Hayat İnsanı Terk Edebilir mi?

Çeviren : Esin Tezer

Altyazı : Samed Aslan

Namaste! (İçinizdeki ve içimdeki Tanrı’yı selamlıyorum!)
Namaste!
Öncelikle, sorumu sormadan önce size teşekkür etmek istiyorum. Öğretiniz için size teşekkür etmek istiyorum… Bana son derece yardımcı oldu. Yöntemi kavradığımı düşünmek istiyorum. Cesurca söylemek gerekirse, acı çekmek; bu öğretinin hepimize yardımcı olmasını sağladı. Sorularım, terk edilme ve kendini değersiz hissetme konularıyla alakalı.

Neredeyse kırk yıldır kafamda olan bir hikâyeyle etrafta dolaşıyorum ve o hikâye de terk edilmiş olmam, hayatın beni terk etmiş olması. Hayat şartlarından ötürü, annem ben doğduktan kısa bir süre sonra beni evlatlık olarak vermiş, bu nedenle beni başka biri büyüttü. Ama kendimi annem tarafından terk edilmiş hissettim ve sonrasında daha da fazla hayat zorluğundan ötürü,
hayatın beni terk ettiğini hissettim. Daha sonraları annemle yeniden bağlantı kursam da, bu konu her zaman benimle birlikteydi. Böylelikle öğretinizi duydum, kitabınızı okudum ve daha sonra farkına vardım ki; hayat beni hiç terk etmiş olamazdı! Hayatı olan birisiydim, nasıl olur da terk edilirdim???

Evet.
Bundan dolayı size bunun için teşekkür ediyorum, tüm kalbimle teşekkür ederim…
Teşekkür ederim.

Kağıt mendiller getirdim, ama bunu söyledikten sonra, bildiğiniz gibi koşullu benliğim bana hep geri dönüp öyle olduğumu hatırlattı. Bundan dolayı, insanlarla, güçlü insanlarla birlikteyken sorunlarım oluyor. Siz güçlüsünüz ama sizinle birlikteyken böyle hissetmiyorum!

Umarım öyle değildir!!!
Fakat bilhassa zengin insanlarla birlikte olduğumda, biliyorsunuz, eğer devlet başkanı gibi biriyle tanışırsam.. Biliyorsunuz, kitabınızda temizlik görevlisi olan bir yönetim kurulu başkanının hikâyesinden bahsediyorsunuz. Evet, işteyken bir temizlik görevlisiyle konuşabilirim. ‘O bir temizlik görevlisi’ diye hissederim ve kavgaya hazır olurum ama yönetim kurulu başkanı gelirken, “Ben kapıya bakarım” derim. Bundan dolayı, şu an’da nasıl kalabilirim? Egom o yöne doğru kayıyormuş gibi hissediyorum, burada olabilirim, iyi hissediyorum. Ama bahsettiğim o insanlarla olduğum zaman, yeniliyorum!
Kendimi sıradan, önemsiz hissediyorum! Odada bir karınca olabilseydim, olurdum!

Evet, tamam, teşekkür ederim.
Teşekkür ederim.

Bununla çok ilgili olan bir örneği “Yeni Bir Dünya” adlı kitabımda verdiğimi hatırlayabilirsiniz: Zen manastırı başrahibi, valiyi bekliyordu. Vali bir seremoniye yetişecekti. Manastır başrahibi, manastırda valiyi beklerken el avuç içlerinin terli olduğunun farkına vardı. Dolayısıyla, çok fazla öz-farkındalığı vardı ve o, bunu farketti. Bir sonraki gün, en kutsal rahiplerinden birine gitti ve: “Başrahiplik görevimden istifa ediyorum, daha fazla yapmam gerekeniş var” dedi ve başka bir mastırı yapmak için birkaç yıllığına başka bir manastıra gitti.

Daha sonra manastıra geri döndü ve bu böyle sonlandı. Böylece, tabii ki farkına vardığı şey, Mutlak Varlık’la yeteri kadar derin bir şekilde bağlantıda olmamasıydı! Dünyanın gözü önünde önemli olan birinin orada bulunmasından heyecanlanıyordu!
Ve bu da ona, Mutlak Varlık’la yeteri kadar derin bir şekilde bağlantıda olmadığını gösterdi!

Senin tarif ettiğin aynı şeyleri, benzer deneyimleri zaman zaman Avrupa’da insanlarla tanıştığımda, 20’li yaşlarımda yaşadım. Mesela, genç bir adama tanıtıldım. Bana “O, eski Alman imparatorunun torununun oğlu” dediler. “Ooo” dedim! Büyük büyükbabasının arkasında bıraktığı ‘köpeği’ hatırlamadım ama onun bir sarayda yaşarken, büyürkenki imajı aklıma geldi. Kendimin ailemle tek yatak odalı bir dairede büyüdüğümü biliyorum. O yüzden, kendimi ondan küçük görmüştüm!

Kendimi şekil, konum ve kendi geçmişimle belirlemiştim!  O kişinin kim olduğuna dair zihinsel bir imaja sahiptim, benim kim olduğuma dair zihinsel bir imaja sahiptim ve hâlâ zihinsel bir imaj aracılığıyla yaşıyordum! İki zihinsel imajı karşılaştırdığımda; onunkinden iyi olanı, kendiminkinden iyi olanı karşılaştırdığımda, kendiminkinden iyi olan çok daha basit ve değersiz gibi geldi!

Daha sonra, zihnim etkisini gösterdi ve dedi ki: “Eğer büyük büyükbabası ortalığı berbat etmemiş olsaydı, bu adam şimdi imparator olurdu her ne kadar imparator olsa da!”  Birkaç kez daha, benzer şeyler oldu. Dolayısıyla, Mutlak Varlık’la “bağlantıda olma” hali hâlâ yoktur. Mutlak Varlık’la derinleşilmelidir. Böylece kim olduğunu veya kim olacağını algılayabilirsiniz. Onun ne olduğunu ve sizin ne olduğunuzu bile şeklin ötesine geçen daha derin bir seviyede algılayabileceğinizi söyleyebiliriz.

Bu; tabii ki görevimizin ne olduğu, eğer onu “görev” olarak adlandırırsak. Bu, tam olarak dikkatimizi kendimize yöneltmektir. Böylelikle, heyecanımız ve bilincin kimlik duygusu artık zihinsel imajlardan kaynaklanmaz.Bedenimiz, geçmişimizle bağlantılı olan tüm zihinsel imajlar ve her ne varsa, yetiştirilme tarzımız, sosyal konumumuz da dahil, hepsi de düşünceler veya zihinsel imajlardır. İnsanların benlik bilincinin bu şeylerden türemesi neredeyse çok normaldir.

Fakat, bu son derece sınırlayıcıdır ve diğerlerinin varlığında sizi sıklıkla rahatsız eder. Bir diğer son derece sınırlayıcı türden davranış da, muhtemelen yapmıyorsunuzdur, sizden aşağı derecede olduğunu hissettiğiniz insanlara tepeden bakmanız ve onlara daha kötü davranmanızdır. Böylece, kendinizi onlardan daha üstün hissedersiniz. Daha sonra sizden daha üstün olan birinin imajına sahip olduğunuzda, kendinizi ondan daha önemsiz görürsünüz, onun gözüne girmek istersiniz veya her neyse, “Kaybolmak istiyorum, görünmek istemiyorum” dersiniz.

Dolayısıyla bu; “Yeni Bir Dünya” adlı kitabımda neden bahsettiğimdi, kendini gözlemleme, görmeydi.Tekrar söyleyeyim, öz-gözlem kolay değildir, farkındalığınıza bir şey bırakır. Bunu zaten biliyorsunuz, fakat diğerleri için kısaca söylüyorum: Kendini gözlemleme; sosyal konumuna göre birbirinden farklı olan farklı insanlar arasında bir davranış tarzı olup olmadığını veya her ne olduğunu ve, sizin o insanlardan ne istediğinizi görmektir. “Yeni Bir Dünya” adlı kitabımda bir örnekten bahsettim. Temizlik görevlisine olan konuşma şeklinizle, şirketin yönetim kurulu başkanıyla olan konuşma şekliniz aynı mı? Farklı mı? Bunu bilmek için öz-gözlem yapmaya ihtiyacınız var. Ve o zaman, kafanızdaki şartlanmış olan ben’le ne derecede tanımladığınızı söyleyeceksiniz.

Öyleyse, eğer dingin hale gelirseniz ve gerçek realitenizin Mutlak Varlık olduğunu, insan olmadığını  keşfederseniz, terminoloji kullanırsak; bilinç olduğunuzu hissedin, bilinç olduğunuz hayatı hissedin! Bildiğiniz gibi, hayat asla sizi terk etmez, çünkü siz hayatsınız! Hayatsız, siz yoksunuz! Bir hayatın ifadesisiniz!  Bundan dolayı, asla terk edilmezsiniz, hep hayatın ayakta tuttuğundan daha fazlası olan birisiniz, hayatı olan birisiniz! Çünkü eğer “Hayat beni destekliyor” derseniz,  hâlâ ‘ben ve beni ayakta tutan hayat var’ ikiliğini (dualitesini)  yaratıyorsunuz! Siz hayatsınız!

Eğer kendinizi koşullu olmayan bilinç, farkındalığınız, varoluş olarak hissedebilirseniz, İçinizde hissedebildiğiniz hayat, bilinç; hayatın bilincidir, hayattır!  Bir diğer yol, geçenlerde burada kullandığımız ‘kendini senin gibi hissetmek nasıldır?’, zihnin yaptığını değil ama hakiki varoluşunuzu kendinize sormaktır. O hakiki varoluşu hissedebilirsiniz ve daha
sonra da temizlik görevlisi ya da yönetim kurulu başkanıyla tanışırsınız, tamamen aynı kişiyle tanışacaksınız!

Artık hiç fark yoktur ve bir daha asla kendinizi birine karşı ne üstün ne de aşağı hissetmeyeceksiniz. Ve bu da insanlarla iyi ilişki kurmanın harika bir yoludur. Çünkü egoya saplanıp kaldığınız kadar, biriyle ne zaman tanışırsanız, ‘bu benim dengim’ diye oluşturduğunuz insanla tanışmanız çok sık olmaz, çok nadirdir! Fakat çoğu zaman, bilhassa yeni insanlarla
tanıştığınızda, ego derhal karşılaştırma moduna geçer: “Benimle ilgisi olmayan bu kişiyle fiziksel görünüm, sosyal konum, zenginlik, mallar, eğitim, bilgi, güç konusunda kendimi nasıl derecelendiririm? Nasıl, nasıl ilişkilendiririm?” Ve daha sonra az çok görürsünüz, ve eğer kendinizi ondan daha aşağı görüyorsanız, o zaman davranışınız  buna bağlı olarak anında değişir.

Kendinizin daha üstün olduğunuzu düşündüğünüzde, o insanla konuşurken kendinizi daha üstün hissedersiniz, o kişiyle aşağılayarak konuşursunuz . Fakat bu koşulludur, diğer insanlarla iyi ilişki kurmanın içten yolu değildir. Dolayısıyla, Mutlak Varlık’la ne kadar daha fazla bağlantı kurarsanız, biriyle tanıştığınızda en kolay olanı, konum düzeyinden veya şekle bağlı herhangi bir şeyden iyi ilişki kurmak değil; değerli olan, bir mücevher gibi olan varoluş olduğunuzu hissetmektir!

O; en değerli şeydir. Varoluş, en değerli şeydir! O; şey değildir, onu sadece konuşurken öyle kullanıyoruz. O; olan en değerli şeydir! Onda güçlü bir canlılık, güçlü bir neşe kaynağı vardır! O; hayatın kendisidir! O zaman, bunu hissedebilirsiniz ve artık bir diğerinden daha iyi ya da bir diğeri kadar iyi olmazsınız! Bir diğeriyle insan olarak iyi ilişki kurarsınız…

Check Also

Geri Dönüşü Olmayan İnsan Ruhunun Ölümsüz Yolculuğu