İnsan-ı Kamil – 19. Bölüm (Kudret)

İnsan-ı Kamil                                 Abdûlkerîm Ceylî

                

Bu eserden beklenen odur ki;
Salik için , en yüce refikîne ileten ola..
Ama, ince, düşünceli, nazik, kibar arkadaş gibi..

 

19. BÖLÜM

KUDRET

KUDRET: Zata bağlı bir kuvvettir..
Ve.. bu kuvvet: Ancak Allah’ındır..

KUDRET:  Yüce Allah, şanı icabı; malumatı, yani: Mahlukatı,
bu aynî âleme çıkarmasıdır..

Yani: Bu dış âleme.. bu gözle görülen âleme..
Ama, ilmî bir hüküm icabı olarak..

Anlatılan âlem, KUDRET tecellisi için bir tecelli yeridir..

Yani: Onun malumatı dahilinde olan göze gelen varlığın, adem (yokluk) âleminden
gelip açığa çıktığı yerdir..

Sonra.. yüce Allah, zuhur bulacak şeylerin, kendi ilim gizliliğinde
mevcud olduğunu da bilir..

Şu da, bir başka tarif:

KUDRET: Varlıkları, anlatılan ilim içinde yok gibi gelenleri,
ortaya çıkaran kuvvettir..

KUDRET: Sıfat-ı nefsiye meyanında sayılır..
Ve.. rubûbiyet onunla zahirdir..

Sonra o.. yani: KUDRET; bizde var olan kudretin aynıdır..

Bize bağlandığı zaman: Yaratılmış bir KUDRET olur..
Yüce Allah’a bağlandığı zaman..

–  Ezelî, kadim KUDRET..
İsmini alır

Bu KUDRET: Bize bağlantısı dolayısı ile, önemli işler yapmaktan yana acizdir..

Ama, yüce Allah’a bağlandığı zaman: Eşyayı icad etmeye ve onlara
gizlilik âleminden bu şehadet âlemine getirmeye güçlüdür..

İncelik taşıyan bu manayı anla..

Çünkü: Onda büyük bir sır vardır.. Bu sırrın keşfi ise.. ancak,
Allah ehli kimselerden,  zata bağlı olanlara lâyıktır..

Bize göre KUDRET: Vasfı anlatıldığı gibi olan (madum) yok oluşun
bir icadından ibadettir..

Ancak, bu fikrimiz: Muhyiddin b. Arabî’nin r.a. aksinedir..

O, şöyle demektedir:

–  Allah, eşyayı yokluktan yaratmadı.. Ancak, ilmî varlığından
aynî varlığına çıkardı..

Bu fikirde, her ne kadar akla uygun bir yön var ise de, zayıftır..

Ben, Rabbımı KUDRET yönünden tenzih ederim.. Özellikle madum olan bir şeyin icadından
ve sırf yokluk olan âlemden, sırf varlık olan bu âleme getirmekten yana
KUDRET’inin güçsüz oluşundan..

Şunu bilesin ki..

Muhyiddin b. Arabî’nin r.a. yukarıda anlatılan fikri, inkâr edilmiş değildir..
Onun bundan sonra muradı şudur:

Eşya önce onun ilminde idi.. Sonra, onu bu göze gelen âleme getirdi..
böylece gelişin adı:

–  İlmî varlıktan, aynî varlığa çıkarmak..

Şeklinde söylenecek bir cümle ile konur..

Ancak, şurasını kaçırmıştır: Allah için,
zatında varlık hükmü, ilmindeki eşyaya verilecek varlık hükmünden önce gelir..

Zira, yüce Allah’ın varlık hükmünde varlıklar, yokluğa mahkûmdur..
Orada, ancak tek başına yüce Allah’ın varlığı vardır..

İşbu mana icabıdır ki: Yüce Allah’a kadim olma vasfı yerinde olur..

Bunun tersi bir mana düşünüldüğü zaman, hangi yönden bakılırsa bakılsın;
varlıkların kıdem babında onunla beraber yürümeleri lüzumu ortaya çıkar..

Yüce Allah ise, böyle bir şeyden yana münezzehtir..  yücedir..

Netice: Yüce Allah, eşyayı kendi ilminde  adem (yok) babından yarattı..
Yani: Yüce Allah, eşyâyı kendi ilmindeki yokluk içinde mevcûd olarak biliyordu..

Bu manayı düşün..

Anlatılan halden sonra, eşyayı ilimden bu gözle görülen âleme çıkarmayı yarattı..

–  Çıkarmayı yarattı..
Diyoruz.. Çünkü:Eşya, aslına bakılırsa..  sırf bir ademden ibaret olarak ilimde vardır..

Durum anlatıldığı gibi olunca: Yüce ve sübhan olan Allah, eşyayı
sırf yokluktan ibaret olarak yaratmıştır..

Burada, biraz ilimden bahsetmemiz gerekecek..

Bilesin ki..

Yüce ve sübhan olan Hakkın ilmi iki çeşittir:

a)  Kendisine olan ilmi..
b)  Mahlukatına olan ilmi..

Ancak, zatına bağlı öz ilme göre, her ikisi de, bir ilimden ibarettir..

Yüce Allah, mahlukatını bilir..
Ne var ki, mahlukatı kendi kıdemine göre bir kıdeme sahip değildir..

Çünkü o: mahlukatını ‘yaratılmış’ olarak bilir.. Zira, mahlukat onun ilminde
yaratılmıştır..

Ve.. mahlukatın kendisine yokluk hükmü geçmiştir.. Hem de,
bu yokluk, onların özlerine işlenmiştir..

Yukarıda bir cümlemiz geçti; onu:

–  Yüce Allah’ın varlık hükmü, eşyanın varlık hükmünden öncedir..
Şekline girecek bir mana ile söylemiştik..

Özellikle, bu öncelik üzerinde duralım..

Bu,  hükmî bir önceliktir; aslî değildir.. Zamana bağlı bir öncelik de sayılmaz…
Çünkü, yüce Allah: Özünde zatı ile bir istiklâle sahiptir..

Mahlukatın ise..ikinci bir mana ile alınacak varlığı vardır..
Bu varlığı ise.. yüce Allah’a olan ihtiyacı icabı almıştır..

Bu durumda, yüce Hak için  söylenen ilk varlığında yok olmuştur..
Ama, yüce ve sübhan olan Allah, onları ilminde bulunan sırf yokluktan
icad yolu ile yaratmıştır..

Behaim cinsinden sayılanları, ilmi âleminde bu aynî âleme
kudreti ile çıkarmıştır..

Diğer mahlukatı ise.. yokluktan ilme, ayne doğru bir icad yolundan getirip
icad etmiştir..

Yaratmada ve icad işinde yol burada kalır.. Daha ötesi yoktur..

Yukarıda anlatılan durum karşısında:

–  Mahlukatı ilmindeki icadından önce, bilmezdi..
Şeklinde bir cümle kullanılmaz..

Bu manayı, daha iyi kavramak için, zaman ve öncelik kaydını
silmek icab eder..

Öncelik,  ancak hükmî bir önceliktir.. O da, ulûhiyetin gerektirdiği bir şekilde
olmaktadır..

Zira, ulûhiyet, kendi özünde bir izzet sahibidir.. Taşıdığı vasıfları ile,
âlemlerden yana bir istiğna sahibidir..

Sonra..

Yüce Hakkın ilminde bulunan o mahlukatın varlığıda,
onlar için aslî olan yoklukları arasında da bir zaman mefhumu yoktur..

Yüce Hak için, yukarıda biraz anlatıldığı üzere:

–  Onları, ilminde icaddan önce, yüce Allah bilmiyordu..
Şeklinde bir söz edilebilir..

Buraya kadar olan izahımız da, bu gibi sözlere yer verilmesi içindir..
Zira yüce Allah, bu gibi isnatlardan yana tam olarak yücedir..

Bu manayı anla..

Anlatılan manayı, ilâhi keşif bize onun zatından ihsan eyledi..

Kitabımıza onu almamızın sebebi ise.. o keşif üzerine bir tenbihtir.. nasihattir..
Bu tenbih ve nasihat ise.. Allah ve Resulü namına müminleredir..

Söylediklerimizi, adı geçen zata itiraz için söylemedik.

Çünkü: Anlattığımız sınıra kadar, isabetli söylemiştir..
İsterse, beyan ettiğimiz hükme karşı hatalı sayılsın..

Bu manada:

–  “Her ilim sahibinin üstünde bir alîm vardır..”  ( 12 / 76 )
Ayeti ile işaret edilen manayı da kavramak icab eder..

Yukarıda anlatılan manaları anladıktan sonra, şunu da bilesin: KUDRET-İ
İLÂHİYE kendi sübutu ile sâbit bir sıfattır..

Her halden ve her yönden, ondan acizlik durumu kalkar..

–  Sübutu ile, ondan acizlik durumu kalkar..
Cümlemizden:

–  Sübutu olmadığı zaman acizliği kalır..
Gibi bir mana çıkarılmamalıdır.. O aslında sâbittir..

Sabitlik durumunun kalkması babında bir takdir caiz olamaz..
Çünkü o: Sonuna kadar sabittir.. Acizlik  ebedi onda yok kalmamıştır..

Böyle bir şey yoktur..

Bu manayı da anla..

<– geriileri –>

Check Also

İnsan-ı Kamil – Abdûlkerîm Ceylî

             İnsan-ı Kamil                                 Abdûlkerîm Ceylî              Bu eserden beklenen odur ki; Salik için , en ...