İnsan-ı Kamil – 20. Bölüm (Kelâm)

İnsan-ı Kamil                                 Abdûlkerîm Ceylî

Bu eserden beklenen odur ki;
Salik için , en yüce refikîne ileten ola..

Ama, ince, düşünceli, nazik, kibar arkadaş gibi..

20. BÖLÜM

K E L Â M

KELÂM: Bu görünen belli varlıktır;
Caiz varlığın hükmü de ondandır..

Ama o, ilimdeki harfler gibi;
Ne okunması ne seçmesi vardır..

Zuhurunda seçilir anlatılır;
(OL) emriyle erene bir manadır..

Bil, Allah derse bir şeye:
– Gerçek ol;
O şey olur; o aciz olmamıştır..

Gerçek kelâm onun, mecaz da onun;
Hepsinin kendince bir yolu vardır..

Bilesin ki..

Toplu bir mana ile, yüce Allah’ın KELÂM’ı ilminin tecellisidir..
İşbu tecelli: Ancak, ilmini izhar itibarına göredir..

Bu durumda onun kelâm tecellileri şu iki şeklide olabilir:

a) Bu gözle görülen varlığın özü olması..
b) Kullarının fehim yolundan anladıkları manalar olması..

Bu ikinci şekil, ya vahiy yolundan olur; yahut mükâleme şekli ile..
Veya bunlara benzer bir halle..

Ne olursa olsun; anlatılan iki şekil arasında, hiçbir fark yoktur..

Sebebine gelince; Allah kelâmı, toplu olarak:

–  N e f s i y e..
Adı verilen bir sıfattan ibarettir..

Yukarıda:

– N e f s i y e..

Adını verdiğimiz, KELÂM sıfatının iki ciheti vardır..

BİRİNCİ CİHET:

Bu cihet iki çeşittir.. Şöyle ki:

a)  Bu çeşit KELÂM, izzet makamından gelir..
Ve.. rububiyet arşı üstündeki ulûhiyetin emri ile olur..

Bu onun yüce emridir ki, aykırı hareket edilmesi yolu kapalıdır..

Ancak, kâinatın bu emre itaatı; onu bilip anlamadıkları bir cihetten olur..

Sübhan olan yüce Hak bu tecelligâhta, var olmalarına takdir ettiği
bu kâinata emrini duyurur..

Bundan sonra, o kâinatı emri cihetine çeker..

İşbu kelâmını onlara, duyurması ve onları emri cihetine çekişi, kendi yardımıdır..
Ondan gelen ezelî rahmettir.

Anlatılan mana icabıdır ki, bu varlığa:

– İtaat eden..

İsminin verilmesi yerinde oluyor.. Onun taat ismini alışı sonundaysa;  onun için:

– Saîd..

Adı söylenir..

Yüce Hakkın, yer ve sema ile:

–  “Ey yer ve sema, isteseniz de, istemeseniz de geliniz..
Dediler ki:
–  İsteyerek gelmişiz..”   ( 41 / 11 )

Şeklindeki hitaplaşması, yine yukarıda anlatılan manaya işarettir..

Bu böyledir; çünkü kâinat için verilen hüküm, onların taatı babındadır..
Onların isteyerek gelmeleri de, yine bu mana icabıdır..

Ne var ki bu: Allah’ın fazlıdır; yardımıdır..

Onun rahmetinin, gazabını geçmesi dahi; bu manayı teyid eder..

Bu rahmetin, gazabı geçmesi manası da doğrudur..

Çünkü yüce Hak: Kâinatı taat hükmüne bağlanmış ve onları emrine muti kılmıştır..
İtaat eden ise.. rahmete nail olmuştur..

Her ne kadar onlara:

– İstemeyerek geldiler..

Şeklinde bir hüküm verilmiş ise de.. bu hüküm, adalet sayılır..

Sebebine gelince: Kudret, kâinatı varlık olma yoluna çekmektedir..
Bunda ise, mahlukatın bir ihtiyarı yoktur.

Bu durumda; gazab, rahmetten daha ileri giderse de, Allah’ın fazlı yetişir;
onları bu halde dahi taat hükmüne bağlar..

Çünkü: Rahmet, gazabını geçmiştir.. Ve bu: Kesindir..

Böyle olunca, kâinat baştan başa itaat edici bir durumdadır..

NETİCE: Toplu bir mana ile, onun emrine hakikatta asi olan yoktur..

Bütün varlıklar, yüce Allah’a itaat eder.. Yüce Allah, onların bu haline
kitabındaki şu manayı şahit kılmıştır:

– “İsteyerek gelmişiz..”  ( 41 / 11 )

Hasılı: Her şey, itaat halindedir.. Onun için ise.. ancak rahmet vardır..

Cehennemi de aynı hüküm altına girer..

Ve.. Cebbar olan yüce zat, cehennem kabardığı zaman kademini onun üzerine koydu..
İşte o zaman cehennem ateşi şöyle dedi:

– Yetti.. yetti..

Ve.. kabarması geçti.. O ateşin yerinde artık kereviz otu biter.

Bu mana, Resulullah S.A. efendimizden gelmiştir..

Bu kitaptaki yeri gelince, İnşâallâh bundan daha fazla anlatılacaktır..
O zaman açıklarız…

Buraya kadar anlatılanlar, KELÂM için anlattığımız iki cihetten birinci cihetin,
birinci çeşidi idi..

Şimdi  İKİNCİ ÇEŞİT’ine  geçeceğiz..

b)  Burada KELÂM, rububiyet makamından gelir..

Bu geliş; halkı ile, zatı arasında bir ünsiyet lügatı ile olur..

Buna bir misal olarak:  Enbiyâya inen kitapları ve onlarlarla olan
konuşmasını gösterebiliriz.. Bir de, Enbiyâdan başka velilerle olan konuşmalarını..

Taat ve mahlukatın masiyeti de, buradan çıktı.. Yani: Kitaplarla inen emirlerden..

Yani: KELÂM’ın ünsiyet dili ile gelmesinden..

Yukarıda da, anlatıldığı gibi: KELÂM ünsiyet diliyle geldi.. Bunun için, mahlukat taatta
mecbur
gibi olurlar..

Burada:

– Mecbur gibi..

Diyoruz.. Çünkü bir yönüyle serbeslikleri vardır.. Özellikle bir fiili seçmeye
bağlantıları yönünden..

Bu fiili seçme durumunun onlara bağlanışı, verilecek cezanın yerinde olması içindir..
Sonucu da adalettir..

Böyle olunca, cezanın karşılığında adalet taatta ise, fazilet doğar ve
bir beraberlik meydana gelir..

Kaldı ki, yüce Allah bu fiili seçmedeki serbestliği de fazlı icabı ihsan eylemiştir..

Aslında bu fiili seçme serbestliğini, yüce Allah onların lehine yapmıştır..

Bu yapma ise.. onlara sevab ihsan edilmesinin yerinde olmasından
başka bir şey olamaz..

Onun bu dolaylı yoldan verdiği sevab ise.. ancak bir fazilettir..
Aynı yoldan gelen cezası da adalettir..

İKİNCİ  CİHET:

Yani: KELÂM babında..

Bunun BİRİNCİ CİHET’i yukarıda anlatıldı..

Bu ciheti de anlatılalım ki, bilesin..

Yüce Hakkın KELÂM’ı: Bu görünen mümkinatın kendilerinden ibarettir..

Mümkin çeşidinden sayılan her varlık, yüce Hakkın kelimesindendir..

Bu mana icabıdır ki: Mümkin çeşidi varlıklar için, bir tükenme yoktur..

Bu manayı bize şu âyet-i kerime açıkça anlatır.

–  “De ki: Rabbımın kelimeleri için, deniz mürekkeb olsa tükenir..
Ama, Rabbımın kelimeleri bitmeden..
O denizin bir benzerini getirsek, o da tükenir..”   ( 18 / 109)

Yukarıda anlatılan mana doğrudur..

Şöyle ki: Gerçek manası ile KELÂM, toplu bir bakışla, KELÂM sahibinin
ilminde bulunan manaya bir surettir..

KELÂM sahibinin muradı: Anlatılan manayı dinleyenin fehmine
o surette yerleştirmektir..

Hâsılı: Varlıklar Allah’ın KELÂM’ıdır..

Ve.. o varlıklar: Bu göze gelen dış duygular yolu ile bilinenlerdir.. Bir de
akıl yolundan bilinen suretler..

Anlatılan manayı, dinleyenin fehmine o suretle yerleştirmektir.

Anlatılanlar tek tek, yüce Allah’ın ilminde bulunan manaların suretleridir..

Onun ilminde bulunan manalar ise:

–  Ayan-ı sabite..

Tabiri ile ifade edilir..

Bu ayan-ı sabite için tabir çoktur. Aşağıda, sıra ile söylenen cümlelerin
hangisini istersen, onu diyebilirsin:

            – Ayan-ı sabite:  İnsanın hakikatleridir..

              – Ayan-ı sabite:  Uûhiyetin bir düzenidir..

             – Ayan-ı sabite:  Vahdetin yaygın halidir.

             – Ayan-ı sabite:  Gayb âleminin tafsilidir

      – Ayan-ı sabite:  Cemal suretleridir..

                            – Ayan-ı sabite:  İsimlerin ve sıfatların eserleridir..

                 – Ayan-ı sabite:  Yüce Hakkın malumatıdır..

Ayan-ı sabite:  Yüce harfleridir.

Bu son manaya işaret olarak, Muhiddin b. Arabî r.a. şöyle demiştir:
– Biz, yücelikler vasfı taşıyan harfler gibiyiz.. okunmaz.

İşi bir başka yoldan ele alalım..

Konuşan bir kimseye, bu konuşma işinde, arzuya bağlı bir hareket lâzımdır..
Bir de o harfleri, gayb sayılan içinden dudağa çıkaracak nefese ihtiyacı vardır..

Yüce Hakkın halkını meydana çıkarması da, aynı şekildedir.. yani: Onları gayb âleminden
şehadet âlemine çıkarması..

Önce murad eder..  sonra, onun bu muradını, kudretle ortaya çıkarır..

Bu irade: Konuşmayı yapanın, içinde bulunan hareket arzusuna bağlı iradenin karşılığıdır..

Bu hareket: Harfleri, içten dudağa getiren nefesinin karşılığıdır..

Yani: Bunlar, birbirine misal yollu bir benzetmedir.. Özellikle, halkı;
gayb âleminden şehadet âlemine çıkarması babında..

Halkın olumu ise.. konuşanın nefesi ile, kelimenin belli bir terkibde düzenine mukabildir.

İnsanı, zatı için: Kâmil bir örnek halinde meydana getiren yüce sübhandır..

Yukarıda anlatılan manaları nazara alarak, dikkatle kendine bakarsan:
Yüce Hakkın sıfatlarından her sıfat için, özünde bir örnek bulursun..

       Hele hüviyetine bir bak: Neye benzeyen bir örnektir?..

     Hele bir benliğine bak: Neye benzeyen bir örnektir?.

  Hele ruhuna bir bak: Neye benzeyen bir örnektir?..

Hele aklına bir bak: Neye benzeyen bir örnektir?..

Hele fikrine bir bak: Neye benzeyen bir örnektir?..

     Hele hayaline bir bak: Neye benzeyen bir örnektir?..

    Hele suretine bir bak: Neye benzeyen bir örnektir?..

Hele hayretengiz vehmine bir bak: Neye benzeyen bir örnektir?..

Sonra..  hele: Görmene, duymana,ilmine hayatına, gücüne, konuşmana, iradene, kalbine,
kalıbına 
ve sende bulunan diğer şeylere  tek tek bak; hangi şeyin kemâl derecesidir?..

Ve.. suret bakımından ondan daha güzeli var mı?..

Eğer bağlı olduğumuz bir ahd olmasaydı; bir şartla bağlanmış durum olmasaydı..
anlatılanların çok çok üstünde bir beyanda bulunurdum..

Ve.. o beyanı: Ayıklar için bir gıda yapardım: sarhoşlar için ise.. bir nakil..

Ancak işaret babında bu kadarı yeter..

Basiret derecesinin en alt derecesinde olanlar için dahi yeterlidir..

Şunu da diyeyim ki: Benim, üzerlerine dikkatle parmak bastığım sırların beyanı babında,
benden önce bir kimseye izin verildiğini bilmiyorum..

Bu babda, ancak ben varım ve bu iş için de emir almışım..

Kaldı ki: Bu kitabın çoğu kısmı bu kabildendir.. Ama, ben o sırları kabukla sarıp
sakladım..  Onları ancak kalb sahibi olanlar dile getirir, anlarlar..

Onların dışında kalanlar kalır..

Tıpkı: Perde arkasında kalan kimse gibi..

Allah..  Hak söyler..

Doğruya hidayeti nasib eden Allah’tır..

<– geriileri –>

Check Also

İnsan-ı Kamil – Abdûlkerîm Ceylî

             İnsan-ı Kamil                                 Abdûlkerîm Ceylî              Bu eserden beklenen odur ki; Salik için , en ...