Giriş – İnsan-ı Kamil – Abdûlkerîm Ceylî

İnsan-ı Kamil                                 Abdûlkerîm Ceylî

Bu eserden beklenen odur ki;
Salik için , en yüce refikine ileten ola..
Ama, ince, düşünceli, nazik, kibar arkadaş gibi..

GİRİŞ

“Allâh” adı ile kaim olan o yüce Zat’a. Hak ettiği şekilde hamd olsun..

İşbu yüce Allah; Zatının hakkına ve hükmüne göre: Her kemâlde tecelli eyledi..

Celâl beni noktasını, cemâl harfleri noktasına yerleştirdi..

Hem de noktasız olarak..

Mabuda yapılan sena yolu ile, zatını övgüsünü duydu.. Nasıl duymasın ki; 
Hamd eden, hamd ve hamd edilen
 kendisidir…

İşbu yüce Allah: Kayıtsız şartsız, mutlak varlığın hakikatıdır..

Hak ve halk ismi ile yad edilen müsemmanın kimliği ondadır..

İşbu yüce Allah: Bu zahir alemi, Adem sureti üzerine sınırladı..

Kâinat, kelimesinin; sözünün ve vasfının manasıdır..

Bu benzeri olmayan eşsiz sanat eserlerinin suretlerine bir ruhtur..

Her aydınlıkta, onun cemal yüzünün nuru parlar..

Zat’ı için nasıl gerekirse.. O şekilde bir cemâl sahibidir.. Her iyiyi ve güzeli
kapsamına alan bir kemale sahiptir..

İlk yaratılışa bir öz çekirdek olan cevherlerin de, bu cevherlere sonradan ilişen
arâzların da hakiki yüzüne bir varlık olan zattır..

Varlığın da, yokluğun da kimliğini taşır..

Babanın da oğulun da benliği ondadır..

Sıfatları ile, cümle güzellikleri şümulüne aldı. Zatı ile, cümle kemâlleri özünde topladı..

Güzellikleri: Safha safha, sıfatları yanaklarında kendini gösterir..

Zatından gelen sesle: Kayyûmiyet sıfatına istikamet çizdi..

Durum ki, yukarıda anlatıldığı gibi oldu, sessizler konuştu:

– O, kendilerinin ayn’ıdır..

İyilikler de kötülükler de şehadet getirdi:

– O, kendilerinin süsüdür..

İşbu yüce Allah: Sayılırda bir oldu..

Azâmeti ile: Ezellerin ve ebedlerin ferdiyetini aldı.. O kadar ki:

Tenzih edilmekten yana münezzehtir..

Temsilden, teşbihten yana mukaddestir !

Birliğinde sayıya gelmez; büyüktür..

Büyüklüğüne hudut çizilmez; Azîz’dir..

Onun üzerine, bir keyyimiyet ölçüsü vurulup:

– Ne kadar?.

Gibi bir soru vakası olamaz..

Onun için, bir şekil ve bir keyfiyet de düşünülemez.

– Nasıl?.

Denemez.. Bir yer tahayyül edip:

– Nerede?.

Sözü edilemez..

İlim onu ihatasına alamaz.. Göz onu idrâk edemez..

Hayatı, hayat varlığının özüdür.. Nefesidir.. Nefsidir..

Zatı, sıfatların ötesinde kaim olan varlığın aynıdır..

En yükseklerde, onun öncülüğü görülür.. En altlarda, yine onun önderliği vardır..

Evvellerin de, ahirlerin de ayn’ıdır..

Yüceliğine, yüce kemal durumunu kabul eden bir varlıktır..

Sonsuz azametin menşei O’dur..

Onun eşyaya hayat verisi: Varlığa ilim kaynağı oluşudur.. Bilgi merkezidir.

Onları bilmesi: Her gizliyi ve aşikareyi görüp idrak mahallinde olmasıdır..

Onları görmesi: Onların kelamını baştan duymasıdır..

Onun duyması ise.. zatının bir iktizasıdır..

Durum ki anlatıldığı gibidir; Onları nizama sokması hakkıdır..

Onun iradesi; Açık, parlak kelamının merkezidir.

Kelamı ise; Kadir sıfatının menşeidir..

Onun bekası; Ademin -yokluğun- batın durumları ile .. varlığın zuhur hüviyetidir..

Onun uluhiyeti; Mabudun izzeti ile, abidin zilleti arasını birleştirmektir..

İhata edici sıfatı ile: Ferdiyet vasfını aldı..

– Ve bir oldu.. tek oldu..

Babası yoktur; oğlu yoktur; ortağı yoktur..

Zatını, azamet ve kibriya sıfatı ile örtüledi..

Mecid ve baha gömleğini giydi..

İşbu yüce Allah; Anlatılan vasıfları icabıdır ki; her harekette, hareket edenle hareket etti..
Her sakin duranın sükunu ile sakin oldu.. Ama hululsüz..

Zatına ait her makamda, halkın her çeşidinde; İstediği gibi zuhur eder..

Hak ve halk olarak her manada sıfat aldı..

Zıtların bütün çeşidini zatı ile cem etti..

Bütün sıfatları vahidiyet sıfatı ile şümulüne aldı..

Yücedir Allah.. hem de mukaddes..
Özellikle kendilerine ihtiyaç duyulan zevclerden ve ferdlerden..

Zira onun tekliği, bunlara manidir..

Onun ahadiyeti, aynen kesretidir de..

Onun gizliliği, birleyiş izdivaçlar meyanında sayılır.. Hatta ayn’ıdır..

Tenzih sergisi, teşbih terkibinin kendisidir..

Zatında yüceliği:

 İzzet nişanına sahib..

Namının kimliğidir..

Azametini, ilimler kavrayamaz..

Celalinin özünü, fehimler idrak edemez..

İlim sahibi; O’nu idrakten yana aczini itiraf etti..

Akıl; Ulaşması babından onun bağına döndü. Hem de; Ondan ayrılıp
bölünmekten yana eli boş olarak..

Gerekli olan vücub, gerekli olmayan cevaz dairesi:
Açık söylenen sözlerde ve yapılan beyanların noktasındadır..

İmkan hüviyetinin bir yanı; Gayeyi anlamak ve tam sehadetgahtadır.. Bir de;
Cevherin ve arazın zarfındadır..

O’na Dâir Hayat; Bazı müşahadelerin doğuşu ile başlar..

Bitkiler olsun, canlılar olsun.. O hayat eserinin inişi ile, alametleri belirir..

Bir denizdir ki; Ulvi ruhaniyetler gelir.. Hem de, sultanın yüce köşküne..
Şeytanın ve hevanın düştüğü bahçeye..

İman ve idrak nurunun beyazlığı, şirk ve küfür karanlığını yok eder.

Allah
 adı ile kaim olan o yüce zata. Hak ettiği şekilde hamd olsun..

Hüda alnının sabahı, şaşkınlık ve ‘Amâ’ gecesi; ezelin ve sonradan olmuşların aynasıdır.
Azabın ve nimetin parlak nişanıdır..

Yüce Allah’ın eşyayı kuşatması; Onların zatı oluşudur..

Öyle bir zat ki; Sıfatları onu kavramaktan yana güçsüzdür..

Evvelliği için bir evvellik düşünülemez..

Ahiri için de bir son düşünülemez..

Ezeli bir kayyumdur..

Ebedi bakidir..

Bu varlıkta; Bir zerre dahi kıpırdayamaz.. Ancak onun arzusu, onun kuvveti ve onun
kudreti ile kıpırdar.. hareket eder.. canlanır..

Olanı ve olacağı bilir.. İşin önünden taa, sonuna kadar..

Şehadet ederim; Allah’tan başka ilah yoktur..

Öyle bir Allah‘tır ki; Bütün bu ibarelerden ötededir.. üstündür.. Kısaca; O,
bu ibarelerle anlatılamaz..

Münezzehtir.. Mukaddestir.. Onun varlığı; Ne sarih ifade, ne de muammalı işaretlerle
anlatılabilir..

Burada; Ona delil olsun, diye yapılan her işareti; Onun hakikatından bir perdeyi
açsın diye yazdım.. Bu da, ancak temsil yollu oldu..

Hangi ibare ki; Ona vardırır, ümidiyle getirildi; nice nice onu anlatmaktan uzaktır.
Ona vardıran asıl yoldan alır.. Hem de sürratle..

Ve o; Zatını bildiği gibidir.. Amma nasıl gerekli ise.. Nasıl iktiza ediyorsa..

Bizzat o; Her yönüyle, kemal vasfını haizdir.. Hem de yeteri kadar.. Varlığına ne kadar
kemal vasfı gerekse o kadar..

Resulüllah S.A. efendimiz için de, aynı şehadetimi tekrar ederim..

Yüce Allah‘tan ona selat ve selam olsun..

Şöyle ki;

O, ademoğlu ferdleri arasında, yüce Hakkın zatına davet edilen ve vasıl olan tek ferddir..

 

Allah‘ın kuludur.. Kendinden önce gelen resullerin şeriatını silip, yeni bir şeriatla gelen,
Allah‘ın muazzamResulüdür..

Yeni bir şeriatla gelmeyen, kendinden önce gelen resullerin yolunu izleyen nebiler arasında da;
Allah‘ın en çok keremine nail olan, Allah‘ın bir nebisidir.. Zatı için bir ridadır; perdedir..

 

Zatına delalet eden, üstün bir nişanıdır.. alametidir.. Varlığına kavuşmakta en kıdemli olandır..
Ona vardıran yolun en sağlamıdır..

Sonra o;

Hakkın zatına parlak bir aynadır..

 

İsimlerin ve sıfatların son derecede tecellisine bir zuhur yeri olandır..

CEBERUT, nurların bir geliş yeridir.. (CEBERUT: Ebu Talib-i Mekkiye göre; Azamet alemidir..
Yani; İsim ve sıfatlar alemi.. Fakat çoğunluk şu fikirdedir; Orta alemdir.. Yani; Berzah..
Toplu olarak bütün işlerin içinde durduğu alem..)

MELEKUT, sırlarına bir konak yeridir.. (MELEKUT; Ruhlara ve nefislere has olan gayb alemi..)

LAHUT, hakikatlerinin toplandığı bir merkezdir.. (LAHUT; Melekiyet.. Yani; Melekler alemi..)

NASUT, inceliklerinin bir kaynağıdır.. (NASUT; İnsaniyet.. Yani; Bu insanlık alemi..)

Sonra O’dur;

Cibril’in ruhu ile üfleyen..

Mikail’in sırrı ile ihsanlar yağdıran..

Azrail’in kahrı ile yüzüp gezen..

İsrafil’in toplamasına yönelen.. ilk koşan..

.. Ve O’dur;

Sidrelere münteha.. son yolcu.. son yolcu ve.. son yolculuk..

.. Ve isralar köşküne refref olan O’dur..

Hebanın da, tabiatın da, heyulası O’dur..

Üluhiyet atlasının felekidir..

Rububiyet övcü burcunun bir mıntıkasıdır..

Yükseklik ve terakki övülmesinin semalarıdır..

İlmin, dirayetin güneşidir..

Kemal halinin nihayetinde, mehtap safasının ayıdır.. kameridir..

Seçilme ve hidayet yolunda, yön gösteren bir yıldızdır..

Dilek hararetinin ateşidir..

Gayb ve şehadetin ki; Görünen ve görünmeyen hayatın suyudur..

Rahmet ve rübubiyet nefesinde esen bir saba rüzgarıdır..

Zillet ve ubudiyet yerinin billur saksısıdır..

Seb-i Mesânî’nin sahibi, birinci ve ikinci derecedeki füyuzat kapılarının anahtarına sahiptir..

Cemal ve celal sıfatlarının bir iktizası olarak Kemal sıfatının mazharıdır..

Hoş manaya bir ayna, Y üce nâm’a tecelligah;

Tatlı bir kaynaktır, kemal makamında cilvegah.

Güzellik semasının kutbu, oranın güneşi;

Hiç de sönmez o oldukça doğuşa bir karargah;

Tümden kemal, bir hardaldan ibaret ona göre;

Ki dağılışta onun güzelliği bir nazargah..

Ona salat ve selam..

Hallerinde yerine kaim olan ashabına da, ali’ne de salat ve selam.. Kaldı ki; Bunlar,
Resulullah S.A. efendimizin, sözlerinde ve işlerinde nöbet makamına nail olan vekil oldular..

Şehadetimi tekrarlarım;
Kur’an Allah kelamıdır.. Onun kapsamına giren manalar da haktır..

Onu; Ruh-u emin olan Cebrail, Nebilerin ve Resullerin sonuncusu olan
en büyük Nebî/Rasûl’ün kalbine indirmiştir..

Tekrar şehadet ederim ki;
Nebî/Rasûl haktır.. Onlara gelen kitaplar doğrudur..

Bütün bunlara iman etmek kesin olarak vaciptir..

Kabir, Berzah, azab olacaktır..

Kıyamet de gelecektir; ki ona, şüphe yoktur.. Ve Allah; Kabirdekileri diriltecektir..

Tekrar şehadet ederim ki;
Cennet haktır.. Cehennem haktır..

Sırat haktır..

Neşir gününün hesabı haktır..

Tekrar şehadet ederim ki;
Allah hayrı da şerri de diler..

Kırmak ve zorlamak, onun eli ile olur..

Hayr; Onun dileği, kudreti, rızası ve hükmü ile olur..

Şer; Onun dileği, kudreti, hükmü ile olur; ama buna rızası yoktur..

İyilik; Allah’ın kuvveti ile hidayeti ile olur..

Kötülük onun hükmü iledir.. Kulun şumluğu ve azgınlığı sebebi ile gelir..
Edeb icabı şu manaya dikkat;

 

Sana bir iyilik gelirse.. Allah’tandır.. Bir kötülük isabet ederse.. nefsindendir..
De ki; Hepsi Allah’tan..” (1/79)

 

Vücud ondan başladı ve.. emri olduğundan yine ona dönecektir..

Besmeleyi çektik.. Allah’a hamd ettik.. Resulullaha salat ve selam getirdik..
Şehadet de getirdik..

Şimdi GİRİŞ kısmında anlatacağımız mevzua girebiliriz..

Şimdi iyi dinle;

İnsanın kemal derecesine erip ergin bir kimse olması; Allah‘ı bilmesine bağlı olduğuna göre..

Keza insanın fazileti; Cinsi izinde, onun kapsadığı manadan kazancı kadar olacağına göre..

Evet.. Böyle olacağına göre; Marifet duygularının elde edilmesi gerekir..

Tahkik sonunda elde edileceği kesin olan marifet duygularına gelince;
İlahi bir ilhama ve onun vereceği başarıya bağlıdır..

 

Fakat.. fakat.. orası bir başka bölgedir ki, manasını şu âyet-i kerimenin derinliğinde bulur;

– “Emniyet telkin eden, saygıdeğer bir yerdir.. İnsanlar onun çevresinden uzaklaştırılır..”
(29/68)

Amma neyle?.

Evet, neyle uzaklaştırılır?. Şununla; Bir sürü engeller ve oyalayıcı şeylerle..

Sonra oranın hali yerleri, sahilleri; Bir sürü kaya ve kaydırmacılarla doludur..

Denizlerine gelince; Helak ve boğulmacalarla doludur..

Bu arada onun yolu; İnce bir kıldan daha incedir.. Keskinliğine gelince;
Keskin bir kılıçtan da keskindir..

 

Durum anlatıldığı gibi olunca; Yolcunun böyle bir yolda yürüyebilmesi..
ama tam olarak.. dürüst bir şekilde imkânsız gibidir..

Durum yukarıda arz edildiği gibi olunca, ister istemez sorulacak;

– Pekâlâ.. O halde bu yola nasıl girilecek?. Nasıl yürünecek?..

Ve düşüneceksiniz değil mi?.. Nitekim ben de düşündüm..
Düşündüm ve bir kitap yazdım..

Öyle bir kitap ki; Hakikat güneşi gibi parlak..
Açık, belli bir işleme tabi tutulan ve tam bir tetkik mahsulü..

Bu eserden beklenen odur ki;

Salik için, en yüce refikine ileten ola.. Amma, ince, düşünceli, nazik, kibar arkadaş gibi..
Emelim o ki; Bu kitap, bu yolları taleb edenler için, şefkatli bir kardeş gibi olacaktır..

Evet.. Böyle olması icab eder ki; Issız vahalarda, kimsesiz kaldığı zaman,
onunla ünsiyet edebile..

Onun gizli talimgâhına gire, başını onun sinesine yaslayıp kala..

Onun irfan duygusu aşılayan aydınlığı ile, sönük köşesini, bilinmeyen karanlıklarını
aydınlatmaya baka.. Bu işin başka çaresi yoktur..

Sebebine gelince; Artık müridlerin kalb semalarındaki cezbe güneşleri kalmadı..

Yolcuların felek semalarında, mehtap safaları getiren dolunay kalmadı..

Bu yolu kasd edenlerin himmet bağlarındaki azimet yıldızları battı..

İşte.. Anlatılan manâların bir icabıdır ki; O âlemin denizinde yüzenlerin kurtulma ümidi azaldı..
Onun sahillerinde gezenler için de, necat ümidi pek kalmadı..

Neden böyledir? Hepsi nasıl anlatılsın?. Anlatılamaz; zira:

Anlatılanlar dışında menziller var yücesine;
Önemlileri: Sarmıştır dehşetler büyücesine..
Kılıçlar var ki, beyaz beyaz yeşil yeşil;
Mızraklar sanki zulüm yüklenmiştir güçlücesine..

 

İşbu halet içinde kitabı tamamladım: Açık bir keşif üzerine..

Ve.. ondaki meseleleri güçlendirdim; Sağlam kaynaktan gelen haberlerle..
Ve ona bir isim verdim;

EL-İNSAN’ÜL-KÂMİL Fİ MARİFETİL-EVAHİRİ VEL-EVAİL.
(EVVELLERİ VE AHİRLERİ BİLMEKTE İNSAN-I KÂMİL.)

Bu eseri yazarken ve yazdıktan sonra, bazı haller geçirdim ki:
Onları da burada anlatmak isterim..

Bu eserin telifine başladım.. Bazı beyanlar ve tarifler yapıyordum..

Bunları yaparken, hatırıma gelen şu oldu: Bu işi bırakayım..

Bunlar birer birer tahkik gerektiren meseleler olması hasebiyle, saygı göstermek istedim..
Tetkik sonunda, bana ihsan edilenin yayımını azaltmak diledim..

İşbu düşünce iledir ki: Eseri parçalamak istedim.. Bütün gayretimi bu yola verdim..

Başladım onu darmadağın etmeye.. Bütün bölümlerini dağıttım.. Bu bahsi kapadım..
Birbirinden ayırdım; Pare pare ettim.. Hiç bir işe yaramaz hale getirdim..

Bundan sonradır ki; Onun güneşi battı; gitti.. Onun güzel yüzüne perde çekildi..
Unutulup giden bir şey oldu.. Yaramaz.. hiç bir işe yaramaz saydım..

Bir zaman sonra, işin rengi değişti.. Bir hayır olarak ortaya çıktı..
Böyle yazılıp dururken bir hayır oluşu ortaya çıktı..

Şu ayet-i kerimeyi okudum;

– “İnsan üzerinden öyle bir zaman geçti ki; O zamanda o, anılan bir şey değildi..” (76/1)
Sanki yoktur hacun ile safa arası;
Ne Mekkede yoldaşı ne seyir safası..

 

İşte; bütün bu istihalelerden, değişen hallerden sonra.. Cenab-ı Hak bana,
bu eserin açıklanması emrini verdi..

Açıktan anlatılması gereken bölümleri ile, kapalı ifade edilmesi gereken kısımları aydınlattı..
Ayrıca umûmi bir fayda sağlayacağı yönünden vaadde de bulundu..

Aldığım emirlerle vaadler, uyulması icap eden çeşittendi.. Bu sebepledir ki;

–  Baş üstüne..

Deyip, eserin, yeni şekli iel telifine hemen başladım..

Anlatıldığı şekilde de, Cenab-ı Hakka tevekkül eyledim..

Evet.. işte ben; Onun ezeli olan kocaman kadehi ile içirmekteyim..
Ama ALİM ismi kâsesine dalıp çıkararaktan..

Ama kimlere?. Haliyle herkese değil.. İman ve teslim ehli olup, bu şarabı içmeye
ve sindirmeye güçlü olanlara..

Bu, öyle bir şaraptır ki; İkram sahibi olan candan gelir; emilircesine de içilir..
Bu öyle bir şaraptır ki; Yoku da varı da sarhoş eder..

Bir geçmiş ki, bıraktı güneşi, karanlık geceyi;
SÜHA belirdi, sabah aydınlandı çöz bilmeceyi..

Soyun bu vasıflardan latif bir şemaile bürün;
Ama şümullü bil, zamandaki ince kesmeceyi..

Kadehten geçersen taa, yüce menbaına kadar;
Dönersin, döndükçe zaman, öğrenirsin zemzemceyi..

Ve, niceleri bağlandı kaldı süslü atkısında;
Bağlar Allah’ın mülküdür emr gösterir en yüceyi..

Nice fakir vardır ki, sözü kendini kul eyledi;
Başladı varda yokken, öğrendi ilerlemeceyi..

Nice cahil vardır ki, kokuları onlara vardı;
Ve.. haber verdiler hem iblisceyi, hem ademceyi..

Nice susanlar vardır ki, dinledim haberlerini;
Arşta izzet ikram gördüler ondan yücelmeceyi..

Onun kadehinin gözüne bir kez nazar eylesen;
Yapmazsın artık bilmediğine sürme çekmeceyi..

Bu bir nur güneş sayılır, belki de gece zulmeti;
Bir yüce hayrettir ki, öğrenirsin çekişmeceyi..

Bir nurdur ama ona göz yok, ona bir ışık da yok;
Bir güzel var, yüz yok, yüz vardır neyler öpülmeceyi..

Bir burun var, koku yok ve bir kokudur ki yayılmaz;
Bir şarap.. Yok bardağı ve bulmuş mühürlenmeceyi..

Ey yakınlar, tutunuz onun yüce kadehlerinden;
Emniyet emelleridir, yücel gör büyümeceyi..

Allah için, yüce şanı hakkına ihmal etmeyin;
Ne tad.. Onu bırakan görür nedamet etmeceyi..

Nolurdu ondan tad alanlar kardeşim olsalardı;
Selâmım onlara.. Selâm bilir teslim etmeceyi.

ileri –>

Check Also

İnsan-ı Kamil – Abdûlkerîm Ceylî

             İnsan-ı Kamil                                 Abdûlkerîm Ceylî              Bu eserden beklenen odur ki; Salik için , en ...