İnsan-ı Kamil – 60. Bölüm (İnsan-ı Kâmil)

İnsan-ı Kamil                                 Abdûlkerîm Ceylî


Bu eserden beklenen odur ki; 

Salik için , en yüce refikîne ileten ola..
Ama, ince, düşünceli, nazik, kibar arkadaş gibi..

 

60. BÖLÜM

İ N S A N – I    K Â M İ  L

Ve..  “O..”  Yani: İNSAN-I  KÂMİL  Resulullah S.A. efendimizdir..

Ve.. “O..”  Yani: İNSAN-I  KÂMİL  hem Hakk’ın mukabili,
hem de halkın mukabilidir..

Bilesin ki..

Bu bölüm, bu kitaptaki bölümlerin umdesidir..

Hepsinin dayanak noktası bu bölümdür..

Şöyle söylemek de mümkündür..
Bu kitabın tümü, önden sona kadar, bu bölümün şerhidir..

Bu sözlerdeki manayı anla..

Sonra..

Bu insan nevinin ferdlerinden her biri, diğerinin bir nüshasıdır..
Örneğin; suretidir.. Hem de, kemâl derecesinde..

Birinde ne varsa.. diğerinde de aynı şey vardır.. Ancak arızî sebepler hariç..

Bu arızî sebepler ise.. bir kimsenin, elleri kesik olması, ayakları kesik olması,
ya da âmâ yaratılmış olmasıdır..

Ki, bu da ana rahmindeki arızalardan ötürü olur..

Bir arıza olmadığı takdirde: onlar, karşılıklı duran aynaya benzerler..
Birinde, ne bulunuyorsa.. kalanında da aynı şey bulunur..

Ancak, onların bir kısmında, eşya bilkuvve vardır..
Diğer kısmındaysa.. bilfiil vardır..

Kendilerinde eşya bilfiil olanlar, peygamberler ve velî kulların
kâmil olanları
dır..

Kaldı ki bunlar dahi, kemâl babında değişik durum alırlar..

Onlardan bazıları kâmil, bazıları daha kâmildir.. Yani: Ekmeldir..

Ancak, onlardan hiç biri, bu varlık âleminde;kemâl yönüyle, Resulullah S.A.
efendimiz
kadar göz önüne açılmamıştır..

Öyle bir kemâl ki, onun için katiyet kazanmış ve o, bu bapta hepsinden ayrı tutulmuştur..

Ahlâkı, halleri, işleri ve bazı sözleri bu hususta onun tam kemâline şahittir..
Ki:  “İNSAN-I  KÂMİL !..” “O” dur..

Kalan Kâmil peygamberler ve velîler, Resulullah S.A. efendimize katılmıştır..

Amma: Kâmilin ekmele katıldığı gibi..

Resulullah S.A. efendimize bağlılıkları vardır..

Amma: Faziletlinin en faziletliğe bağlılığı gibi..

Ancak, mutlak  “İNSAN-I  KÂMİL”  lâfzı ile, telif ettiğim eserlerimdeki muradım:
Resulullah S.A. efendimizdir..

Onun en yüce şanına, göz kamaştıran ekmel makamına karşı edebim böyledir..

Ancak, benim bu ismi ona vermekle, mutlak “İNSAN-I  KÂMİL”  makamına dair
nice işaretlerim ve tembihlerim vardır..

Bu işaretler ve tembihler, Resulullah S.A. efendimizin isminden başka bir isme
isnad edilip bağlanması doğru olmaz..

Zira:  “İNSAN-I  KÂMİL”  ittifakla odur..

Gerek yaratılış, gerekse huy olarak halkın hiç birine, o mikdar kemâl ihsan
edilmemiştir..

–  SAADET  UMMANINDA  EŞSİZ  İNCİ..

Adını verdiğim şu kasidemi onun yüce şanına söyledim..

Bir kalb ki, uydu özünde cananına;
Dili sırrı isyan etti atanına..

Akikler döktü gözlerinden zira o;
Öz akiki gitti yaran ayanına..

Ayıklık ülfet, unutmamak halidir;
Kirpikte damla say süha yıldızına..

Düştü uzaklara da akar öz yaşı;
Nice susuzlar kandı sor sel dağına..

Enini göktür gürleyen, ateş sesi;
Şimşek, bulut benzer göz kapaklarına..

Sanki gözyaşı ummanı inci saçan;
Tükendi yaşı bak açık mercanına..

Ötse bir kuş sık ormanda, hafakanla;
Kalb güvercini ses eder çağrısına..

Hele kervan artırır gamını kalbin;
Gelince ormana dalışı aklına..

Ey hayrı bol deveyi gece yürüten;
Dur bak, sana yer verenin acısına..

Duyur ona sesini akan yaşımın;
Bakıp bir kez zincirleme akışına..

Anlat onlara zaafım neyse doğrusu;
Uyarak mütevatir haber aslına..

Gözümden dökülen ibretli halleri;
Bak ateşe, bedenimin zaafına..

Unutma gönül derdimi, say hatırımı;
Aşkımı da anlat neyse kat yanına..

Bu kadim bir ahidir dem vur hevadan;
Onlar ruhum bakma orda kalmasına..

Hele sor selâm ettiğim dostlarıma;
Bak bu miskine sultan lütuflarına..

Arab-ı Kiram’dan yardım dile kalbe;
Merhamet, hicranla geçen zamanına..

Korkma hiç, onların yüce izzetinden;
O diyar, hep vatandır kalanlarına..

Unutma bu sözü: Onlara sevgisi;
Küçükten hatıra oldu Kur’an’ına..

Vuslattan mahrumu kılmazlar ümitsiz;
Ünsiyet eder, katarlar dostlarına..

Ahdim var onlar için sevgi tutarım;
Bilsem sadıklar mı kardeşlik va’dına..

Pâk görürüm ahdimize hıyanetten;
Öyle olsa da yakışmaz dost şanına..

Yaşatsın dostlarımı Allah, içerek;
Kansınlar, o zatın ab-ı hayatına..

Onunla yeşil bahara verdiği can;
Sallanırken dal girdi aralarına..

Ahmed  (S.A)  ki nisanı, kıtlık yıllarının;
Şaşılır canlıya ki düşer gamına..

Hiç susar mı onun kavmi yanlarında;
Koca umman inci atar kıyısına..

Bir güneştir kemâl üzere aydınlatır;
Yüce felekte mehtap, çık seyranına..

Azamet burcunda izzet merkezinin;
Yüce çark çevresinde çıkar kârına..

Bir sultan ki, yüce katta yaslanmış;
Sağlam arşa.. sahip olmuş imkânına..

Baştan sona incelense hep kâinat;
Benzer küpünün düşen damlalarına..

Her şey onda, ondan olmuş, onun için;
Asırlar geçsin, ne zarar zamanına..

Hardaldır yüce seması altında halk;
Emri söyler dili uygundur aslına..

Kâinat tümden ona göre bir yüzük;
Parmağında, yakışır  keremkânına..

Kabaran dalgalarında kâinat ne;
Bir damladır, bu vasıf da az şanına..

Emrine muti semadaki melekler;
Levh infaz eder bakınca parmağına..

Çağırdı dilsiz bir hurma ağacını;
Geldi, benzedi gelişi ceylânına..

Yeter sana ikiye bölüşü ayı;
Nasıl sığar bu iş aklın imkânına..

Dünya âhiret şahidi kudretinin;
–   Hayır..

Denir, iki şahid beyanına..

O: Tahkik noktası çevre de kendisi;
Şeriat merkezi de, makam zatına..

Hakkın cömert kulu denizinde inci;
Hem mana hem seyf ubudiyet arzına..

Odur onun:  HA’sı,  VE’si,  BA’sı ile;
SİN’i, aynıdır belki insan namına..

O’dur KÂF’ı, odur NUN’u, odur  TA’sı;
Narıdır, nurudur bazan da zıddına..

Senasıyla bağlı Muhammed’in sancak;
Zaman zamanı, onları say anına..

Hakka vasıta, aynıdır vesilenin;
Yiğit onda bulur yolu Rahman’ına..

Makamı verildi, adı: Mahmud amma;
Bilinmez katı yücelikler şanına..

Mikâil bir tas su, coşan denizinden;
Ruh da emini, sığındı emanına..

Kalan melekler de onun suyundandır;
Kar olmuş, dalıp havanın sıkmasına..

Arş, kürsî, sonra müntehaya gelince;
Cilvegâhı, mahalli hoş mekân ona..

Dürdü yüce semaları miracıyla;
Defter gibi çıkmış gece sefasına..

Haber verdi geçmişten ve gelecekten;
Açtı sırları nur saçtı bürhanına..

Dağıttı elindeki Kayser mülkünü;
Düşük önünde, bak Kisra sarayına..

Huyları var, parlak nurlu nice nice;
Onları anmak dahi yoldur varana..

Paktır, pırıl pırıl tarife ne hacet;
Yüksektir, göz ulaşamaz makamına..

Anlattı nice sırları ayan beyan;
Ama yol yok özün yada açmasına..

İnciler sıralı hadis bağlarında;
Dizilir durur halis altınlarına..

Emaneti tebliğ etti hakkı ile;
Bozmakta hainler ermez meramına..

Allah bana kâfi sonsuz hamd için;
Mehdinde bak bize gelen Kur’an’ına..

Haşa olmaz Ahmed’in (S.A.) kemâline son;
Akıl için son sebeptir izharına..

Allah’tan salât selâm: Ona geldikçe;
Kelâm beyan yoluyla mana namına..

Âline, ashabına, soydan gelene;
Yüce ihvanı kutup cemaatına..

Bilesin ki..

Allah seni korusun..

“İNSAN-I  KÂMİL” :  Öyle bir kutuptur ki : Vücud semaları onun üzerinde
devresini tamamlar..

Önünden sonuna kadar, bu böyledir..

“İNSAN-I  KÂMİL” :  Daima birincilik makamının sahibidir..
Bu durum; varlığın oluş tarihinden başlayıp, ebediyetlerin ebediyetine kadar gider..

Sonra..

“İNSAN-I  KÂMİL” :  Çeşitli vasıflara bürünür; çeşitli yerlerde zuhur eder..

Kendisi hangi libasta görünüyorsa.. o isim itibar edilir; isim verilir.. O durumunda,
başka libasına itibarla isim verilmez..

 

“İNSAN-I  KÂMİL”  olarak, kendisine verilen asıl isim :  MUHAMMED’dir..

Künyesi :  EBÜLKASIM’ dır..

Sıfatı :  ABDULLAH’ tır..

Lakabı :  ŞEMSEDDİN’ dir..

“İNSAN-I  KÂMİL”  için :  Başka libaslarına itibarla nice nice isimleri vardır..

Her zamanı için, kendisine ayrı bir isim verilir.. Bu yoldan verilen isim,
o zamandaki libasına uygun düşer..

Ben onunla buluştum.. Ona  yüce Allah’ın salâtını selâmını dilerim..

Bu buluşmamızda O: Şeyhim, Şeyh Şerafeddin İsmail Cebertî’nin suretinde idi..

Ben, onun Resulullah S.A. efendimiz olduğunu bilmiyordum..Onu, şeyhim biliyordum..

Böyle olması, onun göründüğü yerleri cümlesinden biridir..

Onu: Zebid’de gördüm.. Hicretin, 796. yılı idi..

Bu işin sırrı onu gösterir ki: O, suret olma yönü ile, her surette mekân tutabilir..

Edep ehline düşer ki: Resulullah’ı S.A. hayatta olduğu surette görürse..
o zamanki ismini vere..

 

Ancak, suretlerden herhangi biri gibi görürse, onun  MUHAMMED S.A. olduğunu
bildiği halde, göründüğü suretin ismini verir.

 

Bu böyle olsa dahi, verilen isim: HAKİKAT-İ  MUHAMMEDİYE’ ye  gider..

Hele Şiblî’nin durumuna bir bak..

Resulullah S.A. onun suretinde göründüğü zaman, talebesine şöyle dedi..

“Şahidim ki ben: Resulullah’ım..”

Talebe, keşif sahibi biri idi.. Onu anladı ve şöyle dedi:

–  “Ben de şahidim:  Sen Resulullah’sın..”

Bu, öyle bir iştir ki: İnkâr götürür yanı yoktur..

Bu mana: Uyuyan kimsenin rüyasında; bir şahsı bir başka şahsa
benzer görmesi gibidir..

Keşfin en azından mertebesi: Uykuda olan bir şeyin ayık halde olmasıdır..

Ancak, uyku ile keşif arasında fark vardır..

Şöyleki: MUHAMMED  S.A. rüyada görülür; aynı isimle anılır.. Ancak,
aynı isim, hakikati üzere ayık halde verilmez..

 

Zira misal âlemi tabir tutar.. Orada görülen, Hakikat-i Muhammediye
ayık halde görülen suretin hakikatı olarak anlatılır.. Amma, keşfin durumu böyle değildir..

 

Hakikat-i Muhammediye, sana keşif yolu ile, ayık halde geldiği zaman,
âdemoğlu suretlerinden biri gibi gelir..

 

İşte o zaman: Hakikat-i Muhammediye, o suretin ismi olur..
Sana lâzım gelen de budur..

O zaman sana düşen şudur: Resulullah S.A. efendimize karşı edebin nasılsa..
O görülen suretin sahibine de edebin aynı olmalı..

Zira, keşif sana şu ihsanı yapmıştır:

MUHAMMED S.A. o görülen surette görünmüştür..

İşte.. o zaman, o suret sahibi ile olan muamele şeklini değiştirmen gerekir..
Onunla önceki gibi olmak senin için caiz olmaz..

Sakın ha..

Olmaya ki, bu sözlerimden tenasüh manasında bir vehme kapılasın..

ALLAH için böyle bir şey olamaz..

ALLAH’ın Resulu için böyle bir şey olamaz..

Haşa ki: Onlar hakkında böyle bir muradım olsun..

Ancak, Resulullah’ın S.A. her surette bir suret bulma makamı vardır.
Bu hali ile: O, suretlerin tümünde tecelli eder..

Resulullah’ın S.A. âdeti böyle olmuştur..

“O”, her zaman, zaman halkının en kâmili suretinde görülür..

Sebebi: Onların makamlarını yükseltmek, onların meyilli durumlarını düzeltip,
kaymalarını önlemektir..

Zira onlar: Resulullah’ın S.A. zâhirde hâlifeleridir.. Batında ise..
onların hakikatı kendisidir..

 

Bilesin ki..

“İNSAN-I  KÂMİL” : Zatı ile, vücud hakikatlerinin tümünü karşılar..

Letafeti ile, ulvî hakikatleri karşılar..
Kesafeti ile, süflî hakikatleri karşılar..

“O” nun ilk zuhuru, halka ait hakikatler karşılığı olmuştur..

O yüce zat: Kalbi ile arşa karşı durur.. Bu manada, Resulullah S.A. şöyle buyurdu:

–  “Müminin kalbi, Allah’ın arşıdır..”

Benliği ile, kürsî karşılığı durur..
Makam itibarı ile, sidre-i münteha karşılığıdır..

Aklı ile, kalem-i âlâ karşılığıdır..
Nefsi ile, levh-ü mahfuz karşılığıdır..

Tabiatı ile, unsurlara karşı durur..
Kabiliyeti ile, heyulâ karşılığıdır..

Dış yapısı ile, heba karşılığıdır..
Reyi ile, felek-i atlas karşılığıdır..

İdrâkı ile, yıldızlar feleki karşılığıdır..
Himmeti ile, yedinci sema karşılığıdır..

Vehmi ile, altıncı sema karşılığıdır..
Hemmi ile, beşinci sema karşılığıdır..

Fehmi ile, dördüncü sema karşılığıdır..
Hayali ile, üçüncü sema karşılığıdır..

Fikri ile, ikinci sema karşılığıdır..
Hafızası ile, birinci sema karşılığıdır..

Sonra..

Dokunma güçleri ile, Zühal yıldızına karşılıktır..
İtici güçleri ile, Müşteri yıldızına karşılıktır..

Harekete getirici güçleri ile, Merih yıldızına karşılıktır..
Nazar güçleri ile, Güneşe karşılıktır..

Tad alma güçleri ile, Zühre yıldızına karşılıktır..
Koklama güçleri ile, Utarit yıldızına karşılıktır..

Dinleme güçleri ile, Aya karşılıktır..

Sonra..

Harareti ile, ateş felekini karşılar..
Soğukluğu ile, su felekini karşılar..

Rütubeti ile, heva felekini karşılar..
Kuruluğu ile, toprak felekini karşılar..

Sonra..

Hatıraları ile, meleklere karşı durur..

Vesveseleri ile, cin ve şeytanlara karşılık durur..
Hayvaniyet durumu ile, behaime karşılık durur..

Tutucu güçleri ile, arslana karşılık durur..
Kandırma güçleri ile, tilkiye karşılık durur..

Aldatma gücü ile, kurda karşılık durur..
Hased güçleri ile, maymuna karşılık durur..

Hırs güçleri ile, fareye karşılık durur..
Kalan güçlerini de, bunlara kıyas edebilirsin..

Sonra..

Ruhaniyeti ile, kuşa mukabil durur..

Safra maddesi ile, ateşe mukabil durur..
Sevda maddesi ile, toprağa mukabil durur..

Sonra..

Tükürüğü, teri, burun ifrazatı, kulak suyu, göz yaşı, küçük abdesti, kan,ter
ve deri arasındaki sıvı ile yedi denize mukabildir.

İlk sayılan altı madde, son sayılan yedincinin teferruatı sayılır..

Bunlardan her birinin kendine göre tadı vardır..

Tatlı, acı, ekşi, karışık, tuzlu, kokmuş, güzel kokuludur..

Sonra..

Hüviyeti ile, yani zatı ile, cevherin mukabilidir..
Vasfı ile de, anasır mukabilidir..

Zira azı dişi, çıkmaya başladığı, bu hususta son haddini bulduğu zaman,
artık kalır; büyümez..

Ne artar, ne de eksilir..

Meselâ onu kıracak olsan, artık parçası ile bitişmez..

Sonra..

Kılları ve tırnağı ile, bitkilerin mukabilidir..
Şehvet duyguları ile, hayvanatın mukabilidir..

Beşeriyeti ve dış sureti ile de, kendi cinsi Âdemoğlu soyunun benzeridir..

Sonra..

İnsan soylarını da karşılar. Meselâ:

Ruhu ile sultandır..
Fikrî nazarı ile, vezirdir..

Dinlenen bilgisi, işlenen görüşü ile, Hâkimdir..
Zannı 
ile, zabıtadır..

Damar ve diğer kuvveler de, yardımcıları mukabilidir..

Yakin hali ile, iman sahiplerine mukabil sayılır..
Şekki şüphesi ile, müşriklere mukabil sayılır..

Hâsılı: Devamlı olarak, varlık hakikatlerinden her birini,
kendine has inceliklerin biri ile karşılar..

Bundan önceki bölümlerde de anlattık..

Her mukarreb meleğin, “İNSAN-I  KÂMİL” ’e  has bir duygudan
yaratılmış olduğunu anlattık..

Onları anlattıktan sonra.. isimleri ve sıfatları karşılama durumunu
anlatmamız kaldı..

Bilesin ki..

Yüce Hakk’ın sureti, Resulullah S.A. efendimizin şu hadis-i şeriflerinden anlaşılır:

Şöyle buyurdu:

“Allah-u Taâlâ Âdem’i Rahman sureti üzerine yarattı..”

Diğer hadis-i şerifte ise şöyle buyurdu:

“Allah-u Taâlâ Âdemi, kendi sureti üzerine yarattı..”

Bunun oluşu şöyledir: Allah-u Taâlâ diridir.. Alimdir.. güçlüdür.. diler..
işitir.. duyar.. konuşur..

İNSAN;  dahi aynıdır.. O da: Diridir..  Alimdir..

Sonra..

İNSAN : Yüce Allah’ın hüviyetini hüviyeti ile, benliğini benliği ile, zatını zatı ile,
külliyetini külliyeti ile, şumulünü şumulü ile, hususiyetini hususiyeti
 ile  karşılar..

Sonra..

Onun bir başka karşılaması daha vardır ki o: Zata bağlı hakikatleri ile,
Hakk’ın mukabilidir..

Aynı mevzuu bu kitabın çeşitli yerlerinde anlattık..

Burada ise.. onun tercümesini yapmak, bizim için caiz değildir..

Ol bapta bu kadar tenbih yeterlidir..

Bilesin ki..

“İNSAN-I  KÂMİL” : Zata bağlı isimleri ve, ilâhî sıfatları hak etmiştir..

Onun durumu kısaca budur..

Onun bu hak edişi, asalet ve mülk yolu ile böyledir..

Onun için, zatî hükmün iktizası budur..

O yüce varlık ki: Bu ibarelerle hakikatinden haber verilir; bu işaretlerle onun inceliğine
işaret edilir.. Onun bu varlıktaki dayandığı ancak  “İNSAN-I  KÂMİL”  olabilir..

“İNSAN-I  KÂMİL” ’ in Hakka karşı misali aynadır ki: Bir şahıs aynaya baktığı zaman,
onda ancak kendi suretini görür.. yoksa.. kendi suretini görmesi mümkün olmaz..

O yüce varlık, “İNSAN-I  KÂMİL” olmasaydı; ALLAH ismi aynasında kendi suretini
görürdü.. Zira o isim; kendine bir aynadır..

“İNSAN-I  KÂMİL” dahi YÜCE HAKK’ ın aynasıdır..

“YÜCE HAKK” dahi aynen İNSAN-I  KÂMİL’ in aynasıdır..

Kaldı ki; Yüce Hak, kendi zatına vacip kıldı ki: İsimleri ve sıfatları ancak
İNSAN-I  KÂMİL’ de görüle..

Bütün bu anlatılanlar, şu âyet-i kerimenin manasıdır:

–  “Gerçekten biz, emaneti yere, göklere ve dağlara arz ettik;
onu taşımaktan çekindiler.. Ondan korktular.. Ve.. onu: İNSAN yüklendi..
Zira o: Zalum ve cehul idi..”   ( 33 / 72 )

Yani: O, nefsine zulüm etti. Bulunduğu derecesinden indirdi..

Kendi durumunun cahili idi.. Zira, ilâhî emanetin mahalli olduğu halde,
bunu anlayamıyordu..

 

Bilesin ki..

“İNSAN-I  KÂMİL”  açısından isimler ve sıfatlar ikiye ayrılır..

Bir kısmı onun sağına düşer.. Bunlar: Hayat, ilim, kudret, irade, semi, basar vb.
isim ve sıfatlardır..

Bir kısmı da onun soluna düşer ki, bunlar da:Ezeliyet, ebediyet, evvellik ve âhirlik vb.
isim ve sıfatlardır..

Bütün bu anlatılanların dışında,  “İNSAN-I  KÂMİL”  için, sari bir lezzet vardır..
Bunun adına:

“Ulûhiyet lezzeti..”

D e r l e r..

İşbu lezzeti o: Vücudunun tümünde bulur..

Hem de, yaygın bir şekilde..

Bazı velî kullar, bu halin içinde, salınıp gezmeyi, dalıp gitmeyi temenni ederler..

Sakın ha.. bu zümreyi kötüleyen kimseler, seni aldatmasın..
Zira onların bu makama dair hiçbir bilgileri yoktur..

“İNSAN-I  KÂMİL”,  Bazan bağlantılarından boş kalır..

O zaman: Cümle isim ve sıfatlardan sıyrılır.. Bunların hiç birine nazar etmez..

Bu halde “O”: İsimlerden, sıfatlardan, hatta zattan dahi soyunur; mücerred kalır..

Bu halinde o: Yakin ve keşif hükmü ile, varlıkta kendi hüviyetinden başka bir şey
olmadığını bilir..

Varlığın südurunu, önden sona, aşağısını ve yukarısını kendinde müşahede eder..

Vücud işini, müteaddid yollardan bilir.. görür..

Onun bu görüşü; birimizin, hatırına gelenleri ve hakikatlerini görüşü gibidir..

Ancak,  “İNSAN-I  KÂMİL”  hatıraların açığını ve kapalısını da,
kendi özünden atmaya güçlüdür..

 

Sonra..

“İNSAN-I  KÂMİL” ’ in eşyaya tasarrufu, bir şekle bürünmeye, bir âlete, bir isme,
bir resmiyete bağlı değildir..

Birimiz yemesinde, içmesinde nasıl tasarruf ediyorsa.. o dahi eşyada
öyle tasarruf eder..

“İNSAN-I  KÂMİL”  için üç berzah vardır.. Bu üç berzahın sonundaki makama:

–  “H i t a m..”

İsmi verilmiştir..

Bu üç berzahı anlatalım:

 

BİRİNCİ  BERZAH :

İsimlerle, sıfatlarla tahakkuk etmesidir..


İKİNCİ  BERZAH :

Tavassuttur.. Burası insaniyete bağlı incelikleri, Rahmanî hakikatle de
çözme yeridir..

Bu makamdaki müşahedesini tamamladıktan sonra, sair gizlilikleri bilir..
Gayb ilminden dilediği kadarına muttali olur..

ÜÇÜNCÜ  BERZAH :

Burası, kader icabı harika işlere dair hikmet çeşitlerini bilmek yeridir..

Bu makamdaki  “İNSAN-I  KÂMİL”  için, melekût kudretinde devamlı
harika zuhurlar olur..

O kadar ki; onun için harika iş: Hikmet felekinde âdet imiş gibi olur..
Hiç bir yadırgama duymaz..

İşte o zaman: Bu kâinat âleminde kudret izharı için, kendisine izin verilir..

Bu son berzahta makamını bulunca:

–  “H i t a m..”

Adı verilen makamın yolu açılır.. Burası:

–  “Celâl ve İkram..”

Sıfatını almıştır..

Bundan sonra şu makam kalır: “Kibriya..”

Bu bir nihayettir ki: Onun için bir son düşünülemez..

Bu makamdaki zatların durumu değişiktir..

Kâmili vardır; ekmeli vardır.. Fazılı vardır; efdalı vardır..

Allah.. Hak söyler..

Bu yola hidayeti nasib eden Allah’tır..

 

Check Also

İnsan-ı Kamil – Abdûlkerîm Ceylî

             İnsan-ı Kamil                                 Abdûlkerîm Ceylî              Bu eserden beklenen odur ki; Salik için , en ...