İnsan-ı Kamil – 38. Bölüm (İncil)

İnsan-ı Kamil                                 Abdûlkerîm Ceylî

 

             Bu eserden beklenen odur ki;
              Salik için , en yüce refikine ileten ola..
                    Ama, ince, düşünceli, nazik, kibar arkadaş gibi..

                                          

  38. BÖLÜM

İ N C İ L


İNCİL: Allah tarafından İsa’ya a.s. nazil oldu..

Süryani dili ile geldi.. ON YEDİ şivede okunurdu..

İNCİL: Baba, ana, oğul ismi ile başlıyordu..

KUR’AN: Rahman, Rahim Allah’ın adı ile.. başladığı gibi..İsa a.s. kavmi:
 Baba, ana, oğul meselesini dış manada aldı..

Sandılar ki: Baba, ana , oğul işi; RUH; MERYEM; İSA’dır..

İşte o zaman–  “Allah, üçün üçüncüsüdür..”   ( 5/73 )

Dediler..

Ama bilmediler ki:

BABA’dan murad, ALLAH ismidir..

ANA’dan murad, ZATIN HÜKMÜDÜR.. Ki onun için:

–  Hakikatlerin mahiyeti..

Tabiri kullanılır..

OĞUL’dan murad: KİTAB’dır. Ki o, mutlak varlıktır..

Ve.. o Kitab: Künhün mahiyetinin bir neticesidir.. bir parçasıdır..

Nitekim bu manada Allah-u Taâlâ şöyle buyurdu:

–  “Ana Kitab onun katındadır..”   ( 13/39 )

İşbu âyet, anlattığımız manaya işarettir..

Ve.. bu manaya dair tafsil, daha önceki yerinde de geçti..

İsa’nın a.s. şu cümlesi de, onların yanlış anladıklarını gösterdi:

–  “Onlara söylediğim ancak, bana emrettiğindir..”   ( 51/117 )

Onun bu emrettiği ise.. İsa’nın a.s. onlara şu kelâmı tebliğidir:

–  “Sizin de Rabbınız, benim de Rabbım Allah’a ibadet ediniz..”   ( 5/117)

Bu kelâmı, onlara tebliğ etti ki, bilinsin: İsa a.s. İNCİL’in zâhir manasını
anlamakta kusur etmemiştir..

Üstelik, beyan ve izahını fazlası ile yapmıştır..
Bu manayı onun şu sözü tasdik eder:

–  “Sizin de Rabbınız, benim de Rabbım Allah’a ibadet ediniz..”   ( 5/117 )

Bunu onlara söylemesinin bir sebebi de: Kendisinin Rabb olduğuna dair,
ana ve ruh babında yanlış görüşlerini tashihtir..

Onların yanlış davalarını da böylece çürütüyordu..

Çünkü: Onlara gereken açıklamayı yapmıştır..

Ancak onlar: İsa’nın a.s. açıklamasına bakıp üzerinde durmadılar..
Allah kelâmı üzerine kendi görüşleri cihetine gitmeyi tercih ettiler..

Allah-u Taâlâ’nın sualine cevap olarak:

–   “Onlara söylediğim, ancak bana emrettiğindir..”   ( 51/ 117 )

Demesi, kavminin özrünü beyandır..

Durum böyle olunca, şu mana çıkar:

–  O kelâmla elçiyi yollayan  sensin..

Yani: Başında; BABA, ANA ve OĞUL olanı..

Bunu onlara tebliğ ettiğim zaman, kelâmından kendilerine zâhir olan
manaya çektiler.. Onları, bunun için ayıplama..

Çünkü onlar, kelâmından anladıkları mana üzerinedirler.
Böylece, onların şirki tevhid olmuştur..

Zira onlar: İlâhî ihbarla öğrendikleri işi yaptılar..

Yani kendilerine göre..

Böyle olunca: Onların durumu, içtihadında hata eden bir müçtehid gibidir..
Ki, kendisine içtihad ecri vardır..

Hâsılı: Böyle bir cevapla İsa a.s. kavminin Hakka karşı özrünü anlatıyordu..

Bu şekilde bir özrün beyanına ise..
Allah-u Taâlâ’nın şu yollu sorusu sebeb olmuştur..

–  “Sen mi insanlara:

–  Beni ve anamı, Allah’tan başka ilâh tutun ..

Dedin..”   ( 5/116 )

Bundan sonra, yolu aça aça sonu şu raddeye getirdi ve şöyle söyledi:

–  “Eğer onları bağışlarsan; sen, aziz hakimsin..”   ( 5/118 )

–  Onlara azap edersen, şiddetli ceza sahibisin..

Demedi.. Buna benzer bir şey de söylemedi..

Mağfireti anlattı.. Mağfireti onlara Hak’tan taleb eyledi..

Ki bu: İçinden gelen bir hükümdü..

Çünkü onlar: Haktan ayrılmamışlardı..

Bu arada, şunu da açıktan bilmek gerekir ki:Peygamberler, a.s.
azaba hak kazandığını bildiği kimselerin mağfireti talebinde bulunmazlar..

Nitekim, bu mana Allah-u Taâlâ’nın, İbrahim a.s. için anlattığı
şu kelâmı okununca daha iyi anlaşılır:

– “İbrahim’in babasına yaptığı mağfiret talebi, ona yaptığı bir vaadin sonucu idi..
Vaktaki, onun Allah’a düşman olduğunu anladı;ondan tamamen ayrıldı..”   ( 9/114 )

Bütün peygamberlerin durumu aynı şekildedir..

Ve.. İsa’nın a.s. mağfiret talebi ise.. onların bunu hak ettiklerini bildiği içindi..

Onlar, işin hakikatında batıl iş üzere olsalar dahi, kendilerine göre,
hak üzere idiler..

Onların hak üzere oluşları, itikadları yönüyle, işin bir sonucu idi..
İsterse, hakikat yönüyle, işlerinin batıl olması sonucu azaba uğrasınlar..

İşte.. İsa a.s. her iki durumu da nazara alarak şöyle dedi:

–  “Eğer azab edersen..”   ( 5/118 )

Sonra, işi tatlıya bağlamak için, şöyle dedi:

–  “Onlar senin kullarındır..”   ( 5/118 )

Bu son cümle ile şunu anlatıyordu:

–  Sana ibadet ederler.. İnatlaşıcı da değiller.. Mevlâsız olanlardan da değiller..

Çünkü sen şöyle buyurdun:–  “Kâfirlerin mevlâsı yoktur..”   ( 47/11 )

Şu var ki, onlar: Hakikî manaya göre tahkik ehli idiler..
Zira Hak Taâlâ, İsa’nın a.s. hakikatıdır..

Meryem’in de hakikatıdır..

Ruh’ul – kudüs’ün de hakikatıdır..

İşbu durum ise.. İsa’nın a.s. söylediği:

–  “Onlar senin kullarındır..”   ( 9/114 )

Cümlesinin manasıdır..

Ancak..

Burada, bir hususa dikkatini çekmek ister; seni onların lehine
şehadetten men ederim..

Zira, aynı kelâmın peşinden Allah-u Taâlâ şöyle buyurdu:

–  “Bu o gündür ki, doğrulara sadakatleri yararlı olur..” ( 5/119 )

Bu cümle, İsa’nın a.s. yerine getirilmesini taleb ettiği işe
 karşılık söylendi; şu manaya gelir:

–  Onların, zâhir olan şekli ile, kelâmımı kendilerine göre tevil etmelerinde
sadık değiller..

İşbu mananın tersine olsa dahi, faydalı durumları Rabb’larına göredir..
Başkasına göre değil..

Bize göre onlara verilen makam: Dalâlet içinde olduklarıdır..

Zâhiri durum: Bu manayadır.. Cezaya uğradıkları da bunun içindir..

Onların sonunda alacakları durum:Hak’tan yana nasiplerine göre
 Allah ile oluşları neyse odur..

Bu da: Onların kendilerine göre olan itikadlarıdır..

Bundan elde edilecek hakikat miktarı ise.. içlerinde besledikleri
itikaddaki doğrulukları kadardır..

Buna göre faydasını Rabbları katında bulurlar..

Durum böyle olunca, onlar için verilecek hüküm:
 İlâhi rahmete kalmış olur..

Bundan sonra da İsa a.s. hakkında besledikleri itikad,
kendilerine yüz gösterir..

O zaman da, kendilerine zâhir olan şudur:
Anlatılan yönüyle, itikad ettikleri haktır..

Kendilerine olacak tecelli ise..bu itikadları cihetinden gelir..

–  Zira, Allah kulunun zannına göredir..

Deyip yine İNCİL üzerine kelâmımıza dönelim.

Daha önce de anlatıldığı gibi; İNCİL, zat isimlerinden ibarettir..

Yani: Zatın isimlerindeki tecellisinden..

Sözü edilen bu tecellilerden biri de: Vahidiyetteki tecellisidir..

İşbu tecelli, İsa, a.s. kavmine: İsa’da, Meryem ve Ruh’ul – Kudüs’te
zâhir olmuştur..

 

Böyle olunca onlar: Anlatılan zuhur yerlerinin her birinde,
Hakkı müşahede etmişlerdir..

Bu tecelli yönünden her ne kadar haklı iseler de,
gerçekten hataya düşmüş ve sapmışlardır..

Hatalı cihetleri şudur
O tecelliyi götürüp yalnız İsa, Meryem ve Ruh’ul-kudüs’e bağlamışlardır..

Sapık yönleri de şudur:
Mutlak bir tecessüm ve mukayyed bir teşbihe kail olmaları..

Yani: O vahidiyet tecellisinde..

Halbuki onların kail olduğu bu mana, vahidiyet ahkâmından değildir..

Özellikle takyid babında..

İşte.. onların hataya düşüp saptıkları yer burasıdır..

Bunu anlamaya çalış..

İNCİL’e konan nizam, ancak : Melekler âlemine has lahutî iffetin
bu insan âlemi varlığına konmasıdır.

Bu ise.. Hakkın halkta zuhur iktizasıdır..

Ancak, Nasara taifesi, girdikleri tecessüm ve kısıtlama yoluna dalınca..
Bu halleri İNCİL’e hakikat üzere konan manaya aykırı düştü..

Durum anlatıldığı gibi olunca:
İNCİL’in hakkını Muhammediler yerine getirdiler..

Çünkü İNCİL, bütünüyle KUR’AN âyetlerinden bir âyete konmuştur..

O âyet ise.. şudur:

–  “Ona ruhumdan üfledim..”   ( 15/29 )

Onun ruhu da ondan başkası değildir..

Bu âyet, Allah’u-Taâlâ’nın Âdem’de a.s. zuhurunun haberini verir..

Aynı mana, şu âyet-i kerime ile de, teyid edilmiştir:

–  “Afakta ve kendi nefislerinde, âyetlerimizi onlara göstereceğiz ki:
Hak olduğu açıktan kendilerine belli olsun..”   ( 41/53 )

Burada:

–  “A f a k..”

Olarak anlatılan, bu âlem ve nefislerindeki Hak’tır..

Daha sonra bu manayı, Muhammed S.A. için buyurduğu şu âyetlerde
daha da açtı:

–  “Sana biat edenler, ancak Allah’a biat ederler..”   ( 48/80 )

–  “Resule itaat eden, Allah’a itaat etmiş olur..”   ( 4/80 )

İşbu manalar icabıdır ki: Muhammed S.A. ümmeti , işin hakikatine ulaştı..

Bunun için de, Hakka bağlı varlığı, yalnız Âdeme sığdırıp bırakmadı..

Çünkü: Âyet, yalnız Âdem’i a.s. tayin etmiyordu..

İşbu manadan edep alıp bildiler ki: Âdem’den murad, bu neviden
insan çeşidine bağlı her ferttir..

İlâhî emre imtisalen: Hakkı, bu varlık cüzlerinin her birinde
müşahede yolu ile gördüler..

İşbu mana:

–  “Hak olduğu kendilerine belli olsun..”   ( 41/53 )

Manasını taşıyan âyetin manasıdır..

Bu manada: Müslümanların durumu da böyledir..

Muhammed S.A. efendimizin durumu da aynıdır..

Eğer yukarıda anlatılana benzer bir âyet, İsa a.s. peygambere gelseydi;
elbet onlar da bu yola hidayeti bulurlardı..

Ancak, bu olamazdı..

Çünkü: Allah-u Taâlâ’nın inzal buyurduğu her Kitab:
Hidayettekilerin nasibini verdiği gibi, dalâlettekilerin nasibini de verir..

Nitekim bu mana, Kur’anda sabittir..  ( Bak: Bakara suresi, âyet 26 )

Bu bir gerçektir..

Zâhirî ulemanın durumunu görmez misin?..

Anlatılan iki âyetin tevilinde, nasıl da saptılar..

Ve.. onları götürmek istedikleri yöne nasıl çekip götürdüler?..

O çekip gittikleri yönde, Hak’tan yana bir yüz olsaydı, ne vardı?..

Ama, kendilerini birtakım usuller sarmıştı; onlara dalıp
Allah’tan uzağa düştüler.. Onu, bilmekten yana yaya kaldılar..

Hakikat ehline gelince.. o iki âyet sayesinde Hakkı buldular..

Onlarla, Hakkın marifetini elde ettiler..

NETİCE: Bunlar nasıl hidayeti buldularsa..öbürleri de aynı şekilde
dalâlete düştüler..

Allah-u Taâlâ, getirdiği bir misal dolayısı ile, bunlar için şöyle buyurdu:

–  “Allah onunla, nicelerini hidayete; nicelerini de dalâlete iter..

Onunla dalâlete düşenler ise.. ancak, fasıklardır..   ( 2/26 )

Fasık: Fısk kelimesi kökünden gelir..

Araplar, bunu bozuk yumurta için kullanırlar..
Bir yumurta, yavru çıkaramaz bir durumdaysa.. onun için:

Bu yumurta, fısk oldu..

Derler..

Bu âyet-i kerimedeki:

–  “Fasıklar..”   ( 2/26 )

Lafzından murad ise..
ilâhî tecelliyi kabulden yana kabiliyetlerinin bozulduğudur..

Ki onların zihninde tasavvur edilen mana:

– Allah’ın halkında zuhura gelemeyeceğidir..

Bu zuhur ise.. elbet kendi zanlarına göre olmamaktadır..

Bunun sebebi ise..

Onlar, zat-ı ilâhî için hükme bağlanan bu zuhur olmama yönünü teyid eden
tenzih usullerini bulup almışlardır..

Böylece: Aynı olduğu babındaki emirleri bir yana atmışlarıdır..
Bunun yerine hükmî yönden konan vasıfları almışlardır..

Hiç bir zaman da:

Bu hükmî vasıfların, o aynı oluş için, halka ve Hakka bağlı varlık oluşu işinin,
aynen bir kemâl olduğunu kabul edip bilmemişlerdir..

Nitekim bu manayı, yüce Hak kendi özünden haber verirken,
kitabının çeşitli yerlerinde anlatmıştır..

İşte.. onlar arasında şu âyetleri alıyoruz:

–  “Ne yana dönseniz, Allah’ın yüzü o yandadır..”   ( 2/115 )

–  “Nefislerinizde.. görmüyor musunuz?..”   ( 51/21 )

–  “Gökleri, yeri ve aralarında olanı: Ancak, Hak olarak yarattık..”   ( 15/85 )

–  “Yerde ve göktekilerin hepsini, kendinden size ram eyledi.”   ( 45/13 )


Ayrıca, Resulullah S.A. efendimizin:

–  “Allah kulun: Kulağıdır.. gözüdür.. elidir.. dilidir..”

Manalarına gelecek şekilde buyurduğu hadis-î şerif de önemlidir..

Daha başka nice âyet ve hadis vardır ki, sayıya gelmez.

Bizden bu kadar.. ötesini anla..

Allah.. Hak söyler..

Bu yola hidayeti nasib eden Allah’tır.

 <– geriileri –>

Check Also

İnsan-ı Kamil – Abdûlkerîm Ceylî

             İnsan-ı Kamil                                 Abdûlkerîm Ceylî              Bu eserden beklenen odur ki; Salik için , en ...