Şeker Hakkında Bilinmesi Gereken Herşey

Onun için zehirli, bağımlı yapıcı, ölümcül, obeziteyi, kalp rahatsızlığını ve şeker hastalığını oluşturan kuvvet deniliyor.

Gerçekten de şeker bu kadar kötü bir şey mi? Ekran Alıntısı

Masada oturduğunuzu düşünün… Önünüzde bir paket şeker, çay kaşığı ve bir bardak su var. Şeker torbasını açıyorsunuz ve bir çay kaşığı dolusu şekeri suya boşaltıyorsunuz. Sonra bir tane daha, bir tane daha, bir tane daha… ta ki 20 çay kaşığı şekeri suya boşaltana kadar devam ediyorsunuz. Bu bardaktaki suyu içer miydiniz?

Şekeri çok seven bir çocuk bile bunu içmeyi zor ve iğrenç bulacaktır. Ama bu miktardaki şeker, sizin genellikle fark etmeden gün içinde, hergün neredeyse kullandığınız bir miktar.

Şeker, önceleri özel durumlar için kullanılan lüks bir katkı maddesi idi. Ama son yıllarda, büyüyen  bir şekilde, geniş çapta diyetlerimizde yerini almakta. Yediğiniz herhangi bir işlenmiş gıdanın içinde muhtemelen şeker bulunur. Amerika’da marketlerde satılan paketlenmiş gıdaların dörtte üçünde üretim aşamasında şeker ilave edilmekte. Bu şekeri, dilimlenmiş ekmeklerde, kahvaltı gevreklerinde, salata soslarında, yemek soslarında ve pek çok temel üründe bulabilirsiniz. Düşük yağlı ürünler çok fazla eklenmiş şeker içerirler.

Şimdilerde, şeker, halk sağlığının bir numaralı baş düşümanı: sizi sadece şişmanlatmıyor bundan da kötüsü, obezite yapan, kalp hastalığına ve diabet2-şeker hastalığına yol açan itici güç. Hattâ bazı araştırmacılar şekerin zehirli ve bağımlılık yapan bir madde olduğunu söylemekteler.

Sonuç olarak, sağlıklı bedenler için  “şekere karşı savaş” konusunda etkin çalışmalar yapılmakta. Dünya Sağlık Örgütü, şeker tüketimizi tamamen kesmemiz konusunda bizleri uyarmakta. Amerika’da doktorlar ve bilimadamları gıda firmalarına şekeri azaltmaları ve gıdalarına ne kadar şeker ilave ettiklerini dair daha açık olmaları konusunda baskı yapmaktalar. İngilitere de ise, “Şekere Karşı Aksiyon” adlı bir grup,  yeni şeker kullanımı konusunda çok yeni bir kampanya başlatmışlardır. Politikacılar şekerli içecekler üzerinden vergi alması gerektiğini düşünüyorlar.

Peki ama şeker hakikatten de bu kadar kötü mü? Yoksa tüm bu  şeker hakkındakiler bir bardak suda fırtına mı?

Beslenme konusunda çalışma yapan bilimadamları, şekerden bahsederken aslında doğal olarak yiyeceklerin içinde bulunan şekerden ya da sütteki laktozdan bahsetmiyorlar. Aslında onları endişelendiren genellikle masalarımızda bulunan bir çeşit masa şekeri olana sakaroz ya da yüksek fruktozlu mısır şurubu olan eklenmiş şeker.

Daha önceki atalarımız bu rafiine olmuş şekildeki şekeri çok da bilmezler, ondan o kadar da haberdar değillerdi. Ta ki şeker az bulunur bir hale gelip, değerli bir mal haline gelinceye kadar. 1700’lerde, Avrupalıların yeni Dünyaya şeker kamışını tanıtmasından sonra, Batı’da şeker düzenli bir gıda maddesi haline geldi. 1700’lerde, ortalama Avrupalı bir ev halkı yılda 2 kilodan az sofra şekeri tüketmekteydi. Bu yüzyılın sonu itibari ile bu tüketim dört katına çıktı.

O zamandan beri şeker tüketimine yönelik yükselen eğilim kesintisiz devam etmekte. 1970’lerin başları ile 2000’lerin başı arasındaki zaman içinde, Amerikalı yetişkinlerin ortalama günlük kalori alım miktarı şeker de dahil olmak üzere, büyük ölçüde karbonhidrat tüketimi ile  %13 artmıştır.1996’da ortalama yetişkin bir Amerikalı  1977 yılına oranla eklenmiş şekerden 83 kalori daha fazla alıyor. Günümüzde, Amerika’daki yıllık şeker tüketimi kişi başına günde 40 kilo – 20 çay kaşığından fazladır.

Şekere meyilin pek çok nedeni vardır ama en önemlisi 1957 yılında icat edilen yüksek fruktozlu mısır şurubudur (YFMŞ). YFMŞ, sofra şekeri kadar tatlı ve yaklaşık olarak %30 daha ucuz olan glikoz ve fruktozun yapışkan solüsyonudur.

Bu şeker kaynağı uygun olduğu için de, gıda üreticleri ürünlerine serbestçe bunu katmışlardır. Fransa Bordo Üniversitesi Nörobilimcilerinden Serge Ahmed şunu  dile getiriyor: “ Pek çok gelişmiş ülkede açlık artık bir sorun teşkil etmediğinden, insanlar daha ne yiyebilirlerdi ve ne yemeden zevk aldırırdı?: Şeker!”

Maalesef bu kötü, günahkar bir zevk. Tüm bilimadamları şekerin etkisi konusunda birebir aynı fikirde olmasalar da, hepsinin hemfikir olduğu bir nokta var. Bu noktayı, İsviçre Lozan Üniveristesi’nden fizyolojist Luc Tappy şöyle özetliyor: “Ana, esas yağlar olmadan yaşayamazsınız. Protein olmadan da yaşayamazsınız. Bir miktar karbonhidrat almazsanız, yeterince enerjiye sahip olmada zorluk çekersiniz. Ancak şekersizlik sorun değil. Bu şeker tamamiyle gereksiz, olmasa da olur bir gıdadır.”

Tüm bu gereksiz şeker gıdalarımıza kalori olarak eklenmekte ve dolayısıyla gıda tüketimi, obesite ve  tip 2 diaybet gibi bununla ilgili rahatsızlıklara yol açmaktadır. 1960’larda, 8 Amerikalı yetişkinden 1 tanesi obezdi. Bugün oran 1/3’den daha fazla. 1980’lerden beri, obezite seviyesi gelişmiş dünyada dörde katlanmış ve yaklaşık 1 milyar insan obez olmuştur. Yakın geçmişte yapılan bir çalışmada, bir ülkede günde her eklenen 150 kalorilik şeker, 1.1 oranında diyabet hastalığı artışına neden olduğu tespit edilmiştir.

Buraya kadar herşey anlaşılır, basit. Ancak, bazı araştırmacılar bu şeker olayında başka bir şeylerin döndüğünü görüyorlar. Onlara göre şeker sadece fazla kalorinin kaynağı değil, şeker bir zehir!

Bu konuyu en çok dile getiren kişi, San Fransisko, Kaliforniya Üniversitesi’nden endokrinolojist Robert Lustig. Kendisi bazı meslektaşları tarafından anti-şeker evangelisti ilan edilmiş. Lusting’in ana şikayeti; basit anlamda şeker olarak meyvalarda doğal olarak bulunmakta olan ama ayrıca sakarozun ve YFMŞ bileşeni olan fruktozla ilgili.

Fruktozun aleyhine oluşan bu düşünce şundan kaynaklı: Fruktoz, glikozun aksine insan metabolizmasında önemli bir rol oynamamaktadır. (Bu glikoz almayın anlamına gelmiyor tabii ki.  Nişasta gibi karbonhidratların karmaşık formlarına metabolizmamızın ihtiyacı var.) Atalarımız fruktozu bizim bugün tükettiğimiz miktarda ve şekilde değil, meyvalardan elde edip, gerekli miktarda kullanmıştır. Dolayısıyla, tartışmanın bir bölümü; bu kadar fruktoza bedenimizina basit anlmada adapte olmadığı ile ilgili.

Öncelikle, fruktoz hemen hemen sadece karaciğer tarafından metabolize edilmektedir. Lusting ve diğerleri, fruktozu fazla tükettiğimiz zaman, çoğunun yağa dönüştüğünü söylüyorlar. Karacaiğerde oluşan yağ da iltihaplanmaya ve yaralara ve siroza kadar gidiyor. Karaciğerdeki yağlanma ayrıca, insülin direncine dayalıdır ve şeker hastalığının da habercisidir.

Toksik Saldırı

Lusting, fruktozun enerjiye dönüştüğünü ancak glikozun tersine, fruktozun bedenimize saldıran tehlikeli reaktif kimyasallar olan çok fazla oksijen radikalleri ürettiğini ve bunun da yaşlanmaya yol açtığını belirtiyor. Fruktozun etkilerini vücuddan temzilemek için antioksidanlar gerekmektedir.Ancak ne kadar antioksidan kullanıcağınız yine sizin yediğinizin besin kalitesine bağlıdır. Lustig bu konuda şunları söylemekte: “Aynı dozda, aynı oranda kullanılmasına rağmen, sosyo-ekonomik anlamda daha fakir olanların diğerlerine göre neden daha çok hastalandığının sebebi de budur.”

Daha da ötesi, glikozun tersine fruktoz insulin tarafından regüle edilemez. Bu hormon kandaki glukoz seviyelerini sabit tutar ve leptin üretimini tetikler ve böylelikle hormon  sizin ne zaman tok olduğunuzu bilmenizi sağlar. Fruktoz leptin üretimini etkilemez; küçük bir araştırma şunu tespit etmiştir; fruktoz,leptin hormonu benzeri olan bir diğer hormon olan girelin seviyesini de yükseltir ve sizde açlık hissiyatı oluşur. Bir başka deyişle, fruktoz sizin daha çok yemenizi teşvik eder.

Sonuç olarak, hem hayvanlar hem de insanlar üzerinde yapılan çalışmalarda aşırı fruktoz tüketimi kandaki trigliserid seviyesini yükseltir ki bu da kalp damarlarında sertleşme ve kalp rahatsızlıklarına yol açar.

Bu konuda Lustig’in 2009 yılında verdiği seminerini You Tube’da 4 milyonun üzerinde kişi izlemiştir. Ancak, halâ pek çok beslenme uzmanı, bilimadamı iknâ olmuş değil. Bir kaç çalışma fruktozun özgün bir şekilde zararlı olduğu konusunda kanıt bulmada başarısız olmuştur. Bu çalışmalarının başarısız olma nedeni,kendilerine çalışmalarına fon sağlayanların gıda ve içecek firmalarının olmasından dolayıdır ki, bu çalışmayı yapanlar eleştireye de maruz kalmışlardır.

2012 yılında Tappy, BMC Biyoloji dergisine fruktoz konusunu inceleyen bir yazı yazmıştır.Bu incelemeyi şu şekilde tamamlamıştır: “Hastalıkların tek ve ana nedeninin fruktoz olduğu konusunda bir kanıt yok ancak bu durum araştırmaya açık bir durumdur ve bu konuda pek çok cevaplanmayan sorular mevcuttur.”

Şeker hakkında bir başka olumsuz iddia da; şekerin beyin kimyamızı değiştirerek bizim daha çok yememizi sağlayıp, yeme alışkanlığımızı bozmasıdır. Uzun yıllardan beri nörobilimciler  enerji yoğunluklu gıdalarla alışkanlık yapan maddeleri- örneğin kokaini-  en azından mecazi anlamda,karşılaştırmaktalar.Çünkü, bu karşılaştırma onlara alışkanlık yapma özelliklerini tespit etmede yardımcı oluyor.ancak bu mecazdan daha öte bir durumu teşkil etmiyor mu sizce?

Farelerle yapılan pek çok araştırma, tatlının beyindeki ödül sistemine olan etkisinin kokaininki ile benzer olduğunu göstermekte. Yapılan bir çalışmada, kokain bağımlısı farelere kokain ve şekerli su tercihi yaptırılır ve fareler kokaini geri çevririp, ödül adına şekerli suyu seçerler.

Peki bu durum insanlarda da geçerli mi? “aşırı lezzetli” gıdalar diye adlandırılan yüksek yağ ve şekerli gıdalar, dofamin seviyesini bağımlılık yapan ilaçlardan çok daha fazla artırırarak ödül sistemini tetikliyor ve bunu destekleyen bir araştırmada da, aşırı yeme rahatsızlığı madde bağımlılığı problemi yaşayan insanlarla benzer fizyolojik özellikler gösterdiği açıklanıyor. Peki, bu şekeri bağımlı olarak lanetlemek için yeterli mi? ve şekerin cazibesini gıdalardaki yağ ve tuzdan nasıl ayırt edebileceğiz?

Bazı bilimadamları obeziteyi tedavide bağımlılık tekniklerini kullanmanın  yeterli olduğuna inandıkları dair kanıtlar bulsalar da, gıda bağımlılığı için bilimsel yaklaşımlar bu konudaki kuşkuyu silmekten biraz öte durumda.Geçen yıl, örneğin; 13 üniversite arasında işbrliği içindeki bağımsız ve Avrupa Birliği’inden destekli mali sermayeye sahip olan NeuroFAST, beslenme bilimi üzerinde ve insan çalışmalarından açığa çıkan ilgili kanıtları içeren tartışmalı bir tebliğ yayınladı. Bu tebliğin sonuç kısımında şu açıklama mevcuttur: “Gıdanın bağımlılık yapacağına dair bir kanıt yoktur!”

Şaşılmayacak bir şekilde tabii ki gıda lobileri bu açıklamaya katıldılar. İngiltere’deki şeker üreticilerinden maddi destekle Sugar Nutrition UK’de araştırma yapan Glenys Jones da şunu belirtir: “Bu insanlar üzerinde yapılan çalışmalar, günlük yaşamımızın bir parçası olarak gıdayı nasıl tükettiğimiz konusunda  çok az bir kanıta yer verilmektedir.”

O zaman, fruktoz mu suçlu yoksa şeker mi bağımlılık yapmakta noktasında bir sonuca gelemiyeceksek eğer bu bizi nereye götürebilir, ne çıkarmalıyız bundan? Çok fazla şeker çok fazla kalori demek yeterli mi o zaman? Ya da tüm bu şekerle ilgili durum, şekere karşı olan tutum çok mu abartıldı?

Bu soru şimdi Dünya Sağlık Organizasyonunun (WHO) cevaplamasını beklemekte. Şekerin zararları konusundaki raporlarla paniklemiş olarak, Beslenme Rehber Uzmanlığı Danışman Grubu yapılan araştırmalar neticesinde toplanan kanıtlardan, tavsiyelerin de içerisinde bulunan bir inceleme yazısı yazmaktalar.

Bu sürecin bir parçası olarak, geçen sene Yeni Zelanda’dan Otaga Üniversitesi’nden insan beslenme araştırmacısı Lisa Te Morenga, şeker ve vücud kilosu hakkında bir inceleme yazısı yayınlamıştır. Bu yazının sonucunda şöyle demektedir: “İnsanların enerjiyi tüketmesinde yüksek ya da düşük şeker arasında bir fark yoktur. Aynı enerjiyi tüketmektedirler.” Bir başka deyişle, eğer toplam kalori kontrol altına alınırsa, bu kalorilerin çoğu şekerden de geliyor olsa, kişiler daha fazla şişmanlamazlar. Bu sonuç da elbette ki, şeker endüstrisi tarafından içtenlikle kabul edildi.

Dolayısıyla, bu beyaz şey işin içinden sıyrılıyor mu? Bu kadar da hızlı değil… Te Monrenga daha yakından bu çalışmalara bakıyor ve  şunu belirtiyor; gerçek yaşamda gıda seçeneklerini çoğalttığınızda bu şu demek; araştırmaya katılanlar dikkatli ve hassas bir şekilde yedikleri gıdaların kalorilerine dikkat etmediklerinde –ki bunlar arasında çok fazla şeker yiyenlere baktığında– daha çok kalori tüketme eğilimde ve daha çok kilo alma durumlarında oluyorlar. Ve yıllardır obezite kampanyasını yürütenler için en önemli şeker kaynağı listesinde en ön sırada şekerli içecekler gelmekte.

Bu şekerli içeceklerin (ki bu neden şekere bu kadar odaklanıldığının en kuvvetli sebebidir)gerçekten de kilo almaya neden olduğunun çok fazla kanıtı olmuştur.

Katı haldense sıvı halde kaloriyi yakmak neden önemli? Bu şekilde düşünün.. Bir bardak portakal suyu için 2.5 portakal gerekiyor.Ancak bir pardak portakal suyunu içtiğinizde 2.5 portakal yemiş gibi hissetmiyorsunuz. Bunu sebebi, meyvadaki lifin sizi daha uzun süre tok hissettirmesidir.

Te Morenga şöyle diyor: “Tüm şekerli, tatlandırılmış içeceklerin gerçek anlamda kalorinize katkısı vardır.” Ancak bu katkı sizi tok tutmaz.Bunu sebebi bir ölçüde fruktoz—büfelerde satılan içeceklerin içinde şekerin %65ini oluşturur… bu yüzündendir ki bu tokluk hissini veren leptin hormonunu aktive etmez.

İşte bu şekerli içecekleri içip de tok hissetmeme hissi, bir oturuşta sizin bu içecekleri tüketmenizi olası kılıyor. Örneğin; yemekle birlikte şekerli bir içecek içemek.. Bu sizin daha az yemek yemenizi sağlamıyor ve hatta bu içeceğin yerine diet olan bir içicek de buna hiç yardımcı olmayabiliyor.

Kalori alıp vermede açlık hissi, tok hissedememenin uzun vadeli sonuçlarının var olduğu gözükmekte.Pek çok epidemiolojik çalışmalar şekerli içecek tüketiminin artan obezite, tip 2 diyabet ve kalp rahatsızlıkları riski ile ilişkilendirmektedir. Bu yüzden de şekerli içecekler sağlık ofislerinin ilk, ana  hedefleri olmuşlardır: Şu ana kadar Amerika’daki meclis üyeleri 30 eyalette bu içeceklerin satışlarının sınırlandırlması için çaba harcamışlar ancak bir şekilde başarılı olamamışlardır. Bunlardan bir tanesi de; geçen sene New York şehrinde aşırı büyük boyuttaki şekerli içeceklerin yasaklanmasının engellenmesidir.

Bu başarısızlık tüm tehditlere karşı kârlarını ortaya koyarak uzun zamandır bu sınırlama ve yasaklamalara savaş açan gıda endüstrisi tarafından kısmen kampanyalarla eleştirilmiştir. Bunu WHO (Dünya Sağlık Organizasyonu) çok iyi bilmektedir.

WHO’nun çok yakında vermek istediği şeker tavsiyesi bu yöndeki tavsiyelerin ilki olmayacaktır. 10 yıl önce,organizasyon bunun benzerini yapmıştır.O tarihte yayınlanan kanıtları inceledikten sonra, insanlar, %10 kaloriden daha fazla kaloriyi şeker bazlı serbest şekerlilerden almamaları gerektiğini yoksa dengeli bir  beslenme düzenleri olamacağı sonucuna vardılar. Şekerli içecekleri tüketenlerin tüketicilerin sadece yarısını bunu gerçek anlamda bu şekilde düşündü, dikkate aldı..

 

Endüstrinin Tehditleri

Şeker endüstrisi çılgına döndü.Amerika Şeker Birliği, WHO’nun başındaki kişiye, bir yazı yazdı. Yazıda, Amerika Tıp Enstitüsü’nden alnınan rapora yer verildi ve o raporda günlük kalorinin %25’nin kabul edilebilir şeker kullanımını önerdiği ve WHO’nun bu açıklamalara devam ettiği ve bu bilgileri yaydığı takdirde, kendisine finansman bulmasını tehlikeye attığı şeklindeki tehditi de yer almaktaydı. Benzer bir mektup da Amerika Sağlık Bakanı olan Tommy Thomson’a yazıldı.

Raporun  %10’u kadarı yine de basıldı. Ama tabii çok az bir  tantana ile….ve neredeyse hiç bir etkisi olmadı. Pek çok araştırmacı, New Scientist Dergisi ile temasa geçip, bunun tamamının yayınlanıp yayınlanmadığını ya da yayınlanmışsa bu %10 kısmın da buna dahil edilip edilmediğini sordular.

Yeni WHO kılavuzu üzerinde halâ çalışılmaya devam ediliyor.Ancak önceden sızan bir habere göre,WHO’nun bunun üzerine gidip, günlük kalorinin sadece %5 oranının serbest şekerlerden geldiğini açıklayacağını bildirildi.Bu da mevcut olan şeker tüketiminin 2/3’nin—bu günlük erkekte 8 çaykaşığı ve kadında 6 çaykaşığı demekti—kesilmesi anlamına gelebilir.Bunu şu şekilde de karşılaştırabiliriz; standart bir kola 10 çaykaşığı şeker ihtiva etmekte.

Bu rakam şeker endüstrisi için pek de güzel olmadı.New York Üniversitesi Gıda Araştırmaları ve Halk Sağlığı’ndan profesör Marion Nestle, şeker endüstrisinin bu rapor üzerine hile yapacaklarını, taktiklerine paralel gidecek oyunlar—tıpkı tütün endüstrisinin geçtiğimiz yıl yaptığı gibi– yapacaklarını beklediklerini bildirdi.

Prof. Nestle şunları söyledi: “Bu bir pazarlama olayı.Bunun arkasındaki lobi, hiç bir hükümet görevlisinin aleyhlerine, kendilerinin hoşuna gitmeyecek herhangi bir düzenleme yapılmasını engellemeye çalışıyor.Seçim kampanyalarına mali destek vererek bunu yapıyorlar ve eleştirmenlere, muhaliflere de saldırıyorlar.Onlar ayrıca bilim camiasını da etkilemeye çalışıyorlar. Genelde gıda şirketleri bilimsel araştırmalara mali destek vererek, kendi istedikleri cevapları vermelerini onlardan istiyorlar.” WHO’nun başındaki kişi olan Margaret Chan da prof.Nestle’nin açıklamalarına katıldığını ve aynı kaygıyı duyduklarını ifade etmiştir.

O zaman ne yapılabilir? WHO’nun 2003 yılından ders çıkardığına dair işaretler mevcut.Bu tahmin edilen %5 lik tüketim sayısının şekerin obeziteyle olan bağlantısına dayalı kanıt gösterilememekte ancak obezite bağlantısı yerine daha az tartışmalı bir durum için bu bağlantı ortaya konulmakta o da: dişlerin çürümesi.

WHO’nun  yaptığı analizlerden bir tanesi şeker ve dental boşluklar bağlantısı. Bu analiz İngiltere’deki Newcastle Üniversite’inden Paula Moynihan tarafından yönetilmekte. Araştırmada, diş çürümesi riskini azaltmak için günlük şeker tüketimini %5 oranına kadar azaltmayı savunacak düşük oranda da olsa, kanıtın olduğu sonucuna varılmıştır.

Eğer bu doğrusya, bu WHO’nun zeki taktiklerinden bir tanesi gibi gözükmektedir.Şekerin diş çürümelerine sebep verdiğini herkes bildiği için, bu önermeye karşı şeker endüstrisinin saldırı yapması zor olabilir. Ancak, tabii ki zayıp kalitedeki kanıt , yine de endüstrinin pek çok manevra yapmasına olanak sağlamakta.

Tabii ki  anti-şekercilerin tümü endüstriyi düşman görmemekte. Geçtiğimiz son 20 yılda, Londra’daki Wolfson Enstitüsü’nün Önleyici Tıp Nölümünden Graham MacGregor, diyetetik tuza karşı global kampanyanın başını çekmektedir. Kendisi ve meslektaşları, gıda endüstrisini kullandıkları eklenmiş tuz oranını %30 oranında azaltmaya ikna edebilmiştir. Şimdi aynı şeyi şeker için yapmaya çalışıyorlar. Graham MacGregor şunu ifade ediyor: “Gıda endüstrisine bağırmanın, saldırmanın bir anlamı yok. Bu hiç bir işe yaramıyor. Onlarla beraber anlaşarak,çalışmalıyız.”

Ancak Graham MacGregor’un ifade ettiği şey uzun vadeli bir proje. Çünkü pek çok araştırmacı daha agresif taktikler içindeler.Ekim ayında örneğin; BMJ’nin raporunda, şekerli içeceklere konulacak %20’lik verginin İngiltere’de 180bini bulan obez insan sayısını azaltabileceği şeklindeki yansımalar yayınlamaktadır.

Tabii ki vergi konusu ile olay, bilindik bir politik alana hapsedildi: dadı devlete karşı kişisel sorumluluk.. hükümetler bu işe karışmayla görevli mi ya da bu insanların kendilerine ait bir durum mu, bu insanların sorumluluğunda mı?

Te Morenga sağlık dertlerimizin sebebinin şeker olduğuna, şekerin çok kötü bir şey olduğuna ikna olmuş değil. Ancak Monrenga şekerli gıdaların pazarlanma şeklinin bizim ihtiyacımızdan daha çok yememizi sağladığı konusunda emin ve belki de insanların daha çok sorumluluk alması gerektiğini söylüyor ve şunu da dile getiriyor: “Gıda şirketleri ürünlerini alması için insanları ikna etme adına milyonlarca dolar harcamaklarına bizler de izin veriyoruz.—meşrubatlar, alkolsüz içecekler de yemeğin yanında iyi giden normal bir içecek.”

Politikacılar seçeneklerini değerlendirirken, bireyler için basit bir öneride bulunuyorlar: Şeker kullanımınızı azaltmaya çalışın. Bunu ötesinde şekerli içeceklerden uzak durun. Tappy bunun  en kolay şey olduğunu dile getiriyor.

Tabii ki, şeker tüketme isteğini zaptetmek için eleştirmenlerin,muhaliflerin yaptıkları çabalar, sizin daha sağlıklı yemeniz ve egzersiz yapmanızla bir anlam kazanacaktır. Şekerli içecekler ve atıştırmalıklara karşı bir tutkunun olduğu kesin. Bu zamana kadar bu tutku devam etti.. Bu doğru.. Ancak bir de şeker hakkında başka bir basit gerçek var: Şekeri ne kadar isteniz de, aslında ona ihtiyacınız yok!

Sadece tek bir vuruş

Şekeri kesmenin en belirgin yolu yapay tatlandırıcıları kesmek. Maalesef, son zamanlarda yapılan araştırma modelleri bunların etkileri, tesirleri üzerinde şüphe uyandırmakta.

Gerekenden daha az bir miktar kullanmamızı sağlayacağına, yapay tatlandırıcılar bizim daha çok yememizi teşvik ediyor olabilir. Bunun sebebi; gerçek şeker tatlılığını iki şekilde gösteriyor; ilk vuruşu, beyinde dofamini pompalayarak tat reseptörlerini aktive ediyor. Daha sonra da glikoz sindirim boyunca emildiğinde, ödül sistemi ikinci vuruşu gerçekleştiriyor.Yapay tatlandırıcılarla, sadece bu ilk vuruşa sahip oluyorsunuz. Dolayısıyla, tam alınmayan tad, insanları tatminsiz bırakabiliyor ve bu yüzden de bunu kompanse etmek için de daha fazla yiyorlar.

Çeviren: AylinER
http://www.newscientist.com/article/mg22129540.500-sugar-on-trial-what-you-really-need-to-know.html#.Uu3n5fldXh4

 

Check Also

Geri Dönüşü Olmayan İnsan Ruhunun Ölümsüz Yolculuğu