Bilincin Bilimi ve Felsefesi

Bilinç”, pek çok disiplinin büyük düşünürlerinin aydınlatmaya çalıştığı çözülmemiş gizemlerden biridir. Merriam-Webster Sözlüğü, bilinci basitçe “farkında olma niteliği veya durumu” olarak tanımlar. Ancak, bilincin gerçek tanımı yüzyıllar boyunca büyük düşünürler tarafından tam anlamıyla tanımlanmaya çalışılmıştır; felsefeciler, doktorlar, psikologlar, nörobilimciler ve bilimsel araştırmacılar bilinç üzerinde önemle durmuşlar, her dalda onu tanımlamaya çalışmışlardır.

Bilincin gizemini çözmenin bir yolu, zıt halini -bilinçsizlik durumunu – incelemektir. Bir kişi genel anestezi (tıbbi olarak uyarılmış koma) aracılığıyla bilinçsiz hale gelebilir. Batı Yarımkürede insanlara uygulanan anestezinin kökeni kısa ve nispeten modern bir tarihe uzanır.

Sıvı eter, 1540 yılında hayvanları uyutmak için Paracelsus (Theophrastus Bombastus von Hohenheim) tarafından kullanılmıştı. Ancak 1842’de Amerikalı cerrah Dr. Crawford Williamson Long, ilk kez insanlarda anestezi olarak bir gaz olan dietil eter kullandı.Dr. Long daha sonra keşfini 1849’da yayınladı.

1846’da William Morton adında bir Bostonlu dişçi hastası üzerinde dietil eter kullanarak ona anestezi vererek, cerrahi müdahelede bulundu. Ertesi yıl, İskoç doğum uzmanı Dr. James Young Simpson, Londra Tıbbi Gazetesinde seksen hasta üzerinde onlara kloroform koklatarak bayıltıp, müdahele ettiğine dair yazdığı makaleyi yayınladı. Bugün çeşitli ilaç şirketleri tarafından üretilen çeşitli intravenöz (damardan) ve inhale (soluyarak) anestezikler (uyuşturma özelliği olan) vardır. Anestezi ilaçları beyin dalgalarında veya salınımlarda hızlı bir başlangıç yaparak çeşitli beyin bölgelerinin aktivitesini ve iletişimini sağlar. Ancak, hiç kimse anestezinin insanı bilinçsiz hale nasıl getirdiğinin kesin mekanizmalarını bilmez – bunu bilmek için, bilincin gerçek doğasını anlamak gerekmektedir.

Bir teoride; anestetiklerin, insan beyninin bilgiyi fonksiyonel bir kopukluk yoluyla bütünleştirmesini engellemesi olarak dile getirilmekte.

Bilinç, beynin fiziksel öğelerine içsel olarak bağlı bir biyomekanik fenomen mi? Başka bir deyişle, beyin yüzünden mi bilinç var? Bu biyomekanik kavram, en az bir tanınmış bilinç hipotezi – global çalışma alanı (GWT) teorisi- ile belirli bir anlam kazanır.

 “Global Çalışma Alanı Teorisi”, La Jolla, Kaliforniya’daki Neurosciences Enstitüsü’nde Hollandalı nörobilimci Bernard J. Baars tarafından formüle edildi. Baarlar, insan beynini, benzersiz bir çalışma belleğine sahip, bilgi işlemlerini sürekli olarak işleyen, dağınık bilgisayımsal uzmanlar topluluğuna benzetir. 2005 yılında Beyin Araştırmalarında İlerleme adlı dergide yayınlanan “Bilinç Teorisinin Global Çalışma Alanı: İnsan Deneyiminin Bilişsel Sinirbilimine Doğru” adıyla yayınladığı makalede, Baars bunu, anının, tek bir seferde-zamanda, tek bir tutarlı içerikle doğada seyri olarak nitelendirdi. Baar, “bilinç”i, idareci rehberliğinde dikkatin spot ışığı ile ona çevrilen anlık hafıza sahnesindeki parlak bir noktaya benzetir.

Bilinç, hafızanın içeriğini tüm sisteme genişletebilir ve yayınlayabilir. Metafor kullanarak yaptığı açıklamasında, Baars, genel tiyatronun karanlık ve bilinçsiz olduğunu ve sahnede spot ışıklı alanın bilinci temsil ettiğini öne sürmektedir. Bilinç, “beyne geçittir, ağgeçitidir” ve problem çözme konusunda birden fazla ağın işbirliği yapmasına ve rekabet etmesine olanak sağlar.”

Avustralyalı filozof David Chalmers, Baars’ın teorisini, deneyim yönünü açıklamada eksik olan “bilişsel erişilebilirlik”ten bir tanesi olarak görüyor. Chalmers, 1995 yılında Bilinç Araştırmaları Dergisi’nde yayımlanan bir makalede bilinç muammasını “kolay” ya da “zor” problem olarak ikiye ayırır. “Kolay” problemler, ya sinirsel ya da sayısal mekanizmalarla açıklanabilen olgulardır. Örneğin; uyanık olma ve uykuda kalma arasındaki fark, Chalmers tarafından bilincin “kolay bir problemi” olarak düşünülebilecek bir fenomendir ve bilişsel işlev olarak açıklanabilir. Chalmers’a göre, “bilincin zor problemi”, ne nörobilim, ne de bilişsel bilim tarafından açıklanamayan deneyimin öznel doğasıdır.

Chalmers’ın “bilinç hakkındaki zor problemi” atlatmanın bir yolu da, bilince olduğu gibi yaklaşmaktır. Fransız filozof, matematikçi, bilim adamı René Descartes, öz bilinci/özfarkındalığı iki bölümle ele alır: düşüncenin ve varoluşun kendi farkındalığı/ kendinden kendine farkındalığı.

Bu kendine ait içsel-deruni algı görüşü, aynı zamanda İngiliz Filozof, Oxford Akademisyeni ve araştırmacısı John Locke tarafından da ifade edilmektedir. John Locke kitabında, “Her duygu, akıl yürütme veya düşünmede, bizler kendimizin,özümüzün-özbilincimizin farkına varıyoruz (kendimizden kendimize)”

Benzer şekilde, Wisconsin-Madison Üniversitesi’nden İtalyan nörobilimci ve psikiyatrist Dr. Giulio Tononi, Chalmers’ın “zor problemi”ni bilimsel terosinde sunduğu gibi bilincin varlığını kabul eden birleşik matemetik ve felsefik yaklaşımla ortadan kaldırıyor.

BMC Sinirbilimi dergisinde yayınlanan “Bilişimin Entegre Bilgi Teorisi” başlıklı makalesinde Tononi, bilincin, “bilgiyi bütünleştirmede-entegre etmedeki sistemin kapasitesine karşılık geldiğini söyler. Tononi, “bir sistem için mevcut olan bilinç miktarının, bir unsurlar bileşiğinin Φ (“phi/fi ”) değeri olarak ölçülebileceğini varsaymaktadır, “fi değeri”, öğelerin altkümesinin en zayıf bilgi bağına entegre olabilen nedensel olarak etkili bilgi miktarıdır.

Matematiksel olarak, IIT(Entegre Bilgi Teorisi) , birbirine bağlı karmaşıklığın yüksek bilinçlilik için bir şart olduğuna işaret eder. Örneğin; insan beyninin yüksek oranda entegre edilmiş nöronal ağı ile bilinçli kısmı, yüksek bağlantılı bir “fi (Φ) değeri”ne sahip olurken, birkaç transistör arasında düşük bir ara bağlanabilirliğe sahip olan geleneksel bilgisayarların ise düşük bağlantılı bir “fi (Φ) değeri”ne sahip olacağı gibi..Bu da, günümüzün yapay zekanın (AI) desteklediği robotların IIT’ye göre bilinçli olmadığı anlamına gelir.

Seattle’daki Allen Beyin Bilimi Enstitüsü başkanı ve müdürü Christof Koch, “Makine Bilincini Nicelleştirebilir miyiz?” (IEEE Spectrum, Mayıs 2017) başlıklı makalesini Giulio Tononi ile beraber yazdı. Makalede, IIT’nin etkilerinin gelecekteki makine zekasına etkileri inceleniyordu. Halen, geleneksel bilgisayar sistemleri, insan beyin yapısının karmaşıklığından yoksundur ve bu nedenle bilinçli bir deneyime sahip değildirler.

Fakat, insan beynine göre modellenen nöromorfik hesaplama yapısı, birbirine oldukça yüksek şekilde birbirine bağlı mantık ve bellek kapıları ile geliştirilmektedir. “Yüksek fi değerine” sahip nöromorfik bir makine, Entegre Bilgi Teorisi’ne (IIT) dayanarak bilinçli olarak tanımlanabilir. Bu teknoloji, biyolojik beyin yapısından esinlenilen tasarımla, nöromorfik donanım ve yapay sinir ağları tarafından beslenen yapay genel zekaya (AGI) doğru ilerledikçe, gelecekte yasal ve etik kaygılar arttırabilir.

Bilinç, henüz tam olarak açıklanamamış, belirsiz bir kavramdır. Bilim adamları ve araştırmacılar, insan beyninin biyomekaniğine dair çalışmalarda ilerledikçe, bir gün “kolay” problem daha iyi anlaşılabilir. Bilincin doğası, insan aklı-zihni  kadar karmaşıktır.

Erwin Schrödinger şöyle diyor: “Bilinç, fiziksel olarak açıklanamaz. Bilinç, kesinlikle temeldir. Başka hiçbir şey açısından açıklanamaz. (The Observer, 1931)

Çeviren: AylinER
https://www.psychologytoday.com/us/blog/the-future-brain/201807/the-science-and-philosophy-consciousness?amp&__twitter_impression=true

Check Also

Geri Dönüşü Olmayan İnsan Ruhunun Ölümsüz Yolculuğu