İnsan-ı Kamil – 59 / 1. Bölüm (Nefs)

İnsan-ı Kamil                                 Abdûlkerîm Ceylî

                

Bu eserden beklenen odur ki; 
Salik için , en yüce refikîne ileten ola..
Ama, ince, düşünceli, nazik, kibar arkadaş gibi..

59-1. BÖLÜM

N E F S

 

 Burası İblis’in ve ehl-i telbis şeytanların yatağıdır..

NEFS  Rabbın sırrıdır zata nişan;
Lezzetlere dalar, zatla zatta olan..

Halk oldu Rububiyet vasfı nurundan;
Ve.. size Rububiyet vasfı andıran..

Görünür her kibirde ve azamette;
Sıfatları bu, ona göre huy kuran..

Razı gelmez mekânından atılmaya;
Emirle, odur yerinde sebat bulan..

İnen nurların tümü unuttu kaldı;
Nesi varsa.. kendinde ve gayrı duran..

Nurlar tüm akıllandı, amma NEFS kaldı;
Riyasette, işte hali isbat kalan..

F A S I L :  1

Bilesin ki…

Allah-u Taâlâ kendinden gelen ruhla sana güç versin.. Bir an dahi olsa,
seni kendinden boş bırakmasın..

Allah-u Taâlâ, Resulullah S.A. efendimizi, kemâlinden yaratınca, cemaline ve celâline
mazhar kılınca: İsim ve sıfat hakikatlerinden her hakikati de onda yarattı..

Sonra..

Resulullah S.A. efendimizin NEFS’ini de kendi NEFS’inden yarattı..

NEFS ise.. ancak bir şeyin zatıdır..

Bunu daha önce de anlattık..

Ve.. bazı Muhammedî hakikatleri de, yine kendi hakikatinden yarattı..

Bunların bahsi dahi: Akıl, vehim ve emsali bahislerde geçti..

Kalanın beyanı da gelecektir..

Evet..

Resulullah S.A. efendimizin NEFS’ini anlattığımız manada yarattıktan sonra..
Adem’in a.s. NEFS’ini Resulullah S.A. efendimizin NEFS’inden bir suret olarak yarattı..

İş bu incelik taşıyan mana icabıdır ki:
Cennetteki habbeyi yemesi men edildiği zaman, onu yedi..

Çünkü o: Rububiyet zatından yaratılmıştı..

Rububiyetin şanı ise.. Hacr altında kalmak değildir..

Ve.. bu hüküm onun için dünyada dahi yürüdü.. Keza âhirette de yürüdü..

Bu incelik taşıyan sır icabı: Ona ne yasak edildiyse.. onu yapma yolunu aradı..

Ona yasak edilen şey: İster saadetine sebep olsun; isterse şekâvetine..
Her iki durum ona göre aynıdır..

O, bir şeyi yaparken, saadetini veya şekavetini düşünerek yapmaz..
Sırf zatının bir gereği olarak yapar..

Yani: Rububiyetten aldığı aslına göre..

Görmüyor musun, cennetteki habbeyi nasıl yedi?..

Hiç aldırış etmeden onu yedi..

Halbuki, ilâhî ihbarla, onu yemesinin kendisini şekavete sürükleyeceğini biliyordu.

Allah-u Taâlâ şöyle buyurmuştu:

–  “Şu ağaca yaklaşmayın, zalimlerden olursunuz..”   ( 2 / 35 )

 

O habbe, tabiat zulmetinden başka bir şey değildi..

Ağaçtan yaratılan habbeyi, Hak Taâlâ, tabiat zulmetine bir misal olarak yaratmıştı..

Bunu yemeyi men etti..

Biliyordu ki: Onu yiyince asi gelecek.. Tabiat zulmetine inmeyi hak edecek..
Dolayısı ile şekavete düşecek..

Zira o ağaç:

–  “Kur’anda melun ağaç..”   ( 17 / 60 )

Diye anlatıldı. Kim ona giderse.. lânete uğrar..

Yani Tard edilir.

O ağaca gidince.. ilâhî, ruhî yakınlıktan çıktı; cismanî uzaklığa geçti..

Nüzulün, yani: İnmenin manası da budur..

Bu mana, yüzünü: Hadde, kayda gelmeyen münezzeh, ulvî âlemden;
esaret altında olan süflî, tabiî âleme döndürmesidir..

F  A S I L :  2

Bilesin ki..

NEFS, o habbeyi yemekten men olunduğu zaman; hacir altında
kalmamak onun şanındandı.

Ve.. iş ona karışık geldi..

Kendisi için öğrendiği Rububiyet saadeti ile, habbeyi yediği takdirde;
şekavete düşeceği yolunda gelen ilâhî ihbar arasında kaldı..

Hal böyle iken, kendinden doğan bilgisine dayandı; o habbeden yemeyi
sevdiği için ilâhî ihbar üzerinde durmadı bile..

Bu karışık durum, yani: İltibas; bütün bilgi sahipleri için vakidir..

Şekavete düşenler, işte bu iltibas yüzünden düşerler.

O kadar ki: NEFS ilk adımda, bu yüzden şekavete düşer..

Ümmetlerin durumu da buna benzer..

Onlar da akıl yolu ile elde ettikleri ilme dayanırlar; ya da, benzeri olan
kimselerden gelen haberlere..

Peygamberlerin tasdikinden geçen; sarih, açık, kesin delillerle gelen
 ilâhî ihbarları terk ederler.

Bu yüzden, hepsi de helâk olur..

Bu işin sırrı vardır..

Şöyle ki: NEFS baştan helâk oldu..

Yani: O habbeyi yemekle, kendini helâke götürdü..

O  NEFS ise.. asıl idi.. hepsi ondan yaratılmış idi.

Bir âyet-i kerimede, bu mana şöyle anlatıldı:

–  “Sizi bir nefisten yarattı..”   ( 4 / 1 )

O asıl olunca, diğerleri de onun parçaları idi; ona tabi oldular..

Bu yoldan hepsi helâke gitti.. Ancak, bazı tekler kaldı..
Bu ise.. şu âyet-i kerimelerin sırrıdır..

–  “Biz insanı en güzel kıvamda yarattık..Sonra onu aşağıların aşağısına
 reddettik.. İman edip yarar iş yapanlar müstesna..”   ( 95 /4-6 )

Yani: İlâhî ihbara iman edip kendi bildiklerini bıraktılar..

Masiyeti bırakıp, taat işlerini yaptılar..

Zira masiyet: Tabiat zulmetlerinin bir gereğidir..
Taat ise.. ruhanî âleme ait nurların iktizasından başka değildir..

 

Bilesin ki..

NEFS’in şüpheye düşmesi, ancak yemek kandırmacası sonunda oldu..

Yoksa.. hakikatte: Birbirine aykırı ise.. şahsın bilgisini muhbirin
bilgisine takdim caizdir..

Aslında, Yüce Hakkın haber verdiği şey; NEFS’in bildiğine aykırı değildir..

Zira NEFS habbe ile anlatılan, tabiat zulmetinin iktiza ettiği şeyin sırrını,
aslî kabiliyeti ile biliyordu..

Biliyordu ki: Tabiatın icab ettiği şeyleri yapmak; ruh zeminini karartır..
Onu şekavete sürükler..

Ve.. biliyordu ki: İlâhî tenzih, zatî takdis icabı; şekavete iten şeyleri
meydana getirmek, Rububiyetin şanı sayılmaz..

Durum anlatıldığı gibi olunca: Hakkın haber verdiği şey;
kendi bildiğinin aynı oluyordu..

Ancak yeme işi onu kandırdı..

Bu da kesin kader icabı olarak, verilmiş hükümden nasibi idi..

İşbu düşünceler içinde, işler ona karışık geldi..

Ve.. şu görüşe sebep oldu: Bu habbeye engel olmak, üzerinde bulunduğu
Rububiyet halini kaçırır..

Bu görüşü: Telbisin, teşvişin hakikatinden yaratılan İblis ona vermişti..

Şöyle demişti:

–  “Rabbınız size bu ağacı melek olursunuz;
ya da burada ebedî kalırsınız diye men etti.. başka değil..”   ( 7 / 20 )

Anlatmak istediği mana şuydu:

Eğer bu engellemeyi kabul edersiniz, hacir altına girersiniz.

Bu habbeyi yemek işinde hacir altına girmeyi kabul etmezseniz, birinizin
çıkarılması ile cennetten ikiniz birden çıkarılamazsınız..

Zira siz: Rububiyet iktizasını yerine getiriyorsunuz..

Sonra iblis:

–  “İkisine de yemin etti: Gerçekten ben, size öğüt veriyorum..”   ( 7 / 21 )

D e d i..

Bu yemin, ancak iddia edilen şeyin doğruluğunu; kesin, kat’î açık
delillerle açıklar..

Sonra..

Geçmiş ümmetler ile, helâk olanların tümü, ancak nefsanî bir desise ile,
helâk oldular.

Zira peygamberler, meçhul işlerin izahını, makul işler gibi halka getirdiler..

Meselâ: Yapanı, yapılan işle isbat ettiler.. Bu işe iktidarı ise..
san’at yolu ile isbat ettiler..

Kıyametin isbatını ise: İlk diriliş delili ile getirdiler..

Bu manada şu âyeti okudular:

–  “De ki; ilk defa onu yapan, diriltir..”   ( 36 / 79 )

Bunun daha başka misâlleri de vardır..

Sonra.. mucizeler de gösterdiler.. Hem kesin mucizeler..Hem de,
bütün şüpheleri kaldırıcı nişanlarla..

Nice harika işler gösterdiler..İlâhî kudret dışında, hiçbir mahlûkun
öyle harika göstermesi mümkün değildir..

Meselâ: Ölüyü diriltmek, anadan doğma âmânın gözünü açmak, abraş illetine
 tutulanı kurtarmak, denizi yarmak ve emsâli işler..

Bütün bunları gördükleri halde; onları peygamberlere boyun eğmekten
ancak desiseler men etti.

Onlardan bazısı şöyle dedi:

–  Arapların beni ayıplamasından korkuyorum.. Benden küçük birine
 teslim olursam, beni kınarlar..

Bazısı da, peygamberi için şöyle dedi:

–  Onu yakınız; ilâhlarınıza yardım ediniz..

Bazıları ise, şöyle dedi:

–  Atalarımızın ibadet ettiği şeyi bırakmayı, onları uymayı terk etmemizi  mi
istiyorsunuz?..

Hâsılı: Onlardan her biri, nefsanî desiseye kandı.. Bu desise ona engel oldu..
Yoksa.. ilâhî ihbar, onlarda bulunan hale uygundu..

Nitekim bu manâ şu âyet-i kerime ile anlatıldı:

–  “Onlar seni yalanlamıyor; lâkin Allah’ın âyetlerini inkâr ediyorlar..”  ( 6 / 33 )

Hâsılı: Bütün bu teşvişin sırrı, NEFS’i yeme desisesine düşürmektir..

Belki de, öyle değil; şöyledir: Zatî şanın, ilâhî emrin gerekli kıldığı sır..


F A S I L :  3

Bilesin ki:

Allah-u Taâlâ, Resulullah S.A. efendimizin NEFS’ini zatından yarattı..

Yüce Allah’ın zatı ise.. İki zıddı da camidir.

A L U N..

Adı ile, söylenen melekleri: Cemal, nur, hüda sıfatlarından yarattı..

Daha önce de anlatıldığı gibi; bütün bunları, Resulullah S.A. efendimizin
nefsinden yaratmıştır..

İblis ve tebeasını ise: Celâl, zulmet ve dalâl sıfatından yarattı..

Öbürlerini olduğu gibi; bunları da Resulullah S.A. efendimizin
NEFS’inden yarattı..

 

İblis’in  önceki ismi: Azazil idi..

Halk yaratılmadan; nice nice bin sene Allahu Taâlâ’ya ibadet etti..

Hak Taâlâ bir gün ona şöyle dedi:

Ya Azazil, benden başkasına ibadet etmeyesin..

Allah-u Taâlâ Âdem’i a.s. yaratınca; ona secde etmeleri için,
meleklere emretti..

Bu durum, İblis’i teşvişe düşürdü..

Sandı ki: Âdem’e a.s. secde ederse.. Allah’ın gayrına ibadet etmiş olacak..

Ne var ki: Allah’ın emri ile secde edenin; Allah’a secde etmiş olacağını bilemedi..

Secdeden imtina etmesi; işte, bu sebebe dayanıyordu..

Ona:

–  İ b l i s..

Adının verilmesi de, bu nükteden dolayı idi.

Onu teşviye sevk eden nükte ise.. anlatılan mânadır..

A n l a..

Yoksa.. önceleri onun adı: Azazil idi.. Künyesi ise.. Ebumürre, idi…

 

Yüce Hak, İblis’e sordu:

–  “İki elimle yaptığım şey için secde etmene ne engel oldu?..

Kibirlendin mi?.. yoksa, ALÛN’dan mı oldun?..”   ( 38/75 )

ALÛN adı ile anılan melekler, ilâhî nurdan yaratılmışlardır.
Nun, isimli vb. melekler gibi..

Kalan melekler, anasırdan yaratılmışlardır..Ve bunlara:
Âdem için secde emri verilmiştir..

Yüce Hakkın yukarıdaki sorusuna, İblis şu cevabı verdi:

–  “Ben, ondan hayırlıyım.. Beni ateşten yarattı; onu da çamurdan..”  ( 38 / 76 )

 

 

Yukarıdaki cevap, şuna delâlet ediyor ki: İblis, huzurda konuşma edeplerini
en iyi bilendi..

Ve.. suâli anlamakta, cevabını vermekte ise.. halkın en ârifi idi..

Çünkü Hak Taâlâ ona mani sebebi sormadı.. Eğer böyle sorsaydı;
onun şekli şöyle olurdu:

–  İki elimle yarattığım şey için secde etmeye ne sebeple imtina ettin?..

Ancak o: Men’in mahiyetini sordu..

İblis ise.. İşin sırrı üzerine kelâm etti:

–  “Ben, ondan hayırlıyım..”   ( 38 / 76 )

Dedi.. Bu cümlenin daha açık manası şuydu:

–  Ateşin hakikati ki, tabiî zulmettir ve sen beni ondan yarattın.. Bu,
çamurun hakikatından hayırlıdır.. Onu, bundan yarattın..

Bu sebeple işin iktizası: Benim ona secde etmememdir..

 

Ateş hakikî vechesinde, ulviyeti iktiza eder..

Toprak ise.. hakkî vechesinde, süfliyeti iktiza eder..

Şu durumu görmez misiniz?..

Bir mumu alıp, baş aşağı eğdiğin zaman, alevi aşağı dönmez; yukarı çıkar…
Ama toprak böyle değildir..

Meselâ: Bir avuç toprak alıp yukarı attığın zaman, seri bir şekilde aşağı düşer..
İktiza ettiği hakikatler sebebi ile böyle olur..

 

İşte.. anlatılan sebepten İblis:

–  “Ben, ondan hayırlıyım.. Beni ateşten yarattın; onu da çamurdan..” ( 38 / 76 )

Dedi; buna daha başka bir şey eklemedi..

Sebebine gelince, biliyordu ki: Allah-u Taâlâ sırrına muttalidir..

Yine biliyordu ki: Makam kabz makamıdır; bast makamı değildir..

Eğer bast makamı olsaydı; o sözünden sonra şöyle derdi:

Senden başkasına ibadet etmemek emrine itimad ettim..

Ancak baktı ki: Mahal, itap mahallidir.. Dolayısı ile, edep tavrını takındı..

Yine anladı ki: İş kendi için, esasta teşvişe büründü..

Zira Hak Taâlâ onu:

–  “İ b l i s..”   ( 38 / 75 )

Diye  çağırdı.. Bu ise: İLTİBAS, kelimesi kökünden gelmiş bir kelimedir..

Halbuki, daha önce bu isimle hiç çağırılmadı..

Artık tahakkuk eden durum şu oldu: İş, kendi sınırını aşmıştır..

Bu yüzden sızlanmadı; dediğine pişman olmadı; tevbe etmedi;
bağış talebinde de bulunmadı..

Biliyordu ki: Allah-u Taâlâ, ancak dilediğini yapar..

Allah-u Taâlâ’nın dilediği ise.. hakikatlerin iktiza ettiği şeydir..

Onun tağyir yolu yoktur.. Tebdil olması da imkânsızdır..

 

Bundan sonra..

Allah-u Taâlâ onu, yakınlık huzurundan, tabiat uzaklığı çukuruna tard etti..

Ve.. şöyle buyurdu:

–  “Çık oradan; en RACİM’sin..”   ( 38 / 77 )

Yani: Yüce huzurdan ayrıl; süflî merkeze in..

Zira RECM: Bir şeyin ulviyetten, süfliyete atılmasıdır..

Devamen buyurdu:

–  “Kıyamete kadar LÂNETİM üzerine olsun..”   ( 38 / 78 )

LÂNET: Korkutma, ürkütme âletidir..

Bu mana bir şairin dilinde şöyle anlatıldı:

Kediyi ürküttüm, onunla attım dışına;
RECÜL-Ü LAİN gibi, kaim kurt makamına..

Burada RECÜL-Ü LAİN:

–  Korkutan adam..

Demektir..

Bu onun misalidir ki: Bostana, ağaçtan vs. den adama benzer bir şey dikerler;
bununla ona zarar getirecek şeyleri korkutmak isterler.. Zararlı kuşları ve
vahşi hayvanları kaçırırlar..

Böylece, oraya gelecek zarar def olur; ekin ve meyveler zarardan kurtulur..

Allah-u Taâlâ İblise:

–  “Kıyamete kadar lanetim üzerine olsun..”   ( 38 / 78 )

Buyurdu.. Bunun açık manası şu demektir:

–  Lânetim yalnız sanadır; başkasına değil..

Çünkü: harf-i cer başa gelmiştir.. Arab dili nahiv kaidesine göre, huruf-ü carre ve
nasibe harfleri başa gelirse, hasr ifade eder..

Yani: İsnad yalnız muhataba olur..

Arab dilinde:

–  Para zeydin üzerinedir..

Cümlesinde olduğu gibi..

Sonra:

–  “Ancak, sana ibadet ederiz; ancak senden yardım dileriz..”   ( 1 / 4 )

Âyet-i kerimesinde olduğu gibi.. Ki, şu demeğe gelir:

                          Senden başkasına ibadet etmeyiz, yardım dilemeyiz..

Allah-u Taâlâ İblis’ten başkasına lânet etmedi..

Zalimlere, fasiklere ve diğerlerine dair gelen lânetin hepsi, tebaiyyet
yolu ile gelir..

Lânet, köklü yoldan İblis’edir.. dallanması da, diğerlerine gelir..


–  “Kıyamete kadar..”   ( 38 / 78 )

Buyurulması da, yine hasr ifade eder..

Kıyamet günü geçtikten sonra, İblis’e lânet yoktur..

Z i r a :

–  Kıyamet günü..

Dediğimiz DİN GÜNÜ, tabiî zulmetin hükmü kalkar..

Nitekim DİN GÜNÜ tefsiri, bu kitabın KIRKINCI BÖLÜMÜ’nde geçti..

Bu manaya göre İblis: İlâhî huzurdan, ancak kıyamet gününden önce kovulur
ve tard edilir..

Zira onun, aslî durumu bunu gerektirir..

Onun aslının iktizası ise.. tabiî engellerdir.. Ruhun ilâhî hakikatlerle tahakkukuna
engel olur..

Amma, bundan sonra.. Tabiî durumlar, kemalât cümlesinden sayılır..
Ona lânet yoktur, sırf yakınlık vardır..

Ve.. o zaman İblis, önce olduğu gibi, Allah katında bulunan ilâhî yakınlığa döner..

Bu ise.. cehennemin zevalinden sonra olur..

Çünkü: Allah-u Taâlâ’nın yarattığı her şey, elbette önceden bulunduğu
hale dönecektir..

Bu asalet durumu, kat’îdir..

Bu manayı anla..

Söylediğine göre:

–  İblis, lânete uğradıktan sonra; çok sevindi.. Aşka gelip coştu..

Hatta bu hali ile âlemi doldurdu..

İblise şöyle dediler:

–  Nedir bu halin?.. Sen huzurdan kovuldun..

Şu cevabı verdi:

–  Bu benim için bir hıl’attir.. rütbedir.. Habib Allah tek beni seçti..
Onu: Ne yakın bir meleğe giydirdi; ne de mürsel bir peygambere..

Bundan sonra, Allah-u Taâlâ’nın dahi haber verdiği gibi; Hakk’a şu nidayı yaptı..

–  “Rabbim, baas gününe kadar bana mühlet ver..”  ( 38 / 79 )

Bunu istedi; çünkü böyle bir şeyin mümkün olacağını biliyordu..

Biliyordu ki: Kendi menşei olan tabiî zulmet, Allah-u Taâlâ, o zulmet ehlini
baas edinceye kadar vucüdda baki kalır..

Bundan sonra, tabiî zulmetten halâs bulur: Rububiyet nurlarına kavuşurlar..

Allah-u Taâlâ, İblis’in isteğine tekid ile cevap verdi:

–  “Sen, MALUM VAKT ‘e kadar mühlet verilenlerdensin..”   ( 38 / 80-81 )

MALUM VAKİT: Varlık emrinin, mabud olan yüce sultanın huzuruna çıkışıdır..

Ve.. yemin etti:

–  “İzzetin hakkı için, onların hepsini azdıracağım..”   ( 38 / 82 )

Zira İblis biliyordu ki: Her şey tabiatın hükmü altındadır..

Ve.. biliyordu ki: Zulmaniyet iktizaları; nurlara, huzurlara varmayı engeller..

Devam etti:

–  “Ancak, ihlâs sahibi kulların hariç..”  ( 38 / 83 )

Onlar, tabiatların verdiği zulmeti atmıştır; ibadete mani kesafeti silmişlerdir..

Yani: Âdemlik vücudunda ilâhî kanunu ikame etmiş; tabiat zulmetlerinden
halâs bulmuşlardır..

Mef’ul sigasına göre mana verilecek olursa.. iş ilâhî hakikata bağlanır..

Yani: Allah-u Taâlâ onları zatına cezb ederek, tabiat zulmetinden
halâs eylemiştir..

Fail sığasına göre mana verilecek olursa.. o zaman, iş hakikat-i abdiyete
bağlanır..

Şu demeğe gelir..

– Temiz ameller işleyerek, mücahede, riyazat, muhalefet vb. işleri yaparak,
halâs bulurlar..

İblis’in bu konuşmasına karşılık, Hak taâlâ şu cevabı verdi:

–  “El-Hak.. Hakkı söylüyorum: Cehennemi seninle, sana uyanlarla
ve insanlarla tüm dolduracağım..”  ( 38 / 84-85 )

 

İblis, hakikatların iktiza ettiği men cihetinden kelâm edince; ilâhî hikmet
olarak, İblis’in kelâmı yönünden konuştu..

Vasıtası ile insanlara İblis’in sataştığı tabiî zulmet; İblis’in azdıracağına
yemin ettiği insanların özüdür.. 

Onları cehenneme çekendir.. Belki ateşin dahi aynıdır..

Sonra..

Zulmete iten tabiat o ateştir ki: Allah-u Taâlâ onu müfsidlerin kalbine yerleştirdi..

Bu durumda, o tabiî zulmete kim girerse.. İblis’e ancak o tabi olur..
O tabiî zulmete giren ise.. ateşe girmiş olur..

 

Hele şu ilâhî hikmete bir bak..

Allah-u Taâlâ onu, ince bir işaretle, dakik ibare ile nasıl açığa çıkardı?..

Onu böyle yaptı ki: Söz dinlenmesini bilen ve en güzeline uyan anlasın..

Eğer anlayış sahibi kimselerden isen anla..

İşaret ettiğime akıl erdirene canım feda olsun.

Bunun ilmini alana canım kurban olsun..

 

Check Also

İnsan-ı Kamil – Abdûlkerîm Ceylî

             İnsan-ı Kamil                                 Abdûlkerîm Ceylî              Bu eserden beklenen odur ki; Salik için , en ...