Kazananın Etkisi

Çeviren : AylinER
Düzenleme : Erkan Ağır

Michael John sana çok teşekkür ederim ve bu soğuk kış akşamında buraya gelen sizlere de teşekkür ederim. “Winner Effect-Kazananın Etkisi” hakkında konuşacağım ve inanıyorum ki bu etki bu odadaki herkesi, hepimizi etkileyen bir şey aslında.

Bu kitabı yazmamın sebebi şöyle;“Mind Sculpture-Zihin Heykeli” adlı ilk popüler bilim kitabımdı ve kitap, beynimizin yaptıklarımızla ve bize yapılanlarla nasıl sürekli ve fiziksel olarak şekillenip, değiştiği hakkındaydı ve kitaptan sonra dünyanın çeşitli yerlerinde peyderpey çok güzel raştırmalar yaptım ve beyinlerimiz üzerindeki en büyük etkinin aslında insanlar olduğunu tespit ettim. Diğer insanlarla aramızdaki ilişkinin en önemli özellikleri; baskın-hakim ilişkiler, rekabetçi ilişkilerdi. Dolayısıyla,ben de özellikle “güç ve başarıyı” sorgulayıp, incelemeye karar verdim.

Bu kitapta 5 sır var. İlk ve ikinci sır, Tanganyika Nehrinde bulunan “ciklet balığı” adı verilen bir balık hakkında. Burada bu balıklardan iki tanesini görüyorsunuz. Yukarıdaki balık oldukça sönük-gri, bedeni renkli değil ve daha küçük ve oldukça uysal ve kısır bir erkek. Bu  balık “NT balık” olarak adlandırılıyor. Altta duran balık (T balık olarak adlandırılıyor) da, fiyakalı, şık bir balık, parlak renkte, çok doğurgan, çok agresif, çok üretken, cinselçekiciliğe sahip ve zavallı NT balık, T balığın etkisininden kendini çekip kurtaramıyor.

Şimdi buradaki sır ne? “Bu, “en güçlü olanın yaşaması”nı gösteren ve bazı insanların insan ırkı için tartıştığı ve“daha az becerikli ya da biyolojik olarak doğuştan sahip olan, çok fazla nefes alan tür istemiyoruz, bu Tangalika gölündeki gibi soy ıslahı (ojenik) türünden olması tabii ki çok daha iyi olur!” denilmesine net bir örnek teşkil eder de diyebilirsiniz. Bir şey hariç böyle diyebilirsiniz. İşte sır da burada.İşte sır… Zaman zaman, ara sıra, saatler boyunca, Bay NT balığı, üstte duran, renkler, cinsel cazibe,saldırganlık ve beynindeki “gonad” nöron ölçüleri açısından, tamamen ve  her şekilde Bay T balığına dönüşüyor, doğurgan oluyor, geceleyin zarif ve parlak oluyor. Peki bu nasıl luyor?… Konuşmama devam ederken siz bu sırrı kafanızda tutun, çünkü konuşmamın sonunda ona geri döneceğim.

Şimdi, kazanmak için doğmadık mı? Kızınızın ya da oğlunuzun kiminle evleneceği sizin için önemli değil mi ya da yakın zamanda ölen Chris Daughtry’nin ölümü söz konusu olduğunda batıda ama genellikle de dünyanın pek çok yerinde bu durum dikkatimizi çekti. Öyle değil mi? Bazı insanları kazanan yapan onların  biyolojik donanımları değil midir? ve tabii ki bu, bir noktaya kadar doğru.

Ussein Bolt doğuştan belirgin bazı fiziksel özelliklere sahip olarak dünyaya gelmiştir.Bunlar olmadan o,dünyanın en hızlı insanı olamazdı.Dolayısıyla, ben genetik ve becerinin kazanmanın önemli etkenleri olmadığını söylemiyorum ama bu farzedişi bir ölçü hafifletmek istiyorum.

Kitaptaki ilk sır olan “Picasso’nun oğlunun sırrı” hakkında konuşmak istiyorum. Paulo Picasso,
Pablo Picasso tarafından bir kaç kere resmedilmiştir. Paulo çok açık, gizlenmemiş, pek çok
açıdan mutsuz bir hayat yaşadı. Picasso’nun tek oğlu olan Pablito, küçük Pablo, büyükbabasının cenazesinin akabinde intihar etmiştir. Pablo Picasso’nun karışık bir aile düzeni vardı ve ellisinde
de öldü. Dünyadaki en büyük sanatçılardan birinin oğlu olarak doğmuş olmanın müthiş avantajı çok güçlü bir örnek olarak gösterilebilinirdi ama olmadı. Peki o zaman ne olmuştu? Picasso’nun oğlunun sırrı…

Bu büyük adam, o günlerde akademik konulara ilgiliydi ve 80’lerinde tamamen çok yeni artistik bir stil geliştirdi. Ben onu bir çeşit kahraman kabul ediyorum. Yine de onun oğlu olmak istemezdim! Paulo Picasso’nun kızı Marina Picasso,  dedesi Pablo Picasso’nun babası Paulo ile yaptığı pek
çok konuşmaya şahit olmuş ve onlardan bir tanesini de şöyle aktarmıştır… Picasso oğluna şöyle diyordu: “Çocuklarına bakmaktan acizsin! Geçinmekten acizsin! Sıradansın ve hep de öyle olacaksın! Benim zamanımı harcıyorsun. Ben Kral Rey’im ve sen de benim hükmümdesin!”

Pablo Picasso çok uç bir örnek ama çocukların başarısı, başarılı ailelerin başarılı çocukları konusuna çok önemli bir örnek teşkil etmekte. Şu sıralar Stanford’da çalışan sosyopsikolog
Carol Dweck çok önemli, değerli bir ayrım yapmakta. Kendisi, kişilerin  becerilerini, örneğin; zekalarını, kişiliklerini ve sosyal ya da sanatsal becerilerini diğer insanlara nasıl ifade ettikleri konusu ile ilgilenmekte. Ona göre, bazı insanlar becerileri hakkında “entiti” görüşüne sahiplerken (zekâlarını entiti şeklinde görmekteler; zekâları üzerlerinde çok az kontrole sahip olduklarını düşünürler), diğerleri zekâlarının değişebileceğini, artacağını düşünenler anlamına gelen “inkremental” görüşüne sahipler.

Bu ne anlama geliyor? Size bir soru sorayım…
İnsanlar az ya da çok sabit zeka kapasitesine sahipler ve bu pek fazla değişmez.“Pek çok kişi böyle söyler. Siz de  bu şekilde düşünüyorsanız elinizi kaldırın ya da gizlice  böyle mi düşünüyorsunuzu ya da düşünmüyorsunuzu kendinize söyleyin. Geçen hafta Hay Book festivalinde konuşuyordum. Dinleyicilerin yarısından fazlası elini kaldırdı ama İrlanda’nın bu tarz bir varsayımın daha az kuvvetli olduğu bir ülke olduğuna inanıyorum.

“İnsanlar zekalarını geliştirmek için çalışabilirler. ”Kaç kişi buna inanıyor? Tamam.. Ellerini kaldırmamış aranızdaki gizli “entiti (zekâsı üzerinde çok az kontrolü olduğuna inanan)” korkusu olanlar, ilk soruya “evet” demiyenler, becerilerinin tahminimce size genetik olarak  ya da bir şekilde aktarıldığını düşünme eğilimde olanlardır. Bunun yanında kendi becerisine inanan kişiler -bu durumda bu zeka oluyor- yaşamda gösterilen çaba ile deneyimleri arasında bir etkileşim süreci olduğuna inanırlar ve bu iki farklı inanç arasında çok çok önemli bir ayrım oluşmakta.

Örneğin; becerilerinin kendilerinin sahip olduğu bir şey olduğuna, değişmesi zor  olduğuna inanan, “entiti” düşüncesine sahip olan çocuklara başarısız olacakları bir problem sunulduğunda muhtemelen pes etme olasılıkları, becerilerinin, processlerinin değişebileceğine, “inkremental” olduğunu düşünen çocuklardan daha fazladır ve onların beyinleri yanlışı tamamen farklı bir şekilde ifade eder. “Entiti”lere bir genel bilgi testi verildiğini  düşünelim.

Örneğin; Avusturalya’nın başkenti nedir? diye sorulsun ve  onlardan Melbourne demelerini bekleyelim… ve onlara “hayır, yanlışsın!” diyelim, beyinlerinin ön kısmında “bu nasıl bir şey, nasıl bir dalga?!” şeklinde çok büyük elektriksel bir dalga hareketi oluşur, buna PTA (post travmatik amnezi) denir.

Oysa ki inkremantalle ise, yanlış yaptığı söylendiğinde daha az tepki verirler. Daha da ilginci,
doğru cevabın Canberra olduğunu söylediğinizde, entitiler hafıza ve kodlamaya dayalı daha az elektriksel dalga aktivitesi ortaya koyarlar.İnkrementaller ise “Ah, anladım, doğru cevap bu” derler.

Entitiler, doğru cevabı daha sonraları daha az hatırlarlar. Çünkü, eğer zekânızın sahip olduğunuz
bir şey olduğunu düşünüyorsanız, ve size yanlış olduğunuz söylenirse,bundan ne sonuç çıkarırsınız? Bundan “belki de ben zeki değilim!” sonucunu çıkarırsınız.Buna benzer şey sosyal ilişkilerde de vardır. Sosyal beceri ve kişilik konusunda, örneğin; okul bahçesinde sosyal bir reddedilme ile karşı karşıya kaldıklarında, entiti düşüncesine sahip olan çocuklar, inkremental düşünceye sahip çocuklara göre, geri çekilme eğilimine, içe kapanma yaşama olasılıkları daha fazladır.

İnkremantal çocuklar ise şöyle söyleme eğilimindediler: “Ne feci bir arkadaş grubu. Ben en iyisi kendime yeni bir grup arkadaş bulayım.” Oysa ki entiti düşüncesine sahip çocuklar ise: “ben de bir yanlışlık var!” derler. Dolayısıyla, bu teori insanların başarılarını ve başarısızlıklarının kökenine dayanmaktadır ki, bu oldukça önemli bir şeydir. Peki bunun Pablo Picasso ile ne alâkası var?… Kazananı ne belirler? İşadamlarını, akademisyenleri düşünürsek,  bu odadaki pek çok insan başarılı, bir açıdan ben de belirli bir şekilde başarılıyım… size ne düşündüğümü,bu başarıya nelerin katkıda bulunduğunu söyleyeyim..

Bunlar: benim durumumda az miktarda beceri, biraz daha fazla güven,oldukça fazla pratik, biraz zorla başla uygulama, başarısızlığa karşı dayanıklılık, evet bundan pek bende yok ve katıksız
tam bir şans. Büyük başarıya ulaşan pek çok insan bu faktörlere dengeli bir şekilde sahiptirler.

Sorun şu ki; eğer çok başarılı olursanız,çok feci gizli bir tuzak vardır ve bu çocuklarınızın da içine düşeceği bir tuzak olabilir. Bu tuzağa “ Merdiveni Gizleme”adı verilmiştir. Bu kavram şuan burada şeyirciler arasında bulunan Dr. Fiona O’Doherty tarafından geliştirilmiştir. Kendisi bu kavramı bana kitabı yazarken açıkladı.Çünkü bu kavramı yıllardan beri anlatıyordu ve oldukça anlaşılırdı da ve şimdi ben de bu literatürü okuduğum için bunu anlıyorum. Aşırı derecedeki başarı ve gücün beyindeki etkisi, egoyu devamlı olarak şişirir, pompalar ve sen pohpohlanmaya aç bir hal alırsın, sürekli pohpohlanma, aşırı övgü beklersin. Ancak burada aldatıcı bir şey vardır; eğer bu tuzağa düşersen, eşi bulunmaz bir kabiliyete sahip olduğunu düşünme eğilimine sahip olursun. Dolayısıyla görmek istemezsin…

Örneğin; Dragons’ Den (En başarılı girişimcilerin seçildiği program) adlı İngiltere’deki TV programında bazı insanları  görmüşsünüzdür…İskoçyalı bir çocuk vardı ve sırf eşsiz,mükemmel
bir kabiliyete sahip olmasından dolayı kendisinin gerçekten de başarılı bir işadamı olduğunu düşünüyordu. Aslında aynı derecede kabiliyetli büyük oranda, pek çok kimse, yüzlercesi önceden tahmin edilemeyenlerden dolayı (örneğin;doğru zamanda doğru yerde olmadıkları gibi ya da buna benzer) bunu başaramamıştı. Eğer Pablo Picasso’yu ele alırsak, o kendisini “El Rey-kendisine halkı tarafından“Güneş” diye hitap edilen Kral” olarak görüyordu. John Paul Getty(Amerikalı petrol zengini işadamı) kendisini Sezar’ın reenkarnesi olarak düşünüyordu. Bu başarının bir özelliği ve kadınlardan çok erkekler arasında olan bir şey ki, bunu daha sonra konuşacağız. Başarının ve gücün etkileri egoyu yeterli dercede şişirmekte ve bu da daha sonra imkânsız bir amaç-niyet
olarak kendisinden sonra gelen nesillere aktarılmaktadır. Eğer babam Kral El Rey(-halkı ona “Güneş” diye ad takmışlardı) olsaydı,nasıl olur da sen de “güneş” olmak isteyebilirisin ki?!..

Aslında Paulo Picasso o kadar da kötü bir çizim yapmıyordu ve sanata da oldukça yeteneği vardı ama şahane! entiti düşüncesine sahip olan ve başarı merdivenini gizleyen babası, oğlunu beceriksiz hale getirdi. Bu başarısızlığın kritik özelliği ya da bağlantılı özelliği de olsa Paulo’nun hayatı farklı
bir husus olabilir ama bu hayatımızda kesinlikle neler olabileceğinin bir örneğini teşkil ediyor. Çok başarılı olan insanların çocuklarının örneklerini düşünebiliriz. Örneğin; akademik açıdan başarılı olan birinin çocuğu bunu başaramamış, ondan bekleneni karşılayamamış olabiliyor ve ben önceki başarının bunda bir rolü olup olmadığını merak ediyorum.. Princeton mezunları üzerinde yapılan araştırmada Princeton mezunlarının çocuklarının ve ondan sonra gelen neslin şaşırtıcı oranda çok azı Princeton’a ya da onun muadili bir okula  gitmiştir. Bu da durumun düşündüğüm gibi olduğunu gösterebiliyor…

Şimdi GÜÇ’ten bahsedelim…Size bir sorum var: Normalde olduğundan daha farklı davranış içine girebilecek bir patron düşünebilir misiniz? Eğer düşünebiliyorsanız ellinizi kaldırın.. Size bir kaç saniye veriyorum, patronunuzu bir düşünün, olur mu? Size aklınızdaki insanın özelliklerini
şimdi vereceğim listeden işaretlemenizi isteyeceğim.Tamam mı?

-Bu kişi ısrarcı mı? Eğer öyle ise lütfen elinizi kaldırın tamam mı?

-Bencil mi?

-Belli başlı şeyler hakkında şoka sokarak, şaşırtarak, korkutarak, minnettar bırakarak,
bir etki bırakmayı seviyor mu?

-Diğer kişileri işe yarar olduklarına göre mi değerlendiriyor?

-Dar bakış açısı var mı?

-Cinsel açıdan tercihi fiziksel görünüşüne yansımış mı?

Ben bu konuşmayı Londra’da yayıncılara ve çalışanlarına veriyordum, buradaki kadar da  bir kalabalık vardı.Arka tarafta genç bir kadın “evet, evet, evet” diye kaldırıyordu ve en sondaki maddeye gelince, çok şiddetli bir şekilde elini kaldırdı.J birazdan bunun hakkında yorum yapacağım…

Ya da bunlar…

-Kendilerine diğerlerinden farklı standartlar mı uyguluyorlar?

-Başkalarının bakış açılarını görmekte zorlukları var mı var?

-Dürtülerini kontrol edemiyor mu? Normalde yapılmayacak davranışları olmayacak yerde mi yapıyor? Örneğin: Blackberry cep telefonunu teke tek toplantıda kullanmak gibi…
– Yetersiz ve zorba mı?…

Bunların hepsi  güç ile ilişkilendirilen öğelerin belgeleri.Hattâ deneysel olarak bu yollarla az miktarda ortaya konan gücün bile bazı insanlarda davranışı değiştirdiği ortaya konmuştur. Bir patronun işinde kendini yetersiz hissetmesi ve gücünü kullanarak kendi altında çalışan kadroya karşı agresif ve zorba olabilmesi, özellikle önemli bir kombinasyon. Peter Prensibi(bir hiyerarşi içerisindeki her çalışanın yetersizlik gösterdiği noktaya kadar terfi etme, atanma eğiliminde olduğunu iddia eden ilke)ile bizler yetersizlik eğilimi içinde oluyoruz ve bu büyük  bir problem. Ama şimdi size patronunuzun başka bazı özellikleri sorayım..

Güçten negatif olarak etkilenmemiş bir patron düşünün…

-Ayrıntılara takılmadan büyük resmi gören,stratejik bir vizyona sahip olan bir patron düşünün?…

-Kararlı ve amaca odaklı?

-Risk almayı seven?

– Stresi çok iyi  yöneten?

-Akıllı?Otorite için hepsi de o kadar kötü değil.

-İyimser?

-Cesur ve ilham verici?

Bunların hepsi de gücün ortaya koyduğu sonuçlar.Güç, antidepresan ve ansiyolitiktir(anksiyete tedavisi için kullanılan ilaç).Devrimsel bir terime ve güç isteğine sahip ve stresten ruhsal yıkıma uğramamış liderlere, liderliğe de ihtiyacımız var.Liderlik çok stresli bir iştir, duygunuzu köreltip risk almalısınız yoksa davranışınızın nelere sebep vereceğini düşünüp, durup kalırsınız. Dolayısıyla, güç, bu beyinde nasıl oluşuyor?, beyinde ve bedende gücün oluşması için neler oluyor?…
(burada yerler var isteyenler aşağı inip buraya oturabilirler)

Buradaki olay ne? Bunu bana söyleyebilir misiniz?

Giants Stadyumu, Ray Houghton golü atıyor ve İtalya yeniliyor.Peki  bunu tahmin edecek var mı? Chelsea-Bayern Münih. Bilmenizi istediğim şey,şu ayakta duranlar…bu şekilde yapan Chelsea’li oyuncu kim? ben tanımakta pek iyi değilimdir de..tamam ve bir de ayakta duran Bayern Münih’li oyuncuya bakın…Şimdi bir sonraki futbol resmine bakalım…bunu bilen var mı?Roberto Baccio…

Bu Dünya Kupası Finali. Brezilya İtalya’ya karşı.Roberto Baccio penaltıyı dışarı atıp,kaçırıyor ve İtalya kaybediyor.İlginç olan bir çalışma var.Bir grup Amerikalı psikolog Georgia, Atlanta’da bir
spor klübünde maçtan önce ve sonra bir grup Brezilya’yı tutan ve bir grup İtalya’yı tutan taraftardan testesteron ve tükürük örnekleri alıyor. Sonuç olarak,Brezilya’yı tutan taraftarların testesteron seviyelerinin yükseldiğini ve İtalya’yı tutan taraftarlarınkinde ise düştüğünü tespit ediyorlar.

Bir düşünün, bunlar sadece taraftar!…Bu olay, futbol taraftarı olduğunu düşündüğümüz dünyadaki yüzlerce, milyonlarca insanın  hormonlarını düzenliyor. İşte bu yüzden bu kazanmanın gücü öylesine büyüleyici ki, sosyal ve politik yaşam ile beynin yaşamının arabağında, ortak yüzeyinde bir yerde.Dolayısıyla, esas olarak beynin toplam  dinamiklerini  ve düzenini anlamak çok önemli.
Kazanma ve güç, her ikisi de hem erkekte hem de kadında testesteronu yükseltiyor. Testesteron, beyindeki elçilerden biri olan dopamini yukarı doğru düzenler, regüle eder ve dopamin beynin ödül sistemindeki önemli bir nörotransmiterdir. Güç ve başarı, seks ve kokain ile aynı devre üzerinden çalışır, aynı etkiyi verir.Kazandığınızda iyi hissedersiniz, güce sahip olduğunuzda da iyi hissedersiniz.Çünkü beyninizdeki en basit, ilkel ödül sistemi yukarı doğru regüle edilmiştir.
İşte bu testesteronun buna etkisindendir.

Şuna bir bakın.Buradan bir duruşu seçin ve yapın olur mu?…Eğer hatırlarsanız buradakilerini… şunlara bakın.. güç, uzaya doğru bir açılım içindeyken, bir diğerinde güçsüzlük ve boyun eğme uzayı, mekanı daraltıyor, büzüyor. Diyelim ki, hem kadına hem de erkeğe güç pozunu, yumruklarını sıktırıp, yaptırdınız ve onlar bunun güçle ilgili olduğunu bilmiyorlar ve siz onlara: “kan basıncınıza bakacağız, yumruklarınızı sıkar mısnız?” diyorsunuz ve onnları kandırıyorsunuz ve onlar yumruk yapıyorlar ve bu yumruk onların testesteron seviyelerini yükseltiyor –Dolayısıyla etrafnızda olan bitene iyi bakın…:) — ve bu insanları daha cesur ve kendi-bildirim ölçeğinde daha sorumlu yaparken, karşıt hareket olan büzüşüme de bir o  kadar doğrudur.

Örneğin; bir mülâkata ya da değerlendirmeye gireceğinizi düşünün, patron daha çok alana sahip olmak isteyebilir, mülâkata giren de alanını daraltarak oturmak isteyebilir ve bu üstünlüğe karşı  ilkel biyolojik bir tepkidir.Ancak beyninizdeki geri-ters  regülasyonlar, düzenleme için tiyolara,
püf noktarlarına baktığınızda, numara yapmanın tiyo ile alakası yoktur.Bu yüzden çocuklarımıza eskiden dik dur karşıya bak, karşındakinin gözlerinin içine bak gibi şeyleri öğretirdik ve öğretiyourz da. Eğer bunu hakikatten uygularsanız,bunlar bir noktaya kadar biyolojinizi ve beyninizi yeniden düzenleyebilir.

Cambridge’den John Coates and Joe Herbert, testesteronun risk üzerindeki etkileri konusunda çalışma yaptılar. Bu çalışma,Londra’da şuanda halâ etkisini yaşadığımız alman tahvillerinin borsada düşüşünden hemen önce yapılmıştır.Bu çalışmada tüm erkek borsacılar incelendi. 10 gün boyunca her gün sabahları saat 11’de onların testesteron seviyeleri ölçüldü ve onların o gün elde ettikleri kazançlar incelendi ve testesteron seviyelerinin yüksek olduğu günlerde daha çok kâr yaptıkları ortaya çıktı. Bunu kanıtlayamam ama oldukça eminim ki,aşırı kazanç ya da aşırı güç olayı, o büyük çöküntüye götüren borsadaki o utanç verici hayali ticari alım ve satım olayında rol oynamış olabilir.

Hatırlıyorum da, ülkedeki mali gideri düzenlemek için  Bridgeside’daki sosyal konutların satışa çıkarıldığını ve her biri için 1 milyon euro değer biçildiğini hatırlıyorum ve bunun çılgınlık olduğunu, nasıl olabileceğini düşünüyordum , hattâ sokaktaki köpek bile böyle düşünürken nasıl oluyordu da yetkili mevkide bulunan küçük bir grup insan bunu göremiyorlardı?!. Göremiyorlardı, çünkü, bana göre, aşırı güç ve aşarı başarı durumu onların beyin fonksiyonlarını bozmuştu. Özellikle açgözlü bir şekilde artan bir odaklanma (buna amaç-odaklı tekrar eden bir dürtü de deniyor) ile ilgilinin sürekli bir sonrakinde olması, büyük oranda beynin ön sağ bölgesindeki “aman çok korktum!, kötü bir şey olacağından şüpheleniyorum!” gibi sinyalleri veren,  beyinde daha farklı bir nörotransmittere bağılı olan vijilans-uyarı sisteminin ayarını bozuyor. Dolayısıyla da, güç ile işleyen bu sistem bozulma eğilimi gösteriyor ve siz bunu “başarı, insanları riske karşı daha az farkındalıklı kılar.” şeklinde algılayabilirsiniz. Dolayısıyla,politik ve ekonomik yaşamda bu durum bence çok çok önemli. Ama şimdi isterseniz bu gecenin esas konusu olan “Kazananın Etkisi”ne gelelim…
Mike Tyson, tecavüzden dolayı 3 yıl yattığı hapisten, 19 Ağustos 1995’de çıktı ve ilk dövüşü İrlanda kökenli Boston’lu Peter McNealy’e karşıydı. Ne oldu?.. 89 saniye sürdü!
Ve kazandı… Önde gelen spor yazarlarından Willliam McIlvanney şöyle yazdı:
“McNealy sanki ölüm arzusu içinde olan bir derviş gibi maça çıktı! ”İkinci dövüş,
16 Aralık 1995’de Philadelphia’da Buster Mathis Jr’a karşı oldu. Ne oldu?..

McIlvanney şöyle yazdı: “Tyson ara ara aldığı hafif dokunuşlardan daha çok  göğsüne aldığı bir yumruktan büyük olasılıkla rahatı bozulmuştur.”Bu iki dövüş aslında Tyson’a kazanma tecrübesini tattırmak için düzenlenmiş tam bir sahne dövüşüydü.Daha sonra Tyson, Frank Bruno’dan WBC-dünya şampiyonluğunu geri almak için onunla dövüştü ve onu yendi.
Bu türler arasında olan bir durum. Şöyle ki; eğer senden zayıf olan rakibini doğal
olmayan bir şekilde yenersen, ya da diyelim ki sen bir faresin ve rakip fare çok
uslu, sakin ve sen onu yendin. Daha sert bir rakibe karşı olacak bir sonraki
dövüşte kazanma şansın yüksek işte bu duruma “kazananın etkisi” denir.

Michigan’dan Matthew Fuxjager şunu ifade ediyor: “Kazanmak,özellikle de ev sahibi iken kazanmak, beynin önemli kısımlarını yeniden düzenler ve böylece sen testesterona karşı aşırı duyarlı hale gelirsin.” Bu seni kronik olarak testesteron pompalayan biri haline getirmiyor ama örneğin; kendi evinde kazanmak, en azından kalforniya farelerinin beyninde agresyon-saldırı ve motivasyonla alâkalı testesteron için reseptör
çoğaltıyor ve daha güçlü bir rakiple karşılaştığında, daha agresif-saldırgan
ve daha çok motive olmuş oluyorsun ki bu da kazanma olasılığını artırıyor.

İşte bu şekilde kazananın etkisi ortaya çıkmıştır ve insanlarda da bu şekilde olduğu gözükmekte.İşte bu durum, futbolda ev sahipliğinin advantajının major etkisini de anlatmakta.Takımlar ev sahibi konumdayken, daha fazla, iki kat fazla kazanma olasılığına sahipler ve bu sahaya alışık olmakla ilgili değil, bu ilkel sınırlılık kavramı onların beyin fonksiyonlarını pompalayıp,onları daha fazla agresif-saldırgan ve motivasyonlu yapıyor.
Bu ofislerde de aynı şekilde oluyor. Dolayısıyla, toplantınızı kendi ofisinizde yapmaya çalışın.J Ticaret okulu öğrencileri ile yapılan çalışmada onlara geçici verilen masalara öğrenciler bir saat içinde çabucak alışıp, kendi sınırlarını belirlerler ve onlara oteldeki kahve fiyatları konusunda anlaşmaya varma çalışması yaptırılır; onlar kendi masalarında otururken, kendi sınırları içindeyken diğerlerinin fiyatlarını karşılaştırıp, uzlaşırlar… ve kendi sınırlarında yaptıkları uzlaşmada diğer masalara gidip de yaptıklarından daha iyi fiyat aldıkları görülür.Dolayısıyla, bu sadece kaliforniya faresi ile alâkalı değil.

Poker, briç gibi bir sporla uğraşıyorsanız bilirsiniz..hiç öldürme içgüdüsünden yoksun birisi tanıdınız mı?Tam kazanma noktasına gelip de vazgeçeni hiç gördünüz mü?Hiç var mı böyle biri? Bildiğiniz böyle biri varsa elinizi kaldırın… evet, ben onlardan biriyim.Ben teniste iyiyim ama genelde bende öldürme içgüdüsü yok. Motivasyon miktarını iş “güç” konusuna gelince, “güce ihtiyaç” adı altında farklı bir şekilde ayrıştırdığımız gözükmekte. Bunu nasıl ölçüp, analiz ettiğimizin detaylarına girmeyeceğim ama sizler insanların konuşmalarından bunun derecesini,ne kadar güce sahip olmak istediklerini, sizlere anlatırken ölçebilirsiniz.

Güce karşı çok ihtiyaç duyanlar, bu arada hemşire ve öğretmenler de politikacılar ve polisler kadar güce çok ihtiyaç duyarlar ama bu belki değişik tipte bir güçdür.Buna değineceğim ancak buradaki önemli olan şey, güce çok ihtiyacı olan insanların stres hormonu olan kortizonlarını kazandıktan sonra ölçtüğünüzde, kortizonlarında büyük
düşüş gözükmektedir.Kazanmanın kendilerini iyi hissettirmesi ile, onların stres hormon seviyesi düşer.Kazanma isteği düşük olan birisi kazandığında da, o kişide kortizon
seviyesi yükselir.Çünkü bunun artık hep böyle olması gerektiğini düşündüğü için, kişi kazanmayı stresli bulur.Dolayısıyla, bazı insanların yönetme, kazanmayla birlikte hükmetme konusunda daha rahat olduğunu sanıyorum ve “öldürme içgüdüsü”nün
de bu olduğunu düşünüyorum.Öte yandan, bazı insanlar hükmetme konusunda
o kadar da rahat değildirler, onlar kazanmaktan rahatsızlık duyarlar ve belki de
bu yüzden rakibine karşı, onu yeniyor olsa bile oyuna asılmaz. Hipotez bunu anlatır.

Güce ihtiyacı biraz daha düşünelim… Buradaki görüntüde Alastair Campbell ve Tony
Blair’i görüyorsunuz. Tony Blair’in Parlamento’daki sorulara verdiği cevapları ve  ifadelerini sistematik olarak inceleyen Wabash Üniversitesi’nden politika analisti Stephen Dyson, diğer uluslararası liderlerle Blar’in güce olan ihtiyacını karşılaştırdı. Tony Blair’in uluslararası liderler arasında ortalamanın üstünde bir çizgiye sahip olduğunu tespit etti. Onun güce çok ihtiyaç duyduğunu belirledi.Bunun iyi bir etkisi de oldu. Bill Clinton ve Bertie Ahern gibi bir grup politikacıyla birlikte Blair, barışa yönelik süreçte Kuzey Irelanda’yı barışa epey zorlamıştır.Bu da onun büyük orada “etki, tesir”e karşı olan ihtiyacından kaynaklanmaktadır. Blair,Slatino ve Kosova’da çok olumlu işler gerçekleştirmiştir.Ancak daha sonra konuyu nasıl ele alacağını bilemez hale gelir.

Motivasyona karşı duyulan büyük istekle gerçek anlamdaki motivasyonu birleştirirseniz,  işte Blair öyle birisi.Çünkü, kendisi kabineye hesap verme zorunluluğu konusunu, hükümeti organize ediş şekli ile biraz bozup, değiştirmiştir.Bence o kombinasyon (motivasyona karşı duyulan büyük istekle gerçek anlamdaki motivasyonu birleştirmek), Irak’a girilmesinde verdiği isabetsiz kararı açıklayabilir.Bu tabii ki spekülatif bir konudur ve kesin delil ve kayıtlara dayanmamaktadır.Blair’i 2007 yılında ofisinde istifasını sunan Japon Başbakan Shinzo Abe ile karşılaştırdığımızda, Japon Başbakan’ın stresle başa çıkamayıp, istifa ettiğini görüyoruz. Bu iki uç durum, liderlik fenomenini ve
insanların buna nasıl tepki verdiklerini gösteren duruma örnektir.

Henry Kissinger şöyle demiştir: “Güç bir afrodizyaktır.” Kaddafi’ye ve hemşiresine
ya da Başkan Mugabe’ye ve genç eşine bakarsanız, bunun muhtemelen böyle olduğunu anlarsınız. Aslında güçlü insanlar yüksek seks seviyesine sahiptirler, hem erkeklerde
hem de kadınlarda daha az güce sahip olanlara göre daha yüksek seks aktivitesine sahiptirler ve bu durum,güçte ve sekste  aynı beyin devrelerinin faaliyette olmasından
da anlaşılmaktadır. Dolayısıyla, güç, Kissinger bunu kişisel olarak deneyimlemiş mi emin değilim ama ne kadar yaşlı olsa da onun güçlü bir zihne sahip olması, kadınlara çekici gelmiştir, diye düşünüyorum. Dolayısıyla,diktatörlerin görkemliliğinin gülünçlülüğünü
ve aşırı gücün, tamamen sağ duyuyu körlettiği ve narsizmi-özseverlik körüklediğini görmeliyiz. Bazı insanlar, diktatörden insaniyetli olmasını beklerler.

Kontrolsüz güç herhangi bir beyni dengesizleştirdiği için ve ülkesini idare eden bu durumdaki bir kişi o ülkedeki insanlara zarar verecek şekilde davranmaya başlar.
İşte bu yüzden de, insaniyetli bir dikatatöre sahip olmak, biyolojik olarak imkansızdır
ve bana göre, demokrasinin ölçümü: “serbest seçimler, özgür basın ve bağımsız yargıdır.”

İnsanoğlunun keşfettiği akıllı buluşlar, çoğunlukla gücün, beyin üzerindeki bozucu etkilerini önlemek için dizayn edilmiştir.Bu yüzden ben Leveson soruşturmasına şükrediyorum… Rupert Murdoch (Avusturalya asıllı Amerikalı işadamı-medya patronu)
gibi güçlü bir insanın bazı güçlerini kullanarak, nasıl anayasal hükümleri zorladığını ve 1997 seçimlerinde Avrupa üzerindeki politikasını değiştirmediği takdirde Magnani’yi seçimlerde desteklemeyeceği konusundaki beyanatı ileRupert Murdoch’un tüm politik sistemi nasıl altüst ettiğini, dehşetle izledim. Kim oluyordu da bu Rupert Murdoch böyle konuşabiliyordu?!!!… O,diğer pek çok seçmene ve destekleyiciye göre daha çok güce sahipti!… İşte bu durum bizi ciklet balığının sırrına getirmekte.. Bay NT balığı nasıl oldu
da Bay T balığına dönüştü? Tanganyika gölü sığ ve çamurlu bir göldür. Daha az sayıda parlak renkte bir balık olmasının bir sebebi de yüzeye yakın olmaktan dolayı görünür
olup, avlanılmaktan geçiyor.T balığı bir teritoryal -yöresel bir balıktır.Bu yüzden adını teritoryalden aldığı için adı T balığı oluyor ve Bay NT balığı  ise öyle değil.Ancak Bay T yakalanırsa, bazen Bay NT onun yerini alıyor. Eğer o bölgede yüzmeye başlarsa, o zaman
o 24 saatten az bir zamanda tamamen değişime uğramış bir balık haline geliyor. Bu tıpkı, spora  gidip, steroid alıp, spor salonlarında çalışıp, fiziksel olarak parlak bir çekiciliğe sahip olup, kadınlara çekici bir hale gelmek gibi bir şey ve bu, çevre, sosyal çevrenin değişiminin neticesi olan net bir sonuçtur. Bence bu durum hepimizde de aynen  işlemekte. Bizler, büyük oranda, belki tamamen değilse de politik ve sosyal ve küçük ölçekli ilişkilerin ürünüyüz.Güç ilişikilerini aileden alırız.İnsanların hayatını büyük oranda şekillendiren aile içindeki güç ilişkileridir.Küçük kardeş, büyüğe göre “zihin teorisi” adı altında anlatılan insanların düşüncelerini okumada daha çok akut beceri geliştirir. Çünkü küçükler daha az güce sahiptir. Oysa ki büyük çocuklar, kontrole ve güce sahip olduklarından küçük kardeşlerinin içsel durumları hakkında bilgiye daha az ihtiyaç duyarlar..

Oskar Ödüllerine bakarsanız… Kitaptaki sırlardan bir tanesi,  4. Sır olan Oskarların sırrına bakarsanız eğer, nasıl oluyor da Oskar kazananlar, oskara aday olanlarla karşılaştırıldığın da yaklaşık 4 yıl daha uzun yaşıyorlar??.. Eğer bu tüm hesaplanan nüfusa uyarlandığında, bütün kanserleri iyileştirmeye bedel bir durum oluşturuyor. Ödül inanılmaz bir etki yaratmakta. Nobel Ödüllerini kazananlar da aynı şekildedir. Nobel ödülü kazananları, ödüle aday olanlarla karşılaştırdığınızda, kazananlar yaklaşık 1.5 yıl daha fazla yaşamaktalar ki bu, çok büyük bir etki. Bunun para ile bir ilgisi yok.Bu değişken burada devre dışı bırakılmakta.. ve kesinleşmiş bir şey değil ama benim önsezim şu; rekabetçi bir dünyada başarılı bir insansanız bu ister film işinde olsun, tiyatro, ya da gazetecilikte ya da mimaride olsun… siz devamlı olarak değerlendiriliyor olun, halk tarafından değerlendiriliyor olun, ve siz son yazınız,son kitabınız, son filminizdeki gibi iyi olmayın, bu çok stresli bir durumdur,ve bu  insanın deneyimleyeceği en büyük streslerden birisi olan, sosyal değerlendirmeci strestir. Bu çok, çok büyük bir strestir.Nobel ödülü ya da oskar aldınız bu sanki artık kanıtlayacağınız bir şey kalmamış, ve tok bir sesin size: “işte ulaştın, oradasın!”der gibi bir şeydir ve hiç kimse ödül kazananların kortizol sekresyonunu-salgısını ölçmemiştir ama benim tahminim, kazananlar sürekli olarak kortizol seviyelerini  düşürürler. Stres hormonunun yüksek dozda salgılanması da beyin ve beden için çok toksik bir durum oluşturur ve işte bunun sebebinin anlattığım  dolayı olduğunu düşünüyorum.

Check Also

Bunu anladığınızda Tüm Hayatınız Değişecek – Bruce Lipton