İnsan-ı Kamil – 25. Bölüm (Kemâl)

İnsan-ı Kamil                                 Abdûlkerîm Ceylî

                
Bu eserden beklenen odur ki;
Salik için , en yüce refikîne ileten ola..
Ama, ince, düşünceli, nazik, kibar arkadaş gibi..

 

 25. BÖLÜM

K E M Â L

 

 

Bilesin ki..

Yüce Allah’ın KEMÂL vasfı, kendi mahiyetinden ibarettir..

Buradaki mahiyet:

–  Olduğu hal üzere..

Manasına alınmalıdır..

Yüce Allah’ın mahiyeti ise.. bir idrâk kabul etmez..

Yâni: İdrâk yolu ile kavranıp:

–  Bu, budur..

Denemez..

Zira: Yüce Hakkın kemâli için bir son durak ve bir nihayet yoktur..

Yüce ve Sübhan olan Hak mahiyetini kavrar.. İdrak eder ve bilir..

Şunu da idrâk eder; bilir ki: Mahiyeti kavranamaz.. Çünkü, onun için
bir son yoktur
..

Bu durum zatı için de böyledir.. başkaları için de böyledir..

Yukarıdaki cümle ile, şunu anlatmak istiyorum:

Yüce Hak mahiyetini idrâk eder.. Ama o mahiyetin, içinde bulunduğu hal üzere
kavranamayacağını idrâkten sonra
..

Bu durum, kendisi için de böyledir; başkası için de..

Yukarıda geçen:

–  Yüce ve Sübhan olan Hak, mahiyetini kavrar.. idrâk eder, bilir..

Dedik.. İşbu durum, onun KEMÂL vasfının ihata hakkına göredir..
Cehalet, bilmemek yoktur..

Yine yukarıda geçen:

–  Yüce Hak, mahiyetini idrâk eder.. Ama o mahiyetin içinde bulunduğu hal üzere
kavranamayacağını idrâktan sonra..

Bu durum, kendisi için de böyledir; başkası için de..

Dedik.. İşbu durumu: Onun büyüklüğünün varlığı, ve
nihayetinin yokluğu yönünden Hak ettiği bir mana olarak almak icab eder..

Sebebine gelince: Ancak, nihayeti olan kavranır..

Halbuki yüce Allah’ın nihayeti yoktur.. Nihayeti olmayanı kavramak ise..
muhaldir
..

Yüce Hakkın mahiyetini kavramasına gelince: Bu, hükmî bir kavrayış
manasıdır.
.

İşbu mana için:

Kendi özünü bilmemek gibi bir durumun onda olmayışı; ilmin şümulünü
hak etmesi icabıdır..

Demek yerinde olur..

Yoksa:

–  Onun şekillerinden biri ile kavramı kabul eder..

Demek değildir.

Yukarıda anlatılan manaları anlamaya çabala.. Çünkü, anlaşılması biraz zordur..

Sakın buradan kayıp düşmeyesin.. Çünkü, orası: Hayret makamıdır..

Anlatılan manada uzun bir kaside yazmıştım.. Onun içinden şunları aldım..

İhata ettin mi mücmel, mufassal haberini;
Zatının.. ey toplayan sıfatların her birini..

Yoksa yüceldi mi yüzün tüm kavramaktan yana;
Sardın ki kuşatılmaya zatının derini..

Haşa sana son buluna.. haşa ki olasın sen;
Sana cahil.. ah.. neyle silerim hayretlerimi?..

Bilesin ki..

Yüce Hakkın KEMÂL durumu, mahlukatın kemâline benzemez..

Çünkü mahlukatın kemâli, kendilerinde bulunan manalardır..

O manalar ise.. kendilerine mugayirdir..

Yüce ve Sübhan olan Hakkın kemâli ise.. zatı iledir..
Zatına mugayir, zaid manalar yolundan gelen manalar değildir..

Yüce Allah, bu gibi şeylerden yana tam bir şekilde üstünlük sahibidir..

Hâsılı Yüce Allah’ın KEMÂL’i aynen zatıdır..

İşbu mana icabıdır ki:

–  Mutlak gına ve tam KEMÂL..

Vasfı ile söylenip anılması ve o vasıfların kendisine verilmesi yerinde oldu..

Her ne kadar yüce Hak için, KEMÂL’e bağlı manalar; akıl yolundan bulunsa dahi,
o manalar kendinden başkası değildir..

Çünkü: Akıl yolundan bulunan geniş manalı KEMÂL onun zatına bağlı bir iştir..

Zatına eklenmiş bir şey değildir.. Ona mugayyir de değildir..
Akıl yolu ile bulunan kendisi de değildir..

Ancak yukarıdaki hüküm, yüce Hakkın gayrı için verilemez..

Şöyleki: Bu varlıklardan bir varlığı, herhangi bir vasıfla anlattığın zaman:
O vasıf o varlıktan başkası olması iktiza eder..

Çünkü: Mahluk, müteaddid parçalara ayrılmayı kabul eder..

Yüce Hakkın vasfı ise.. aynen kendisi olması icab eder..

Çünkü vasıf, zatının gerektirdiği bir hükümdür..

Ama, tek başına ve varlık terkibi zatından olmak üzere..

Üstte anlatılan, yaratılmışlara verilen vasıf için, şöyle bir misal verebiliriz..

Meselâ deriz ki:

–  İnsan konuşan hayvandır..

Bu manada, hayvaniyet durumu, kendi özünde ve akıl yolundan biliniş şeklinde
insandan başkadır.. Aralarında bir başkalık vardır..

Konuşmak ise.. kendi özünde; insanın da, hayvanın da başkasıdır..
İnsanla da bir ilgisi yoktur, hayvanla da..

Durum anlatıldığı gibi olmasına rağmen, hayvaniyet ve konuşmak
aynen insan olmuştur..

Çünkü insan: O iki şeyin bir araya gelmişidir..
Varlığı ancak onlara bağlıdır.. Onlara mugayir yönü yoktur..

NETİCE:

a)  Bölünme, parçalanma yönüyle, mahlukun vasfı kendisinin gayrıdır..
b)  Terkib yönüyle de aynen kendisidir..

Ancak, yüce Hak için, durum böyle olamaz.. Zira, onun için bir bölünme
ve terkib imkânsızdır..

Kaldı ki, onun sıfatları için:

–  Kendisinin aynı değildir..  Zatından başka değildir..

Gibi bir söz söylenemez.. Ancak akıl yolu ile, onu: Biliriz… Çeşitleri ve zıdları ile..

Halbuki yüce Hakkın sıfatları; mahiyeti, hüviyeti yönüyle aynen zatıdır..

Yani: Kendi varlığında onlarladır..

Durum anlatıldığı gibi olunca:

–  Sıfatları aynı değildir..

Denemez… Böylelikle de, mahluk hükmünden ayırd edilir..

Mahlukun sıfatı kendisinden başkası değildir.. Ama, aynı değildir..

Bu hüküm, Hak için, ancak mecaz yolundan verilir..

–  Mütekellimin..

Adı ile anılan kelâm âlimlerinin çoğu, bu meselede yanılmıştır..

Muhiddin b. Arabî’nin bu babdaki fikri, sana anlattığımıza uygundur..

Ama o, başka bir cihetten gitmiş ve başka bir ibare kullanmıştır..
Başka bir manada  söylemiştir..

Ancak, onun dışında kalanların çoğu, yanılmış ve şöyle demişlerdir:

–   Hakkın sıfatları ne aynıdır; ne de gayrı..

Bu cümlenin yerinde sarfedilmiş bir cümle olmadığını düşün..

Bizim durumumuza gelince.. keşf-i ilâhî bize şu ihsanı yaptı:

–  Yüce Hakkın sıfatları, aynen zatıdır..

Onların böyle oluşu, ne sayı itibarı iledir, ne de sayı itibara alınmadan..

Yukarıda anlatılan manada bir işe şahid oldum.

En güzel misal Allah’ın misalidir..ancak, ona misal yollu:

–  N o k t a..

Deniliyordu..

İşbu nokta, akıl yolundan bulunan; her cemali, celâli ve KEMÂL’i toplayıcı,
alıcı bir duruma sahib KEMÂL durumlarının kendisidir..

Haliyle, bu durum: İlâhî mertebeye uygun bir şekilde olmaktadır..

Ve o KEMÂL durumları, tümden bu noktanın varlığında helâk olmuştur..
Nokta ise.. o KEMÂL durumlarında yok olmuştur..

Gerek:

–  N o k t a..

Dediğimiz, gerekse:

–  KEMÂL durumları..

Diye tabir edilen şeyler, kendi ahadiyet hallerinde, sonsuzluğu düşünülmelidir..

Bir başlama önceliği onun için muhaldir..

Bu makamda daha bir çok işler vardır ki; çok ağırdır.. çok incedir, çok değerlidir..

Hele anlatılmaktan yana, tam bir yüceliği vardır..

Olan oldu da, anlatmadım ondan;
Hayra yor haber sorma hiç oradan..

 Bilesin ki..

Yukarıda anlatılan misaller, yüce zata lâyık değildir.. Ona uymaz..

Çünkü misal: Özünde mahluktur..

Yüce zat ise.. misal yolu ile, anlatılandan çok çok başkadır..

Zira: Hak kadim vasıflıdır.. Halk ise.. sonradan yaratılan bir mahluktur..

Kaldı ki: Bu anlatılan ibareler, zevkle elde edilen manaları taşıyamaz..

Meğer ki, daha önce kendisine bu yolda verilmiş bir binek ola..
O zaman ibare zevkini taşıyan binek olur..

Zira, tek başına ibare yüce Hakkın özünde bulunan manayı çekemez…
Ancak, ondan bir parçayı alır..

Sonuç şudur: Her kim Yakup misali hüzne dalarsa..müjdecinin getirdiği
Yusuf’un gömleği sürülünce, gözündeki körlük açılır; kalkar..

Bir kimsenin, ezelde içine konan bir zevki yoksa.. aranana düşmesi imkânsızdır..

Meğer ki: İman tasdik sahibi ola.. Bir de, kendinde vehmettiği şeyleri ata;
Hakkın tahkik babında verdiklerini tuta..

Hali böyle olan kimse, şu âyet-i kerimenin hükmünde sayılır:

–  “Tam müşahede içinde kulak veren..”   ( 50 / 37 )

Bu âyetin ifade etmek istediği bir mana şudur:

–  Kendisine söylenene iman şehadeti getirir.. Ama kuvvetli bir iman şehadeti..

Ve.. bu kuvvetli iman sayesinde, o anlatılanı, gözle görmüş gibi olur..

Hâsılı: Bu bir keşif meselesidir.. Keşfi başta kazanan ise.. kalbi olan kimsedir..

Bu mana: Baş tarafı yukarıda geçen âyet-i kerime ile sabittir:

–  “Gerçekten bunda hatırlatmalar vardır:
Kalbi olana, tam müşahede içinde kulak veren kimseye..”   ( 50 / 37 )

<– geriileri –>

Check Also

İnsan-ı Kamil – Abdûlkerîm Ceylî

             İnsan-ı Kamil                                 Abdûlkerîm Ceylî              Bu eserden beklenen odur ki; Salik için , en ...