İnsan-ı Kamil – 52. Bölüm (Kalb)

.


İnsan-ı Kamil                                 Abdûlkerîm Ceylî


Bu eserden beklenen odur ki; 
Salik için , en yüce refikîne ileten ola..
Ama, ince, düşünceli, nazik, kibar arkadaş gibi..



52. BÖLÜM

K A L B

Burası İsrafil’in a.s. makamıdır.
Amma şan, kerem sahibi Resulullah S.A. efendimizden..

Bu KALB, arşıdır mekân sahibi Allah’ın;

Her mamur hüviyetidir insanda anın..

Onda zuhuru Hakkın, onda özü için;
Gerçekte orada istivası Rahman’ın..

Ve.. Allah KALB’i sırrını merkez yarattı;
Devrini kuşatır kevnin, dahi ayanın..

Şöyle anlatılır o, hakikat ehlince:
En yüce nazargâh, cevelân yeri an’ın..

Tur ondadır, kitabı ile denizi de;
Ve.. mânası rakkın, şanı yüce tevanın ( 1 )

O odur ki: İlâh, nuru diye anlattı:
Böyle geldi muhkem mânasında Kur’an’ın..

Zeyt yağı olarak takasında kandili;
Zücace, misali yıldız parlamasının..

Hem mukallib hem mukalleb şanı odur ki;
Çıkar düşer, aksi de ondadır çıkmanın..

Ondan zulmen onadır, nuru dahi ondan;
Onun üzerine gelir nuru ekvanın..

Elçisi ona geldi, ondan onun için;
Yoludur Rabbanî makama varmasının..

Taatta melektir, yücelikte Rabb olur;
Kabahat işlerse hakikatı şeytanın..

Bir işarettir, şaşarlar orda insanlar;
Beyninde kârlı ile, sahib-i hüsranın..

Sırlar hazinesi zerreden başka ne ki?
Denizi o, misali şu açık beyanın..

Kapalı bir ev olup kilidi kocaman;
İki kanadı var ona giden kapının..

Biri çeker seni yüceler yücesine;
Yolu cahime çıkar ikinci kapının..

O kapı ki, çözersen şifresini bir gün:
Ama açarsan o kapıyı kırmaksızın..

Tebrik ederim eriştin maksuda kemâlle;
Kondun oraya ki, sahasıdır Rahman’ın..

Açarken kırarsan koruya girmiş oldun;
Tutulursun, makamı orada sultanın..

KALB’in misalidir işte öğren sırrını;
Anlatayım, üstüne basarak sırların..

Ev KALB’in sırrıdır, kapısına gelince;
Biri İlâh, ismi, biri vasfı Sübhanın..

Onun kilidi zattır, mukaddestir zatı;
Çözmek, Hakkı bilmektir yolunca imanın..

Açmak dahi şühuddur ayn-ı yakinini;
Ve.. göz bebeğin kapsamı ile ayanın..

Sebeblere ermen dahi tahakkuk oldu;
O şeyde ki baş eğdiğidir SEKALÂN’ın..

Gelince yüceliğe varmayı tebrike;
Sahasıdır orası insanda Rahman’ın..

Hazineyi bil, bilmek idrâkidir ancak;
Bulunca varlığını nükte-i deyyanın..

Bilmezsen eğer onun kadrini düşün;
Aziz düşer, zillet hakkı zelil olanın..

O ki, tahkik yollarına riayet etmez;
Çıkmaz tekvinden, içindedir tabiatın..

Gelince koruya varmaya o, zatıdır;
Edilmez gayrı sözü, hüsnün ve ihsanın..

Ümittir anlatılanı bulan kes için;
Belki bir nefha gelir, canibinden BA’nın.. ( 2 )

Gelince iki kanada biri rızadır;
O yoldan çözülür hep şifresi rıdvanın..

Kalan kanat gazaptır ki, onun vüs’atı;
Cevelân ettiği sahasıdır tuğyanın..

Rızanın alâmetidir Rabbın taatı;
Gazaplanmışsa nişan, içinde isyanın..

Tebrik alandır ki, istediğini yapar;
Kısır irfandır alâmeti kırıklığın..

Zifafını gelinin açtı gönlüm sana;
KALB içre kurulmuş üstüne yüce tahtın..

Bak o güzel geline sendeki gözüyle;
Gelir sana o zaman tümü manaların..


Allah sana başarı ihsan eylesin.

–  KALB, ezeli nurdur; yüceliği özünde bir sırdır;
bu kâinatın özüne konmuştur ki; Allah-ü Taâlâ onunla insana nazar eylesin..

Dersem bunun ne demeğe geldiğini anlamaya çalış..

Kur’anda: Âdem’in a.s. ruhuna üflenen, Allah’ın ruhu olarak anlatılmakta
ve şöyle buyurulmaktadır:

–  “Ona ruhumdan üfledim..”   ( 15/29 )

Bu nura:

–  K A L B..

Adının verilmesi, iki manaya göredir ki; onları aşağıda anlatacağız.

Şöyle ki:

1.  Oyaratılmışların özüdür. Mevcudatın zübdesidir..

Ama tümünün.. Âlâlarının ve ednalarının..

Bu ismi almasının bir sebebi de: Bir şeyin KALB’i o şeyin hülâsası
ve zübdesi olduğu içindir..


2.  Takallüb halinin çabuk oluşudur..

O bir mihver noktasıdır.

Esma ve sıfatı kuşatan varlık onun üzerinde devresini tamamlar..

Tam yüzleşme şeklinde; hangi ismin ve hangi sıfatın karşısında durursa..
o ismin ve o sıfatın hükmü onda çıkar..

–  Y ü z l e ş m e..

Sözüm bir kayıttır. Yani: KALB için..

Aslında KALB, Allah-ü Taâlâ’nın esma ve sıfatının tümü namına
zata dönüktür.

Amma söylediğimiz yüzleşme şekli, ikinci bir şey
onun karşısına gelince olur.

Bu durum, KALB: O şeyin eserini özünde göstermeye
yüz vermiş olmasıdır..

O zaman, o şeyin nakşı onda çıkar.

Bu halinde, KALB’e verilen hüküm, o isme göre olur.

Şayet, isimler onu tümden hükmü altına alırlarsa.. ki bu da olur.

İşte.. o zaman kendisine hâkim olan bir ismin veya tüm isimlerin saltanatı
altında örtülü kalır..

Ve.. zaman, o ismin zamanı olur..

O ismin, gereği ne ise.. KALB’de ona göre tasarruf eyler..

Sonra..

Bilesin ki:  KALB’in yüzü fuaddaki bir nura dönüktür..

Bu nurun adına:

–  H E M M…

Denir.. Ki orası KALB’in nazar mahallidir, yöneldiği bir cihettir..

İsim veya sıfat, hemmin hizasında, bir cihetteki hizaya geldiği zaman,
KALB ona bakar.

İşte o zaman: Baktığı ismin hükmü KALB’e işlenir.

Sonra o isim gider; başka bir isim gelir.. Aynı cinsten bir isim de olur.

Bu sefer, yeni gelen isimle macerasını sürdürür;
tıpkı birinci isimde olduğu gibi..

Devamlı, iş böyle sürüp gider.

Ancak, KALB’in arka cihetinden gelen isme itibar yoktur.
Onun nakşı KALB’e işlemez.

Şunu da bil..

KALB’in kesin bir şekilde anlatılacak arka başı yoktur.

KALB’in hepsi yüzdür.

Ancak, hemm cihetine gelen yana yüz ismi verilir.

Bu hemmin hizasını aşan yana da:

Kafa.. yâni: Başın arka kısmı..

Adı .. verilir..

İşte .. aşağıda gösterilen dairede
anlatmak istediğimiz mânanın şeklini göstermektedir.

Anlamaya çalış.

 

.

Bilesin ki..

Hemm, olarak anlattığımız şeyin; KALB’e göre belli bir yönü yoktur..

Bazan üstte olur..

Bazan altta olur..

Sağa ve sola düştüğü de görülür.

Bu değişik haller, KALB sahibinin derecesi icabı olmaktadır..

İnsanların bazıları vardır ki; onun hemmi:
Devamlı üsttedir.
 İrfan sahiplerini bu meyanda sayabiliriz.

İnsanlardan bazıları vardır ki; onun hemmi:
Devamlı alttadır. 
Bu durum, dünya ehli kimselerde görülür.

İnsanlardan bazıları vardır ki; onun hemmi:
Devamlı soldadır..
 Bu sol, nefsin yeridir.

İnsanlardan bazıları vardır ki; onun hemmi:
Devamlı sağdadır.
 Bazı âbid kulların hali gibi..

Ve.. nefsin yeri sol kaburgadadır..

Ekseri battal kimselerin hiç hemmi yoktur..
Varsa nefislerinden başka değildir.

Tahkik ehli zatlara gelince.. Bunların hali bambaşkadır..

Bunların bir hemmi olmadığı gibi; KALB’leri için:

–  Kafa.. Yâni: arka kısım.

Adı verilen bir mevzi de yoktur.. 
Her halleriyle, bütün isim ve sıfatlara dönük dururlar.. 
Bir isimden ayrı başka bir isme mahsus zamanları da yoktur..

Çünkü onlar :

– Z a t i y y u n..

Adı ile anılırlar.

Yani: Onlar, zatı ile Hak’la olmaktadırlar..  İsim ve sıfatlarla değil..

Bu mânayı anlamaya çalış..

Yukarıda aydınlatıcı izahtan sonra;
KALB kelimesine dair mânayı açmaya dönelim.

 

3.  Dolayısı ile KALB’e:

   K A L B :

İsmi verilmesini gerektiren mânalardan biri de şudur:

KALB’e, göre isim ve sıfatlar kalıplar hükmüne girmiştir.. Sebebi:

Nurunu o kalıplara boşaltması ve istediği şekli onlara göre dökmesidir..

Çoğu kez, bu boşaltma ameliyesine:

–  K A L B :

Tabiri kullanılır.. Denir ki:

–  KALB olması için, gümüşü kalıba koydum.

Burada masdar şeklinde gelen KALB, mef’ule isim olarak kullanılmaktadır..

 

4. KALB, muhdes şeylerin, yâni: Sonradan yaratılmışların tersine bir
mâna taşır..

Burada, anlatılmak istenen mâna şudur:
Öbürlerinin aksine; KALB’in nuru ilâhi bir kıdeme sahiptir..

 

5.  KALB ismindeki mânadan biri de şudur:
O, aslı olan ilâhî mahalle dönecektir. Kaldı ki orası, onun dönüp
geldiği yerdir..

Bu mâna bir âyet-i kerimede şöyle anlatıldı:

–  “Şüphesiz bunda KALB’i olan kimseye öğütler vardır.”   ( 50/37 )

Burada KALB:  Hakka inkılab mânasınadır..

Bu inkılab: Himmet yüzünü, zâhiri mânalar taşıyan dünya kıyılarından alıp,
hakikî mânalar ve bâtınî işlerle dolu yüce tepelere çevirmektir.

 

6.  Bu mânda KALB: Halk iken, Hakka inkılab eyledi..

Yukarıdaki cümlenin asıl mânası şudur:

–  KALB, kendi durumu ile halka ait bir müşahede yeri iken;
Hakka ait bir müşahede yeri oldu.

Bunun dışında bir mâna verilemez. Çünkü:
Halk, Hak olamaz. Sebebine gelince: Hak Haktır; halk da, halktır..

Hakikatler hiçbir şekilde değiştirilemez..

Ancak: Bir şeyin aslı ne ise sonunda ona döner..
Bu mânada gelen bir âyet-i kerime şöyledir:

–  “Ona KALB olacaksınız..”   ( 29/2 )

 

7.  KALB’in bu mâna ile anılmasında şu sebep vardır:
İşleri istediği şekilde çevirir..

KALB Allah-ü Taâlâ’nın yarattığı FITRAT üzerine olduğuna göre;
elbette işler onun istediği şekilde olur.

Bu hali ile o: Vücutta istediği gibi tasarruf eder..

KALB’in: Allah-ü Taâlâ’nın yarattığı FITRAT üzere yaratılması,
isim ve sıfatlarla oluşudur.

Bu mâna Kur’an-ı Kerim’de şöyle anlatıldı:

–  “Aslında biz, insanı en güzel kıvamda yarattık..”   ( 95/4 )

Ancak o: Tabiî durumu ile adî hükümlere ve şehvet nasibine düşünce:
Bu beşeri hükümler ona üstün gelmeye başladı..

O, beyaz bir elbise gibi idi; kendisine yapışan her kirli şeyin nakşını aldı..

Sonra, bir çocuk gibidir.. Onun akıl edeceği ilk şey: Dünya ehlinin dış halleridir.

Bu durumda ona işlenecek haller: Dünya ehlinin dağınık işleri, tefrikaları,
tabiî ve adi şeylere düşüşleridir. Bu hallerini görünce, onlar gibi olur..

Nitekim, Allah-ü Taâlâ bu mânayı şöyle anlattı:

–  “Sonra onu aşağıların aşağısına gönderdik..”   ( 95/5 )

Eğer ilâhî saadete ehil bir kimse ise.. Yüce mertebelere ermeyi,
üstün makama çıkmayı sağlayan işleri bıraktıktan sonra birden akıllanır..

Bu akıllanma onun için bir tezkiyedir.. Yâni:
Beşeri çabalarından ötürü aldığı kirlerden temizlenmiş olur..

Hali anlatıldığı gibi olan kimse:
Elbisesine çıkan kiri yıkayıp temizleyen kimse gibidir..

Bu babda yapılacak temizlik: KALB’e yerleşen tabiî haller mikdarınca olur..

Bir kimseye: Beşeri haller ve adî işler tam yerleşmemiş ise..
Onun tezkiyesi kolay olur. Hem de kolaydan kolay..

Bir kimsenin durumu ona benzer ki:
Elbisesine bulaşan kir, bir iz bırakmaz; yıkayınca temizlenir.. Aslına döner..

Bunun dışında biri vardır ki;
tabiî haller ve adî şeyler onda tam mânası ile yer etmiştir..

Bu, o kimseye benzer ki: Her yanı ile elbisesini kir sarmış ve lekeleri
yerleşmiştir..

Bunun temizlenmesi ancak ateşte yakılmaya veya kireçlemeye bağlıdır..

Hali anlatıldığı gibi olan kimseye zorlu sülûk, kuvvetli mücahede
ve nefse muhalefet gerekir.

İnsanın, bu yoldaki sülûkü ve nefsine muhalefeti kadar
KALB temizliği ve safası olur.

Zaafına gelince: Bu işlere dair zaafı kadardır.

Bu yoldan KALB temizliğine erenleri Allah-ü Taâlâ diğerlerinden şöyle ayırdı:

–  “İman edip yararlı iş yapanlar müstesna..”   ( 95/6 )

Bunun daha açık mânası şudur:

Onların özlerine yerleştirdiğimiz ilâhî sırları,
peygamberlerimize inen kitaplarımızda kendilerine anlattık..

İşbu sır, bize ve peygamberlere imânlarının hakikî yüzüdür..

Bu yüz ise.. Tevhid nüktesidir.. Bunun icabıdır ki,
onlar iman edip Allah ile huzura vardıran KALBİ amellerini işlediler..

Bu ameller:
İtikadların en güzeli, devamlı mürâkabe ve benzeri işler oldu..

Bunun dışında kalıbın işlediği ameller de vardır.. Bu ameller ise..
Farz ibadetler, sülûk ve emirlere muhalefet etmemektedir..

Bu mânaların değeri şu âyet-i kerimede anlatıldı:

–  “İyi amel işleyenler müstesna.. Bunlara ecir vardır..”   ( 95/6 )

Bunun daha açık mânası şudur:

–  Onların nail olduğu şeyler, bir hibe değildir ki; dolayısı ile minnet edilsin..
Nail oldukları şey, hakikatleri icabı kazandıkları zaferdir..

O hakikatleri ki, kendilerine göre yaratmıştık.. Bu da:
Aslî fıtrattan gelmektedir.

Onların nail olduğu her şey; kendileri için ayırdığımız bir istihkaktır..
İsterse tümü cömertlik hazinelerinden gelmiş olsun..

Sebebine gelince, ilâhi tecellilere:

–  M e v h i b e..

Adı verilmez.. Çünkü onlar ilâhî istihkaktır.

Bu mânaya işaret olarak; Şeyhimiz Şeyh Abdülkadir Geylânî r.a. bir şiirinde
şöyle anlatmıştır:

Rıza meydanlarında hep salındım gezdim;
Adı: Hibe olmayan bir makama erdim.

 

 

8.  Hakikî varlığa göre KALB’in misali: Yüze tutulan bir aynadır.
Bu mânaya göre KALB: Varlığın görüntüsüdür..

Bu manayı biraz daha açalım..

Bu âlem her nefeste, seri olarak değişmektedir.
Bu değişmenin görüntüsü de KALB’e işlemektedir. Dolayısı ile,
KALB de onlarla beraber değişiyor..

KALB’e işlenen bu değişik hale:

–  Aks ve KALB..

Denmesinin sebebi, ancak ayna misali ile anlatılır..

Çünkü: Aynanın karşısına bir şey geldiği zaman:
O şeyin, aynada aksi çıkar: aynı değil..

Bir yazıyı düşünelim: Sağdan sola yazılmıştır..
Aynadaki görüntüsü soldan sağadır. Aynanın karşısına getirildiği zaman
sağ olan suret, aynanın solu olur..

Bu durum hiçbir şekilde değişmez. Bu mâna icabıdır ki, KALB’e:

–  KALB..

İsmi verilmiştir.

Bana göre: Bu âlem ancak KALB’in aynasıdır. Aslı ve sureti KALB’dir.
Parça ve ayna da bu âlemdir.

Bu takdirde, KALB’e:

–  KALB..

İsminin verilmesi yerindedir. Sebebine gelince:
Suret ve aynadan her biri diğerinin KALB’idir, yâni aksi..

Bu manayı anla..

KALB’in asıl olduğuna, âlemin dahi dal olduğuna dair delilimiz,
şu kudsî mânadır:

–  “Beni ne yerim aldı, ne de semam; mümin kulumun KALB’i beni aldı..”

Bu mânanın tersine eğer âlem asıl olsaydı; ilâhî sığınmanın ona olması gerekirdi..
Bundan bilindi ki: KALB asıldır; âlem de dal..

Bilesin ki:

Yukarıda anlatılan alış, üç şekildedir; hepsi de KALB’de olup durmaktadır.

 

 

BİRİNCİSİ:  KALB’in ilim alışıdır.

İşbu ilim, ilâhî marifettir.

Bu vücud ikliminde; Hakkın eserlerine akıl erdirecek, lâyıkı ile bilecek
KALB’den başkası yoktur..

KALB dışında kalan her şey: Rabbını, bir yüzden bilse dahi;
diğer yüzden bilemez.

Allah-ü Taâlâ’yı KALB’in dışında hiçbir şey her yönü ile bilemez..
Amma , KALB bilir.

Bu bir vüs’attır. Alıştır..

 

 

İKİNCİSİ:  KALB’in müşahede alışıdır.

Bu bir keşiftir ki: KALB bu müşahede ile ilâhî cemalin güzelliklerine muttali olur..

İsim ve sıfatları müşahede ettikten sonra onların lezzetine varır..

KALB’in dışında kalan şeyler, Allah için olan şeylerden hiçbirinin zevkine eremez..

Meselâ : KALB, Allah-ü Taâlâ’nın eşyaya dair ilmine akıl erdirir.

Bu ilâhî sıfatın felekinde seyrine devam ettiği zaman, lezzetini alır.

Sonra bu ismin azameti de, Allah tarafından kendisine bildirilir..

Bundan sonra, kudret ismine geçer; onun da diğerleri gibi lezzetine erer.

Kalan diğer ilâhî isim ve sıfatlar işinde de aynı olur..

Hepsini özüne sığdırır ve zevkine varır.

Bu hali, öyle bir tadışla tadar ki: Kendi dışında birini tanımış, kudretini anlamış
ve o kudreti, eflâkinde seyrini sürdürdüğünü görmüş olur..

Bu ikinci bir genişliktir ki: İrfan sahiplerine vergidir..

 

 

ÜÇÜNCÜSÜ KALB’in hilâfet manasını alışıdır..

Bu mana: Allah’ın  isim ve sıfatları ile tahakkukudur.

O kadar ki:

Hakkın zatını, kendi zatı olarak görür.

Hakkın hüviyeti, kulun hüviyeti gibi olur..

Hakkın benliği, kulun benliği olur.

Hakkın ismi , kulun ismi olur..

Hakkın sıfatı, kulun sıfatı olur..

Hakkın zatı, kulun zatı olur.

Böylece vücud ikliminde, tasarruf eder.
Onun tasarrufu, yerine kaim olduğu halifenin tasarrufu gibidir..

İş bu alışı, tahkik ehli kimselerin alışına benzer.

Bu tahakkuk şeklinin keyfiyetinde ve her isimdeki irfan sahiplerine düşen
anlattığımız mahalle dair bazı nüktecikler vardır.

Amma anlattığımız kadarı ile iktifa ettik..

Ta ki iş: Rububiyet sırrını ifşaya varmasın..

Bu tür alışa:

–  Vus’at-ı istifa.. Yani: Tam alış.

Adı verilir..  ki olmaz..

Allah’tan sana da, bize de başarı dileriz..

Bilesin ki..

Yeterince; tam bir şekilde Hakkı kavramak mümkün değildir..

Ama hiç bir şekilde.. Kadim için de böyle..  Mahluk için de böyle..

Önce kadimi anlatalım:
Bunun zatı sıfatlarından hiçbir sıfatın kapsamına giremez..

Sıfatlarından biri ilimdir.. Bu ilim, zatını kapsamına alamaz..

Böyle bir şeyin olması: Kül olanın cüz olanda bulunması demektir ki:
Allah-u Taâlâ külden de, cüzden de münezzehtir.

Hâsılı, Allah-u Taâlâ’nın zatını her yönü ile ilim kavrayamaz..

Ancak, bir şey söylemek gerekirse.. Şöyle denir:

–   Allah-ü Taâlâ özünün cahili değildir. Lâyıkı üzere zatını bilir..

Ama şöyle söylenmez:

–  Onun zatı, ilim sıfatının kapsamına girdi..

Aynı şekilde, Allah-ü Taâlâ’nın zatı kudret sıfatının kapsamına da giremez..

Allah-ü Taâlâ bu gibi mefhumlardan münezzehtir..

Mahlukun durumuna gelince: Kadimden daha ileri değildir..

Kadimin durumu anlatıldığı gibi olunca, mahlûkun durumu öyle olmaya
daha uygundur..

Ancak burada bir hususa işaret etmemiz gerekir.

Anlatılan ilâhi varlığı alış, kemâl babında bir alıştır. Bunu biz:

–  Yeterli bir alış.

Olarak anlattık.

Ancak bu yeterli durum; kulun üzerinde bulunduğu Hak’tan gelen bir kemâldir.
Yoksa, Hakkın üzerinde bulunduğu kemâl durumu değildir.
Çünkü : Hakkın kemâline bir son yoktur..

İşbu durum:

–  “Mümin kulumun KALB’i beni aldı.”

Cümlesinin mânasıdır.

Allah-ü Taâlâ her şeyi, Resulullah S.A. efendimizin nurundan yarattı..

İsrafil’in yaratıldığı yer de, Resulullah S.A. efendimizin KALB’i oldu..

Nitekim bu mana, bütün meleklerin ve başkalarının yaratılışı anlatıldığı zaman
gelecektir..

Onların her biri, Resulullah S.A. efendimizin bir yerinden yaratılmıştır..

İsrafil’in a.s. yaratılışı, anlatılan KALB nurundan olması icabı:
Melekût âleminde, onun için ilâhî varlığı alış ve kuvvet vardır..

Bu sebeple bir nefeste bütün âlemi öldürdükten sonra, tekrar diriltir..

İsrafil a.s. bu işi, Allah-ü Taâlâ tarafından özünde yaratılan
kuvvet namına yapar.

Çünkü: Onun makamı KALB’dir.

KALB ise.. Allah-ü Taâlâ’nın sığdığı yerdir..  Zira onda

zata bağlı ilâhî kuvvet vardır.

Anlatılan mana icabıdır ki, İsrafil a.s. meleklerin en güçlüsü ve
Hakka en yakın olanıdır.

–  M e l e k l e r..

Demekten kasdım maddeye bağlı meleklerdir..

Bu manayı iyi anla.

En iyi bilen Allah-ü Taâlâ’dır.

( 1 )    SEKALAN : İnsan ve cin topluluğu manasına gelir..

( 2 )   BAN :  Karada yetişen bir ağaçtır.. Kokulu ve düzgün olur..
Dilimizde : Bel söğüdü, sorgun söğüdü olarak anlatılır..

<– geriileri –>

Check Also

İnsan-ı Kamil – Abdûlkerîm Ceylî

             İnsan-ı Kamil                                 Abdûlkerîm Ceylî              Bu eserden beklenen odur ki; Salik için , en ...