Beyinde İnanç

Tartışmalı Nöroteoloji bilimi şu eski soruya cevap bulmayı amaçlıyor: “Neden inanırız?”

Ekran Alıntısı

Soldaki resimde “God Helmet-Tanrı Başlığı”nın yeni dini deneyimler yaratmak için elektrik sinyallerini kullandığı bildirilmektedir.

Sıkı bir ateist olan Kevin’in meditasyon yaparken beyin taramasını yapan  nörobilimci Andrew Newberg, büyüleyici bir şey keşfetti: “Daha önce beyin taramalarını yaptığım Budist rahipleri ve Fransisken rahibelerinin beyinlerini Kevin’inki  ile karşılaştırdığımda, Kevin’in beyni belirgin bir şekilde farklı işlemekte. Kevin’in beynindeki duygusallığı kontrol eden ve dikkate aracı olan prefrontal korteksinde, çok daha fazla akvitasyon mevcut. Beyni çok fazla analitik şekilde çalışmakta ve hattâ bu durum o dinlenirken bile devam etmekte.”

Newberg benim beynimin de taramasını yapsa acaba benzer şeyler bulabilir mi? Ben de bir ateistim. Bunun büyük bir sebebi benim yetiştiriliş tarzımdan  (babam, CERN’in eski genel müdürü, teorik fizikçi. Kendisi, “Tanrı” parçacığı- ki bu tanımlamayı aslında pek çok fizikçi sevmez- diye de bilinen Higgs Bozon’unu araştıran Büyük Hadron Çarpıştırıcısını kuran kişi.)  ancak dünyada  milyarlarca insanın hayatının merkezi olmuş dinlerde acaba “kaçırdığım” birşey mi var, diye diğer dinleri yine de  uzun süreli araştırdım ve bu ruh hali ile de bir kaç yıl önce Evangelist Hristiyanlığına Girişi kapsayan  10 haftalık “Alfa” kurslarına katıldım. Bu kurs kesinlikle beni ikna edemedi ancak bu süreç içinde Mark’ı etkileyebildi. Mark bana tamamen ikna olduğunu ve Kutsal Ruh’a teslim olduğunu söyledi.Onu izledim ve şaşırdım. Ben hiç bir şekilde etkilenmezken, neden O bu transandant duruma girmişti? Aldatılmış mıydı?Yanısılsama mı içindeydi? ya da gerçekten Tanrı ile bir bağlantı mı kurmuştu? Ya da beyinlerimiz basit anlamda farklı bir nöronsal bağlantılar mı  içindeydi?

Newberg: “İnsanlar konuşmaya başladıklarında tamamen kopuyorlar, tamamen farklı bir hale geçiyorlar. Aslında onlar çoğu zaman, işleri ve çocukları olan “normal insanlar” ve herhangi bir delüzyonal, kuruntusal  işaret göstermiyorlar. Onların bu tutku ile dolduğu andaki hallerinin beyin taramasını yaptığımızda, Budist rahiplerinin ya da Karmelit rahibelerinin meditasyon içinde yaptığı dua anındaki beyin taramalarından farklı sonuçlar göstermekte. Farklı olan; onların konsantrayonla ilgili olan frontal loblarındaki artış gösteren aktivite ancak tam anlamıyla anlaşılmayan konuşmalar yapanlarda—dua edenleri kasdediyor– bu alanda beyinleri düşük aktivite göstermekte ki bu da başka birinin ipleri, kontrolü ele almış olduğu hissini vermekte.”

Peki, ya ben?… “Frontal lobunuzdaki aktiviteyi dindirmekte zorlanırsanız buna hiç de şaşırmam, dolayısıyla, bu aktivite şu demek ki; diğer insanların beyinleri etrafında olup bitenlere basit anlamda teslim olurken, sizin olaylara kritik, eleştirel bir gözle bakma ve gözleme eğilimine sahipsiniz.”

Newberg, Philadelphia, Jefferson Myrna Brind Bütünleyici Tıp Merkezi’nde araştırma müdürü, diğer pek çok kitap gibi “Metafiziksel Zihin” adlı kitabın yardımcı yazarı. Kendisi, dini konuda şüpheleri olan pek çok septiğin uzun süredir kuşkulandığı konu olan “Tanrı bizi yaratmadı, biz Tanrıyı yarattık”ı inceleyen yeni ve oldukça tartışmalı bir bilim olan nöroteolojinin önde gelen nöroteolojistlerden.

Çeşitli meditasyon ve dua yapanların beyin taramalarını yaptığında Newberg, duyguları regüle eden beynin limbik sisteminde artan bir aktivite tespit etti. Ayrıca, parietal lobunda(uzay ve zamanı orient etmeden sorumlu) da düşüş gözlemledi. Newberg bu düşüş için şunu dedi: “Bu olduğunda benlik hissini kaybediyorsun.Diğer şeylerle çok büyük bir bağ ile bağlı olduğun, onlarla bağlantılı olunduğun nosyonuna sahip oluyorsun. Bu ben dediğinin hiçlikte ya da tanrıda ya da evrende çözülme, erime hissi olabilir.”

Bu tarz “mistik” ve “benliğin silinmesi”deneyimleri neredeyse tüm dinlerin merkezinde yer alır—Karmelit rahibelerinin dua sırasında mistik bir şekilde ruhlarının o uluhiyetle sarmalandığı bütünleşme deneyimleri, Budistlerin kutsal objelere odaklanarak evrenle bütünleşip tek olma çabası—Ancak Newberg ve meslektaşları haklı ise, bu tarz deneyimler yüce bir varlığın dokunması ile değil, beyindeki kimyanın saf sinyallerinden.

Newberg: “Beyin, öyle bir oluşmuştur ki insan olarak bizler, insan bilincinin sınırlarını aşan, transandantal deneyimlere kolay bir şekilde sahip oluruz, ve inancımızı daha büyük bir güce yöneltiriz. Bu durum, her bir kültürde dinlerin neden mevcut olduğunu açıklamakta, muhtemelen de, spiritüeliteyi de tartışılır bir şekilde türümüzü tanımlayan özelliklerinden bir tanesi yapmakta.”

Dini görüşlere dayanarak, bu tarz keşifler ya derinden büyüleyici bir etkiye sahip ya da yoğun bir rahatsızlık vermekte. Tarih boyunca, tıpkı ruhun bedenden ayrı görüldüğü gibi, tanımlanamaz varlıklar, materyalist evrenin ötesine  geçme  durumları ile bağdaştırılan sipirüelite de dinin dışında bir şey olarak görüldü.

Ayrıca, elbette, içerikleriyle nöroteoloji ya da biyoteoloji–beynin sadece bir “etten bir bilgisayar” olduğunu bakış  açısı– Amerika’da oldukça yaygın ve burada “atesit” ya da “agnostik-bilinemezci” olma sayısı nüfusun 1.6’ larından 2.4’lerine çıktı.

Yine de bazı teolojistler, Tanrı’nın bedenlerimizi görme beceri ise donattığının bir kanıtı gördüklerinden dolayı, bu araştırmaları kabul ediyorlar.

Boston Üniversitesi’nden Nörolog ve “Dini Deneyimin Nörobilimi” kitabının da yazarı  Prof.Patrick McNamara şunları ifade ediyor: “Herkes bana epey saldırdı. Ateistler benden nefret ediyorlar,çünkü dinin beyinde dayanağı olduğunu söylüyorum ve kökten hristiyanlar da benden nefret ediyor, çünkü ben dinin beyin impulslarından başka bir şey olmadığını da söylüyorum.”

Oxford Üniveristesi İlahiyat Profesörü ve yakında yayınlacak “Niye İnanırız, Neden İnanmayız” kitabının yazarı Graham Ward, Tanrı’yı ifade eden pek çok nörobilimsel açıklamalar konusunda kuşkulu ve kendisi son zamanlardaki gelişmelerin, belirli fonskiyonlardan beynin sadece bir bölgesinin sorumlu olduğu ile ilgili teoriyi zayfılattığını söylüyor. Kendisi, temporal lobların sadece dini deneyimlerde değil, herhalükarda, herhangi bir heyecanda da aktive olup, aydınladığını dile getirmekte.

Yine de, Graham dini bilimsel olarak incelemenin gerekliliğini söylemekte ve şunu ekliyor: “Din, hem pek çok medeniyetin, hem de savaşın kökeni, dinin mitolojik bir gücü var, dinin nasıl işlediğini anlamalıyız ve nasıl tehlikeli olacağına dair de dikkatli olmalıyız.”

Din eğer sadece zihnin bir ürünü ise, o zaman belki de yapay olarak da simule edilebilir—potansiyel olarak güçlü sonuçları ile–. 1900’larda Kanadalı bilişsel nörobilimci Michael Persinger “God Helmet-Tanrı Başlığı” adında bir başlık icat etti. O, bu başlıkla, deneklerin parietal lobların da dahil olduğu beynin kısımlarına karmaşık elektromanyetik etki yaratarak dini deneyimleri simüle eder, sahte dini deneyim kurgular.

Pesinger laboratuvarında deneyler yaparken, dışarda kızgın Evangelist hristiyanlar, Tanrı’nın bir makine ile kopyasının yapılmasına karşı gösteri yapmaktaydı.Ancak bu başığı takanların %80’i odada bir varlığı hissettiklerini ve pek çoğu da bunu tanrı olduğunu bildirdiler. Deneyden sonra, bir çeşit kaybetme hissi ile de dolarak, olduça derin duygusallık yaşadılar.

Bu Pesinger’ın şu sonuca ulaşmasına yol açıyor: İlahi vizyonlar (her bir çeşit beden-dışı deneyimler, Meryem Ana’nın Kutsal Ruh tarafından ziyaret edilmesinden, UFOların ziyaretlerine kadar), insanların muhtemelen dünyanın plakalarındaki  ve çevresel bozukluktaki değişimlere bağlı olan enerji dalgalarına maruz kalmalarından başka bir şey değil.

2001 yılında, Pesinger belki de dünyanın en önde gelen ünlü ateisti Prof. Richard Dawkins’e bu “Tanrı başlığı”nı taktı.Dawkins, nefes almasının ve uzuvlarındaki hislerin etkilendiğini ancak Tanrı’yı görmediğini dile getirdi.Halâ iyimser olan Pesinger, ilk testlerin, Dawkins’in temporal lobunda diğerlerinden çok daha az hassasiyet olduğunu söylemekte.


Persinger vs Dawkins: The God Helmet from Tommy Decentralized on Vimeo.

Ya da belki de, Dawkins’de  basit anlamda “Tanrı Geni” ya da “VMAT2” yok.Daha net olmak gerekirse, bu gen beyinde  ruh halini regüle eden kimyasalları-monoaminleri kontrol eder.Amerikalı moleküler genetikçi Dr. Dean Hamer’a göre, bu gene sahip olan denekler, öz-aşkınlık (bilincin sınırını aşma-transdantal), sipiritüel deneyimlere karşı daha duyarlı oluyorlar. Pek çok nörobilimci şimdilerde sipiritüeliteye yönelimin ve yatkınlığın beynin dofamin ve serotonin nörotransmiterleri ile bağlantılı genleri kapsadığını söylemekte.

Yakın bir zamanda Alabama’daki Auburn Üniversitesi’nde yapılan bir başka çalışmada, denekler günlük hayatlarında, işdeyken doğaüstü elementler algıladıklarında, onlara dini inançlarını düşünmeleri söylendiğinde, onlar korku ile bağdaştırılan beyin yollarını kullanma eğiliminde oldular. Doktirine dayalı inanca sahip olanlar ise dille-lisanla bağlantılı beyin yollarını kullanma eğiliminde oldukları gözlendi. Diğer yandan, ateistler ise görsel görüntülemeye dair beyin yollarını kullanma eğilimi gösterdiler.

Ekip, bir dine inanmayan, inançsız kişilerin doğaüstü varlıkların varlığını test etme adına görsel olarak onları görmeyi hayal ediyorlar ve neticede de bu görüntü hafızalarındaki bilindik herhangi bir şeye uymadığı için de bu fikri muhtemelen reddediklerini düşünmekte.

Araştırmacılar, bireylerin inanç, arzu ve niyet gibi zihinsel durumları kendileriyle ilintilendirme ve diğerlerinin kendilerinkinden daha farklı zihinsel durumlara sahip olabileceklerini anlama becerisi gösterdiklerini gördüler. Bu beceri ”zihin teorisi” olarak bilinir ve bunun insanlarda binlerce yıldır evrimleştiği —dinin de insan evrimin bir yan ürünü olduğu ortaya konmaktadır–düşünülmektedir.

Sipiritualite, sonuçta, önemli bir insani amaç gütmektedir. Çok sayıda çalışma, dini inancın tıbbi ve psikolojik açıdan (sosyolojik açısına değinmeye gerek bile yok) yararlarını göstermektedir. Raporlar, kiliseye gidenlerin dine inamayanlara göre ortalama 7 yıl daha fazla yaşadıklarını, ayrıca kan basıncını düşürdüğü ve göğüs kanserini daha hızlı iyileştirdiğini, koroner hastalığı ve romatizma ile ilgili daha iyi sonuçlar ve IVF’de büyük başarı ve çocukların daha az menenjit geçirdiğini göstermektedir.

Gerçek, içsel bir inanca” sahip olan(derin bir kişisel inanca sahip olanlardan bahsediyoruz yoksa  sosyal bir yönelim içinde tapınmak için bir yere gidenlerden bahsetmiyoruz)  hastalar, derinden dini inanca sahip olmayanlara göre depresyondan %70 daha hızlı kurtuluyorlar.

Beyin kimyasındaki değişiklikler ayrıca kişilerin dine inancını kaybetmesine de neden olabiliyor. McNamara, Parkinson hastalağına sahip olan kişileri MRI taramasından geçirir ve şunları açıklar: “Oldukça dindar olan ancak hastalık ilerledikçe, bazı dini yönlerini  kaybeden bir altgrup keşfettik. Bu hastalığa sahip  olanlarda dofamin adlı nörotransmiter eksikliği gözlemledik. Bu da beni şunu düşünmeye itti: acaba dinsellik prefrontal lobtaki dofamin aktivitesine mi bağlıydı?.. Beynin  bu alanları karmaşıklığı en iyi şekilde ele alan bölgeler, dolayısıyla Parkinson hastaları karmaşık dini deneyimlere erişmekte zorlanmakta.”
Ekran Alıntısı2Budist rahipleri evrenle bütünleşip, o bir’liği hissettiklerini söylüyorlar ama bu sadece beyindeki bir kimyasal değişimi olabilir.

McNamara: “Din olması gerektiği şekilde yürüdüğünde –tabii ki fanatiklerin inanmayaları bombalaması şeklindeki bir durumdan bahsetmiyoruz—bu, inhibit-ketleme impulslarına yardımcı olan prefrontal lobu kuvvetlendiriyor.”

Bu şekildeki avantajlarını bir tarafa bırakırsak,dinler  inananlarına destekleyici sosyal bir ağ ve bu ağın yararlarını da sunmakta—araştırmalar sosyal etkileşimden kopuk yaşayanların obezite, alkolizm ve günde 15 sigara içmeden daha zararlı olabileceğini göstermekte.

McNamara: “Bir grubun üyesi olmak psikolojik açıdan çok önemli. Refah dönemlerinde insanlardaha geniş hareketleri sorgulama eğilimindelerdir ancak ekonomik gerilimin olduğu zamanlarda,aşırı tutucu, kökten hareketler gelişir.”

İlginç olanı, yeniden doğmuş olarak kendilerini tarif eden kişiler, deneylerde bu belirgin yarara dair herhangi bir kanıt ortaya koymamışlardır. Tam tersi, Kuzey Karolina Duke Üniversitesi Yaşlanma Konusunda Çalışmalar Yapan  Merkez, yeniden doğmadıklarnı dile getiren dindar insanlarla kıyaslandığında, yaşamlarını değiştiren dini  bir deneyim yaşayan insanlarda  belirgin halde daha büyük  hipokampal atropi-körelme (depresyon, Alzeimer ve bunama gibi beyin hasarları) oluştuğu gözlemlemiştir.

İnsan ruhu herhangi bir bilişsel uyumsuzluktan nefret eder—ya da müzmin, sabitleşmiş inançlara meydan okumasından—ve dolayısıyla, bilimadamları, “yeniden doğan”  hristiyanların eski moddaki düşüncelerinin üstesinden gelebilimek için mücadelelerine devam edeceklerini ve bunun da beyinlerinde ciddi anlamda strese yol açacağını düşünmekteler.

Gerçi, psikolojik olarak sağlıklı olmak istiyorsam, dinibütünlüğü, dindarlığı taklit etmem gerekir .. Bir kaç yıl önce, düzgün sosyal bağlara sahip olmadığımın( evden çalışıyordum) farkına vararak, bazı gruplara katılma girişiminde bulundum ve ayrıca  son zamanlarda, pek çok diğer insan gibi, ben de yoga ve farkındalık , meditasyonun seküler bir şekli gibi konulara ilgi göstermekteyim.

Benim gibi şüpheci insanlar, bu tarz alanları tuhaf buluruz.Ama şimdi, sağlık açısından yararları kanıtlandığı için—özellikle prefrontal lobu güçlendirmesi—bunları göz ardı etmek aptallık olur.

Ward: “ Yarı-dini durumları örneğin hafif, soft Budizm  gibi farkındalıklı yararlı durumlar oluşturması adına kabul ediyoruz ve bu da kötü bir şey değil.Çok fazla meşgulüz ve gerginiz, dolayısıyla, bizlerin bir makine olmadığımızı hatırlama ve stresle başa çıkmak  için terapik yollar bulma ihtiyacı, ne şekilde olursa olsun, tabii ki kabul edilebilir birşey.”

çeviri ; AylinER
http://www.telegraph.co.uk/culture/books/10914137/What-God-does-to-your-brain.html?sf3406400=1

Check Also

Geri Dönüşü Olmayan İnsan Ruhunun Ölümsüz Yolculuğu