İnsan-ı Kamil – 61/1. Bölüm (Kıyamet Alametleri)

İnsan-ı Kamil                                 Abdûlkerîm Ceylî


Bu eserden beklenen odur ki; 

Salik için , en yüce refikîne ileten ola..
Ama, ince, düşünceli, nazik, kibar arkadaş gibi..


61-1. BÖLÜM

KIYAMET ALÂMETLERİ

1.  FASIL  :   K I Y A M E T

Bilesin ki..

Şu anda içinde bulunduğumuz dünya âleminin; sonunda varacağı
bir nihayeti vardır..

Çünkü o: Sonradan yaratılmıştır..

Muhdesin zarurî hükmü: Bitip tükenmesidir..

Bu hükmün zuhuru ise.. zarurîdir..

Onun bitip tükenmesi ve fenası, ilâhî hakikatın saltanatı altında kalmasıdır..

O hakikat ise.. bu dünya âlemi ferdleri libasında zuhur etmektedir..

Onun ölümü budur..

Bize göre, ilâhî hakikatın zuhuru; Allah-u Taâlâ kitabında nasıl anlattıysa öyle olacaktır..

Bu varlık için, Büyük KIYAMET budur..

Sonra

Bu âlemdekilerin her birine has, ayrı ayrı bir  KIYAMET vardır.. Hepsi sonunda
Büyük KIYAMET içinde bir araya gelir..

Sebebine gelince: Her ferde has bir KIYAMET husule gelmesi, zarurî bir hükümdür..

İşbu hüküm: Bu âlemde mevcud olan bütün ferdleri kapsamına alır..
Bu kapsamına alması da; Yüce Allah katında, vaad ettiği Büyük  KIYAMET sayılır..

Yukarıda anlatılanları bilip hakikatına erersen.. anlarsın ki: Bu âlemin tümüne..
âlâsına ve esfeline belli bir ecel vardır..

Zira bu âlemin ferdleri için de, belli bir ecel vardır. Onların toplu durumuna
bakılınca umumî  hüküm şudur:

Onlar bütün olarak, bu âlemin ecelini gösterir..

Bu durum, başka türlü anlatılamaz..

Bilemiyorum: Kitapta açık bir şekilde anlatılmak istenen nükteyi sezebildin mi?..
Yoksa.. bundan anladığın, benim arzum dışında bir şey mi oldu?..

.
Şimdi avamî, zâhir yoldan bir mefhum üzerinde duralım..

Dikkatli ol, bir başka ibare ile, seni uyandırmağa çalışacağım..

Bilesin ki..

Yüce Hakkın çok âlemleri vardır..

Hangi âlem olursa olsun.. oraya insan vasıtası ile nazar ediyorsa.. bu âlemin adı:
Vücuda bağlı ŞEHADET olur..

Ve.. hangi  âlem ki, oraya insan vasıtası ile bakmaz; oranın adı GAYB olur..

Bu gayb dahi iki türlüdür:

a) Ayrıntılı bir şekilde, insanın bilgisine yerleştirilmiştir..

b) Toplu olarak, insanın kabiliyetine konmuştur..

Ayrıntılı bir şekilde, insanın bilgisine yerleştirilen GAYB için verilen isim:
Vücuda bağlı GAYB olmuştur..

Buna misal: Melekût âlemidir..

Toplu olarak, insanın kabiliyetine konan GAYB ise.. yokluğa bağlı bir GAYB olur..

Bu tür GAYB âlemi ise.. Allah-u Taâlâ’nın bildiği âlemlerdir; biz bilemeyiz..

Bize göre o: Yok mesabesindedir.. Yokluğa bağlı GAYB’ın manası budur..

Sonra..

Bu dünya âlemine gelince: Ki, Allah-u Taâlâ ona insan vasıtası ile nazar eder..

İnsan Hakk’ın nazarına vasıta olduğu süre, varlığa bağlı şehadet yeri olarak kalır..

İnsan, bu âlemden göçüp gidince; insan göç ettiği o âleme dahi, Allah-u Taâlâ
insan vasıtası ile nazar eder.. Orası da, varlığa bağlı bir şehadet yeri olur..

Dünya âlemi de, yokluğa bağlı gayb âlemi olur..

Dünya âleminin varlığı dahi, ilâhî ilimde kalır..

Cennet ve cehennemin varlığı, bugün ilâhî ilim’de nasılsa öyle..

İşte.. dünya âleminin fenası budur.. Büyük KIYAMET budur.. Umumî fark budur..

Aslına bakılırsa.. bizim anlatmak istediğimiz bu değildir..

Bizim asıl gayemiz, bu âlemin ferdlerinden her birine has olan KIYAMET’i anlatmaktır..

Bunu anlatmak için de, insan üzerinde söz etmemiz icab eder..

Zira: Bu varlık fertlerinin en kâmili odur.. Kalanları, onun durumuna bakarak
kıyas ederiz..

Sonra.. umumî  KIYAMET ilmini, Allah’ın kitabından senin anlayışına göre anlatmayı
yerinde bulmayız.. Öyle bir şeyi muhal sayarız..

Kaldı ki: Büyük KIYAMET’in acaib hallerini sana anlatırsak, imanından korkulur..
Şek şeytanı ona saldırır..

Bu yüzden Küçük KIYAMET’i anlatmaya geçiyoruz.. Zira bu, Büyük KIYAMET’ten
 önce gelir..

Sonra..

KIYAMET için:

–  Büyük  KIYAMET, Küçük  KIYAMET..

Dememize bakarak, iki KIYAMET kabul etmeyesin..

Hepsi bir KIYAMET sayılır..

Bunun misali: Kül olanın, bütün cüzlerinin her birine düşüşü gibidir.. Meselâ:

–  Mutlak hayvan..

Dediğin zaman, at çeşitlerine, koyun keçi çeşitlerine, insan çeşitlerine vb. düşer..

Kaldı ki: Hayvan lafzı bu adla anılması gereken çeşitlerin bütün fertlerine verilir..

Zira, hayvaniyet özünde taadüdü kabul etmez..

Çünkü o: Tam olan bir küldür.. Tam olan kül ise.. cüzlerine de düşer..
Hiç bir taaddüd de olmaz..

İşte.. anlatıldığı gibi, Büyük KIYAMET, Küçük KIYAMET’lerin her birine düşer..
hem de taaddüd olmadan..

Önce, KIYAMET’in alâmetlerini, şartlarını anlatalım..  KIYAMET’i sonra anlatırız..

Bilesin ki…

Küçük KIYAMET’in alâmetleri ve şartları vardır..

Bunlar, büyük kıyametin alâmetlerine ve şartlarına uygundur..

Meselâ: Büyük KIYAMET alâmetleri arasında şunlar vardır:

Cariyenin mürebbisini doğurması birtakım çıplak, yalın ayak koyun
çobanlarının yüksek yüksek binalara kurulmaları..

İnsanın kendine has kıyametinin alâmeti de buna benzer..

Onda rububiyetinin zuhuru vardır.. Sübhan olan ALLAH onun zatındadır..

Burada insanın zatı cariye olarak ele alınır..

Doğum işi dahi, gizli emrin batın yönünden; zâhir yönüne geçmesidir..

Çocuğun yeri, batındır..

Doğum işi dahi, zâhirî  his âlemine çıkmasıdır..

Yukarıda anlatılan mana, yüce Hakk’ın durumunu anlatır..

Hiçbir hülûl olmaksızın, insanda yüce Hak vardır.. Ama bu varlık batınî bir iştir..

O, kendi hükümleri ile zuhura geldiği, kul dahi:

–  “Duyan kulağı olurum; gören gözü olurum; tutan eli olurum;
yürüyen ayağı olurum..”

Hadis-i kudsîsinde anlatılan manada tahakkuk ettiği zaman, Yüce Hak
bu insanın vücudunda zuhur eder; bu kâinat âlemindeki tasarrufuna başlar..

Ve.. o zaman, kendi zatı cariye olur..

Rabbın rububiyet zuhuru ise.. mürebbiye mesabesinde kalır..

Onun zuhuru dahi, doğum mesabesindedir..

Bir de irfan sahibinin, isimler âleminden tecerrüdü vardır.. Bu ise..
çıplak ayaklı olmaktır..

Zira, isimler, irfan sahiplerinin bineğidir..

İrfan sahibinin soyunması ise.. çıplaklık sayılır..

Ezeli nurları, daimî muhafaza hali ise.. koyun çobanlığı yerine geçer..

Onun cezbe haline geçmesi dahi, ilâhî irfan makamlarında terakkisini sağlar..
Bu dahi yüksek binalarda kurulmak sayılır..

Yukarıda anlatılan hadis-i şerifin dış manası, bu varlıkta umumî KIYAMET’in
alâmetleri olmuştur..

Bizim anlattığımız ise.. Küçük KIYAMET’in alâmetleridir.. Ki bu:
İnsan fertlerinin her birine hastır..

BÜYÜK  KIYAMET alâmetlerinden biri de:

YE’CUC  ve  ME’CUC’un yeryüzünde zuhurudur..

Yeryüzünü kaplarlar.. Yemişlerini yer; denizlerini içip bitirirler..

Sonra.. Allah-u Taâlâ onlara, bir gece neğah hastalığı gönderir..
Bu hastalık onları bir gecede bitirir.. Sonuncaya kadar, hepsi de ölürler..

Bundan sonra ziraat çoğalır.. Dallar da, kökler de yeşillenir.. Meyveler güzelleşir..
Cebbar olan sultan Allah’a hamd edilir..

KÜÇÜK  KIYAMET için de, buna benzer alâmet vardır.. Onun, insanda oluşu şöyledir:

Fasid hatıraların azması sonunda, nefis azar; kudurur..
İnadına gelen vesveseler de bunu izler.. Ne var ki, bunların oluşu, kendi özüne
sahip çıkmadan önce olur..

Böylece o azgın halleri, kalb arzını işgal eder, özünün meyvelerini yer,
öz denizini de içerler..

Bu durumda onun, irfan, iyi hal namına hiç zuhuratı olmaz..

Bunu takiben o kimse, böyle bir sarhoşluk halinden; hakikî ayık hale geçer..
Rahmanî nefhalarla, Rabbanî inayet armağanları gelir..

Bu armağanlar, şu âyet-i kerimelerdeki manaların zuhurudur:

–  “Anlayınız, gerçekten Allah hizbi galiptir..”  ( 5 / 56 )

   –  “Ayık olunuz, Allah hizbi kurtulmuştur..”       ( 58 / 22 )

Gözlerine dahi, şu mana sürmesi çekilir: Allah-u Taâlâ, kullarından
istediğini seçer..

Bundan sonra, nefsanî hatıralar yok olur.. Şeytanî vesveseler gider..

Bunların yerini ledunnî ilim getiren, ruhanî nefesler getiren, kalbî kemâline
yerleştirilen melekler alır..

Bu mana ise.. zıraatın çoğalması demektir.. köklerin ve dalların yeşermesi demektir..

Bundan sonra o kimse, yakınlık makamına çıkar.. Rabbını müşahede lezzetine erer..
Bu ise.. yemişlerin tatlanması demektir..

Üstte anlatılanlar, Büyük KIYAMET alâmetleri idi.. Burada işaret ettiğimiz mana dahi,
insan fertlerinden her birine has olan Küçük KIYAMET alâmetidir..

Büyük  KIYAMET alâmetlerinden biri de: DABBET’ÜL- ARZ’ın çıkmasıdır..

Bu manada Allah-u Taâlâ şöyle buyurdu:

–  “Söz aleyhlerine olduğu zaman, YER’den bunlar için bir DABBE çıkarırız.
Onlara ANLATIR:

–  İnsanlar âyetlerimize ikan sahibi olamadılar..”   ( 27 / 82 )

Burada söz, şu manaya gelir;

–  Bu âlemin, kendi zatına rücuudur..

Bu iş dahi: Dünya işinin, tamamen âhirete geçmesidir..

– “ANLATIR..”

Kelimesine şu mana girer:

–  Onlara vaad ettiğimiz, baasin, nüşurun, cennetin, narın ve benzeri âhiret işlerinin
hak olduğunu ANLATIR..

Bu anlatılışın sebebi ise.. şöyle izah edildi:

–  “Âyetlerimize ikan sahibi olamadılar..”   ( 27 / 82 )

ÂYETLER:

– Kelâmımızda onlara haber verdiğimiz şeylerdir..

İşte.. DABBE’yi çıkarmamızın sebebi budur..

Ta ki: Her şeye kadir olduğumuzu bileler.. Bundan sonrasına ve DABBE’nin
haber verdiğine inanalar..

Ve.. Hakk’a dönmek isteyen döne.. Yüce Hakk’ın haber verdiği şeylere inana..

Küçük  KIYAMET de buna benzer.. İnsanda bunun emareleri şöyle olur:

–  Beşeri tabiat arzından, emniyet ruhu mukaddes huzurda görünür..

Bunun görünmesi, adi işlerin terkine dairdir.. Bir de, süflî işlerin iktizasını
ortadan kaldırmak içindir..

Bu hali bulana, büyük keşif gelir..

Mukaddes ruh ona, her şeyi inceden inceye bildirir..

Bütün bu haberleri anlatır, durur..

Batınî perdeler insana açılır.. Sırları saklamayı ona talim eder..

Böylece insan: Tasdik makamından, refik-i alâdaki yakınlık makamına yükselir..

Ne güzel refiktir..

Ve.. bu: Yüce Allah’tan bir ihsandır.. Bir fazilettir.. Kuluna fazlı ve inayetidir..

Bu inayeti yapar ki: İman ordusu, daimî hicap askerlerine yenilmeye..
Hatadan çıka, doğrunun hakikatını bula..

Zira: Rububiyet makamının gizlilikleri, ilâhiyet mertebesinin iktizaları
üstün bir gayedir; yüce makamdır..

Onun izzeti o kadar şiddetlidir ki: Kalbler bir türlü ona tam iman yolunu
 bulamazlar.. Ancak böyle bir keşiften sonra olabilir..

Kaldı ki: Halkın kendi nefsinde, bu gibi şeyleri kabule gücü yetmez.
Onlara ikan sahibi olamaz. Ancak, ilâhî bir keşiften sonra olabilir..

Tıpkı: İnsanların bu emrin hakikat olduğuna, DABBE’nin çıkışından sonra
kani olacakları gibi..

Bir irfan sahibinin de, anlatılan ilâhî iktizaları kabulde tahakkuku: Ruhun
tabiat arzından çıkması, yol kesicilerden ve engellerden halâsı sonunda olur..

Bu manayı anla..

Büyük KIYAMET alâmetlerinden biri de: DECCAL’ın çıkışıdır..

Solunda cennet vardır; sağındaysa.. cehennem vardır..

İki kaşı arasında: “Allah’a karşı kâfir..” yazılıdır..

O zaman, halk susuz kalır.. Acıkırlar; hiçbir yiyecek bulamazlar..
Bütün yiyecek ve içecekler bu mel’unun yanındadır..

Kendisine iman eden herkese, suyundan içirir.. Yediği yemekten yedirir..

Onun yemeğinden yiyen, suyundan içen artık iflâh olmaz..

Kendisine inananları, cennetine koyar..
Onun girdiği DECCAL cennetini, Allah-u Taâlâ cehenneme çevirir..

Kendisine inanmayanları da, cehennemine koyar..
Onun girdiği DECCAL cehennemini Allah-u Taâlâ cennete çevirir..

İnsanlardan bazıları, Deccal’in zararı Allah tarafından kalkıncaya kadar;
ot kökü yiyerek geçinirler..

DECCAL LAİN, devamlı yeryüzünü gezer.. Ancak, Mekke ve Medine hariç;
oralara giremez..

Sonra.. Beyt-i Makdis’e doğru yola çıkar.. Remle-i Lüdd karyesine gelir..
Beyt-i Makdis ile, bura arasında, bir gün ve bir gecelik yol vardır..

Tam bu sırada Allah-u Taâlâ o karyedeki minareye İsa’yı a.s. indirir..
Elinde de bir süngü vardır..

LAİN DECCAL İsayı a.s. görünce, tuzun suda eridiği gibi erir..

Sonra.. İsa a.s. ona süngü ile vurur; öldürür..

Küçük KIYAMET için dahi, bunun gibi insanda oluşuna dair alâmet vardır..
Ki bu: Onun hakikatinde DECCAL’in çıkışıdır..

Bu dahi DECCAL nefsin baş kaldırışıdır.. İnsana batılı karıştırır;
hak suretinde arz eder..

Bu tabir, onun haline uygundur.. Söz gelişi:

–  Falan falana DECCALLIK etti..

Derler.. Yani:

–  Onu teşvişe düşürdü.. Yanlış yola saptırdı..
Bu DECCAL nefis, bazı yönleri ile, insan şeytanı olarak da isim alır..

Kaldı ki nefis: Şeytanların ve vesvasın mahallidir.. Onun yuvasıdır;
gizlendiği yerdir..

Bazı yönleri ile bu nefse:

–  Kötülüğü emreden nefis..

Tabirini dahi kullanırlar..

Mutlak NEFS lafzını – ki sofiye istilahında bu isimle geçer – ne zaman anlatırlarsa..
bundan muradları, kulun illetli vasıflarıdır..

Evet..

Nefis, anlatılan hali ile, DECCAL yerini alır..

Şehvet iktizaları icabı ile de; solundaki cennet yerini alır..Şekavet ehlinin yolu soldan gider..

Tabiatın icabı uygunsuz işleri bırakmak, onunla olan bağları yok edip
kesmek sureti ile nefse muhalefet ise..  DECCAL’in sağına aldığı cehennemdir..

Saadet ehlinin yolu da sağdan gider..

Nefsanî işlerin icabı olarak; zulmanî perdelerin teksifi ise.. DECCAL’in iki kaşı
arasında
yazılı:

–  Allah’a karşı kâfir..

Yazısı yerine geçer..

İrfan sahibinin, nefsinin esaretine düşmek sonucu doğruyu anlamayacak hale gelmesi,
nefsin galebe çalması sonucu, yapılan hitabın manasını anlamayacak hale gelmesi:

Deccal zamanında, bazı has zevatın aç ve susuz kalmaları manasına gelir..

İrfan sahibinin, nefsi ile arkadaşlık etmek zorunda kalışı dahi:

İnsanların DECCAL zamanında, yiyeceği ve içeceği ancak
onun yanında bulmaları hükmüne girer..

Resulullah S.A. efendimiz, bu manaya işaret ederek şöyle buyurdu:

–  “İnsanlara bir zaman gelecek; o zamanda dinini tutan:
Ateş koru avuçlamış gibi olur..”

O süre içinde; bir kimse mücahededen yaya kalır;

– Böyle bir şeyden Allah’a sığınırız; – nefsanî yoldan iktiza eden şeylere yönelir;
tabiî işlere dayanır; şehvanî lezzetleri kullanır; adi fiiller yolunu tutarsa..

İşte bu: DECCAL’in verdiğini almak demektir..

Bir şey diyelim:

–  Mubah yolları tutup, onlara dayanmak; irfan sahibi katında haram olan
şarab gibidir.. Ve bu, DECCAL taamı arasında sayılır..

Bir şey daha diyelim:

–  Nefse, gaflet doğuran şeylere, boş ümitlere dönmek ise.. İrfan sahibi yanında
şarap sayılır ki:

Bunlara dalan, DECCAL’in yanında bulunan şaraptan içene benzer..

Bir şey daha diyelim:

–  Makama ulaşmadan önce; anlatılan hale dalan bir irfan sahibi, DECCAL eline
düşüp artık iflâh ümidi kesilen kimseye benzer..

Sonra..

Bekası muhal olan tadları hayal olan yerin süslerine kanıp aldanmak ise..
DECCAL cennetine girmek sayılır..

Ve.. onu: Allah-u Taâlâ cehenneme çevirir.. O kimsenin karar yeri olarak
orayı kılar..

Ancak; bir kimseye saadet başarısı gelirse.. bu yol boyu Hak’ta sebat ederse..

Tahkik gecesinde, şeriat nurları ile yürürse.. muhalefetin, mücahedenin,
riyazetin yoluna metanetle girerse..

Bu kâinatın haşhaşını, Rahman’ın zuhur köklerini yerse..

bu DECCAL cehennemine girmiş olur..

İşte burayı, Allah-u Taâlâ  zevali olmayan bir nimete çevirir.. Değişmez mülk kılar..

Pâk Mekke ile, zatın yeşil bahçesini Medine hariç, farz olan emir gelinceye kadar;
DECCAL’in yeryüzünü gezip dolaşması manasına gelince:

Bütün makamlarda nefis, kulu teşvişe düşürür.. Ancak, iki makam hariç..

O makamlardan biri: Zatın tüm hüküm sürdüğü makamdır..

Bunun manası: Zatî, ilâhî huzurdan gelen cezbe ile; kulun kendi varlığından geçmesidir..

İşte o zaman : Kul, hissinden de geçer.. Nefsinden yana da fena bulur..

İşbu makam: Sekir – manevi sarhoşluk – makamıdır..

O makamdan ikincisi: Muhammedî makamdır..

Evliya istilahında, bu makama:

–  İkinci sahv – ayıklık -..

Tabir edilir..

Anlatılan iki makam, öyle makamdır ki:
Oralarda nefsin mecali yoktur.. Zira, burası illetli yollardan korunmuştur..

Ezelî gayb âleminde bunlar mahfuzdurlar..

Anlatılan manalar DECCAL’in giremeyeceği iki belde mesabesinde dururlar..

İlâhî keşiflerden, kulu teşvişe düşüren, doğru yola girmekten onu alıkoyan şey ise..
bu ENCES – PEK  PİS – LAİN’in, Beyt-i Makdis kıtasına yönelmesi mesabesindedir..

Sonra..

Oraya varmadan; Remle adlı yerde durup, kalmasına gelince; şöyle anlatabiliriz:

–  Nefis DECCAL’i, her libasta irfan sahibine zâhir olduğu zaman;

Bazan enfüs makamı mukabili çıkabilir.. Burada çıktığı zaman,
bu mukaddes vadide bir irfan sahibi olmayan, eriştiği vehmine kapılır..

Halbuki anlatılan makamdan hiçbir kırıntı almamıştır..
Ancak, durumu icabı perde ardında kalır..

Zira Remle: Topraktan olma bir çamurdur..

Ve.. Hz. İsa a.s. iner.. Elinde fetih süngüsü vardır.. Orada DECCAL’i öldürür..

İsa a.s. Malik Allah’ın ruhudur..

Hak gelince, batıl zail olur..

Şeklerin, şekillerin, teşvişlerin hükmü kesilir..

Burada anlatılanlar, Büyük KIYAMET’lerin alâmetleri idi; saydık.. Amma zâhirde..

Batınî olan alâmetlerini dahi saydık.. Onları da şerh edip anlattık..
Ancak bunlar, Küçük KIYAMET alâmetleridir..

Ve.. Küçük KIYAMET alâmetleri insanlara hastır.. Kâinatın diğer halkına değil..

MEHDİ’nin a.s. çıkışı da, Büyük KIYAMET alâmetleri arasındadır..

O gelecek, insanlar arasında kırk yıl adaletle hüküm sürecek..

O gelince; gündüzler, yeşil bahçeler gibi, geceler aydın parlak olur..

Ziraat bereketli ve çok olur.. Hayvanların sütleri de bollaşır..

İnsanlar emniyet içinde; Rahman’ın ibadeti ile meşgul olurlar..

Küçük KIYAMET’in de böyle alâmetleri vardır..

Küçük KIYAMET’in alâmeti dahi insanda MEHDİ’nin çıkışıdır..

MEHDİ: Muhammedî makamın sahibidir.. Her Kemâl burcunda
itidal üzere bulunur..

Onun kırk yıl adaletle hüküm sürmesi dahi, varlık mertebelerinin sayısıdır..
.

Gecelerin aydın, parlak oluşu, gündüzlerin yeşil bahçeler gibi olması,
şu manaya gelebilir:

İrfan sahibini terakki ettiren sarhoşluk ile, beka veren ayıklık içinde sürüp gider..

Ziraatın bereketli ve çok olması, hayvanların çok sütlü olması da şu manaya gelir:

İlâhî nimetlerin peş peşe gelmeleridir..

Onun zamanındaki emniyet ise, şu manaya gelir: İrfan sahibi, dostluk makamına girer..
Oranın süslü kaftanını giyer..

Allah-u Taâlâ, bu manayı anlatmak için, İbrahim makamından şöyle anlattı:

–  “Bir kimse oraya girerse emin olur..”   ( 3 / 97 )

Yani: Elim azaptan emin olur..

Zâhirî manadaki bu makamdan, ateşli yanma durumundan emin olununca,
manevî makamda, Rahman’ın mekrinden emin olmak daha yerinde
ve daha uygun olur..

Şeyh Abdülkadir Geylânî R.A. bu makama konmuştur.. Ve kendisine:

–  Allah-u Taâlâ, mekir etmeyeceğine dair yetmiş defa ahd etti..

Diye anlatmıştır..

Ve.. bu makamdan sonra, Rahman’a ibadetten başka bir şey yoktur..

Bir de: Deyyan olan yüce sultanı sena etmek vardır..

Hele şu işaretlere bir bak.. İbarelerle nekadar güzel uyuştu..

Büyük KIYAMET’in alâmetleri, anlatıldığı gibidir..

Küçük KIYAMET
’in dahi alâmetleri ona benzer; ki o da anlatıldı..

Büyük   KIYAMET’ in  bir  başka  alâmeti  dahi;

GÜNEŞİN  BATTIĞI  YERDEN DOĞMASI’dır..

Bundan sonra, tevbe kapısı kapanır..

Daha önce iman etmemişse.. artık bundan sonraki imanı nefse fayda vermez..

Zira o zaman: Artık vuslat sergisi kaldırılmıştır.. Dürülmüştür..

Küçük KIYAMET’in dahi buna benzer alâmeti vardır..

Bunun insandaki alâmeti şudur: Onun müşahede güneşi, varlık batısında doğar..
Bu ise.. batınî keşiften ibarettir.. bu ise.. gizli sırra ittilada tahakkuktur..

Böyle olduktan sonra bilir: Kendisi nedir?.. Ve Kimdir?..

Sonra.. öz vasıfları ile tahakkuk eder.. Arafı cennetinde bol bol inama kavuşur..

Remizleri çözer; onlardan hazine çıkarır..

Mana örtülerini açar; kurtulanlarla beraber kurtulur..

Bu hale erdikten sonra, ondan ayrılık ve vuslat sergisi dürülür..

Ve.. orada imanın faydası olmaz.. çünkü, imanın hükmü bundan önce idi..

Zira iman: Gaybde olan bir şeye olur.. Aradaki hicabın kalkması ile de
hükmü gider..

Maddî manada tevbe kabul olmaz; günah bağışlanmaz..

Zira günah ve bağışlanma işi: İkilik mahallidir..

O tek zat ise.. kendi tekliğinde; günahtan da, bağışlanmaktan yana da
münezzehtir..

İşbu anlatılanlar.. Büyük KIYAMET’in mukabili olup Küçük KIYAMET’in de
mukabilidir..

Muhyiddin b. Arabî de, yukarıda işaret ettiklerimizi aynı şekilde anlatmıştır..

Büyük KIYAMET’in mukabili, Küçük KIYAMET’i aynen işaret yollu karşılaştırmıştır..

Şöyle ki:

Güneşin batıdan doğuşunu şöyle anlatmıştır:

–  Ruhun ilk merkezine, ilk makamına dönmesi..

Bu ise.. ölümde, vefat hükmü ile; işin âhirete intikali sayılır..


Tevbe kapısının kapanışını da şöyle anlatmıştır:

–  Canı boğazına gelip gargaralı ses çıkaranın tevbesi kabul olunmaz;
günahı bağışlanmaz..

Bu iddiasını da:

–  İki kapı, yani: –  doğum – ölüm – arasındaki mesafe yetmiş yıldır..

Şeklinde anlatılan cümleye dayandırır..

Bu ise.. insanın ortalama ömrü, kıyas ve nizam yolu ile, yetmiş yıl
oluşuna mukabildir..

İmam’ın bu anlattıkları makbuldür.. En güzel şeklinde yorumlanır..

Ancak biz, insana mahsus olan Küçük KIYAMET’i bu dünyada kaldığı günleri
 üzerinde durarak anlattık..

Bizim yolumuz buydu..

Perdeyi yırtmak korkusuyla daha ileri gitmedik..

Şu da açıktır ki, burada bütün sırlara işaret ettik..

Bu kitapda üzerinde, dura dura anlatmadığımız hiçbir iş kalmadı..

Allah.. Hak söyler..

Doğruya hidayeti nasib eden odur..

 

Check Also

İnsan-ı Kamil – Abdûlkerîm Ceylî

             İnsan-ı Kamil                                 Abdûlkerîm Ceylî              Bu eserden beklenen odur ki; Salik için , en ...