İnsan-ı Kamil – 57. Bölüm (Hayâl)

İnsan-ı Kamil                                 Abdûlkerîm Ceylî

 

Bu eserden beklenen odur ki; 
Salik için , en yüce refikîne ileten ola..
Ama, ince, düşünceli, nazik, kibar arkadaş gibi..


57. BÖLÜM

H A Y Â L

Bu HAYÂL, bütün âlemlerin heyulâsıdır..


HAYÂL, hayat sayılır âlemin ruhuna;
   HAYÂL, asl-ı hayat, âdemoğlu da ona..

    Varlık HAYÂL oldu ancak onun yanında;
Ki HAYÂL azim gücüyle gelir yadına..

Canlı zuhuru budur kendi canımızda;
Şuna benzer: Girer yatanın rüyasına..

Onun zuhuru budur kendi canımızda;
Baki kalan bir aslı var takılır ona.. 

Canlıya aldanma ki o bir HAYÂL oldu;
  Keza parça âlem ve bütün mana..

Öyledir melekût, ceberut bütünüyle;
Keza lahut, nasut ama bilip duruma..

HAYÂL kadrini düşürme gözünden çünkü;
Benzer vücud hâkimin öz hakikatına..

Lâkin bu HAYÂL, tüm görülünce aslında;
İki kısımdır, ammâ tam keşfi bulana..

Biri bekaya suret verir, kalan ise;
Helâki gösterir, devam sözü yok ona..

Anla işaretimizi, çöz remizleri bir;
Lâkin, kaim kitabı bir asıl kıl buna..

Kork anlayışından hidayeti atanın;
Uy Haşimî Nebi ne getirmişse sana..

Kasdım yoktur gayrı, ancak şu oldu kasdım;
Getirdi onu Resul, yol yoktur kitmana..

Yüce risaletime temel atmadım ki;
Ben hizmetçi olmuşum onun yoluna..

Gelince sana bir şey anlaşılması zor;
Çıkarırsın acemice söylenmiş mana..

Bırak onu, sığın ilâha, öyle dur al;
Neyse gelen Resulullah yolunda sana..

Salât olsun ona, yakin nuru açtıkça;
Daima şek gecelerini onun namına..

Bilesin ki..

Allah sana başarı ihsan eylesin..

HAYÂL,vücudun aslıdır.. Onda bulunan zat ise.. mabudun
zuhur kemâlidir..

Hele Hakka itikadına bak..

Ona olan itikad durumunu görmüyor musun?..

Yüce Hakkın kendine has isimleri ve sıfatları var..

Yüce ve sübhah olan Allah’ın; sendeki itikad mahalli neresidir?.. Nedir?..

O: HAYÂL’den başka bir şey değildir..

İşte.. anlatılan mana icabı olarak:

–  Onda bulunan zat ise.. Sübhan olan yüce mabudun zuhur kemâlidir..

İşte.. yukarıda anlatılanları anlarsan; sana şu mana zahir olur:
HAYÂL, bütün âlemin aslıdır..

Sebebine gelince: Cümle eşyanın aslıdır..

Bu manada onun en kâmil zuhuru ise.. anlatılan aslın kendi mahallinde olabilir..

İşbu mahalli ise..  HAYÂL olmuştur..

Anlatılan durum şunu tesbit etti: HAYÂL, baştan sona, bütün âlemlerin aslıdır..

Görmez misin ki: Resulullah S.A. efendimiz, bu his âlemini uyku saydı..
Uyku ise HAYÂL sayılır..

Şöyle buyurdu:

–  “İnsanlar uykudadır.. Öldükten sonra uyanırlar..”

Şu demektir:

–  Onlara; dünyada, bulundukları hal üzere iken, hakikatler zâhir olur..

Ve o zaman anlarlar ki: Uykudalar..

Bunun manası:

       Ölümle, tam bir intibah, yani: Uyanıklık hâsıl olur..

Demek değildir..

Sebebine gelince: Gaflet Allah tarafından gelir; berzah ehlini, mahşer ehlini,
cehennem ehlini, cennet ehlini sorar..

Taa, cennet ehlinin çıkacağı tepede: Yüce Hak onlara tecelli edinceye kadar
oraya çıkarlar ve yüce Allah’ı müşahede ederler..

Burada sözü edilen gaflet, uykudur..

Hâsılı: Bütün âlemlerin aslı HAYÂL olmuştur..

Dolayısıyla ile; onlardaki şahısları HAYÂL bağlar..

Âlemlerin hangisinde olursa olsun; bütün ümmetler, HAYÂL ile
kayda bağlanmıştır..


Dünya ehli ise.. dünya ve âhiret işlerini HAYÂL ile kaybederler..

Her iki durumda da; Allah-u Taâlâ ile huzura dalmaktan olan gaflettir..

Bu gaflette olanlar ise uykuda sayılırlar..

Ancak uyanık olan: Allah ile huzurda olan kimsedir..

Allah ile huzuru nekadar ise.. uykudan ayıkması o kadardır..

Berzah ehline gelince: Bunlar da uykudadır..

Ancak, bunların uykusu: Dünya ehlinin bazılarına bakarak, hafiftir..

Bunlar kendilerine ait halle meşgul olup dururlar.. Azapla, ya da nimetle..

Bu durumda onlar için uykudur.. Çünkü onlar: onlar Allah’tan gafil durumdadırlar..

Kıyamet ehli de gaflet içindedir..

Bunlar her nekadar; hesap için Allah-u Taâlâ’nın huzurunda iseler de;
Allah ile değil, hesap ile olurlar..

Ancak bunların uykusu, berzah ehlinin uykusundan daha hafiftir..

Cennet ve cehennem ehlinin durumu da böyledir..

Meselâ cennet ehli: Kendilerine gelen nimetlerle olurlar..

Meselâ cehennem ehli: Kendilerine gelen azapla olurlar..

Bütün bu durumları, onlara Allah’tan gaflettir.. Ayıkması olmayan
 bir uykudur..

Ancak bunlar: Uyku ciheti ile, mahşer ehlinden daha hafiftir..

Ancak bunların uykusu, uyku öncesi gelen uyuklama haline benzer..

Durum yukarıda anlatıldığı gibi olduğundan, âlemlerden her biri;
Hak olma ciheti ile;Hak’ta bir nazara uğramıştır..

Bu mana yadırganmasın, çünkü: Allah-u Taâlâ varlığın tümü iledir..

Bu mana, şu âyetle daha açık belirtildi:

–  “Nerede olursanız olun; o sizinle beraberdir..”   ( 57/4 )

Ancak onun böyle oluşu, uyku hali gibidir.. Ayıklık haline benzemez..

Araf ehli ile, kesip ehli  – cennetteki tepe – dışında kalanlara da
bir ayıkma yoktur..

Bunlar, Allah iledir..

Ve bunlara nekadar tecelli olursa.. o kadar ayıkma hâsıl olur..

 

Bir kimseye, bu âlemde, takdir hükmü ile; Allah’tan ayıkma hali gelirse..
ki bu: Cennet ehline kesip’te – cennetteki tepe – saklanan cinstendir;

işte o zaman:
Hak Taâlâ o kimseye tecelli  eyler; ayık halinde ona zatını tanıtır..

İşbu mana icabıdır ki; bu makamın efendisi şöyle buyurdu:

“İnsanlar uykudadır..”

Sonra: Ayıktı ve durumu anlayıp bildi..

Şimdi..

Her âlem ehlini bilirsen ki: Kendilerine uyku hükmü verilmiş..
Aynı hükmü bütün âlemlere teşmil et..

Zira onların hepsi HAYÂL’dir..

Ve.. gerçekten uyku dahi bir HAYÂL sayıldı..

Anla: Varlığın tümü bilâmuhal;
HAYÂL içinde; HAYÂL içinde HAYÂL..

Ayık olan yok, Hak ehlinden başka;
Onlar hep Rahmanla oldular her hal..

Onlar değişiktir ama hilafsız;
Ayık halleri kadar olur kemâl..

Bunlar, işaretlidir yüceliği;
Ötelerdedir bunlara yüce hal..

Erdiler zata sıfatlara tümden;
Ve.. büyüdüler şanında zülcelâl..

Bazen celâlde bulurlar lezzeti;
Bazen lezzet yerleri olur cemâl..

Allah’ın emri lezzet var onlara;
Onlar için, ama zatta Zat-ı Âl..

Aşağıda anlatacağımız cümleler; müşkil mana denizinden
inciler dizisidir..

–  R u h..

Tabir edilen garib, yola revan oldu.. Öyle bir âleme vardı ki; oraya:

–  Y U H.. ( 1 )

Tabiri kullanılıyordu..

O  semaya vardığı zaman, hudud kapısını çaldı..

Ona soruldu:

–  Sen kimsin, ey aşık yolcu?..

Şöyle dedi:

Ayrı düşen bir aşık.. Beldelerinizden çıkarıldım.. Sizden uzaklaştırıldım..
Birtakım kayıtlara bağlandım, kaldım:

 Yükseklik, derinlik, en ve boy gibi..
Su, ateş, hava ve toprak zindanına kapatıldım..

İşte.. o kayıtları kırdım; geldim..

İçinde bulunduğum zindandan halâsımı istiyorum.. Her yerden hücuma
ve garete uğradım..

Ey Arab-ı Kiram, bu bağlı esirin sizden başka kimsesi yoktur..

Bu sefere çıkan şöyle anlattı:

–  Çaldığım kapıdan biri çıktı.. saçına sakalına beyazlık gelmişti..

Şöyle dedi:

–  Burası gayb âlemidir.. Buranın konukları pek çoktur..
Güzel ihsanları vardır..

İyi de hazırlık yapmışlardır.. Bir gayeleri vardır; ama kısa vadeli değil..

Durum böyle olunca:
Onlara vâsıl olana ve onların huzuruna varana o düşer ki:

Onların güzel kıyafetine bürüne.. Onların süründüğü
güzel kokuyu da sürüne..

Bunun üzerine sordum:

– Onların giydiği bu güzel elbiseyi nerede bulabilirim?..
ya, o güzel kokularnerede  satılır?..

Dedi ki:

Elbiseler, Âdem’den A.S. kalan semseme çarşısında satılır.. Kokulara gelince,
 tatlı bir rivayet olan HAYÂL arzında satılır..

Durum üstte dediğim gibidir: Amma ibareyi aksine de yapabilirsin..

Meselâ: Elbiseyi HAYÂL dokumalarından; kokuyu Âdem’den a.s. kalan
semseme arzından alabilirsin..

Bunlar ikiz kardeştir..

  Âlem-i gayb..

Adı verilen bu âlemde hiçbir şüphe yoktur..

Bunun üzerine, önce kemâl arzına gittim.. Cemal kaynağına vardım..
Ki buraya:

–  HAYÂL âleminin bazı yüzleri..

Denmiştir..

Orada bir zatı aradım.. Ki o: Şanı yüce, üstün makam sahibi,
aziz sultan bir kimse idi ve adına:

–  HAYÂL ruhu..

Denirdi.. Ayrıca:

Cennetlerin ruhu..

Künyeli idi..

Yanına vardıktan sonda selâm verdim.. Huzurunda durdum..

Selâmımı aldı.. Uzun ömür ve gönül hoşluğu diledi..

Beni övdü..

–  M e r h a b a..

Dedi; iltifat etti..

Bundan sonra ona sordum:

–  Ey benim efendim..

–  Âdem’den a.s. kalan semseme..

Tabir edilen âlemin manası nedir?..

Şöyle anlattı:

–  O, öyle bir latifedir ki, hiç fena bulunmaz..  O öyle bir mahaldir ki;
ona ne gece uğrar; ne de gündüz..

İşte.. Allah-u Taâlâ onu böyle bir mayadan yarattı..

Ve.. bu tohumu, cümle hamurlara kattı..

Ve onu: Her şeye hâkim kıldı..

Ve onu: Büyüklere de, küçüklere de bir ana kıldı..

İşte biz: Bu kitapta onun tercümanı olduk.. Dolayısı ile, onun namına
böyle bir kısım ayırdık..

O, öyle bir şeydir ki: Onda muhal olan caiz olur..

Ve onda: Duygularla görülen şeyler HAYÂL suretinde görülür..

Sordum:

–  O hayretengiz âleme yol bulabilir miyim?..

O duyulmamış âleme çıkabilir miyim?..

Şöyle anlattı:

–  Evet.. Amma, vehmin kemâl bulup, tamam  olduğu; HAYÂL âlemini
almak için genişlik bulduğu zaman.. 

Bu his âlemini müşahede içinde HAYÂL manalarını seçme makamını
 tuttuğu zaman.. Bir de işareti bilirnoktayı okursan..

İşte o zaman: Bu manaların elbisesi senin için dokunur..
O elbiseyi giydiğin zaman ise..semsemeden  sana bir kapı açılır..

Bunu dinledikten sonra şöyle dedim:

–  Ey efendim, ben şart koşulan emir üzerineyim.. Sağlam ahde sıkıca bağlandım..

Keşif ve vücud ile bildim ki; Ruhlar âlemi daha zâhir ve daha kavi..
Amma âlem-i histen.. amma zevk şuhud âleminde..

Bunun üzerine inledi.. Sonra eli ile bir işaret etti..

Ve ben: Kendimi semseme arzında buldum..

                        

Öyle bir yer ki temiz misk olmuş taşı toprağı;
Cevahirden cümle kubbeleri bahar yaprağı..

Orada: Ağaçları da söz atıp kelâm eder;
Evlerin basamağı dahi bilir konuşmağı..

Taamında bulunur lezzetin bütün çeşidi;
Oranın şarabı hayat suyudur Hak kaynağı..

Orası cemal doludur amma suret görünür;
Şarabı başardı nice susuzu kandırmağı..

Meva cennetinden bir nüshadır o kimseye ki;
Burada hali hoştur, bilir ondan haz almağı..

Kadir kudret sırrıdır görünür o kimseye ki;
Hesabını şaşırmaz vardır işten anlamağı..

Bilinen bir sihir değildir hiç; ancak o: Suyu;
Sonra.. ateşiyle havası ve yangın toprağı..

Bu haliyle asıldır. Sihir fer’idir kazaya;
Amma icabet eder bilene sihir yapmağı..

Çıkarır kahraman kişi ondan neyse muradı;
Ve.. bilir onun perdesini gözlere açmağı..

Görünür o demde her şey himmet gözüne parlak;
Mümkine kurulur öteler içre sevgi bağı..

Orada nas iki bölüktür: Eren, necat bulan;
Nisabı tamsa, kurar zekâtta kemâl otağı..

Ve.. helâk olan saadeti şekavete satıp;
Tutuldu, yanıldı; geldi hicabın yoğun ağı..

O Âdem’in kızkardeşi, ya da sırrının kızı;
Bütün nesepler Âdemin, amma onun oymağı..

Tümden fena bulur, Âdem’inki bakidir şöyle;
Lütuf üzere.. uzar kaderin hüküm yumağı..

O bir hurma ağacı zâhir oldu şu meyveden;
Ki adı: Âdem.. o kızdır kalanın barınağı..

İnsan: Ona icabet eder çağırırsa bir gün;
İnsan: Çağrıya cevap alır neyse soracağı..

HAYÂL değil; hele his hiç değil bu sözlerim;
Dediklerim açıktır, doğrudur yok gayrı bağı..

 

O, hayretengiz âleme girdim.. Oranın görülmemiş
güzel kokularından süründüm..

Sonra.. orada, nice garip şeyler gördüm..

O gördüklerimin hepsi tuhaf bir zarafet taşımaktaydı..

Öyle şeylerdi ki: Hatıra getirilmeleri imkânsızdı..

Kaldı ki, onların bu his âleminde görülmeleri de zordur.. Hatta,
HAYÂL âleminde bile görülmeleri imkânsızdır..

Bunları gördükten sonra, mevcud gayb âlemine geçmeyi istedim..

Bu niyetle, ilk delilim zata gittim..

Onu ibadetten incelmiş, bir rikkat kesbetmiş halde buldum..

Zayıflamış bir HAYÂL gibi olmuştu..

O kadar zayıflamıştı ki: Onu farz-ı muhal kabilinden bir saydım..

Lâkin kalbi kavi, himmeti iyi, satveti ve azmi şiddetli,
oturuşu kalkışı garip idi..

Bir dolunay gibi parlıyordu..

Ona selâm verdim.. Selâmıma karşılık aldıktan sonra ona şöyle dedim:

–  Ben rical-ı gaybın yanına girmek istiyorum..
Onların yanına varma şartlarını yerine getirdim..Bundan şüphen olmasın..

Şöyle dedi:

–  İşte şimdi duhul zamanıdır.. Vüsul zamanıdır..

Bundan sonra,  kapı halkasını çevirdi.. kapı açıldı.. girince kapandı..

Bir şehre girdim.. Oranın öyle acaib bir arzı vardı ki..

Eni alabildiğine geniş, boyu alabildiğine uzundu..

Oranın ehline gelince; Allah-u Taâlâ’ya karşı en fazla irfan duygusuna
sahip olan kimselerdi.. 
Aralarında gafil olan hiç kimse yoktu..

Oranın arzı, saklanan beyaz inci gibi idi.. Seması da yeşil zeberced idi..

Oranın yerlileri Arab-ı Kiram idiler..

Ve.. onların içinde sultan: Hızır a.s.  idi..

Neyim varsa.. önüne serdim.. Diz çöküp önüne oturdum..

Bundan sonra selâm verdim..

Yakın bir yoldaşa yapıldığı gibi, beni saygı ile karşıladı..

Birlikte oturulan bir nedim gibi, beni nedimliğe aldı..

Ve bana bir makam açtı.. Sonra şöyle dedi:

–  Söz kabilinden neyin varsa, bana anlat..

Hemen söze başladım:

–  Efendim, senin yüksek durumunu soracaktım.. Engelli, hakkında  çeşitli söz edilen
 şanını anlamak istiyorum.. Bu bapta halk tereddüde düşmüştür..

Bunu dinledikten sonra şöyle anlattı:

–  Ben, yüce bir hakikatım.. Rakika-i Mütedaniye benim..

Benvarlık insanının sırrıyım..

Batın mabudun aynı benim..

Ben, hakikatler mekânıyım..

Rekaik dalgası benim..

Ben, lâhutî şeyhim..

Ben, nasut âlemini koruyanım..

Her manada surete girenim..

Her tegânnigâhta  ( veya tegenni edende ) açığa çıkarım..

Her surette yaratılırım..

Her surede âyet olarak belli olurum..

İşim: Hayret verici batınî şeylerdir..

Halim: Görülmemiş garip haldir..

Mekânım: Kaf dağıdır..

MahallimAraftır.. 

Ben: İki deniz arasında dururum..

Eyne denizine dalan benim.. Kaynağın kaynağı sudan içerim..

Ben, lâhut denizinde; balığın deliliyim..

Ben, fidanın sırrıyım.. Gencin hamiliyim.. Zâhir Musa’nın muallimiyim..

Ben, evvelin ve âhirin noktasıyım..

Bencami ferdin kutbuyum..

Ben parlayan nurum..

Ben ışık saçan mehtabım..

Ben, kesin sözüm..

Ben, özlerin hayret ettiğiyim..

Ben, taliplerin arzusuyum..

Ve.. bana hiç kimse vâsıl olamaz; hiç kimse yanıma gelemez..

Amma  İNSAN-I  KÂMİL  müstesna.. Vuslatı bulan ruh müstesna..

Bunun dışında kalana gelince.. makamın onun çok ötesindedir..
Bu, benden bir haber alamaz.. Benden bir iz göremez..

Bunlara, bazı itikad suretleri peydah olur.. Bu itikad,
kullarının birinin sureti de olabilir..

Böyle olunca: Benim ismimle isim alır.. ismimi yanağına yazar ad olur..

Onu görüp yanılan cahil: Hızır isimli kimsenin o olduğunu sanır..

Halbuki o nerede?..  Ben neredeyim?..

Benim koca kabım yanında, onun küçük tası nedir ki?..

Meğer ki o: Denizimden bir damla ola..

Meğer ki o: Asrımdan bir an ola..

Bu durumda o Onun hakikatı, incelik taşıyan hallerimden biridir..
Onun gittiği yol ise.. Çeşitli yollarımdan bir yoldur..

Bu manada: O aldatan yıldız; yine benim..

Onu dinledim; tekrar sordum:

Sana vâsıl olanın; sahana inenin alâmeti nedir?..

Şöyle anlattı:

– Onların bazıları, Âdemoğludur..

Bazıları ruhlar âleminden gelir..

Ancak onlar, çeşitli yönleri ile altı kısma ayrılır:

BİRİNCİ  KISIM:

En değerlisi bunlardır.. Kemâl yönüyle, en olgunu bunlardır..
Efrad makamına ulaşan evliya bunlardır..

Bunlar, peygamberlerin izinde yürürler..

Âlem-i ekvandan kaybolmuşlardır..

Gayb âlemine geçmiş; adı:

–  Rahmanın istivagâhı..

Olan makama varmışlardır..

Bunlar, bilinmezler.. Vasıfları da edilmez..

Durum anlatıldığı gibi olmasına rağmen; bunlar: Âdemoğlu, cümlesindendir..

İKİNCİ  KISIM:


Bunlar, manaların ehli ve anın, zamanın ruhlarıdır..

Velî zat, bunların suretlerine girebilir..

Girdiği bu surette: İnsanları, zâhir ve batın yönüyle kemâle erdirir..
Ama, onların hayırlarına..

Onlar ruh gibidirler; amma, kalıp şekline bürünmüşlerdir..

Böyle oluşları: Gözde suret bulan mümkin kuvvet sebebi iledir..

Bunlar, şuhud âleminden sefer etmiş; gayb varlığı fezasına vâsıl olmuşlardır..

Böyle olunca: Onların gaybı şehadet olmuştur.. Nefesleri ibadet olmuştur..

Bunlar: Yeri ayakta tutan sütunlar menzilesindedir..

Farzı ve sünneti edada kaimdirler..


ÜÇÜNCÜ  KISIM:

Bunlar ilham melekleridir.. Sebeplerin melekleridir..

Evliyaya yol gösterirler.. Safi kulları konuştururlar..

Bu duygular âleminde görünmezler..

Kendilerini avam insanlara tanıtmazlar..


DÖRDÜNCÜ  KISIM:


Bunlar, belli mevkilerde münacat ricali sayılırlar.. Amma, devamlı..

Kendi âlemlerinden çıkarlar; ama bilindikleri yerin dışında bulunurlar..

Bu duygular âleminde, sair insanlara da gözükürler..

Safa ehli zatlar, bazen bu sancak altına girer halka gayb işlerini söyler..
Ve onlara gizli hallerden haber verir.


BEŞİNCİ  KISIM:

Bunlar, ıssız bölgelerde, çöllerde bulunurlar, seyyardır.. Gezerler..

Bunlar, Âdem soyundan kimselerdir..

İnsanlara görünür; sonra kaybolurlar.. Konuşurlar; sorulara cevap verirler..

Bunlardan çoğu; dağ başını mesken tutar..

Yaylalarda, vadilerde, ırmak kenarlarında kalırlar..

Yine bunlardan imkânı olan, şehirlerde mesken tutar..

Makamları güzeldir..

Ancak, şevk duyulacak ve dayanılacak bir makam değildir..


ALTINCI  KISIM:

Vesvese değil; hatıralara benzerler..

Bunlartasavvuf anası ile, fikir babasından doğmuşlardır..

Bunların sözleri, bir dayanak değildir.. Bunlar gibi olunmaya teşvik olmaz..

Bunlar hata ile sevap arası olurlar..

Bazan, keşif ehli olur.. Bazen da hicap ehli olurlar..

Allah.. Hak söyler.

Bu yola hidayeti nasib eden Allah’tır..

Ana kitap onun katındadır..

 

Check Also

İnsan-ı Kamil – Abdûlkerîm Ceylî

             İnsan-ı Kamil                                 Abdûlkerîm Ceylî              Bu eserden beklenen odur ki; Salik için , en ...