İnsan-ı Kamil – 27. Bölüm (Enniyet)

İnsan-ı Kamil                                 Abdûlkerîm Ceylî


Bu eserden beklenen odur ki;
Salik için , en yüce refikîne ileten ola..
Ama, ince, düşünceli, nazik, kibar arkadaş gibi..

 

 27. BÖLÜM

E N N İ Y E T

                                                                                   


Yüce Hakkın ENNİYET’i: Şanına yakışan şekli ile, benliği ve şahsiyetidir..

.. Ve bu: Yüce Hakkın zâhirine işarettir..
Amma, batın durumları zuhurunu kapsamına alması itibarı ile olur..

 Anlatılan manada şu âyet-i kerimeleri okuyalım:

–  “Gerçekten Allah benim..”   ( 27 / 9 )

–  “İlâh yoktur; ancak ben varım..”   ( 20 / 14 )

Yüce Allah, bize şu manayı anlatmak istiyor:

–  HÜVE – HU – ( O )..

Lafzı ile işaret olunan hüviyet:

–  ENE  ( BEN )..

Lafzı ile işaret olunan ENNİYET’in, yani: Benliğin aynıdır..

Durum anlatıldığı gibi olunca: O, olma durumu, BENLİK’te, akıl yolundan
bulunmuş olur..

Bu mana ise:

–  Yüce Hakkın zâhiri, aynen batınıdır.. Batını ise.. aynen zâhiridir..

Şeklinde sarf ettiğimiz cümlenin tam manasıdır..

Bu zâhir ve batın durumları ile yüce Hak: Bir yönden zâhir, diğer yönden batın olamaz..

Bu böyledir; başka çeşidi yoktur..

Nitekim, bunun böyle olduğu yüce Hakkın, cümleyi tekidle söylemesinden
anlaşılır.

Görmüyor musun:

–  “İnne  (gerçekten)..”

Edatı ile nasıl tekid ediyor?..

Böylece, zihindeki tereddüdü atıyor.. Kaldı ki:

Dinleyenin zihninde tereddüd meydana gelmesi ihtimali bulunan her cümle
için tekid faydalıdır..

Aynı şekilde, dinleyenin inkârı babında da tekidli konuşmak icab eder..

Ancak, zihinde tereddüt, veya inkâr yollu bir durum olmazsa, tekide hacet kalmaz..

Amma, zâhir ve batın, bir itibar edilince, aklın tereddüdü ortaya çıkar..
Tekid ise.. bu tereddüdü ortadan kaldırır..

Meselâ: Bir işin zâhiri, nasıl batını olur?.. Bir işin batını nasıl zâhiri olur?..

Madem ki, ikisi de birdir; o halde:

–  Zâhir ve batın..

Diye ayırd edilen mananın faydası nedir?..

Cinsinden veya başka sözler olur..

İşbu meselede ise, nefsin: Ya tereddüdü olur; yahut inkârı..

İşte.. bu tereddüdü gidermek için, yüce Hak:

–  “İnne..”

Lafzı ile, manayı tekid etti..

..Ve Musa’ya:

–  “İnnehu   -gerçekten-..”    ( 27 / 9 )

Buyurdu.. Buna, daha açık mana şudur:

–  Hüviyet  (O) ile işaret olunan batın ahadiyet, işte kendisine:

–  “ENE  – BEN -..”   ( 27 / 9 )

Lafzı ile işaret olunan, ENNİYET’in; yani: Benliğin kendisidir..

Bu mana ile, âdeta, şöyle tenbih ediyor:

–  Sakın, aralarında bir ayrılık, gayrılık, bölünme gibi şeylerin olduğunu sanmayasın..
Ama, şekillerin hiçbir şekli ile..

Daha sonra, bunları bedeliyet durumu ile tefsir etti.. Bu da, zata bağlanan
işarettir.. Yani:

–  “ALLAH..”   ( 27 / 9 )

Demek istiyorum ve:

–  Cem, şümul yönüyle, ülûhiyetin iktizasına işarettir..

Demeyi kasd ediyorum..

Yüce Hak:

–  Onun batını, ve gaybı aynen zuhuru ve şehadetidir..

Demedi.. Ama şu yoldan bir tenbih yaptı:

–  Bu iş, yüce Allah ne hal üzere ise.. o halin hakikatı üzerinedir..

Çünkü, ulûhiyet sıfatı, kendi özünde:

a)  Birbirini nakzeden iki şeyin şümulünü;
b)  İki zıddı bir araya getirmeyi; Ahadiyet hükmüne göre iktiza eder..
c)  Gayrılığın meydana gelmesi için de, gayrılığı yok eder..

İşbu durum, hayrete düşüren bir meseledir..

Buraya kadar anlatılan âyet-i kerimedeki mana ise.. şu âyet-i kerimedeki
sözü tefsir etti..

–  “İlâh yoktur; ancak ben varım..”   ( 20 / 14 )

Bundan, şunu anlatmak istiyor:

–  İbadet edilen ilâhlık durumunda ancak ben varım..

Bu putlarda zâhir olan benim..
Felekler, tabiatlar hep benim..

Cümle mezhep ve din ehlinin kulluk ettiği her şey benim..

Şu putların tümü,  BEN’den başka değildir..

Bundandır ki, onlara:

–  İ l â h l a r..

Lafzını tesbit ettim.. Bu lafzı onlara da ad koydum..

Haliyle onlara verilen bu isim, hakikatte aldıkları durum icabıdır..

..Ve bu isim: Mecaz yolu ile değil, hakikat olarak verilmiştir..

Zâhir ehlinin:

–  İlâhlar ismi, onlara tapanların verdiği isimdir.. Hak Taâlâ ise.. verdiği isimle
bunu murad etmiştir.. Yoksa, kendi özlerinde, bu ismi hak ettikleri için vermemiştir..

Dedikleri gibi değildir.. Halbuki bu, yanlıştır.. Ve Hakka iftiradır..

Çünkü bu eşyaya tümden; hatta bu vücudda bulunanların hemen her biri için,
hakikatta Allah’ın zatı yönünden gelen bir isimdir. Hem de, hakikî olarak..

Zira, sübhan olan Yüce Hak bu manaya göre, eşyanın aynıdır..

Onlara:

–  İ l â h i y e t..

Adının verilmesi de, bu manaca hakikî bir isimlendirmedir.. Ehl-i hicabdan
mukallid ziümrenin sandığı gibi
mecaz yollu bir isimlendirme değildir..

Şayet durum, anlatıldığı gibi olmasaydı; cümle şöyle kurulurdu:

–  Bu taşlar, yıldızlar, tabiat unsurları ve ibadet ettiğimiz eşya ilâhlar değildir..
Benden başka ilâh yoktur; bana ibadet ediniz..

Ama, böyle olmadı.. Yüce Hak şu manayı murad etti:

–  O ilâhlar, birer zuhur yeri olarak kabul edilir.. Onlardaki ulûhiyet hükmü ise..
bir hakikattır..

Böyle olunca, onlar ancak, kendisine ibadet etmiş olurlar.. öyle de oldular..

İşbu mana icabı olarak da şöyle buyurdu:

–  “İlâh yoktur.. Ancak ben varım..”   ( 20 / 14 )

Bunun bir manası da şudur:

–  Bu mekânda, ilâh ismi verilen ancak benim.. Bu âlemde, benden başkasına
ibadet eden yoktur..

Hem nasıl benden başkasına ibadet edebilirler ki: Onları bana ibadet etmeleri
için  yarattım.. Böyle olunca,onları ne için yarattımsa.. o hâsıl olur
..

Bu mana makamında Resulullah S.A. efendimiz şöyle buyurdu:

–  “Herkese, uğruna yaratıldığı şey müyesserdir.”

Yani: Hakka ibadet babında..

Şu âyet-i kerimeler de, aynı manayı anlatır:

–  “İnsanları ve cini, ancak bana ibadet edeler; diye yarattım..”   ( 51 / 56 )

–  “Her şey, onun hamdiyle Tesbih eder..”   ( 17 / 44 )

Özellikle, yukarıda geçen âyet-i kerime ile yüce Allah peygamberi Musa’yı a.s.
şu manada ayıktırmak istiyordu:

–  Şu ilâhlara sahip çıkanlar, ancak Allah’a ibadet etmektedirler..
Ama bir mazhar yönünden….

.. Ve Musa’dan A.S. şunu istiyordu:
Bütün mazhar cihetinden yüce Allah’a ibadet etmek..

Bunun için ise, şöyle buyurdu:

–  “İlâh yoktur; ancak ben varım..”   ( 20 / 14 )

Bundan kasd olunan bir mana da, şuydu:

–  Burada ilâh olarak, ancak ben varım..

Kendisine:

–  İ l â h..

Adı verilen ve öyle söylenenlerin hepsi işte, benim..

Madem ki: O gösterilen mertebede Allah ismi ile aynen bulunduğumu öğrettim..
O halde bana ibadet et ya Musa..

Şu cihetten ki: Hüviyetin aynı olarak, bütün mezahiri bir benlik olarak toplar..

Bu yollu bir ayıktırma, sübhan olan Yüce Allah’tan peygamberine
bir yardımdır..

Ona yardım ediyordu; ta ki: Kendisine bir yönden ibadet edip, diğer yönü bırakmaya..

İbadet etmediği, fuzulî bulup terki halinde Hakkı fevt etmeye.. isterse, ibadet ettiği
cihetten hidayeti bulmuş olsun..

Ki çeşitli millete mensub olan ve Allah yolundan sapanların durumu da böyledir..

Yani: Tek yönlüdür..

Eğer o: Üzerine dikkat çekilen benlik cihetinden ibadet ederse, durumu
başka olur
..
Tam arzu edilen bir ibadet olur..

O, öyle bir benliktir ki: Cümle mazharları, tecellileri, yaratılış şekillerini ve
gereklerini topladığı babında tenbih yapılmıştır..

Kaldı ki, o benlik: Hüviyet içinde, akıl yolundan kemâlât ile nam almıştır..

Hâsılı: Bu, her şeyi içine alan, öyle bir benliktir ki:

–  A l l a h..

Lafzı ile tefsir edilmiştir.. Sonra burada:

–  “İlâh yoktur; ancak ben varım..”   ( 20 / 14 )

Cümlesi ile şerh edilmiştir..

İşte.. bütün bu manaları düşünerek ibadet et..
Böyle bir ibadet yapanın ibadeti, aslına uygun bir ibadettir
..

Yukarıda anlatılan manalara işaret olarak, şu âyet-i kerimeyi de dinleyelim:

–  “İşte.. benim doğru yolum budur.. Ona giriniz..
Çeşitli yollara girmeyiniz; sonra sizi yolundan alıkoyar..”   ( 6 / 153 )

Bu âyet-i kerime ile, işaret edilen çeşitli yollara bağlı olanlar; her ne kadar
Allah yolunda iseler de, fırka fırka olduklarından, içlerine: Şirk, ilhad cinsi şeyler girdi..

Ancak: Muhammedî yoldan tevhid ehli olanlar, öbürlerine benzemezler..
Bunlar, dosdoğru yolu takib ederler..

Bir kul, Allah’ın dosdoğru yolunda olunca, kendisine, Resulullah S.A. efendimizin,
şu hadis-i şerifindeki sır zâhir olur:

–  “Bir kimse ki, nefsini bildi; gerçekten Rabbını bilen o oldu..”

Bu hadis-i şerifin sırrı kendisine zâhir olan kimseden daha sonra:
Hakiki manası ile, Hakka ibadet etmesi taleb edilir..

Böyle bir ibadet ise.. isimlerin ve sıfatların hakikatleri ile, tahakkuk etmektir..

O kul: Anlatılan şekli ile, ibadeti yapınca bilir ki: O zâhirdeki eşyanın da,
batındakinin de aynıdır
..

Yine bilir ki,  o bir benliktir ve:

–  M u s a..

Diye tabir edilenin aynıdır..

.. Ve bu Musa, Hakkın kendisine öğrettiği şeyleri talebe başlar.. Çünkü
o aradığı şeyler, isimlerin ve sıfatların iktiza ettiği kemâlât çeşidinden hakkıdır..

Onu arar ki: Bulsun; hakkı ile Hakka ibadet etsin..

Ancak, tam hakkı ile ibadet etmeyi yapmanın imkânı yoktur..

Çünkü: Allah’ın isim ve sıfatları sonsuzdur.. Böyle olunca, ona:
Hakkı ile ibadet edebilmek de sonsuz olur..

Üstte anlatılan mana icabıdır ki, Resulullah S.A. efendimiz şöyle buyurdu:

–  “Hakkı ile, sana karşı irfan sahibi olamadık..
Hakkı ile, sana ibadet edemedik
..
Yani: Kendini sena ettiğin şekilde..”

Hazreti-i Sıddık R.A, ise şöyle buyurdu:

–  İdrâki kavramaktan yana acizlik, idrâktir..

Anlatılan manaları şu nazma sıraladım:

Ey o suret ki, akıllar şaşkın mananda;
Ey o dehşet ki, kâinat bitti olmanda..

Ey gayelerin gayesi ki, en sonunda;
Akıllı dahi şaşar yüce varlığında..

Keremler sana, zatını övdüğün gibi;
Nezihsin şirkten, ikilikten hamd anında..

İnsan bulamaz, senden yana arzusunu;
Haşa haşa, son ola yüce varlığında..

Kusur itirafım, sana marifetimdir;
İdrâki acizlik, bana idrâk şanında..

Sofiye zümresi, benlik durumunu, kulun aklen kabul edilen yüzüne bağlamışlardır..
Çünkü bu benlik: Hazır olanı, müşahede edip görüleni, anlatmak için kullanılır..

Hüviyet, yani: O, olmak ise.. bu görülen şeyin gayb yüzüdür..

Bu durumda da: Hüviyeti gayba bağlıdır.. ki o: Hakkın zatıdır..

Benliği de, bu şehadet haline verdiler.. Bu da, kulun aklen kabul edilen yönüdür..

Burada, ince bir nükte vardır; anlamaya çalış..

<– geriileri –>

Check Also

İnsan-ı Kamil – Abdûlkerîm Ceylî

             İnsan-ı Kamil                                 Abdûlkerîm Ceylî              Bu eserden beklenen odur ki; Salik için , en ...