata götüren başka yol da yoktur..

Yukarıdaki mana üzerine biraz açılalım.. Şöyle ki:

Halk bir sadelik üzere yaratılmıştır.. Böyle olunca; onun hali, ilâhî manalardan
yana boş olmaktır..

Ancak onun durumu, beyaz bir kaftan gibidir.. Karşısına gelen nakış kendine işlenir..

İşbu nakışlar, isimlerdir.. Yüce Hak ise.. onlarla isim alır..

Bu isimler ise.. Hakkın sıfatlarına delâlet ederler..

Halk ise.. Hakkı o isim yolundan bildikleri sıfatlarla tanırlar..
Tanıdıktan sonra da,Hak ehli olurlar..Hak ehli olanlar ise.. anlatılan yoldan onun zatına doğru yolu bulurlar..

Bunu bulduktan sonra onlar: İsimlere ve sıfatlara birer ayna gibi olurlar..

Onlar ki böyle oldu. İsimler onlarda zuhura gelir.. Keza sıfatlar da..

İşbu zuhurdan sonradır ki: Nefislerini;kendilerine işlenen,
zata bağlı isimlerin ve ilâhî sıfatların nakşı ile bilirler..
Bundan sonra: Allah-u Taâlâ, zikredildiği zaman, zikredilen kendileri olur..
Bu da, nakşını aldıkları ismin icabı olur..İşte.. TEVRAT’ın manası, yukarıda anlatılanlardır..

TEVRAT’ın türediği kelime kökü: Tevriyet’tir..

Tevriyet ise, lügatte şu manayadır:

–  Manayı, mefhumların en uzağına bağlamak..

Bu mana ise.. avam halka göredir..
Çünkü onlara göre, Hakkın sarih olarak; açıktan anlatılışı, itikadî bir hayaldir..

Avam halk için bundan başka ne olabilir ki?.. elbette olamaz..
Yani: anlatılan mananın dışında bir şey..

Ama, irfan sahipleri katında Hak: Kendi zatlarının hakikatıdır..
Haktan murad da, kendileridir..

Bu tür konuşmamız, TEVRAT’ta: İşaret konuşması sayılır..

Şimdi..Musa’ya a.s. gelen YEDİ LEVH’de neler vardı?..
onların açıklanmasına geçelim..

Yukarıda özet olarak anlatıldı; burada tafsil yoluna gidilecektir..

BİRİNCİ  LEVH :  NUR..

Burada, şunu bilmen gerekir ki:

Bu levhde bulunan ilim çeşitleri, yalnız levhin aldığı o isimden ibaret olmamaktadır..

Bunda olsun; diğerinde olsun; kalan levhlerdeki ilim çeşitleri de bulunur..

Ancak, bir levh için, hangi hüküm galip ise.. onunla isim verilmektedir..

Tıpkı: Kur’an surelerinde olduğu gibi..

Bir surede, hangi iş ağır basarsa, o sureye o işin adı verilmektedir..
Halbuki o surede, hem adını aldığı ilim çeşidi vardır; hem de başkaları..

Nur levhinde, yüce Hakkın, vahidiyet ve teklik yolundan vasfı vardır..
Ama mutlak bir tenzih yolu ile..

Bir de; yüce Hakkı, halktan ayırd eden hüküm vardır..

Burada, ayrıca Hakkın rububiyeti ve kudreti de anlatılır..
Haliyle bu anlatmada, onun güzel isimleri ve yüce sıfatları vardır..

Bütün bunlar, üstün ve tenzih yoluyla, Hakka lâyık bir şekilde anlatılır..

Yani:

–  NUR  LEVH..

Adı verilen LEVH’de..

İKİNCİ  LEVH :  HÜDA..

Bunun içinde, Hakkın özünü anlatan ilâhî haberler vardır..

Bu, zevke dayanan bir ilimdir.. Müminlerin kalbine ilham yolu ile gelen
nur suretindedir..

Çünkü: Hüda, kendi özünde ilhama bağlı bir varlığın sırrıdır..
Kulları aniden yakalar..

Bu ise.. ilâhî cezbenin nurundan ibarettir..

Öyle bir cezbe nurudur ki: İrfan sahibi, onun içinde, yüce manzaralara terakki eder..
Ama, ilâhî bir yoldan..

Yani: Allah’ın sıratı üzerine..

İşbu anlatılan durum: İnsan heykeline inen ilâhî nurun kendi mahalline
ve mekânına dönüş şeklinden ibarettir..

Burada: Hüda, anlatılan nura sahib olan kimsenin,
ahadiyet yolundan üstün mekâna ve en güzel seviyeye ulaşmasından ibarettir..

Ama, ne belli bir cihet, ne de belli bir yön vardır..

Bu levhde, milletlerin hallerine dair keşfin ilmi vardır..
Onlardan öncekilere ve sonrakilere dair haberler de vardır..

Ruhlar âlemi sayılan melekût ilmi de bundadır..

Ruhlar âlemine hâkim olan ceberut âleminin ilmi de bundadır..

Bu ise.. hazret-i kudüstür..

Yine bu levh de bulunan ilimler arasında: Berzah ilmi vardır..
Ayrıca, kıyamet ve kıyamet günü, mizan, hesap, cennet, cehennem anlatılır..

Yine bu levhde bulunanlar arasında, tüm muhakkiklerin haberleri vardır..

Eşkâl, suret, tılsım cinsi şeylere konan sırlar ilmi de, bu levhde bulunanlar arasındadır..

İsrailoğulları, bu sırları bilmekle nice işler gördü.. Şaşırtıcı kerametleri de,
yine bu esrarı bildiklerinden göstermişlerdir..

ÜÇÜNCÜ  LEVH :  HİKMET

Bunda, ilmi sulûklerin şekillerini bilmek vardır.. Haliyle bu:
Tecelli ve zevk yolundan olmaktadır..

Bütün bunlar, ilâhî ve kudsî makamlarda olmaktadır..

Bu olanlar arasında: Nalınları çıkarmak, tura çıkmak, ağaçla konuşmak,
gecenin karanlığında ateş görmek vardır..

Bütün bunlar, ilâhî sırlar meyanında sayılır..

Bu levh: Emre amade kılmak vb. yoldan ruhanî gelişleri bilmenin aslıdır..

Anlatılan çeşitteki ilâhî hikmetler babında her şeyin ilmi bu levhdedir..

Heyet, hesap, gök ilminin aslı da, bu levhde bulunanlar arasındadır..

Ağaçların ve taşların vb. şeylere ait ilmin temeli de bu levhdedir..

İsrailoğulları arasında, bu levhin ilmini bilen rahip olmaktadır..

Onların dilinde rahip:

–  Allahlık olan, dünyayı bırakıp mevlâya yönelen kimse..

Demektir..

DÖRDÜNCÜ  LEVH :  KUVA..

İnen hikmete dair işlerin ilmi ve beşerî güçlerde bulunanların ilmi bu levhdedir..

Ki bu: Manevi zevklere dayanan ilimdir..

İsrailoğullarından bir kimsede bu ilim hâsıl olursa.. o: HİBR olmaktadır..

HİBR olmak ise.. Musa’nın a.s. manevî varisi olmak mertebesine çıkmak sayılır..

Bu levhde, remizler, işaretler, misaller çoğunluğu teşkil eder..

Hikmet-i ilâhiyenin beşeri güçlere konması sebebi ile;
Hak Taâlâ onları misal yollu TEVRAT’a yerleştirdi.. bildirdi..

Nitekim aynı manada, Yahya’ya a.s. buyurduğu şu emirle dikkati çekti:

–  “Ey Yahya, kitabı kuvve ile al.. Daha çocukken, ona hikmet verdik..” ( 19/13 )

 

Görülüyor ki, bir şeyi kuvve ile almak ancak:
Hikmeti bilen ve ilâhi nura yol bulan için mümkün olmaktadır..Bunu aldıktan sonradır ki, ilâhî hikmetten yana bildiği kadar,duygulara çıkarmaktadır..

Bu iş, manevî zevke dayanan bir iştir.. Kimde bu çeşit zevk varsa..
manasını o anlar.. Başkası anlayamaz..

Kaldı ki bu: Havas zümresine ait bir iştir..  Avam için değildir..

Simya ilmi de; bu levhde bulunanlar arasındadır..

Üstün büyü şekli de, bu levhdedir.. Ki bu: Bir bakıma kerametlere benzer..

Buna:

–  Üstün büyü..

Demenin sebebi, onun ilâca, bir işleme tabi tutmadan bir şey söylemeden
oluşudur..

Bunun oluşu: Sırf insanda bulunan büyüleme gücüne dayanır..
Bu durumda, işler, büyüyü yapanın arzusuna göre olur..

Bu işte, o büyüyü yapan, hayal âleminde bulunan suretleri
bu his âleminde gösterir.. El değdirip tutulacak görülecek gibi yapar..

Bunun oluşu şu şekildedir:

Ona bakanların gözünü, kendi hayal âlemine sokar.. O hayale istediği sureti verir..
Sonra, bakanlara o sureti gösterir.. Onlar da onu, gözleri ile görürler..

O iş, hayalen olmaktadır; ama o bakanlar, bu his âleminde olduğunu sanırlar..

Bu iş Tevhid yolunda, benim başıma geldi..

Bu vücutta hangi suretle olmayı istersem, o surete giriyordum..
Hangi işi yapmayı istersem, o işi yapıyordum..
Ancak, bu işin tehlikeli bir yol olduğunu bildiğim için bıraktım..
Onu yapıyordum; çünkü: Cenab-ı Hak bana,
KÂF ile NUN arasına koyduğugizli kudret kapısını aralamıştı.. 

BEŞİNCİ  LEVH :  HÜKÜM..

Bunda, emirler ve yasaklar ilmi vardı..

Ki bunlar: İsrail oğullarına, Allah’ın farz kıldığı şeylerdi;
haram olmasını istediği işi de, haram kılmıştı..

Bu levh: Musevî yolunun anlatıldığı levhdir..

Ki Yahud yolu, bunda anlatılanlara göre kurulmuştur..

ALTINCI  LEVH :  UBUDİYET..

Halka lâzım olan hükümler, bu levhin içindeydi..

Meselâ: Zillet, iftikar, korku, huşu gibi şeyler..

Hatta bu manada Musa, a.s. kavmine şöyle demişti..

–  İçinizden biri, kötülüğe karşılık kötülükle ceza verirse.. FİRAVUN’un tanrılık
davasına benzer davaya girmiş olur..

Çünkü kulun: İddia edecek hiçbir hakkı yoktur..

Şunlar da, bu levhde, bulunanlar arasındaydı:

Tevhid sırları, teslim, tevekkül, işleri Hakka ısmarlamak, rıza, korku, rağbet
zühd, Hakka dönüp başkasını bırakmak vb. şeyler..

YEDİNCİ  LEVH :  SAADET  ve  ŞEKAVET..

Bu levhde Allah’a götüren yol anlatılmaktadır..

Daha sonra: Saadet yolu, şekavet yolundan ayırd edilip anlatılmaktadır..

Yine bu levhde bulunan cümleden olmak üzere:Saadet yolunda, diğerine nazaran
daha uygun olan anlatılıyor.. Ki bu,saadet yolunda caiz olan iştir..

İşbu levhdedir ki: Musa a.s. kavmi: Dinlerinde isteyerek bazı yenilikler yapmıştır..
Ki bu çıkardıkları arasında: Ruhbaniyet vardır..

Bunu, kendi akıllarına göre yaptılar; Musa’nın a.s. kavline göre değil..

Allah’ın kendilerine, bu levhde; tanıdığı cevaz yoluna girerek o icadı yaptılar..
Onun da hakkından gelemediler..

Eğer o icadlarını, ilâhî bir ihbar, ilâhî bir keşif yolundan yapmış olsalardı;
Allah, o işte kendilerine güç ihsan ederdi..

Ama nerede?..

Kaldı ki: öyle bir şeyi hakkı ile yapmak, onlar için imkânsızdı..
Eğer böyle olmasaydı; Allah onlara o işi; Peygamberinin dili ile emrederdi..

Musa’nın a.s. ise.. o gibi işleri yapmalarını söylemeyişi:
Onun cehli değildir..  Onlara acımasıdır..

Bir de, o hakkından gelemeyecekleri işi yapınca,
ceza görecekleri endişesi idi..

Yine, bu levhde bulunanlar arasında: Beden ilmine ve dinlere ait bilgi vardır..

Bu yapraklara, TEVRAT’ta bulunanları böylece aldık..

İşbu aldıklarımız, Allah’ın bize ihsan ettiği keşif yolundan oldu..
Ama kısa anlattık..

Çünkü kasdımız, özet olarak anlatmak..

Eğer onu, başından sonuna kadar tüm alsaydık; çok uzun olurdu..
Hayli uzatmamız gerekirdi.. Bundan da, pek fayda çıkmazdı..

NETİCE: Toplu olarak, TEVRAT bu anlatılanlardan ibarettir..
Kalanını da anlamaya çalış..

Allah.. Hak söyler..

Bu yola hidayeti nasib eden Allah’tır..

<– geriileri –> 

Check Also

İnsan-ı Kamil – Abdûlkerîm Ceylî

             İnsan-ı Kamil                                 Abdûlkerîm Ceylî              Bu eserden beklenen odur ki; Salik için , en ...