İnsan-ı Kamil Abdûlkerîm Ceylî
Bu eserden beklenen odur ki;
Salik için , en yüce refikine ileten ola..
Ama, ince, düşünceli, nazik, kibar arkadaş gibi..
3 . BÖLÜM
S I F A T
Burada, umumî bir ifade ile SIFAT üzerinde durulacak ; ona göre mana verilecektir..
Sıfatı, özet olarak şöyle anlatabiliriz :
– SIFAT, herhangi bir şekli ile tavsif edilen bir şeyin durumunu
sana ulaştıran bir şeydir..
Özet olarak :
SIFAT, bir şeyi özel hali ile bilmeyi, fehmine ulaştıran bir şekildir..
SIFAT, bir şeyin sana göre şekillenmesini sağlayan bir vasıftır..
SIFAT, bir şeyin vehminde toplanmasını temin eden anlatılış tarzıdır..
SIFAT, bir şeyi fikrinde aydınlatan izah şeklidir..
Sıfat bir şeyi aklına yakın bir şekle getiren bir ifade yönüdür..
İşte.. bütün bu anlatılanlar, sıfatın tarifidir..Bunları anladıktan sonradır ki :
Anlatılan bir şeyi kendine has şekli ile bilirsin..
Ne olduğunu zevk yolu ile anlarsın..
İşbu anlayış sonunda ise.. bir kıyas yoluna gidersin..
Sana anlatılan şeyi, özünde bir ölçüye vurur bakarsın :
a) İnsan tabiatı, yaratılışı, karakteri ona karşı meyle müsait midir?.
Anlatılan şeyde, insanın meylinin kabul edecek bir durum var mıdır?..
Böyle bir durum varsa.. şüphesiz tab’an, o şeye yönelmekte mümkündür..
Ona meyledilir ; yanaşılır..
b) O şeyde, insan tabiatına zıd bir şey var mıdır?. Bir nefret uyandırıyor mu?.
Böyle bir durumdaysa.. şüphesiz o şeye tabiat icabı yönelmek
mümkün değildir.. Ondan kaçılır..
Bu manayı iyi anla..
Sonra.. iyi düşün ve zevk haline getir ki : Her halini, cümle durumunu,
rahmanın mühürcüsü, kulağına doldura ; üstüne de mührü basa..
Anlatılanı bir kabuk say.. Olmaya ki, bu kabuk sana engel ola..
Sonra, öze varamayasın.. Kabuğu, daima özü saklayan bir perde bilmeli ;
yeri gelince de içine girmeli..
Kaldı ki, sözde kalmak, dahi idrâk yüzünü kapatır..
Sonra..
SIFAT, kendisi ile sıfat alana ( mevsufa ) bağlıdır..
Üstteki cümlenin izahlı açıklamasını şöyle yapabiliriz:
– Sen, senden başkasının sıfatları ile sıfat alamazsın..
Kendi öz adın, lakabın vasfı ile de bir sıfat sahibi olamazsın..
Hülâsa : Onlardan hiç bir şey alamazsın ; ta ki :
Vasfı edilen şeyin aynısı sen olduğunu bilinceye kadar..
Böyleki oldu : Vasfedilen şeyin aynısı olursun..
Ama yukarıda da anlatıldığı gibi, sözde değil, hakikatte..
Çünkü söz kabuktur ; perdedir..
Kabuğu parçalar, perdeyi aralar, öze varırsan.. bizzat bilen sen olduğunu
gerçek manası ile bilirsen.. işte o zaman, bilgi sana bağlanır..
Bunun böyle olması zarurîdir.. Daha fazla tekide, manayı güçlendirmek için
delile ihtiyaç yoktur..
Çünkü sıfat : O sıfatı alanın bağlısıdır.. Ona tabidir..
Sıfat alanın bulunduğu yerde sıfat vardır.. Onun olmayışı ile de yok olur..
Arab dili üzerine ihtisası olan bilginlere göre, sıfat iki türlüdür :
a) Sıfat-ı fazailiye..
b) Sıfat-ı fazıliye..
Sıfat-ı fazailiye : İnsanın zatı ile, esas varlığı ilgili sıfatlardır.. Meselâ Hayat..
Sıfat-ı fazıliye : İnsanla bağlantılıdır; ama onlardan ayrı da olabilir. Meselâ :
Kerem sahibi olmak, iyilik etmek vb. vasıflar..
Bu bahsi burada keselim; Cenab-ı hakkın sıfatlarına dönelim..
Muhakkik vasfını alan âlimler demiştir ki :
– Yüce Hakkın isimleri iki kısımdır..
Burada :
– İ s i m l e r..
Şeklinde ifade edilen mana vasıftır.. Nahiv âlimlerine göre, isimlere :
– Esam-i Nuutiye..
Tabir edilir..
BİRİNCİ KISIM : Bunlar Cenab-ı Hakkın zatına bağlanan isimlerdir..
Meselâ : Ahad, Vahid, Ferd, Samed, Azim, Heyy, Aziz, Kebir, Müteâl
vb. isimler..
İKİNCİ KISIM : Bunlar, Cenab-ı Hakkın sıfatlarına bağlanan isimlerdir.
Meselâ : İlim ve kudret..
– Nefsiye..
Tabir edilen, muti ve hallak isimleri ile :
– Ef’aliye..
Tabir edilen diğer isimler de bu kısma bağlanır ki,hemen hepsi,
Cenab-ı Hakkın sıfatlarına bağlı isimlerdir..
Bütün ilâhi sıfatlarda yapılan vasfın kökü : Yüce Allah’ın RAHMAN ismine dayanır..
Çünkü rahman ismi, şümulü ve kapsamı dolayısıyle, ALLAH isminin mukabilidir..
Aralarında fark şudur :
a) RAHMAN : Toplu ve umumî bir mana ifade ettiği için,
vasıfların zuhur yeridir..
b) ALLAH : Sadece isme mazhardır..
Burada, RAHMAN sıfatı üzerinde biraz duralım.. Bilmen gereken husus vardır ;
öğrenmeye çalış..
Rahman sıfatı : Tam kemâli ve şumulü icabı ; var olma yönünden
yüce zat mertebesini gösterir.. Bu mertebede halka nazar olmadığından :
Rahman sıfatında bir noksanlık görülmez..
ALLAH ismi : Vacib’ül-vücud olan zata işarettir..
Şöyleki: Hakka nisbet edilen kemâl şümulü ile, halka nisbet edilen
noksanları da kapsamına alır..
Çünkü :
a) Allah, umumî bir mana ifade eder..
b) Rahman sıfatı ise.. hususî bir mana ifade eder..
Bu manayı daha açık anlatmak isterim.. Esas kasdım şudur :
Rahman ismi, cümle ilâhi kemâlleri özünde toplar.. Onun özelliği buradadır..
Allah ismi ise.. hem hakkı, hem de halkı şümulüne alır..
İş anlatıldığı gibi olunca : Rahman ismi, kemâl vasfını alan kemâlli durumlarından
birine tahsis edilince, rahman isminin manası, o kemâle uyan bir isme geçer..
Meselâ : Rabb, melik vb. isimler gibi.. Bu türden isimler sınırlıdır..
Ancak vasfından aldığı mertebenin manasını anlatır.. Rahman ismi böyle değildir..
Çünkü: Rahman isminden anlaşılan mana; Bütün kemâlleri toplayıcı bir vasfa sahib olmaktır..
Kaldı ki, bu isim, yukarıda kısmen izah edildiği gibi : Cümle sıfatları özünde toplar..
Onların hepsine bir asıldır..
Sıfat üzerinde devam edelim.. Bu arada bazı zatların fikirlerini alalım..
Öğrenmeye çalış..
Tahkik ehli bir zata göre : Sıfat tam manası ile kavranamaz.. Çünkü sonu yoktur..
Ama zat, böyle değildir ; kavranabilir..
– Şu Allah’ın zatıdır..
Denir ve idrâk edilip kavranır; ama kemâl iktizaları icabı, sıfat idrâk edilemez..
Kavranamaz..
Meselâ : Bir kimseyi, umumî bir durumu ile tanımak ; ama onun gibi vasıflara
sahib olduğunu ve neler yapacağını tam kestirememek gibi..
Zira kemâl : Allah’ın zatı itibârı ile açıktır :
– Şöyledir..
Diye kestirilir.. Ama sıfatları cihetine gidilince, kestirilemez..
Burada bir misal vermek yerinde olacak.. Şöyleki :
Bir kul, bu kevnî mertebeden yükselir ; kudsî mertebeye geçip,
ondan kendisine gelen bir keşif olursa, bilir ki: İşte Allah’ın zatı kendi zatının aynıdır..
Böylece, zatı idrâk etmiş olur..
Resulüllah S.A efendimizin şu hadis-i şerifi bu manayadır :
– “ Bir kimse ki, nefsini bildi ; gerçekten Rabbını bilen o oldu..”
Bundan sonra, o kula kalan : Zat için gerekli sıfatları bilmektir..
Bu bilinmesi gereken sıfatlar, O zat-ı ilâhiye tam manasıyla Hak olan ve
özünü büründürdüğü vasıflardan ibarettir..
Böyle bir bilgiye ise.. o kul için idrâk yolu yoktur..
Bir misal olmak üzere ilim sıfatını ele alalım..
Diyelim ki :
– O kul, ilim sıfatını aldı..
Peki bütün dallarile bu ilim sıfatını nasıl kavrasın?. Elbette kavrayamaz..
Ancak, kalbine o ilim sıfatından inen miktarı bilir.. Meselâ :
Bu varlıkta nekadar insan vardır? Bunu bildikten sonra, o insanların isimlerini
tek tek bilmek kalır..
O isimleri bildiğini kabul edelim.. Bu sefer onların şekillerini bilmek kalır..
Hadi, şekillerini de bildi diyelim.. Bu sefer kendilerini tek tek tanıması, bir bir görmesi
ve hallerini anlaması, bilmesi gerekir..
Hatta daha başka şeyleri de bilmesi icab eder..
İşte, kalan sıfatlar da böyledir.. Onlarında durumu tek tek aynı şekildedir..
İş bu durum gösteriyor ki, sıfatların hiçbirini detayları ile idrak etmek
mümkün değildir..
Ancak toplu yoldan bilinir ki, O da zat cihetinden gelir ; zatını idrâk edişi icabı bilinir..
Ve bundan da eksik bir şey kalmaz..
Şimdi bir neticeye varalım.. Şöyleki : İdrâk edilen ancak zat olduğuna göre..
Sonsuzluğu dolayısıyla bu zatın sıfatlarının da idrâk edilmeyen sınıfa girdiklerine göre :
a) Zat idrâk edilir, muhakkaktır ; malumdur..
b) Sıfatlar ise.. meçhuldür ; sonsuzdur..
Hak ehli zatların çoğuna, bu mana örtülüdür..Kendilerine, Allah-ü Taâlâ,
zatını keşfi nasib ettiği zaman, sıfatlarını idrâki de istemişlerdir..
Bu sıfatları idrâki kendilerinde bulamayınca, Allah’ı da inkâr cihetine gitmişlerdir..
Özellikle Musalarına :
– “ Gerçekten ben Allahım.. Benden başka ilâh yoktur.. Bana ibadet et..”
( 20 / 14 )
Âyet-i kerimesi ile yapılan emre icabet etmediler ve o hitaba :
– Sen ancak mahluksun.. Başka değilsin..
Dediler.. Bu durum da açıkça gösteriyor ki :Yüce Hak için itikadlarında :
Zatın idrâk edileceğini, sıfatların bilinemiyeceğini bilemediler..
Ne var ki, tecelli ; itikad edilenin aksine oldu.. Dolayısı ile inkâr hasıl oldu..
Sandılar ki : Müşahede yolu ile, zat nasıl idrâk ediliyorsa.. zattaki sıfatlar da öyle
idrâk edilir.. Bunun olmasının imkânsızlığını kavrayamadılar..
Bu durum, değil yüce Allah’ta, mahlukta da böyledir..
Bizzat kendinde dene.. Sende gördüğün nedir?.Ancak zatındır ; kendindir..
Sende neler yok ki : Kahramanlık var, cömertlik var, ilim var..
Tam bir müşahede ile, bunların durumunu tesbit edebiliyor musun?..
Onlardan ancak parça, parça, bilinen kadar gelenini, ortaya çıkanını bilip görüyorsun..
Sende anlatılan vasıflardan biri çıkınca, ancak onun bir belirtisi olur..
Ve hüküm yolu ile ;
– Bu budur..
Diyebiliyorsun.. ya onun diğer teferruatı.. Yok olan sıfatların..
onlar, sende idrâk edilemez.. Bir yoldan gizli kalıyor.. Müşahede edilmiyor..
Sende bir sıfatın belirtisi görülüyor ; akıl onu sana bağlıyor.. Bu, âdettir..
Mefhum kanunu böyle yürüyor..
Ama, ne temeline iniliyor; ne de, detayları ile kavranıyor..
Zat-ı ilâhiyi idrâk üzerinde duralım.. Bu da, bilmen gerekli bir konudur..
Özünde tam bir yüceliğe sahib bulunan zat-ı ilâhiyi idrâk şu yoldan olur :
Bileceksin ki ; sen osun ; o da sen..
Ne var ki bu : Kuru bir bilgi ile değil :Hak katından ihsan olunan
ilâhi bir keşfe sahib olmakla olur..
Anlatılan keşfe, ilâhi bir ihsanla nail olup senin o olduğunu ; onun da sen
olduğunu bildikten sonra anlarsın ki ; Bu böyledir..
Bunun böyle oluşundaysa.. ne bir ittihad ne bir hülûl vardır..
Demek isteniyor ki :
– Anladığımız veya anlamadığımız manada ne bir bitişme var ; ne bir giriş çıkış..
Bunun böyle olduğuna, bitişme veya giriş çıkış olmadığına göre :
Her şey yerli yerinde kalıyor..
Bu olan iş : Her şey yerinde olduğu halde oluyor.. Rabb, makamında ;
kul da, kulluk halinde berdevam..
Çünkü : Ne rabb kul olabilir.. Ne de kul Rabb..
İlmin ve bütün açık hallerin, çok çok üstünde olan, bir zevk yolundan ve
ilâhi keşif ihsanı ile bu kadarını anlarsan..sana şu kalır :
a) Yüce zatta, bu geçici varlığın eriyip bitmesi..
b) Kulluk vasıflarının tamamen eriyip gitmesi..
Anlatılan yüce makamı bulmuş olmanın üç alâmeti vardır :
1) Kul, önce nefsinden geçecek.. Nefsi bilinmez bir şey olacak ; fena bulacak
ve rabbı zuhur edecek..
2) Sonra, Rabbından da geçecek.. Ondan da fena bulacak..
Ve : Rübubiyet sırrı zuhur edecek..
3) Bundan sonra, sıfatlarla olan bağlantılar da kalmayacak..
Çünkü : Her şey bitmiş ; yüce zatla hakikat bulunmuştur..
Sayılan bu üç hal, peş peşe olduktan sonradır ki : Zatı anlamak
sana nasib olur..
Ve.. bu iş de burada bitmiş olur.. Daha fazlası yoktur.. Zat zattır ve
alâmetleri tam olduğuna göre idrâkin kadardır..
Bir şeyi bilince, ondan daha fazla malumat edinmek sıfatlar kapısındadır..
Sıfatlar senin kimliğindekilerdir.. İlim, idrâk, işitmek, görmek, azamet,
kahır, kibir ve emsali şeylerdir.. Ki bunlar, sıfatlar kapısından idrâk edilip,
görülür ve bilinir..
.. Ve zata mensup kimselerden her biri, bu sıfatları kendi azmi, kuvveti ve
üstün gayreti ve ilim sıfatına büründüğü mikdar idrâk eder..
Yukarıda anlatılan manayı iyi kavradıktan sonra :
– Zât idrak edilemez..
Diyebilirsin.. Haliyle bu idrâk edilemeyiş, sıfatları yönündendir..
Çünkü sıfatlar da, aynen zattır.. Şu âyet-i kerime bu manaya işaret eder :
– “Gözler onu göremez..” ( 6 / 103 )
Çünkü : Gözler, sıfatlar meyanında sayılır..
Sıfatları idrâk edemeyen de zatı idrâk edemez..
Fakat, daha önce anlatılan zatı bulma bahsindeki mana itibarı ile :
– Zat, idrâk edilebilir..
Diyebilirsin..
Bu mesele önemlidir : Ehlüllahtan pek çoğu ; benden önce
bu mevzuda konuşmamıştır..
Bunun üzerinde durmalı ; düşünmelidir..
Özellikle bu zamanda benzerine raslamak mümkün değildir.. Nadirattan bir şeydir..
Bu mevzuu anlamak, bir tecelli işidir ki : Kendisine bu tecelli yolu açılan kimse,
yüce Allah’ın sıfatları ile sıfatlanma tadını tadar ; bu hal içinde
yükselirse.. Allah’ın sıfatları ile sıfatlanma keyfiyetini de anlar..
Gerek bu yola giriş, gerekse bu yolda yapılan yolculuğun sonu buradadır..
Bu manayı anla..
Zira, bunu ancak celâl ve ikram sahibi zata yakınlık bulmak için ;
kendilerinde tam bir kemâl hazırlığı olanlar anlayabilir.
Anlatılan makam, tam bir kurtuluş makamıdır.. Bu makama çıkamayanlar için,
nice nice, öldürücü oklar ve kesici kılıçlar vardır..
Onun hayat suyunu kalbim de arzular;
Vah bana, öldü arzularla nice kullar..
İçenler arasında umdum damlasını ;
Evvelden beri, nicelerini boğdu bu ummalar..
Bu mevzu üzerine bir başka sözümüz daha var..Dış konuşmaya bakılınca,
öncekine zıd gibi görünür.. Ne var ki, arada bir zıdlık yoktur.. Çünkü birbirine
zıd gibi görünen hakikatların tümü gerçek manada birdir..
Öncekine zıd gibi görünen fikrimiz şudur :
a) Mutlak olmaları yönünden, sıfatlar malum manaları taşırlar..
b) Zat ise.. bilinmeyen bir iştir..
Durum yukarıda anlatıldığı gibi olunca, malum manaları anlamak,
meçhul işi anlamaktan daha kolaydır..
Şimdi.. daha önceki manaları da nazara alarak, sıfatları idrâk mümkün olmayınca,
hiç bir şekilde zatı idrâka yol yoktur..
Daha açık bir mana ile konuşalım : Hakikî manası ile, yüce Allah’ın ne zatı
idrâk edilen bir şeydir ; ne de sıfatları..
Burada : Rahman, ismi üzerinde duracağız..
Bu kelime : Fa’lan, vezninde gelir..
Rahman, kelime olarak lügattaki manası şudur :
– Bu isimle sıfat alan kimsenin kuvvetine ve zuhurdaki gücüne delâlet eder..
Bu mana icabıdır ki, yüce Allah’ın rahmeti, her şeyi kapsadı ; hatta
cehennem ehlini bile kapsamına aldı..
Şunu bilesin ki, bu Rahman ismi altında :
– Esma-i ilâhiye-i nefsiye..
Adı ile anılan bütün isimler vardır..
Sözü geçen isimler şunlardır : Hayat, ilim, kudret, irade, semi’, basar, kelâm..
( Yaşamak, bilmek, güç, arzu, işitmek, görmek, konuşmak.. )
Bu isimler yedi tanedir..
Rahman, isminin harfleri de yedi tanedir..
Önce bu ismin baş harfi olan ELİF’i alalım.. Bu harf, hayattır..
Baktığın zaman, göreceksin ki :
Yüce Allah’ın hayatı bütün eşyaya sirayet etmiştir.. Ve her şey onunla kaimdir..
Tıpkı ELİF, harfinin bizzat bütün harflerde bulunduğu gibi..
O kadar ki : Harfler tek tek incelendiği zaman : Gerek konuşma, gerekse yazı itibarı ile,
ELİF’ten başkası mevcut değildir..
BA, elifin yaygın bir şekilde yazılışıdır..
CİM, elif harfinin iki tarafı kıvrık şeklidir..
Kalan harfler de buna göredir..
Elif, harfi yazıda anlatıldığı biçimdedir..
Konuşma tarzına gelince, yine orada da ELİF’i bulursun..
Ya yazılış şeklinde, ya da yazılış şekillerinden çıkan diğer şekillerde..
Durum anlatıldığı gibi olunca, ELİF harfini bulmana imkân yoktur.
Bir misal olarak : BA ile CİM harfini ele alalım..
BA, harfi yazılış itibarı ile göründüğü zaman, ortasında ELİF görürsün..
CİM, harfi yazıldığı zaman : YA, MİM’den ibaret görülür..
YA, harfinde ELİF, bulunur.. MİM, harfi de böyledir..
Kalan harfleri de bu misaldeki gibi kıyas edebilirsin..
Yukarıda anlatıldığı manada ELİF harfi, varlıklara sirayet eden rahmanî hayatın
zuhur yeri olduğu böylece anlaşılmış oldu..
Bu ELİF, harfinden sonraki LAM harfine bir göz atalım..
Bu harf, ilim mazharıdır..
Dik kısmı ile, Cenab-ı Hakkın kendi zatını bildiğine delâlet eder..
LAM, harfi olduğunu isbat eden kıvrık kısmı ise..
Cenab-ı Hakkın mahlukatını bildiğine delildir..
RA, harfine gelelim : Bu harf kudret mazharıdır..
İşbu kudret, yokluk âleminden bu varlık âlemine gelenleri gösterir..
Böylece ilim denizinden gelenleri görürsün.. Yokluk âleminden gelenleri de bulursun..
HA, harfi, iradenin zuhur yeridir.. Mahalli ise, gizli tarafıdır..
Ha, harfinin gösteriş tarzı da bunu gösterir..
Boğaz kısmının sonundan başlar ; göğse kadar iner..
Böyle olunca : Dıştan görünmeyen bir şey olur..
Yüce Allah’ın iradesi de aynı şekilde bilinip görülen bir şey değildir..
İradesini, arzusunu, yüce Allah kendi zatında saklar..
Neyi dileyecek ve ne hüküm verecekse, kendisi verir.. Başkaca ne bilinir;
ne de anlaşılır..
Hâsılı : İrade sırf gizlilikten ibarettir..
MİM, harfi, semi isminin mazharıdır..
Bu harf, dudağın dış kısmı ile söylenir.. Ancak, sesle söylendiği zaman duyulur..
Bu durum, lafzan söylendiği zaman da, duruş halinde de öyledir..
Baş kısmının yuvarlak oluşu, kendisi için bir hüviyettir.. Ve kendi kelâmını
işitmesine bir yerdir..
Çünkü, daire çizilirken : Bir yerinden başlanır, yine aynı yere gelinir..
Yüce Hakkın kelâmı da aynı şekilde..Ondan başlar; yine ona döner..
Bu harfin çekimli kısmına gelince ; Yüce Hakkın, sözle olsun ; halle olsun :
Konuşmalarını duymasına delildir..
ELİF : Bu harf, mim ile nun harfi arasındadır..Basar ( görmek ) mazharıdır..
Bu harf, sayı yönü ile de, BİR sayısını gösterir..
Ki, bu sayı da Cenab-ı Hakkı işarettir.. Bir de onun zatı ile görüleceğine..
Bu harf, yazılırken görülmez ; düşmüştür.. Ama, söylenirken vardır ; sabittir..
Yazıda düşüş şekline verilecek mana şudur :
– Yüce Hak yaratılmışları kendinden görür.. Onlarda, kendisine yabancı
bir şey yoktur..
Konuşmada sabit olduğu da şu manaya gelir :
– Yüce Hakkın, zatı ile, zatında mahlukatından ayırd ediliş şekline delâlet eder..
Özellikle yüce Allah, mahlukatın vasfı olan : Zillet, noksan gibi
vasıflardan tamamen uzaktır.. Yücedir ; mukaddestir..
NUN, harfine gelince..
Bu harf kelâm mazharıdır..
– “ NUN, kaleme ve yazılanlara yemin olsun..” ( 68 / 1 )
Meâline gelen âyet-i kerime, bu manaya işaret eder..
Sonra, bu kinayeten levh-ü mahfuza da işaret sayılır..
Çünkü, levh-ü mahfuz, kelâm denizidir..
Ve o : Allah’ın öyle bir kitabıdır ki, ondan bahsederken :
– “ Kitaba almadığımız bir şey kalmadı..” ( 6 / 38 )
Buyurur.. Onun kitabı, doğrudan kelâmıdır..
Burada bilmen gereken bazı noktaları da işaretleyelim.. Bunları da bilesin..
NUN harfi, mahlukatın suret noktalarından ibarettir.. Tüm halleri, vasıfları ile..
Toplu halde, oldukları gibi..
Bunlara işlenen nakış ise; yüce Allah’ın :
– “ Kün.. ol..” ( 16 / 40 )
Emrinden ibarettir.. Bu emir alındıktan sonra, Yüce Hazretin bu kelimesine
zuhur yeri olan levhdeki kalem nasıl çizerse öyle olurlar..
– “ Ol..” ( 16 / 40)
Emrinden ne geliyorsa.. hepsi levh-ü mahfuzun kapsamı altındadır..
İşte bu mana icabıdır ki :
– NUN, Allah kelâmına bir zuhur yeridir..
Dedik..
Biraz da, NUN harfinin üzerindeki noktada duralım ki, onu da bilesin.
O nokta, mahlukat suretlerinde zâhir olan, yüce Allah’ın zatına işarettir..
Çünkü mahlukatta, ilk zâhir olan, onun zatıdır..
Mahlukat sonra zâhir olan, onun zatıdır.. Mahlukat sonra zahir olur..
Zira, onun zat NUN’u, mahlukatın NUN’undan daha aşikâr ve daha yücedir..
Resulüllah S.A. efendimizin şu hadis-i şerifi, buraya işaret eder..
– “ Sadaka, önce Rahman’ın eline düşer, sonra da dilencinin eline..”
Bu durumu düşün, halin icabı nasıldır? Anla..
Keza, Hazret-i Sıddık’ın şu cümlesi de, aynı manaya gelir..
– Her neye baktımsa, o baktığım şeyden önce Allah’ı gördüm..
Evet.. noktanın yüce Allah’ın zatına işaret olduğunu bildiysen.. NUN harfinin
yarım dairesini de mahlukata işaret bil..
RAHMAN, ismi üzerinde :
– EL-KEHF’Ü VER-RAKİM Fİ ŞERH-İ BİSMİLLHİRRAHMANİRRAHİM.
Adlı eserimizde, buradakinden daha fazla kelâm ettik.
Bunu bilmek isteyen, o kitabı mütalaa etmeli.. Bu güzel ismin ihtiva ettiği
sırları görmelidir..
Onlar, öyle sırlardır ki : Fikir kuşları orada ötmez ; susar..
Bu ismin harfleri üzerinde dursak, onun sırlarını, yazılış tarzları ile, sayılarını anlatsak ;
harflerden her birinin altında, bulunan kâinatın infialini ve harika işlerini söylesek..
çok şaşırtıcı işler meydana getirmiş, fehimleri hayrete daldıran şeyleri
anlatmış olurduk.
– Bu nereden geliyor?..
Denir ve şaşılırdı..
Ama, onları söylemedik, yazmadık ; tuttuk..
Böyle yapmamızın adı :
– C i m r i l i k..
Değildir.. Maksadımız kısa kesmektir..
Bu eserde hülâsa olarak yazdık ki : Okuyup yazanı bıkıp usanmaya..
Şayet bir usanma olursa.. faydasını arzu ettiğimiz manayı kaybederler.
Ne var ki, bu esere yazdığımız sırlar, ondan daha fazladır..
Haliyle, dikkat edilince görülür..
Yardım talebine bir karargâh yüce Allah’tır..
Güvenilecek makam yine odur..