İnsan-ı Kamil – 61 / 2. Bölüm (Kıyamet Alâmetleri)

İnsan-ı Kamil                                 Abdûlkerîm Ceylî

 



 

Bu eserden beklenen odur ki;
Salik için , en yüce refikîne ileten ola..
Ama, ince, düşünceli, nazik, kibar arkadaş gibi..


 

61-2. BÖLÜM

KIYAMET ALÂMETLERİ


2 . FASIL :  Ö L Ü M

Biz burada ÖLÜM’den bir parça anlatacağız..

Zira : ÖLÜM, bu kitabın ELLİ DÖRDÜNCÜ BÖLÜM’ünde geçti..

Orada görülebilir..

Bilesin ki..

ÖLÜM: Bu dünyadaki hayatın sebebi olan, GRİZİYE nam ateşin sönmesidir..

Hayat ise.. bu sureta heykellerde, ruhların kendi nefsine bakmasıdır..


Bu sureta heykellerde, ruhların nazarını tutan ise.. o hararet-i griziye’dir..
amma tabiî itidal hükmüne göre kaldığı süre..

Burada:

–  İ t i d a l..


Demekten kasdım; onun dördüncü derecedeki yerine oturan hararetidir..

Bu hararetin, birinci dereceye dönmesi, ki bu: Unsurlara bağlı
bildiğimiz ateş olur..

Onun böyle bir dereceye gelmesi ile de, lâzım olandan başka olur..

Mizacın durumu ise.. anasıra bağlı her hangi bir şeyi kabul etmemektir..
Zira, bu durumu ile ateş son haddini bulmuş sayılır..

O zamanda kalıplar, ateşe karşı ikinci derecede kalır..

Ateşin, hararet halinde imtizaç kabiliyeti vardır..
Zaten, diğer rükünlerle, imtizacı olmayınca, ateşin varlığına ihtiyaç kalmaz..

Kaldı ki: Ateş, su hava ve topraktan her biri, dört unsurdan
meydana gelmiştir.. Bu dört unsur dahi şudur:

Hararet, bürudet, yübuset ve rütubettir..

Galip gelen her hararet rüknü, kalan maddeleri yok eder.. O zaman adı:
Tabiî ateş olur..

Galip gelen her bürudet rüknü dahi, arta kalan maddeleri yok eder..
O zaman adı Tabiî bir sululuk olur..

Diğerlerine nazaran bulunduğu yerde galip gelen her rütubet rüknünün hükmü
hepsini yok eder.. adı Tabiî hava olur..

Diğerlerine nazaran, bulunduğu yerde yübuset hükmü kalanlara ağır basınca,
dışında kalan hepsini yok eder; adı: Tabiî toprak olur..

Bu durumda onlardan birine:

–  Ateşe bağlı, suya bağlı, havaya bağlı, toprağa bağlı..

Denemez.. Meğer ki, üçüncü dereceye ine; diğer rükünlerle imtizaç ede..

Hangi şey olursa olsun; üçüncü derecede, hararet ve yübuset eşit gelirse..
bu dereceye çıkma zaaflarından dolayı, diğer iki rükün
ondan saklanırsa..  o zaman adı: Ateş olur..

Hangi şey olursa olsun; üçüncü derecede, bürudet ve yübuset eşit gelirse..
bu dereceye çıkma zaaflarından dolayı diğer iki rükün ondan saklanırsa..
o zaman onun adı: Toprak, olur..

Hangi şey olursa olsun; üçüncü derecede, hararet ve rütubet ona eşit gelirse..
bu dereceye çıkma zaaflarından dolayı, diğer iki rükün ondan saklanırsa..
o şeyin adı: Hava olur..

Hangi şey olursa olsun; üçüncü derecede bürudet ve rütubet ona eşit gelirse..
bu dereceye çıkma zaaflarından dolayı, diğer iki rükün o şeyden saklanırsa..
O şeyin adı: Su, olur..

Unsurlar felekini görmüyor musun: Nasıl tabiatlar felekinin üstüne çıkmış..
Tabiatlar feleki ise.. istiksaat felekinin üstünde..

Bu istiksaat feleki: Ateş, hava, su, toprak felekleridir..

Sonra..

Tabiî hararet bir derece daha iner ve dördüncü derecede eşit olursa..
o zaman bu suret heykellerinden birinde diğer rükünlerle imtizaç edip kalır..

Amma bu imtizaç: Cismanî, hayvanî bir imtizaç olur..
Onun bu haliyle bulunduğu heykel dahi, hayvanî bir heykel olur..

Ve.. hararet-i griziye bu derecede devam ettiği süre, o heykel var olarak kalır..

Hararetin bu dördüncü derecede oluşunun adı: Griziye’dir..


     Nasıl ki: Üçüncü derecede adı :        Hararet, idi..
    Nasıl ki: İkinci derecede adı     :        Tabiî hararet, idi..
    Nasıl ki: Birinci derecede adı   :         Unsurî hararet idi..

Ateşin dışında kalan erkâna da, yukarıda anlatılana uyarak, buna benzer isim
verilebilir..

Hâsılı:  ÖLÜM, anlatılan hararet-i griziye’nin hayvanî heykelden gidişidir..

Haliyle onun gidişi, zıddı olan bürudet-i griziye sebebi ile olur..

İşte.. buraya kadar anlatılanlar, bu cismin nasibidir..

Ruhun nasibine gelince..

Onun heykel hayatı, ittihad gözü ile, ona nazar ettiği süredir..

O heykelin ölümü ise.. bu nazarı heykelden çevirip kendi özüne daldırmasıdır..
O zaman, bütünü ile kendi âleminde kalır..

Lâkin, ruhlar âleminde, buradaki heykeli şekli ile cesed bulur.
Onun varlık hükmü, bu cesed dolayısı ile olur..

Zira, onun hükümleri, cesedlenmesi ile zâhir olmuştu..

İşbu manada, birçok nuranî keşif ehli hataya düşmüştür.. Onların verdiği
hüküm: Cisimler haşr’olunmayacağıdır..

Bize gelince..

İlâhî bir ittilâ sonunda bildikki: Cisimler ruhlarla haşr’olunacaklardır..

Ruhların ölümü: Heykele bağlı cesedin özünden çözülmesidir..

Bu durum, onun yok olmasını icab ettiren şeylerdendir..

Bu durumda o: Varlığa yayılan bir şeydir..  Amma, belli bir süre için..

Buna misal: Uykuya dalan ve rüyasında hiçbir şey görmeyen kimsenin
halidir..

O: Bir şey görmediği bu saatte yoktur..

Bu durumda o: Şehadet âleminde değildir ki; ayık olsun..
Gayb âleminde değildir ki; varlığına delâlet eden bir şey görsün..
Zira o:Yok olan bir vardır..

Sonra buna: Güneşi dahi misal olarak verebiliriz..

Güneş evin penceresinden doğduğu zaman, ev güneş ziyası ile aydınlık olur..
Halbuki güneş, oraya ne inmiş; ne de oraya hülûl etmiştir..

İşbu güneş ziyası: Ruhun, kendisine has olan cesede nazarı mesabesindedir..

Yani: Hayvanat cisimlerinden..

Sonra..

Eğer pencere, yeşil camlı ise.. eve giren ziya ve şule o şekilde olur..
o surette olur..

Ruhun durumu da böyledir..

İnsan heykeline veya başka şeye nazar ettiği zaman; görüntüsü,
nazar ettiği şeyin suretinde olur..
Bu başka türlü bir değişmeye uğramaz..

Ve.. güneşin evden kayması ise.. ruhun nazarını cesetten kaldırmasına misaldir..

ÖLÜM ise.. aydınlığın, güneş aydınlığı özünde gizlenmesi misalidir..

Bu durumda o şahıs, ölü olarak kalır..

Onun bu ÖLÜMÜ; anlatılan ışığın, bu âlemde, güneş ışığının özüne
girip gizlenmesine benzer..

3 .  FASIL  :  B E R Z A H

BERZAH bir vücuttur.. Amma tam değildir.. Bir istiklâli de yoktur..

Şayet tam veya müstakil olsaydı; dünya ve âhiret evi gibi, bir ikamet yeri olurdu..

Onun misali: Bizim tasavvurumuz gibidir..

Biz bir şuleyi, yeşil bir cam içinde, yeşil renkli olarak tasavvur ederiz..
Bize, bu haliyle şekil verir.. Amma hayal âleminde..

Kaldı ki, hayal âlemi de, dünya ehli için tam değildir.. Dünya ehlinin hayali için,
kendi başına bir istiklâl de yoktur..

Şu da bir hakikattir ki, dünya âlemi, kendi özünde tam bir âlemdir..

Amma, kendi gözünden; ona bakıldığı takdirde tamdır..
His âlemi, manalar âlemine göre tam değildir..

Ancak, Allah ehlinin hayalini, sayılan hayalin dışında tutmak icab eder..

Onların hayali kâmildir; müstakildir kendi özünde tamdır.. Bu tür hayal,
onların dışında kalan dünya ehlinin âhiretine benzer..

Brahmanların, kafirlerin, müşriklerin vb. kimselerin mücahede, riyazat vb.
yollardan safa bulan kimselerin hayali ise.. dünya ehlinin uykusu gibidir..

Dünya ehlinin hayaline ise.. itibar edilmez..

Her nekadar hayalin aslı, özünde herkes için aynı ise de; adi işlere,
cesedden matlub şeylere harcanan hayal hazineleri bozulmuş; ruhî safiyet
hükmü kesilmiştir..

Her nekadar yukarıda anlatılan brahmanlar, felsefeciler işaret edilen
adi şeylerden uzak iseler de:

Hayal hazinelerine aklî işler, tabiata bağlı
hükümler dolduğu için
,
bu durum, onların ilâhî olan manalar âlemine
terakkilerine engel olmuştur
..

Haliyle, Allah ehlinin durumu böyle değildir..

Onlar, illetli yollardan masundurlar.. Ezelî gayb âleminde, Allah tarafından
korunmuşlardır..

Hâsılı: BERZAH âleminin tam bir varlığı yoktur..

–  BERZAH..

Denmesi de bu sebebe dayanır..

Aynı şekilde, dünya ehlinin hayali dahi, varlık âlemi ile yokluk âlemi arasında
bir BERZAH sayılır..
·

Sonra..

Kıyametin benzeri ise.. güneşin, önce aydınlığını verdiği pencereye
tekrar dönmesidir..

Bundan daha fazla bir beyanda bulunulamaz..

Ruhlar bu heykellerde cesed bulmadıkları süre, yaygın bulunurlar..
Ölümün hakikati de budur..

Cesedlendikleri zaman, bu cesedlenme onların vücudu olur..

Ancak, bu cesed bulma, cesedin şartlarına bağlı olduğu süre, ruhlar
BERZAH’ta kalır..

Zira o: Ruhun mutlak ruhanî hali ile iktiza ettiğini yapmaktan yana
kusurludur..

Sonra..

Allah-u Taâlâ dilediği zaman, kıyamet günü ruhu baas eder.. O zaman
cesedin icablarına bağlı kalmaktan kurtarır
..

Haliyle bu durum mahşer yerinde olabilir..

Sonra..

Onun bu serbestliği, dünyadaki durumuna göre olur..

Dünyada hayır üzere idiyse.. orada da hayır üzerine serbest kalır..

Dünyada şer üzere idiyse.. orada aynı şekilde serbest olur..

Zaten o: Dünyadaki hali dışında bir serbestliğin talibi olmaz..

Bu manada şu âyet-i kerime açıktır..

–  “İnsana ancak sâyi kadarı vardır..”   ( 53 / 39 )·

Bilesin ki..

Yüce Hakk’ın nurundan; ruhların müteaddid olarak yaratılmalarının misali:

Güneşin şuasından, muhtelif aydınlıkların meydana gelmesidir..

Muhakkik zatların, âlemin birliğini iddia etmelerine misal:
Güneşin aslında bir tane olmasıdır..

Kandillerde, çeşitli şekillerde zuhur etmiş olsa dahi, o aslında bir tanedir..
Kendi sayıya gelmeyen bir tanedir.. Kendi şekli dışında bir başka şekli
dahi yoktur..

Zuhur yerlerinde nekadar şekil alırsa alsın, aslı birdir..

Bu işi, bu kadar anlatmamız yeter..

Kaldı ki biz: Ruhların kabzını, Azrail’in kabz için geliş şeklini daha önceki
BÖLÜM’de anlattık..  ( Bak: Bölüm 54 )

Bilesin ki..

BERZAH’ta insanların durumu muhteliftir..

Onlardan bazıları: Hikmetle muamele görür..
Onlardan bazıları da: Kudretle muamele görür..

Hikmetle muamele olunan kimse: Dünyada yaptığı amelinin hakikatı ile,
döner durur..

Onun BERZAH âlemindeki durumu budur..

Diyelim ki:

–  O dünya hayatını taatle geçirdi..

Hak taâlâ onun için, amellerinin manasını suretler vererek yaratır..
O da taatının suretine döner.. Allah-u Taâlâ onu, o haliyle durutur..

Onun taatı ya namazdır; ya oruçtur; ya sadakadır..

Yahut bunların dışında kalan, başka bir taatın suretidir..

Böylece o kimse, bir güzel amelden, diğerine geçer..

Yeni geçtiği amel şekli, ya bir önceki gibi güzeldir; yahut
daha da güzeldir..

Tıpkı: Dünyada olduğu gibi..

İşlerin hakikatı ona zâhir oluncaya kadar böyle gider..

O zaman da onun kıyameti olmuş olur..

Sonra..

Meydana gelen bu suretin, güzelliği ve parlaklığı taatı kadar olur..

Bir de o taat üzerine gönlünü birleştirdiği kadar olur..
Bir de, o ameli yapmaktaki güzel gayesi kadar olur..

O suretin çirkinliği ise.. yapılan amelin çirkinliği kadardır..

Meselâ: Biri, zina eder, hırsızlık eder, şarab içer..

Allah-u Taâlâ bu fiillerin manasına göre suret halk eder..

Fiilin sahibi, o amellerden hangisini işlemişse.. onun içinde döner durur..

Meselâ: Zina eden için, ateşten bir kadın tenasül uzvu yaratır..
Erkek uzvunu ona daldırır, çıkarır..

Ondaki ateşi, yakıcılığı, kötü kokusu, amel sahibinin ona dünyadaki
düşkünlüğü kadardır
..

Şarab içenlere de, ateşten bir kadeh meydana çıkar.. İçi, ateş şarab doludur..
O kimse, bunu içer..

Dünyada o hale nasıl devam etmiş ise.. orada da o hal içinde döner durur..

Bir kimse, taatle masiyet arasında olursa.. o:  Bu iki hal arasında döner durur..

Yani: Allah-u Taâlâ’nın onlara göre, yarattığı manaların sureti içinde döner durur..

Onlar, nur olabilir; ki bu: Taattan yaratılan suretlerdir.. veya ateşten masiyet
icabı yaratılmışlardır..

Hâsılı: Onlar bu durumda, suretten surete geçerler

Bu geçişlerinin devamı sonunda, işin hakikatı onlara peyder pey
zâhir olur
..

Onlara anlatılan iki hükümden biri tamam olur; kıyametleri de kopar..

BERZAH’ta kudretle muamele görene gelince..

Bu makamda bulunan, amellerinin manalarını göremez.. Manalarının suretini görür..

Eğer asi ise.. Allah-u Taâlâ dahi, onu bağışlamış ise.. ancak o amellerini
taata benzer surette görür..

Allah-u Taâlâ o ameline ilâhî bir durum verir..O amelin sahibi, biri diğerinden
daha güzel olan ameller içinde geçip gider.. Taa, kıyameti oluncaya kadar..

O zaman da: Hakikatler şekli üzerinde zuhur eder..

Bu kudret muamelesine tabi olan bir diğeri, taat ehli olabilir; ama
Allah onun amelini boşa çıkarmıştır..

Bu kimseye suret çıkar ama, Allah-u Taâlâ ezelde onun için şekavet babında
ne yazmış ise.. o çıkar.. Ona olan tecelli bu yoldan olur..
Çeşitlenmesi de, yine ona göre olur..

Bu halin sahibi dahi, ameline göre, cehennemin hangi tabakasında bulunması
icab ediyorsa.. ona benzer bir durumda, kendisine gelen suretlerle
uğraşır durur..

Kıyameti oluncaya kadar; sonra.. cehennemde azabını görmeye başlar..

Sonra..

Allah-u Taâlâ, BERZAH için, bir kavim yaratmıştır.. Bunlar, orada sakin olur;
orayı imar ederler..

Ancak, bunlar dünya ehli değildir; kıyamet ehli de değillerdir.. Ama,
âhiret ehline katılmışlardır..

Âhiret ehline katılış sebebleri, yaratılış yolu ile, onlarla birlikte oluşlarıdır..

Bir kimse, ruhî durumu ile onlara aşina olursa.. ölümünden sonra onları tanır..

Bunun onlara kavuşması, tanıdık bir topluluğa kavuşması gibidir..
Gider; onları tanır; kendileri ile gayet ünsiyet eder..

 Onlarla kalır; onlarla oldukça kederi olmaz.. Onların arkadaşlığı
kendisine huzur verir..

Onlara bir aşinalığı olmayan kimse ise.. kendisine öfkeli bulur.. Ne kendisi
onlarla ülfet edebilir; ne de onlar kendisi ile ülfet edebilirler..

Sonra onlardan biri çıkar; Allah-u Taâlâ kimin azabına sebep kılacaksa..
dünyada sevmediği suretlerin en kötüsü olarak ona gelir..

Onun bu gelişi, amelinin suretidir.. Bu gelişi ile, o kimseye korku ve
nefret verir.. O kadar ki, hiçbir şey onunla kıyas edilemez..

Bazılarına da en güzel surette gelir.. Bu dahi, o kimseye ait iyi amelin suretidir..

O kimseye bu hali ile hoş gelir..

Gelince aralarında ülfet olur.. şefkat gösterir.. Böylece aralarında sevgi doğar..

Dolayısı ile, o kimse, bu gelen suretle.. taa, kıyamet oluncaya kadar hoşça
arkadaşlık edip kalır..

Sonra..

Bilesin ki.. Kıyamet, BERZAH, dünya yeri bir vücuttan ibarettir..

Bunun misali bir daire gibidir.. Bu dairenin yarısını dünya farzet;
yarısını da âhiret farzet.. BERZAH ise, bu ikisinin arasıdır..

Bütün bu anlatılan farz ve takdir yolu iledir..

Gerçek şu ki: Senin mevcud olduğun hüviyet, aynen BERZAH’ta
mevcut olan hüviyettir.. Kıyamette dahi, mevcud olan yine odur.

Hâsılı: Sen, dünyada, BERZAH’ta ve âhirette bu benliğin ilesin..

Ancak aralarında değişiklik vardır..

Şöyleki: BERZAH işleri zarurîdir.. Zira orası, dünya üzerine kuruludur..

Kıyamet işleri de aynı şekilde zarurîdir.. çünkü o da, BERZAH üzerine  kuruludur..

Dünya işleri ise.. ihtiyarîdir..

4. FASIL  :  K I Y A M E T

Sonra..

Bilesin ki.. Allah-u Taâlâ KIYAMET’in kopmasını dilediği zaman
İsrafil’e a.s. ikinci defa sura üfleme emrini verir..

Birinci üfleme ölüm içindir..

Sur: Ruhî âlemin suretleridir..

Müfni ve Mümit ismi yönüyle İsrafil, ona birinci üflemesini yapar..
Bütün suretler ölür.. Heykellerinin bağından sıyrılır..

Tıpkı: Uyanınca, rüyada görülen suretlerin yok olup gittikleri gibi.. Yaratıldıkları
mahalle dönüp gittikleri gibi..

Bundan sonra, ikinci defa sura üfler.. Ruhlar, kendi âlemlerinde oldukları şekilde
dönüp gelirler.. Cesed kalıplarına girerler..

Biz bunu güneşin camlara vuruş şeklini bahsederken, sana anlatmıştık..

Bu konuşmaların hepsi, ruhların, kendi durumlarına göre
yapılan itibara göredir..

Zira uhrevî âlem, ruhlar âlemidir.. Ruhlar âleminin tümü ise.. insanda var olan
mutlak ruhtan ibarettir
..
İnsan ise.. kendi özünden ayrı duramaz..

Kaldı ki: Âhiret ruhlar âleminden ibarettir.. Ruhlar âlemi ise.. insanın
mutlak olan ruhundan ibarettir
..


Bu mana daha önce de geçti..

–  Âlem, tümü ile, karşılıklı duran iki aynadan ibarettir..

Diye anlattık.. Böyle olunca, ahadiyet hükmüne göre, birinde olanı diğerinde
bulabilirsin.. Ama, misil ve teşbih yolu ile değil..

Bütün âlem bir cevherden ibarettir.. Kendi özünde gerçek yönü ile
ikiye bölünmez..

Sayı ve bölünme görüyorsan, bu : Hayaldir..

Bu hayal ise.. ferd olan cevherin bölünmesini, farz ve takdir etmemize
göredir..

İşbu mana, şu âyet-i kerimede anlatılır:

–  “Onların hepsi KIYAMET günü ferd olarak ona gelir..”   ( 19 / 95 )

Yukarıda anlatılan nükteyi anladıysan, varlıktaki ahadiyet sırrını da
anlamış olursun..

Allah-u Taâlâ’nın vaadini de anlamış olursun..

Sonra..

Allah-u Taâlâ’nın cennet, cehennem ve âhiretin dehşet verici hallerine dair
vaadlerini yakîn  haliyle ayan beyan keşfeder görürsün..

Ve.. o zaman, imanın: Zeyd b. Harise’nin imanı gibi olur..

Allah ondan razı olsun..

O, Resulullah S.A. efendimize şöyle anlatmıştı:

–  Hak mümin olarak sabahladım..

Resulullah S.A. ona sordu:

–  “İmanın hakikatı nedir?..”

Zeyd b. Harise şöyle anlattı:

–  Kıyameti olmuş gördüm.. Rabbımın arşı açık görünüyordu..

Gelelim, insan fertlerinden her birine has olan küçük KIYAMET bahsine..

İnsan, aklı evvelterazisini, ekmel adaletin kubbesi altında kurduğu zaman,
hakikat iktizaları gelir..

Onda bulunan hakikatlerden her biri neyi gerektiriyorsa..
ona göre hesabına bakar..

Yahut, onun için bir ahadiyet köprüsü kurulur.. O zaman da,
tabiat metni cehennemi üzerinde yürür..

O köprü, çözümü zor bir şey olması icabı: Kıldan daha incedir..
Uzaklığı dolayısı ile,kılıçtan daha keskindir..

Bu sırattan geçenlerden bazıları çakan şimşek gibi geçerler.. Böyle olan kimsenin
irfan babında seri bir bineği vardır.. O şekilde geçiş gücünü bundan alır..

Bazıları da dağ ağırlığında yürür.. Bunun sebebi de,
süflî haline bağlılık
durumudur..

Bir kimse, adı geçen sıratı geçer, ölçü nizamı içinde kalırsa.. zat cennetine
dahil olmuş olur.. Sıfat meydanlarında dahi gıdasını alır..

Bu durumda, kendi benliği yoktur.. Kendi hüviyetinden sıyrılmıştır..

Kendi nefsi cihetinden bir eser göremez.. Ondan bir haber de alamaz..

Onun namına, Cebbar olan yüce Allah şöyle seslenir:

–  “Bu gün mülk kimin?..”   ( 40 / 16 )

Ancak, o yüce varlık, kendi zatından başkasını bulamaz; şöyle cevap eder:

–  “Vahid Kahhar Allah’ın..”   ( 40/16 )

Bundan sonra artık, ne gaflet vardır; ne de huzur..

Bundan sonra, ne ölüm beklenir; ne de dirilme..

Zira, hali anlatıldığı gibi olanın kıyameti, artık olmuştur..

Bir açık yanı da yoktur..

Burada anlatılan, küçük KIYAMET’tir.. Küçük KIYAMET hallerini buna göre
kıyas eyle..

Hesap, mizan, sırat yollarını da, sana işaret yollu anlattıklarımızdan çıkar..
Sarih anlattıklarımızdan değil..

Aklı başında olana bu kadar işaret yeter..

 

 

 

5 .  FASIL  :  CENNET  VE  CEHENNEM

Cenneti, cehennemi kendi yerlerinde anlattık..

Onları anlattığımız bölüm: Bu kitabın ELLİ SEKİZİNCİ BÖLÜM’üdür..


Ancak, burada işaret yollu onları yine anlatacağız..

Eğer, üstün bir anlayışın varsa.. kavi bir azme sahip isen..
işaret ettiğimiz  manayı idrâk edersin..

Eğer belirttiğimiz gibi bir anlayışa sahip değilsen..
başkaları gibi olduğun yerde kal..

CENNET ve CEHENNEM’in dış manalarında kal..


Bilesin ki..

Allah-u Taâlâ, içindekilerinin tümü ile âhireti, dünyadan bir nüsha kıldı..


Dünyayı ise.. Hak’tan bir nüsha kıldı..
Dünya asıldır; âhiret onun fer’i sayılır..

–  “Dünya âhiretin ekim yeridir..”

Meâlindeki hadis-i şerif, bu manayı anlatır..

Şu âyet-i kerimeler dahi aynı manayı işaret ederler:

–  “Bir kimse, zerre mikdar hayır işlese onu, görecektir..
Bir kimse. Zerre mikdar şer işlese, onu görecektir..”   ( 99 / 7-8 )

Bilinen şu ki: Asıl, dünyada işlenen amellerdir.. Bunun fer’i ise..
âhirette göreceğin iştir..

Âhiret, kıyamet günü orada olacak işlerden başka bir şey değildir..

Orada olacak işler ise.. ancak insan amelinin bir neticesidir..

Netice ise.. taksim edilen şeylerin bir fer’idir..

Takdim edilen şeyler ise.. dünya amelleridir..

Anlatılan mana icabıdır ki: Yaratılmada, dünya âhiretten ön geldi..
Adına da:

–  U l a..

Dendi.. Âhiret ise.. sonraya kaldı.. Bu sebeple adına

–  U h r a..

Dendi..  Çünkü o: Fer’i idi..  Eğer, âhiret dünyaya bakarak fer’ olmasaydı,
onun sonraya kalışı hikmet babında bir noksan olurdu..

Zira: Önce olanın sonraya kalması, sonraya kalacağın da önce gelmesi,
hikmet yönüyle taana sebep olan işlerdendir..

Bilesin ki..

Âhiretin, hisse dayalı şeyleri, dünyanın hisse dayalı şeylerinden
daha kuvvetlidir..

Bunun gibi; âhiretin lezzet babındaki işleri, dünyanın lezzete dair işlerinden
daha lezzetlidir..

Âhiretin zorlukları ise.. dünya zorluklarından daha zordur..

Bunun sebebi şudur: Ruh âhirette; kendisine sevilen ve kötü olarak gelenleri
kabul için, tamamen boştur.. Amma, dünyada böyle değildir..

Zira bu cisim, kesafeti icabı, kendisine uyanı ve uymayanı
kabul etmesi için, ruhu boş bırakmaz..


Dünya hayatında, ruhun ancak bir yanını boş bulabilirsin.

Misal olarak, yemek yiyen bir şahsı ele alalım..

O kimse, yemek yerken, kalbi tamamen yediği ile meşgul değildir..

Bir yandan yemek yer; bir yandan da başka önemli bir işini düşünür..
Bu yüzden de yediğinin tam tadına varamaz..

Sebebi: Başka önemli işi düşündüğünden, yemek işi için gelen tada,
ruhu tam boşalmış değildir..

İşbu mana icabıdır ki: Âhiret, dünyadan daha şereflidir..

Her ne kadar, dünya âhiretin anası ise de, buna şaşma.. Nice çocuklar var ki:
Ana babasından, şeref itibarı ile, daha yüksektir..

Bu açıdan bakılınca, dünya asıl ise de, âhiret Allah katında daha şerefli ve
daha faziletlidir..

Kendi kapsamında bulunan hakikat icabı, âhiretin durumu budur..

Yine bir misal verelim:

Hele lafza bir bak.. Ondan çıkan mefhum mana nekadar güzeldir ve
 nekadar  yücedir..

Kadri kıymeti lafızdan nekadar ileridir.. Ne kadar da sonsuzdur…
Bütün bunlar onun yüceliğine şerefine delildir..

Şu var ki: Mana lafzın neticesi ve fer’idir.. Lafız olmasa mananın
 hakikati anlaşılmaz..

İşte âhiretin durumu budur..

Âhiret, dünyanın her nekadar neticesi ise de, dünyadan daha faziletli;
daha geniş ve daha şereflidir..

Bunun sebebi ise.. onun ruhlardan yaratılmış olmasıdır.. Ruhlar ise..
nuranî letafete sahiptirler..

Dünya ise.. cisimlerden yaratılmıştır.. Cisimler ise.. zulmanî kesafetten
yaratılmıştır..

Şüphesiz: Lâtif olan şeyler, kesif olanlardan daha değerlidir..

Sonra..

Âhiret, izzet ve kudret yeridir.. Engellerden kurtulan kimseler,
orada istediğini yaparlar..
Bunlar cennet ehli olanlardır..

Dünya ise.. zillet ve acizlik yeridir..

Dünyanın padişahları bile, bir karınca eziyetini kendilerinden atmaya
güçlü değillerdir..

Hal böyle iken, dünya nimetinin hesabını vereceklerdir.. Halbuki; dünya nimeti
zail olup gider..

Âhiret ehli ise.. içinde bulundukları nimetin daima daha iyisini bulurlar..
Onlara peş peşe biri diğerinden daha güzel nimet gelir..

Zira, âhirette Allah’ın ihsanı hesapsızdır.. Dünyadaki ihsanı ise hesaplıdır..

İlâhî hikmetin düzeni böyledir..

İşte.. anlatılan manayı anlar, onda tahakkuk edersen, murada erersin..


6 .  FASIL :  ARAF  VE  KESİB

Bilesin ki..

Bütünüyle âhiret; yani: Cennet, CehennemARAF ve KESİB,
hepsi bir yerdir..Ne bölünür, ne de sayıya gelir..

Bu âhiret evinin hakikatleri bir kimsenin aleyhinde olursa..
onun yeri cehennem olur..

Zira, cehennem ehli için: Kahır zilleti altında, aleyhlerine hüküm verilmiştir..

Bu âhiret evinin hakikatleri bir kimsenin aleyhinde olmazsa..
onun yeri de, cennet olur..

Bir kimse de, bu dünyada, Allah içinkendinin hakimi olur ve
Allah’a itaat ederse.. o kimse, âhiret  evinin hakikatlerine hâkim olur..
Orada istediğini yapar..

Bir kimse de, bu dünya evinde, Allah için kendine hakim olmaz ve
buradaki işi  daima isyan olursa.. burada iken, aleyhte hüküm giymiştir..

Dolayısı ile, âhiret evinin hakikatleri de, onun aleyhine olur..
Bu hükme aykırı davranmak onun haddi değildir..

Nasıl ki, cehennem ehli, zebanilerin hükmü altında kaldıkları gibi..

Bunların hilâfına, cennet ehli, hiçbir hüküm altında değillerdir..

Hele bak ki: Bunlardan her biri istediğini yapar, hiç kimse de,
onların aleyhine bir şeyin hükmünü kesemez..

Bir kimse, âhirete dair işlerin ilminde tahakkuk ederse..
Tahakkuk ettiği ilimle de, tasarruf makamını tutarsa
..
bu kimse
ARAF’tadır..

ARAF: İlâhî yakınlık mahallidir.. Kur’an’da bu makam şöyle anlatıldı:

–  “Güçlü sultanın katında..”   ( 54/55 )

Bu nazargâha o ismin verilmesi; İrfan makamı, olduğu içindir..

Bu marifet ise.. sana anlattığım ilimde tahakkuktur..

ARAF ehli, Allah-u Taâlâ’ya karşı irfan sahibidir..

Bir kimse, Allah-u Taâlâ’ya karşı irfan sahibi olursa.. âhiret işi
ilminde
, tahakkuk eder..

Allah-u Taâlâ’ya karşı irfan sahibi olmayan, âhiret işi ilminde
tahakkuk edemez
..

Nitekim, Allah-u Taâlâ şöyle buyurdu:

–  “ARAF’ta birtakım kimseler vardır.. Onlar her şeyi siması ile bilirler..”
(  7 / 46 )

Bunun daha açık manası şudur:

–   Yüce Allah’ın irfan makamında, birtakım kimseler vardır.. Yüce şanları
dolayısıyla
, onları kimse bilmez..

Zira onlar, başkalarının meçhulüdür..

Ama onlar, her şeyi simasından tanırlar..

Çünkü onlar, Allah’ı bilirler..

Allah’ı bilene ise.. hiçbir şey gizli değildir..

KESİB ise.. ARAF’ın altında, naim cennetinin üstündedir..

Allah-u Taâlâ, cennet ehlinin Allah’a irfan derecelerini artırdıkça,
KESİB’e kadar yükselirler..

KESİB ehli ile, ARAF ehli arasında fark vardır..

Şöyle ki:

KESİB ehli: Dünyada, Allah-u Taâlâ’nın; kendilerine irfan tecellisi
olmadan
, o dünya âleminden çıkmışlardır..

Âhirete intikal edince de, yerleri cennet olmuştur..

KESİB’e çıkarmak sureti ile, onlara fazl’u ihsanda bulunmuştur..

Orada onlara tecelli eyler..

O makamda, onlara tecelli mikdarı: Dünyada Allah’a imanları ve
onu irfan yolu ile bildikleri
ne kadarsa..
o kadardır..

ARAF ehline gelince, bunlar dünya hayatından ayrılmadan evvel,
yüce Allah kendilerine irfan tecellisi eyler..

 Bu yoldan yüce Allah’ı bilirler.. Âhirete gidince de, yerleri, ancak
yüce Allah’ın katı olur..

Meselâ:

Bir kimse, bir beldeye giderse.. o beldede, tanıdığı biri olursa.. ancak
onun yanına gider..

Belki de, o arkadaş için, beldesine inen tanıdığı arkadaşını, yanına almak
vacip olur..

Bir mahluk için durum böyle olunca, yüce Hâlik için, olması daha uygundur..

Nitekim, Sübhan Allah, bu manayı daha açık anlattı..

Orada bir takım kavim vardır.. Onlar:

–  “Güçlü sultanın katındadır..”   ( 54 / 55 )

Bu makamda, daha başka, hayrete düşüren, hiç duyulmamış
nice işler vardır..

Onları açık açık anlatsak, bu vücud baştan sona hepsini alamaz..

Onlar inceliği ve zorluğu dolayısı ile, ancak, işaretle ve misalle anlatılabilir..

Meğer ki, bu kitabı okuyan kimse, o mertebeye ermiş olsun: O hayret veren
halleri, aynen görmüş olsun..

Hali böyle olan, en küçük işareti anlar.. En gizli manayı kavrar..

Ancak bizim bu kitabı yazmaktan gayemiz, cahile bilmediğini anlatmaktır..

Bilen kimseye de, bizim anlattığımız bu acaib şeylerin bir faydası olmaz..
Onun için ancak şöyle bir haber olur:

Biliriz ki, biz de onun bildiği kadarını biliyoruz..

Bizim kasdımız ise.. böyle bir şey değildir..

Dolayısı ile, dizginleri kısalım..

Allah’tır yardım makamı..

Allah’tır tevekkül makamı..

Check Also

İnsan-ı Kamil – Abdûlkerîm Ceylî

             İnsan-ı Kamil                                 Abdûlkerîm Ceylî              Bu eserden beklenen odur ki; Salik için , en ...