Maddenin Ardındaki Sır

Hazırlayan: Hakan Çakmak

İnsan, yaşamının başından itibaren, içinde yaşadığı dünyanın kesin bir maddesel gerçekliği olduğuna inanmıştır.

Bu şartlanma içinde büyür ve tüm hayatını bu bakış açısı üzerine kurar.

Ancak modern bilimin ulaştığı sonuçlar, sanıldığından çok farklı ve önemli bir gerçeği ortaya çıkarmıştır.

Dışımızdaki dünya hakkındaki tüm bilgiler, bize beş duyumuz aracılığı ile ulaşır.

Bu dünya gözümüzün gördüğü, kulağımızın duyduğu,burnumuzun kokladığı, dilimizin tattığı ve elimizin dokunduğu bir dünyadır.

İnsan doğduğu andan itibaren bu beş duyuya bağımlıdır.

O nedenle, dış dünyayı ancak bu duyuların tanıttığı şekliyle tanır.

Oysa algılarımız üzerinde yapılan bilimsel araştırmalar, dış dünya dediğimiz kavram hakkında bugüne kadar sanıldığından tümüyle farklı gerçekleri ortaya koymuştur.

Bu gerçekler, dış dünyayı oluşturan maddenin, çok önemli bir sırrını gün ışığına çıkarmıştır.

Çağdaş düşünür Frederick Vester, bilimin bu konuda ulaştığı noktayı şöyle ifade eder: “Bazı düşünürlerin ‘insan bir hayaldir, aslında bütün yaşananlar geçici ve aldatıcıdır, bu evren bir gölgedir‘ şeklindeki sözleri, günümüzde bilimsel olarak kanıtlanıyor gibidir.”

Maddenin ardındaki bu sırrı kavramak için, önce dış dünya hakkında bize en çok bilgi veren duyumuz olan, görme hakkındaki bilgilerimizi hatırlayalım.

Nasıl görüyoruz ?

Görme işlemi, bir kaç aşamada gerçekleşir.

Görme sırasında, herhangibir cisimden gelen ışık demetleri, yani fotonlar, göz merceğinden kırılarak geçer ve gözün arka tarafındaki retinada odaklanır.

Burada elektrik sinyallerine dönüştürülen ışınlar, görme siniri aracılığıyla beynin arka tarafındaki görme merkezine iletilir.

Görme işlemi de beyindeki bu merkezde gerçekleşir.

Hayatımız boyunca izlediğimiz her görüntü, başımızdan geçen her olay, gerçekte bu küçük ve karanlık bölgede yaşanmaktadır.

Şu an seyretmekte olduğunuz bu filmde, kilometrelerce uzağa baktığınızda gördüğünüz uçsuz bucaksız manzara da aslında bu birkaç santimetreküplük lük yerde oluşmaktadır

Şimdi bu bilgiyi daha dikkatli bir şekilde düşünelim.

Görüyorum derken, aslında gözümüze gelen ışınların elektrik sinyaline dönüşerek beynimizde
oluşturduğu etkiyi görürüz.

Görüyorum derken, aslında beynimizdeki elektrik sinyallerini seyrederiz.

Bu arada gözden kaçırılmaması gereken bir nokta daha vardır:

Beyin ışığa kapalıdır ve içi tamamen karanlıktır.

Dolayısı ile beynin ışığın kendi ile muhatap olması asla mümkün değildir.

Buradaki ilginç durumu bir örnek ile açıklayalım:

Karşımıza yanan bir mumu alıp, onun ışığını seyrettiğimizi düşünelim, mumun ışığını seyrettiğimiz süre boyunca, kafatasımızın ve beynimizin içi kapkaranlıktır.

Mumun ışığı, hiç bir zaman bizim beynimizi ve görme merkezimizi aydınlatmamaktadır.

Fakat biz karanlık beynimizin içinde son derece aydınlık ve renkli bir dünya seyrederiz.

Aynı durum diğer algılar için de geçerlidir.

Ses, dokunma, tat ve koku, beyinde yalnızca birer elektrik sinyali olarak algılanır.

Dolayısıyla beynimiz, yaşamımız boyunca maddenin bizim dışımızdaki aslıyla değil

sadece elektriksel bir kopyasıyla muhatap olmaktadır.

Biz ise bu kopyaları, dışımızdaki gerçek madde zannederek yanılırız.

Beynimizin içindeki dış dünya

Bu fiziksel gerçekler bizi tartışılmaz bir sonuca ulaştırır.

Bizim gördüğümüz, duyduğumuz ve dokunduğumuz ve adına madde, dünya veya evren dedigimiz kavramlar sadece ve sadece beynimizde yorumlanan elektrik sinyalleridir.

Örneğin dış dünyada bir kuş gördünüz, fakat gerçekte bu kuş dış dünyada değil beyninizdedir, kuştan yansıyan ışık parçacıkları, gözümüze ulaşır ve burada elektrik uyarılarına çevrilir.

Bu uyarılar sinirler araılığıyla beyindeki görme merkezine iletilir.

Gördüğümüz kuş aslında beynimizdeki elektriksel sinyalleridir.

Eğer beyne giden görme sinirini keserseniz,kuş görüntüsüde bir anda yokolur

Aynı şekilde duyduğumuz kuş sesleri de aslında beynimizin içindedir.

Kulaktan beyne giden siniri kesersek,geride hiç bir ses kalmaz.

Kısacası, sesini duyduğumuz, şeklini gördüğümüz kuş, beynin elektrik sinyallerini yorumlamasından başka bir şey değildir.

Burada üzerinde düşünülmesi gereken ayrı bir noktada uzaklık hissidir.

Uzaklık , örneğin bu ekranla aranızdaki mesafe beyninizdeki bir boşluk hissinden başka bir şey değildir.

Bir insanın kendinden çok uzakta sandığı maddeler de , aslında beyninde tek bir noktada toplanmış görüntülerdir.

Örneğin, insan göğe bakıp yıldızları seyreder ve bunların kendinden milyonlarca ışık yılı uzakta olduklarını sanır.

Gerçekte ise yıldızlar onun içinde, beynindeki görüntü merkezindedir.

Siz bu filmi izlerken, içinde oturduğunuz sandığınız salonun da aslında içinde değilsiniz, aksine salon sizin içinizde.

Bedeninizi görmeniz sizi salonun içinde bulunduğunuz hissine kaptırır

Ancak unutmayın bedeniniz de beyninizde oluşan bir görüntüden ibarettir.

Buraya kadar sürekli olarak bir dış dünyadan ve bir de bizim gördüğümüz ve beynimizde oluşan bir algılar dünyasından söz ettik.

Ama dış dünyaya hiç bir zaman ulaşamadığımıza göre, böyle bir dünyanın gerçekten var olduğunu bilebilirmiyiz?

Kesinlikle bilemeyiz.

Çünkü bizim muhatap olduğumuz tek gerçek zihmizinde yaşadığımız algılar dünyasıdır.

Check Also

Geri Dönüşü Olmayan İnsan Ruhunun Ölümsüz Yolculuğu