İnsan-ı Kamil – 18. Bölüm (İrade)

İnsan-ı Kamil                                 Abdûlkerîm Ceylî

Bu eserden beklenen odur ki;
Salik için , en yüce refikîne ileten ola..

Ama, ince, düşünceli, nazik, kibar arkadaş gibi..

 18. BÖLÜM

  İ RADE

 

İRADE: Bir önceliktir ilâhi ihsanlardan;
Bizim için olmuştur bu, onun nefhalarından..

Cemal onunla zuhura geldi, kesretten ki;
Anlatma babında olmuştur anlaşılmazlardan..

Güzelliklerini gösterdi ihsanı altında;
Halife, o tecelli suretlleri nurlarından..

Olmasaydı, gerektirmeseydi güzellikleri;
Mahlukatın yaratılmasını kendi zatından..

Mahlukat olmazdı, kendilerine gelmeseydi;
Vasıflanmış olmak, onun güzel sıfatlarından..

Hep ona mazharlar, cemal mazharı da onlarla;
Her şey her şeyin mazharı oldu hoşluklarından.

Vahid, ferd sıfatı olan mümin bir mümin için;
Aynadır, haber: Muhtar zatın anlattıklarından..

O, bir mümin; alınınca, bir ferd de bizden mümin;
İki ayna gibi olur zatî duruşlarından..

Onun güzelliği bizdedir, güzelliğimiz de;
Onda belli. lüzumsuzdur kalanı isbatlardan..

Adımız adı oldu; adı dahi adımızdır;
Her şey  her şey için bir surettir nişanlardan..

Şayet bu anlatmayı dilemiş olmasaydı o;
Şanı icabı zor olur beyanı gayblarından..

Bundandır ki, İRADE mana hükmünü geçirdi;
Hepsine, kalan nisbetlerden ve vasıflarından..

 

Bilesin ki..

İRADE: yüce Hakkın ilim tecellisidir.. Haliyle bu, zatî bir hükme göre olur..

hüküm ise.. bu İRADE’dir..

İRADE: Varlık babında, malumata yüce Hakkın tahsis ettiği bir özelliktir..
Bu tahsis dahi, ilmin verdiği hükme bağlıdır..

Yani: ilim neyi icab ettiriyorsa.. yapılan tahsis ona göre olur..
Buraya kadar anlatılan bir vasıftır; ama yüce Hakkın vasfıdır.

Bu vasfın adına:

–  İ R A D E..
Denir..

Bizdeki yaratılmış vasfını alan İRADE, aynen Hakkın İRADE’sidir..

Ama, bize nisbet edildiği zaman, bize lâzım olan bir yaratılma durumu
meydana çıkar..  Haliyle vasfımıza lâzım olan bir şekli ile..

İşbu anlatılan mana icabıdır ki:

–  İRADE, yaratılmıştır..

Diyoruz.. Yani: Bizim vasfımıza göre olan İRADE..

Ancak, bu İRADE, yüce Allah’a bağlanışı dolayısı ile,  zatı için
kadim vasfını alan İRADE’dir..

Talebe uygun bir şekilde, eşyanın beyanı için, bize engel olan durum ise..
o İRADE’nin bize olan nisbetidir..

İşte.. asıl yaratılmış olan, bu nisbettir..

İRADE’nin bize karşı olan bu nisbeti kalktığı,  tamamen Hakka bağlandığı  zaman..
ama ondaki şekliyle.. işte o zaman : EŞYA, talebe uygun bir şekilde, oluşmaya başlar..

Bu manayı da anla..

Tıpkı: Bize nisbet edilen yaratılmış vücudumuz gibi..
Ve bu vücudumuzun Allah’a nisbeti ile, kadim oluşu gibi..

 

Şunu da, unutmamak lâzımdır ki, bu bağlantı zarurîdir.. Keşif ve zevk ona verilir..
Aynen kaim olan ilim verilir..

Şimdi..  bu makamdan ondan başka ne kalır?..

Bu manayı da anla..

Bilesin ki..

İRADE için, bu yaratılmışlarda, DOKUZ zuhur şekli vardır..
Onlar sırası ile şöyledir:

BİRİNCİSİ: Meyil..

Bu meyil, kalbin talibi olduğu şeye karşı bir cezbedilişi olur.. Bu meyil, kuvvetlenir ve
sürülüp giderse.. o zaman, ikinci bölümde sayılacak VELA’ durumuna geçer..

İKİNCİSİ: Vela’..

Bu:
–  İlgi duyup, bir bağlantı peydah etmek..
Demektir..Bu da, şiddet kesbeder ve artarsa.. üçüncü olarak sayılan:

–  S A B A B E T..

Adını alır..

ÜÇÜNCÜSÜ:  Sababet..

Bunun açık manası şudur:

– Sevdiği kimse uğrunda, kalbin tam bir salınışıdır..

Tıpkı: Bir su gibi, damla akar gibi, damla akar gider.. sonunda bir şeyi kalmaz..
Biter tükenir..

DÖRDÜNCÜSÜ:  Şegaf..

Bu, yukarıda anlatılan halin, yani: Kalbin tam salınışı ile, bir bitkinlik sonunda
başlayan halidir.. Bu durumda, bir İRADE tecellisi, tecelli bulduğu yeri kendinden geçirir..

BEŞİNCİSİ:  Heva..

Bu durumun başlaması, yukarıda anlatılan halin kalbde tam yerini bulup
yerleşmesine ve onu dışta kalan her şeyden geçirmesine bağlıdır..

Böyle bir halin adı: HEVA’dır..

ALTINCISI: GARAM..

Bu, hal; heva, cesed üzerindeki hükmünü tamama erdirince başlar..

YEDİNCİSİ: Hubb..

Yukarıda anlatılanların zail olması, meyli gerektiren sebeblerin ortadan kalkması sonucu
bu adı alır.. Yani: Hubb.. sevgi..  Meyilin de adı olmayan bir hal içinde sevgi..

SEKİZİNCİSİ: Vüdd..

Bu da, sevenin kendinden geçmesi sayılır. Bu hale, gelen için
VÜDD, derecesinde bir sevgi vardır..

DOKUZUNCUSU: Aşk..

Yukarıda anlatılan haller tam bir kabarışla kabardığı zaman, bu AŞK başlar..
Bu makamda, seven de, sevilen de yok olur..

İş bu makamın adı : AŞK’tır..

Bu mazharda bulunan aşık, maşukunu görse bile tanımaz.. bilmez..
onu kendine çağıramaz..

Tıpkı : Mecnun’un hali gibi..
Rivayet edilir ki:

–  Leylânın yolu, Mecnun’a uğramış; konuşmak için, yanına çağırmış..
Buna karşılık Mecnun şöyle demiş:

– Ben, Leylâ ile meşgulum.. Seninle olacak halde değilim..

Bu son anlatılan, vuslat ve yakınlık makamlarının sonuncusudur..
Bu makamda arif marufunu tanımaz.. bilmez..

Ne arif kalır; ne de maruf..
Ne aşık kalır; ne de maşuk..
Yalnız AŞK kalır.. o kadar..
AŞK ise.. sırf zattan ibarettir..

Orada, ne ismi vardır; ne de resim.. Ne nam vardır; ne de vasıf..

Burada şunu da anlatmak istiyorum: AŞK, ilk zuhuru anında, aşıkı yok eder..
O kadar ki: Ne ismini bırakır; ne de resmini.. Ne namını bırakır; ne de vasfını..

Anlatılan hallerin sonunda, aşık tükenir.. Sönerse.. aşk onun elinden tutar;
maşukunda fenaya sokar..

Aşık maşuk birbirine karışır..

Böyle bir haldeyse.. aşk fena halini de söndürür.. İsmi önce gider;
sonra da vasfı gider; daha sonra zat da gider..

Ne aşık kalır; ne de maşuk gayrı..

Bundan sonradır ki: İki suretle de görünür.. iki sıfatla da, sıfat alır..
Hem aşık ismini alır; hem de maşuk..

Bu manada şu şiiri söyledim:

Aşk, Allah’ın ateşi, kasdım tutuşturanıdır;
Onun doğuşu, batışı kalbde ulu şanıdır..

Büyük bir haberdir ehline ama onlar onda;
Çeşitlidir, kasdım: Ciddiyetle kapışanıdır..

Şöyle görürsün onları, aşkın tek noktasında;
O vahidde dağınık sıra kapışanlarıdır..

Burada bilmen gereken bir husus vardır ki, o:

–  F E N A..

Diye anlattığımız tabirdir.. Bu nedir?..

Bilesin ki..

FENA: Şuurun olmayışından ibarettir..

İşbu şuurun olmayışı, kimde ise.. fena hali: Tam bir şekilde
kendinden geçiş hükmünün istilâsı ile onda olur..

Böyle olunca, o kimse kendinden geçer.. Varlığını bilemez.

Böyle olunca: Bir kimsenin kendinden fenası:

–  Kendini bilmeyişi..
Demektir..

Sevdiğinden fenası ise:

–  Onda helâke varıp yok oluşu..
Manasına gelir..

FENA, halinin evliya arasındaki tarifi şöyledir:
– Bir şahsın, kendi nefsini bilemeyişidir.. Hatta, ona ait hiç bir şeyi..

Yukarıda anlatılanları bildikten sonra, şunu da bilesin..

Halka tahsis edilen İLÂHİ İRADE,
her hal ü kârda, hiçbir illete ve sebebe dayanmamaktadır..

Çünkü o; yani: İRADE, azamet hükümlerinden bir hükümdür..
Yahut: Ulûhiyet vasıflarından bir vasıftır..

Yüce Allah’ın ulûhiyeti  ve azameti ise.. zatına aittir..
Bunun böyle olması dahi: Hiçbir sebebe dayanmaz..

Bizim bu manada ileri sürdüğümüz görüş, Muhiddin b. Arabî’nin r.a. görüşünün aksinedir..

Onun görüşü şöyledir:

–  Allah-ü Taâlâ’ya: MUHTAR isminin verilmesi caiz olmaz.. Sebebine gelince:
Bir şeyi kendi arzusu ile yapmaz..

Yaptığı şeyi, hangi âlemde yapacaksa o âlemin kendi hükmüne göre yapar..
Âlemin kendi hükmü ise..  içinde bulunduğu halden başkası değildir..

Böyle bir hal ise.. MUHTAR olmaya elverişli değildir..
Muhiddin b. Arabî’nin görüşü yukarıdaki gibidir ve bunu: FÜTUHAT-I  MEKKİYE
adlı eserinde yazmıştır..

İRADE; tecellisi bahsinde, başarılı kelâm etmiştir.. Ama, kaybettiği,
başarılı olduklarından daha çoktur..

Aslında o mesele: Azamet-i ilâhinin iktiza ettiği ahkâmdan sayılmalıdır..
Onun başarıp zafer kazandığı noktalara biz de ulaştık..

Ama, sonradan izzet tecellisi sayesinde onu da geçtik..

Bu geçişten sonra, anlaşılan şu oldu:Yüce Allah eşyada tam bir MUHTARİYETE  sahiptir..
Dilediği şekilde, onlarda tasarruf etmektedir..

Bu dileyiş, hiçbir şekilde : zaruret durumuna ve bir dileyici olmaya dayanmaz..
İlâhî bir şan icabıdır.. Zatî bir vasıf gereğidir..

Nitekim bu manayı, kendi zatından anlatırken; yüce kitabında şöyle anlatmıştır:

–  “Rabbın dilediğini yaratır ve seçer !.. Onların ihtiyarı ( seçim hakkı) yoktur!.
Allah Subhan’dır!. Şirk koştukları şeylerden Âli’dir!.” 
  ( 28 / 68 )

Netice: Kadir, muhtar, aziz, cebbar, mütekebbir, kahhar olan Allah’tır.

<– geriileri –>

Check Also

İnsan-ı Kamil – Abdûlkerîm Ceylî

             İnsan-ı Kamil                                 Abdûlkerîm Ceylî              Bu eserden beklenen odur ki; Salik için , en ...