İnsan-ı Kamil – 64 / 2. Bölüm (İbadetlerimiz)

İnsan-ı Kamil                                       Abdûlkerîm Ceylî


Bu eserden beklenen odur ki; 
Salik için , en yüce refikîne ileten ola..
Ama, ince, düşünceli, nazik, kibar arkadaş gibi..


64 – 2. BÖLÜM

İBADETLERİMİZ

İ M A N..

Gayb âleminden gelen ilk keşif basamağı budur..

Bu bir binektir ki: Ona çıkan, yüce makamlara, üstün huzurlara varır..

Ve.. iman.. Akıldan uzak duran şeye, kalbin yatmasıdır..

Her ne ki akılla bilinir; o, iman olarak kalbin yattığı şey değildir.. Böylesi
nazarî bir ilimdir ki: Görülen delillerle elde edilmiştir..

Ve bu: İman sayılmaz..

Zira iman da şart: Kalbin, bir şeyi delilsiz kabul edip, tasdik etmesidir..
Ama, halis tasdik..

Anlatılan mana icabıdır ki: Aklın nuru, iman nurundan azdır..

Sebebine gelince: Akıl kuşu hikmet kanatları ile uçar.. Hikmet ise.. delillerden
ibarettir.. Deliller ise.. ancak, eseri belli şeylere götürür..

Batınî şeylere gelince.. onlar için, elbette delil bulunamaz..

İman kuşuna gelelim: O kudret kanadı ile uçar.. Onun için bir durup kalmak
yoktur.. Bir uçtan öbür uca gider.. Hatta, bütün âlemleri dolaşır..

Zira kudret: Anlatılanların tümünü kapsamına almıştır..

Sahibine, imanın ilk faydası :

Kendisine haber verilen şeylerin hakikatlerini, basiret gözüne göstermektir..

Böyle bir görüş: Ancak iman nuru ile açılır..

Bundan sonra da, durmaksızın sahibini inandığı şeyin tahkikî hakikatine
ulaştırır..

Şu âyet-i kerimeler bu manayı anlatır:

–  “Elif.. Lâm.. Mim.. Allah kelâmı olduğuna şek ve şüphe olmayan
bu kitap; gaybe iman eden, namazlarının edep erkânı ile kılan ve kendilerine
rızık eylediğimiz şeylerden Allah yolunda infak eden muttakilere;
yol gösterici rehberdir..

O muttakiler ki; sana indirilen kitap ve dine, ve senden evvel
gönderilen kitaplara iman ederler.. Âhirete, şüphesiz iman ederler..

İşte onlar: Rabb’ları tarafından hidayet üzeredirler.. Yine onlar:
Felâh bulmuş olanlardır..”   ( 2/1-5 )

Açık durum şu ki: Kitaba karşı şüphe, yalnız müminler için kaldırılıyor..

Onlar kitaba iman ettiler, ama delili nazara almadılar.. Aklın bağlandığı
kayıtlara bağlanıp kalmadılar..

Kendilerine gelen şeyi kabul ettiler..

Kendilerine haber verilen şeyin vukuuna kesin iman ettiler..
Hem de şüphesiz..

Bir kimsenin imanı delillere nazarla kalırsa.. akıl kaydı ile bağlanıp
durursa.. o: Kitaba, şekle bakar..

Kelâm ilminin kurulmasına gelince.. Ancak mülhidlere karşı müdafaa için
kuruldu.. Bir de, bunların dışında kalan bidatçılar için..

Kalblere imanı yerleştirmek için değildir..

Zira iman: Allah’ın nurlarından bir nurdur..

Allah’u Taâlâ, o nurla, kuluna önü ve sonu gösterir..

Bu mana iledir ki, Resulullah S.A. efendimiz şöyle buyurdu:

–  “Müminin ferasetinden sakınınız, zira o, Allah’ın nuru ile nazar eder..”

Burada:

–  Müslimin ferasetinden sakınınız..

Demedi..

–  Akıllının da..

Demedi.. Başka bir şey de demedi..

Mümin, olarak kaydını bağladı..

Bilesin ki..

Yukarıda anlatılan âyet-i kerimelerin çok manaları vardır..

Ancak, biz onları anlatma yolunda değiliz..

Ancak: Elif.. Lâm.. Mim.. Kâf..   Kitap ve oradaki bazı işaretleri
beyan etmeyi isterim..

Dileğim o ki: Kur’an tefsiri yazmam için, bana izin verile..

O tefsirde, Allah-u Taâlâ’nın vazıh olarak, akılların olmaz gibi gördüğü
sırların beyanı olmalı..

Böyle olduktan sonradır ki; Allah-u Taâlâ’nın Peygamberine yaptığı beyan
vaadi hâsıl olur..

Şöyle buyurmuştu:

–  “Sonra.. onun beyanı bize düşer..”  ( 75/19 )

Böyle bir tefsirin olması mutlaka lâzımdır..

Dileğim o ki: Allah’ın kitabı için bu hizmet şerefine ben nail olayım..

Şimdi, biraz açıklamaya geçelim..

Allah-u Taâlâ şöyle buyurdu:

–  “Allah kelâmı olduğuna şek şüphe olmayan bu kitap, gaybe iman
eden muttakilere hidayettir..  ( 2/2 )

Bu âyetle de, Allah-u Taâlâ, ELİF’in, LÂM’ın, MİM’in hakikatine işaret etti..
Bu da, icmal yolu ile: Zata, isimlere ve sıfatlara işarettir..

–  “Bu KİTAB..”  ( 2/2 )

Burada  KİTAB, İNSAN-I  KÂMİL’dir..
ELİF..   LÂM..   MİM..   ise :  Bu insanın hakikatına işarettir..

–  “Şüphe olmayan bu kitap.. muttakilere hidayettir..”  ( 2/2 )

Buyurulurken, Allah’ın onları sakladığı, onların da Allah’ın sırlarını saklayıp
koruduklarına işaret edilir..

Bu manaya göre, Hakk’a duâ ettiğin zaman, bunlardan kinaye ona
duâ etmiş olursun..

Bunları çağırdığın zaman, Haktan kinaye bunları çağırmış olursun..

–  “Onlar ki, gaybe iman ederler..”  ( 2/2 )

Buyuruldu; burada gayb Allah’tır..

Zira, onların gaybıdır.. Ona iman ettiler.. O, bunların hüviyetidir..
Bunlar onun aynıdır..

–  “Namazı kılarlar..”  (2/3 )

Yani: İlâhî mertebe nizamını korurlar.. Bunu, varlıklarında, isimlerin ve
sıfatların hakikatına bürünerek yaparlar..

–  “Kendilerine rızık eylediğimiz, şeylerden, Allah yolunda
infak ederler..”  (2/3 )

Yani: Kendi özlerinde, ilâhî ahadiyetin neticesi hâsıl olan semereyi
bu varlıkta harcarlar..

Onlar bu rızkı, ilâhî ahadiyeti kendilerinde mülâhaza sureti ile elde etmiş
gibidirler..

Bu zümre, tek başlarına geçip öte gitmiştir..

Resulullah S.A. efendimiz, bu zümreyi ashabına şöyle anlattı:

–  “Yürüyünüz..  Zira ferdiyet makamını elde edenler geçip gittiler..”

Bunlara katılanlar ise..

–  “Gaybe iman edenlerdir..”  ( 2/3 )

Bunlar da, şu âyetle açıklandı:

–  “ Ya Muhammed, mutlak surette sana indirilene iman ederler..” ( 2/4 )

S o n r a:

–  “Senden önce gönderilene de iman ederler. Âhirete de
şüphesiz iman ederler..”  ( 2/4 )

Devam edelim:

–  “İşte onlar: Rabb’ları tarafından gelen hidayet üzeredirler..
Yine onlar: Felâh bulmuş olanlardır..”  ( 2/5 )

Burada anlatılan felâhı bulan müminler şu esaslara inananlardır:
Meleklere, kitaplara, peygamberlere, âhiret gününe, hayrın ve şerrin kaderle
Allah’tan olduğunu..

Allah’a iman eden bunlardır..

Meleklerin, kitapların, Yüce Hakk’ın peygamber göndermesindeki hakikatine,
muttali  olanlar bunlardır..

Âhiret gününü görürler..

Hayrın ve şerrin kaderle Allah’tan geldiğini müşahede ederler..

Bütün bunlara, onlar sadece iman etmiş değillerdir..Ayana ve müşahedeye
dayanan bir ilimle bilmişlerdir..

Onların imanı, yalnız Allah’adır..

Zira Yüce Allah’tan alt sayılanları, şühuda dayanan bir ilimle bilmişlerdir..
Bu ise.. iman sayılmaz..

İmanın şartı odur ki: Malum olan şey gayb ola.. Şahadeti olmaya..

Onların katındaki gayb ise.. ancak zatın künhüdür.. başka değil..

Bunlar, her nekadar, Allah-u Taâlâ’yı da açık ve aynen müşahede etmekte
iseler de; asıl imanları onun sonsuzluğunadır..

Ancak onlara katılanlar, Allah’a iman ettikleri gibi, iman tarifine giren
diğer sayılanlara da iman ederler..

Bu vasfı alanlar sabikundur.. Onların imanı böyledir..

Bu manaya göre, imanları: Allah’a has bir iman olmaktadır..

Nitekim bu manayı, Resulullah S.A. şöyle anlattı:

–  “Allah’a meleklerine, kitaplarına, hayrı ve şerri Allah’ın kaderi ile
olduğuna iman etmendir..”

Bu tür iman sahipleri katılanlardır..  Öbürleri ise, sabikun zümresidir..

S A L Â H . .

Bu, ibadetin devamından ibarettir..

Bu, iyi amellerdir ki: Allah’tan sevap talep edip azabından korkularak
yapılır..

Anlatılan ameli yapan, yaptığı işleri Allah için yapar.. Ancak, dünyası ve
âhireti için ziyade ihsan talep eder..

Hali anlatıldığı gibi olan, onun cehenneminden korkup, cennetini umarak
Allah için ibadet eder..

Ayrıca, Hakkın azametini de kalbine yerleştirir.. Yine kalbine,
Allah’a isyandan uzak durmayı da yerleştirir..

Böylece yasak işler, ondan tezkiye yolu ile uzaklaşmış olur..

İbadete devamın faydası odur ki: Âbid kulun kalb süveydasına, ilahi nükte
yerleşir.. Bundan sonra, perde açılmış olsa dahi yine halinde bir şey eksilmez..
Bu mutlak olarak böyledir..

Zira o: Hakikî hallerinde şeriatın emri üzerinedir.. Ona bağlıdır..

Anlatılan iyi hal, ibadetini ümid ettiği şartlara göre yapan için güzel bir sonuçtur..

Zira, salihlerin ibâdeti anlatılan şartlara göredir..Yani: Korku ve ümid..

Ama, Muhsin olanın ibadeti buna benzemez..

Muhsin: Allah’a ibadetini, hiçbir şarta bağlamadan yapar.. İsteyerek
Allah’ın ibadetine yönelir..

Salih ile Muhsin arasındaki fark şudur:

Salih, nefsine Allah’ın azabından korkar.. Nefsi için cennet sevabı umar..
Korku ve ümidine sebep nefistir..

Muhsin, Allah’ın celâlinden çekinir.. Allah’ın cemaline rağbet gösterir..
Korkusunun ve rağbetinin sebebi: Allah’ın celâlidir; cemalidir..

Netice: Muhsin, Allah için ihlâs sahibidir.. Salih ise.. Allah yolunda
sadıktır..

Muhsinin şartı odur ki: Üzerinde büyük günah hükmü yürümeye..
Ama, salihte böyle bir şey şart değildir..

İ H S A N . .

Bu bir makama verilen isimdir..

Kul, o makamda, yüce Hakk’ın, isim ve sıfatlarının izlerini mülâhaza eder..

Kendisini, Allah-u Taâlâ’nın huzurunda gibi tasavvur eder..

Bu oluşa, devamlı surette bakar durur..

Onun en azından derecesi: Allah-u Taâlâ’nın kendine baktığı görüşüne
sahip olmaktır..

Bu durum, murakabe derecelerinin ilkidir..

Böyle bir durumun sağlama bağlanması için, şu yedi şartın bulunması
icab eder..

Şunlardır:  TEVBE,  İNABE,  ZÜHD,  TEFVİZ, TEVEKKÜL,   RIZA,  İHLÂS..

Şimdi bunları ayrı ayrı izah edelim.

T E V B E :

Bir kimse, günaha döndüğü zaman, ne murakabe ehlidir; ne de yüce Hakk’ın
kendisine nazar ettiğini anlayacak durumu olur..

Şundan ki: Bir kimse, Allah-u Taâlâ’nın kendisine baktığı görüşüne varırsa..
duygularını ve kalbini masiyete kaptırmaz..

Muhsinlerin, ihsan makamı altında olan salihlerin, mümin ve müslimlerin
tevbesi,
 ancak günah dolayısı ile olur..

Şehadet makamına erenlerin tevbesi, masiyet düşüncesi sonucudur..

Sıddıkiyet makamında olanların tevbesi, kalbine Allah’ın gayrını getirme
sonucu olur..

Mukarrebun zatların tevbesi, halin hükmü altına girmelerinden ötürüdür..
Zira onları: Hiçbir hal hükmü altına alamaz..

Onların bu makamı: Rahmanî istivada temkin makamına  oturmaktır..
Onlar bu makamda , ehlini bilmek yolunda her yönü ile, her renge girerler..

Ama hiç birine mal olmazlar..

İ N A B E  :

Bu, ihsan makamında şarttır..

Zira: İhsan sahibi, ilâhî heybetten çekinerek, nakıs halleri bırakıp
Allah-u Taâlâ’ya  dönmedikçe, onun için murakabe durumu sahih olmaz..

Muhsinlerin, bunların altında mümin ve Müslim salihlerin inabesi:

Allah’ın yasak ettiği şeyleri tümden bırakıp emirleri ile olmaktır..
İlâhî sınırı korumaktır..

Şehitlerin inabesi:

Nefsanî iradelerinden geçip, Yüce Hakk’ın muradına dönmektir..
Bunlar, Yüce Hakk’ın muradını dilemek suretiyle, kendi iradelerini bırakmıştır..

Sıdıkların inabesi:

Hak’tan Hakk’a rücûdur..

Mukarrebin zatların inabesi:

İsimlerden ve sıfatlardan geçip, zata dönüştür..

Burası öyle bir makamdır ki: Tahakkuku sıdıklara hayli müşküldür..

Onlardan her biri, kendini zatla sanır; ama iş öyle değildir..
Onlar, isimlerle ve sıfatlarla olurlar..

Zira: Vahidiyet şarabı onları sarhoş etmiştir.. böyle bir şeyi  düşünmekten
almıştır..

Bunlar için:

–  Zatla beraberler..

Dersen; bu kayd olur.. Şöyle söyle:

–  İsimlerin ve sıfatların vasıtası ile zatla beraberdirler..

Haliyle bu durum: Muhakkik zatların hilâfına böyledir.. Zira onlar:
Kayıtsız olarak zatla beraberdir.. Belki onlar; zatla zatdadır; zatla beraberdir..

Zira muhakkik zatlar, KURBET makamının ehlidir..

Bu KURBET ehlinin beyanı inşallah gelecektir..

Z Ü H D :

İhsan makamında zühd şarttır..

Zira: Allah-u Taâlâ’yı murakabe eden kimseye o şart olur ki: Dünyaya
iltifat etmeye..

Kölenin durumunu görmez misiniz?.. Efendisinin yanında bulunduğu zaman,
bilir ki: Efendisi kendisinden hizmet bekliyor..

Bunu bildikten sonra, nasıl da kendine ait işleri bir yana atar; efendisinin
emri ile meşgul olur..

Muhsinlerin, bunların alt derecesinde bulunan mümin ve
Müslim salihlerin zühdü:

Dünyaya ve dünya lezzetlerine karşıdır..

Şehidlerin zühdü:

Hem dünyaya hem de âhiretedir..

Sıdıkların zühdü:

Sair mahlukatta, yalnız Hak Taâlâ’yı, isimlerini ve sıfatlarını
müşahede ederler..

Mukarrebin olanların zühdü:

İsimlerle sıfatlarla bekadır..

Ve.. bunlar, zatın hakikatındadırlar..

T E V E K K Ü L :

İhsan makamında, bunun şart oluşu, anlatılacak sebebe dayanır..

Allah-u Taâlâ’nın kendisini gördüğü görüşüne sahib olana düşer ki: Cümle
işlerinin tasarrufunu ona havale ede..

Zira o: Kendisine yarayanı bilemez.. Kendisine faydası olmayacak
bir şey için de, özünü yormaz..

Tevekkülün şartı odur ki: Köle efendisine tevekkül yolu ile teslim ola..
Bundan sonra da, efendisi onun için ne istiyorsa yapar..

Bu durum, şu âyet-i kerimenin manasıdır:

–  “Eğer müminler vasfını almış iseniz; Allah’a tevekkül ediniz..”  ( 5/23 )

Bunun daha açık manası şudur:

–  Eğer inanıyorsanız ki, Yüce Allah;  Ancak dilediğini yapar.. İşlerinizi
ona bırakınız.. Ve.. Ona itiraz etmeyiniz..

Ancak, bu çeşit tevekkül salih zatlara göre değildir..

Zira: Salih zatlar ve onlardan alt derecede bulunanlar:

Kendilerine Yarayan işleri yapsın diye, Allah’a tevekkül eder..

Böyle bir tevekkül, şu âyet-i kerimede anlatıldı:

–  “Bir kimse, Allah için takva sahibi olursa..
Onun için kurtuluş yolu açar.. Ummadığı yerden rızkını verir..” ( 65/3 )

Birinci şekilde tevekkül edenler ki:

–  Allah-u Taâlâ, ne diliyorsa.. kendisine onu yapsın..

Diye, tevekkül edenleri anlatmak istiyorum.. Bunlar, üstte geçen
âyetin sonunda:

–  “Bir kimse, Allah’a tevekkül ederse.. Allah ona yeter..
Allah işini tam yapar..”   ( 65/3 )

Âyet-i ile anlatılan tevekküle sahiptirler..

Yani: Allah-u Taâlâ, mutlaka dilediğini yapar..

Emri anlatılıyor; sonunda şöyle buyuruluyor:

–  “Allah her şey için bir kader yapmıştır..”  ( 65/3 )

Muhsinlerin tevekkülü:

İşi, Allah’a bırakmaktan ibarettir..

Şehitlerin tevekkülü:

Sebepleri, vasıtaları ortadan kaldırıp nazarlarını sebeplerin sahibi
Yüce Sübhan Allah’a çevirmektir.. Onun kendilerindeki tasarrufunu görmektir..

Allah-u Taâlâ’nın iradesini kendi muradları yaparak, ona tevekkül ettiler..

Bu durumda, onların bir şeyi seçebilme hali yoktur ki, onu almak için
bir ayırma yapsınlar..

Şüphesiz: Allah-u Taâlâ’nın tüm dilediği, onların seçtikleridir, muradlarıdır..

Sıdıkların tevekkülü:

Kendi zatî şanlarını, Yüce Hakk’ın zatî şanına döndürmektir..
Bunların nazarları kendi nefislerine düşmez..

Bunlar, tevekkül ehli kimselerdir.. Şu yoldan ki: Onun müşahedesi içinde
boğulup kalmışlardır.. Onun varlığında yok olmuşlardır..

Muhakkik zatların tevekkülü:

Yüce Hakk’ın varlığında makam tuttuktan sonra, hiçbir yana dağılıp
yayılmamaktır..

T E F V İ Z :

Bu ve teslim aynı manayadır.. Ancak, aralarında küçük bir fark vardır..

Şöyle ki:

Teslim olan bir kimse, işini teslim ettiği zattan, kendisi için gelene razı
olmayabilir..

Ama, TEFVİZ ehli böyle değildir.. O, ne olursa olsun; razı olur..
İşlerini TEFVİZ yolu ile teslim ettiği zatın hükmüne ve işine boyun eğer..

Her ikisi de, yani:

–  TEFVİZ ve teslim..

Demek istiyorum.. Vekâlet manasına yakındırlar.. Ancak, onunla vekâlet
arasındaki fark şudur:

Vekilin tevkil edildiği işde, müvekkil için; bir mülkiyet davasının korkusu
vardır..

Amma, TEFVİZ ve teslim böyle değildir.. Onlar, vekâlet için anlatılan işlerin
dışında kalır..

Muhsinlerin ve bunların alt derecesinde bulunan kimselerin
bütün işlerinde Hakk’a TEFVİZ edişi:

Allah-u Taâlâ’nın kendileri için yarattığı işleri tümden Hakk’a döndürmektir..

Bunlar, tasarrufunu Hakka bıraktıkları işin; mülkiyet davasından beridir..
İşlerinden hangisi olsa böyle yaparlar..

Ve.. TEFVİZ budur..

Şehitlerin TEFVİZİ:

Hak Taâlâ, kendilerini hangi işde çeviriyorsa onda, Allah’ın fiileri için
sakin durmalarıdır..

Hem kendi nefislerinde, hem de başkalarında yüce Allah’ın fiillerini
mülâhaza ederler..

İşin aslını Allah’a bırakırlar..

Görürler ki: Allah-u Taâlâ, umumî manada sair mahlukatın nasiyesini
tutmuştur..

Hassaten kendi nasiyelerini de tutan Yüce Hak, onları dilediği yöne
götürmektedir..

Ve.. bunlar, yaptıkları işin failiyet davasından tamamen beridirler..

Bundandır ki: Onlar bir ecir vakıasına düşmezler.. Bir ceza talebinde de
bulunmazlar.. Çünkü onlar, kendileri için cezayı hak eden bir fiil görmezler..

Sıdıkların TEFVİZİ:

Çeşitli tecelliler yönünden ilâhî cemali mülâhaza ederler..

Bunlar, bir tecellinin kaydında durup, diğer tecelliden ayrı olmazlar..

Bunlar, tecelli işini zuhuruna bırakırlar.. Hangi şekilde tecelli olursa olsun;
makam, isim, sıfat, ıtlak, takyid yolu ile onu müşahede ederler..

Mukarrebun zatların TEFVİZİ:

Mahlukat için kalemin yürüdüğü hükme muttali oldukları zaman,
sızlanmamaktır..

Bu varlıkta hiçbir şeyin tasarruf kaydına düşmezler.. Hepsini Hakk’a
TEFVİZ yolu ile ısmarlarlar.. Ta ki o: Mülkünde dilediğini işlesin..

Bunlar, emin kimselerdir.. edepli kimselerdir..

Yüce Allah’ın sırlarını açığa çıkarmazlar.. Bunu bildikleri için, başkalarına
üstünlük talep etmezler.. Halkın işlerinde fesad yoluna girmezler..

Birbirileri ile nasıl muamele ederlerse.. halka da aynı muameleyi yaparlar..

Anlatılan perdelerinden birini yırtmak için, bir alış veriş cihetine gitmezler..
Bir işi yapmak için, nüfuz kullanma yoluna da girmezler..

Cesetleri ile halka karışır onlarla beraber olurlar.. Amma, ilâhî yakınlık
makamında, ruhları ile onlardan ayrılırlar..

R I Z A :

Rızanın şartı odur ki; kazadan sonra ola.. Kazadan önce olan rıza niyettir..
İmamlardan bir çokları, bu işin böyle olduğunda kesin karar kıldılar..

Muhsinlerin Allah’tan rızası kazayadır.. Yani: Hükmedir.. Amma, kaza
olunan şeye değil.. Çünkü: Allah-u Taâlâ, şekavetle de verebilir..

Bu durumda, onların Allah’tan rızası kazaya karşı olur.. Zira: Kaza Allah’ın
hükmüdür..  Allah’ın hükmüne ise.. rıza vaciptir..

Ancak, şekavete rıza onları bağlamaz.. Onlara vacip olan da, şekavete razı
olmamaktır..

Şehidlerin rızası:

Allah sevgisidir.. Ama bir vuslat talebi olmaksızın.. Küsüp darılmak olmaksızın..
Uzak durmak olmaksızın..

Uzaklarına ve yakınlarına, dargınlık ve rıza.. hiçbir şekilde onları
muhabbetten çevirmez.. Rahatlık düşünmezler bile..

Sıdıkların rızası:

Hazır zatın rızası ile, en yüce manzaralardaki huzur makamlarına aşktır..

Bunlar, terakki ederler..

Kul terakki ettikçe ilâhî huzurda yolu daralır..

Şöyle ki: Kulun Allah ile ilk oluşu fiillerin tecellisinde olur..

Bunu sair mahlukatta da müşahede eder..

Bundan sonra, terakki ettikçe müşahede yeri daralır..

Devamlı terakki eder; ama, manzaraları da o nisbette daralır..

Hâsılı: Sıdıkların rızası, bu darlıkta Hakk’a sukûndur..

Bu anlatılan durum, akılla idrâk edilemez.. Keşfe ve zevke dayalı bir iştir..

Mukarrebunun rızası:

Hak’tan  halka dönüşte olur..

İ H L Â S :

Salih zatlar ve onlardan alt makamda olanlar için, ibadetlerde mahlukatın
görmesine iltifat etmemektir..

Muhsinlerin ihlâsı:

Hakka ibadettir; ama, dünya ve âhirette bir mükâfat talebi gütmeden..
Onların Allah’a ibadeti: Kendilerine ibadet emri verdiği içindir..

Salihler ve bunlardan başka muhsin zatlar için ihlâs:

Bir köleye nisbet edilen ücret durumudur.. ki o: Çalışması ile,
bir ücret talebinde bulunamaz..

Şehidlerin ihlâsı:

Bu varlığa tek olarak Yüce Hakk’a bağlanmaktır..

Muhakkik sıddık zatların ihlâsı:

Yüce Hakkın zatını bilmek için; isim ve sıfatlardan her hangi birine
ihtiyaç duymamaktır..

Mukarrebun zatların ihlâsı:

Temkin makamının eserleri altında kalan telvin bakiyelerinden teberrinin
hakikatını bulmaktır..

Bu varlığın silinmesi ve Hakk’a kalb olmasının aynen hakikati bu anlatılandır..

Allah.. Hak söyler..

Doğruya hidayet eden odur..

Check Also

İnsan-ı Kamil – Son Bölüm / 3 (İbadetlerimiz)

Bu eserden beklenen odur ki;  Salik için , en yüce refikîne ileten ola.. Ama, ince, ...