Şirki Hafi !

Şirki hafi” denen “gizli şirk”e işaret eden şu hadis-i şerifi hatırlayalım:icerik_ah

– Ya Eba Bekr…Şirk sizde karıncanın ayak sesinden daha gizlidir!..

Bir adamın:
“Allah diledi de ben diledim” demesi şirktir!..

Bir de:
“Falan kişi olmasaydı, falan adam beni öldürecekti!..” diye bir kimsenin konuşması
Allah’a şirk koşmasıdır…

Şirkin büyüğünü ve küçüğünü, Allah’ın senden kendisiyle gidereceği bir duayı
sana göstereyim mi?…

-Allahümme inniy euzubike en üşrike bike şey’en ve ene â’lemu ve estağfiruke limâ la âlem!…

Yani varlığında Allah’ı göremeyip, o fiili Allah’a değil, olmayan benliğine bağlarsan bu gizli şirk olur.
Zira ister fiil ister mânâ boyutu olsun varlık hep O’na aittir.

Âfâkta yani dış dünyada milyarlarla yıldızların içinde kaybolduğu evrende, bir mekânı olmayan “ALLAH” ı bulmak, ermek mümkün olmadığına göre onu nerede ve nasıl bulacaksın?

İbn-i Ömer radıyallahu anh naklediyor:

Rasûlullah Sallallâhu Aleyhi ve Sellem’e sordular:

-Allah nerededir?…Yerde veya gökte midir?…

Rasûlullah Sallallâhu Aleyhi ve Sellem şöyle buyurdu:

-Mümin kullarının kalbindedir!…(Gazalî-İhya)

Öyle ise Allah’ı zâtında, özünde, gönlünde, şuurunda, ilimde bulup, onu bir mânâ ile kayıt altına almaktan kaçınacaksın

Esasen Zât, sıfat, esmâ ve ef’al dediğimiz bu dört mertebe gerçekte tek bir boyut, tek bir mertebedir. Ve bu tek mertebede kendini bulan, dördüyle birlikte bulmuş olur…Bunlardan sadece herhangi birinde kendini bulma ve ötekilerini öteye atma, sendeki “ikilik” anlayışının ortada kalkmamasındandır.

Diyelim ki ben sıfat mertebesinde kendimi buldum..Kendi tekliğimi yaşıyorum…Ama isimlerin mânâlarından geçtim, öyle bir şey yok (!)…Fiilleri görüyorsun, fiiller beni ilgilendirmez (!) diyorsun!..Bu durumda sen hâlâ şirktesin ve hâlâ kendini tanıyamamışsın!..Çünkü , fiil aynen isimdir, ismin mânâsı da aynen , senin senliğinin mânâsıdır…

Dolayısıyla, kendini bu şekilde bir soyutlamaya gitmen, hâlâ bir “öte ilâh” mevhumundan kurtulamadığını ortaya koyar.

Fiillerin, isimlerden gelen bir biçimde oluştuğunu konuştuk…Şimdi, fiil adı verilen şeyin, belli isimlerin mânâlarının terkip hükmüyle âşikâre çıkışından başka bir şey olmadığını öğrendik…Yani, fiil eşittir isim dedik!…

Şimdi de fiil ile isim mânâları arasındaki fark noktası üzerinde duralım ve “fiil” dediğimiz şeylerin neden bu adı aldığını görelim..

Fiil, mânâların terkibinden meydana gelir…”Esmâ” denince salt mânâlar kastedilir…Yani hangi isim söylenirse, o isimle kastedilen mânâ akla gelir…Oysa fiil mertebesinde ise, bir fiil denildiğinde, o fiili meydana getiren mânâlar terkibi sözkonusudur. Her fiil, fiil adı altında çeşitli mânâları değişik nispetlerde toplamıştır. Yani, birkaç ismin mânâsının, bir terkip şeklinde birleşerek ortaya çıkmasının aldığı ada “Fiil” deriz.Fiil mertebesi denmesinin sebebi, birkaç ismin mânâsının sayısız terkipler şeklinde ortaya çıkmasıdır.

İsim mertebesinde ise, isimler , yani, bu isimlerle kastedilen mânâlar, sadece o ismin müsemması olan bir mânâ olarak, tüm haldedir!…Bu mertebede mânâ terkipleri sözkonusu değildir. O isimle, salt o mânâ kastedilir.

Şimdi bir Ziya ismi altında, kaç tane ilâhi ismin mânâsı bir terkip hükmüyle aşikâre çıkıyor ve karşımızda gördüğümüz şeyin varlığını meydana getiriyor!..Yani, ef’al mertebesi dediğimiz zaman, bu ef’al mertebesi , değişik isimlerin mânâlarının terkipler hâlindeki görüntüsüdür.

Sıfat mertebesi ise salt benliği biliş mertebesidir…tabiî buradaki benlikten murad izâfi benlik değildir!..Esmâ mertebesi ise benliğindeki mânâları buluştur…Benliğindeki çeşitli mânâların, değişik şekiller ve oranlarla terkibi ef’al mertebesini meydana getirir. Ef’al mertebesindeki değişik terkipler, yani mânâ terkipleri de senin mutlak varlığınla, yani zâtınla kaimdir…Zâtın olmasa, o mânâlar hiç olmaz. Dolayısıyla, zât aynen ef’al mertebesinde mevcuttur!..

Bu sebeple, ef’al mertebesinde müşahede edilen, gerçekte aynen Zâttır; ancak, herhangi bir kayıt veya sınırlama sözkonusu olmaksızın, kendi boyutunda!

Ahmed Hulusi
1986
İnsan ve Sırları Kitabından
www.ahmedhulusi.org

Soru:
Rasûlullah Efendimiz, “Benim şefâatim ümmetimden büyük günah sahipleri içindir.”buyuruyorlar. Büyük günah sahiplerinden kastedilen kimlerdir?
Cevap:
Bu açıklamasından benim anladığım, şefâatin ŞİRKİ HAFÎ ehline olduğudur… Çünkü şirki hafî en büyük günahtır!… Mutlak şirkin zaten bağışlanması yoktur… Şirki hafi ise bunun dışında kalan günahların en büyüğü ve bütün günahların kökenidir!..

Check Also

Geri Dönüşü Olmayan İnsan Ruhunun Ölümsüz Yolculuğu