Ölüm

Diyelim ki yatıyorsunuz yatağınızda!.. an be an tükenmekte olduğunuzu farkediyorsunuz. icerik_ah
Kâh dalıyorsunuz rüya gibi bir görüntü. Kâh eski hatıralar, kâh yeni umutlar.

Sonra bir an geliyor. Kolunuzu kaldırmak istiyorsunuz, kalkmıyor!.. O ne?.. kumanda edemiyorsunuz
kolunuza!.. Felç mi geldi ne!?.. “Hey“, demek istiyorsunuz ama diyemiyorsunuz!..

Kızınız bir anda üstünüze kapanıyor, haykırıyor!

-Öldü! Annem öldü!.. Anne, bırakma bizi!

Bağırmak istiyorsunuz.

Hayır!.. Hayır ben ölmedim.

Ne çare!.. Ne ağzınızı oynatabiliyorsunuz, ne de sesiniz çıkıyor!..

Bu arada odaya doluşuyor yakınlarınız. Hepsi gözü yaşlı, hepsi kederli, hepsi göğüslerinde
yumru yumru düğümler!..

Doktor?.. Ne yararı var?!..

Başınızda toplananlara karşılık, kendinizde bir serbesti hissediyorsunuz!.. Ayağa kalkıp odada dolaşmaya başlıyorsunuz!..

Onlara demek istiyorsunuz, “ben ölmedim, aranızda dolaşıyorum, yavrum kızım ne olur ağlama!
Ama boş!.. İrtibat kesik!..

Kızınız, yakınlarınız perişan halli; ağlayış-haykırışları sizi de oldukça perişan ediyor!..

Bir şeyler yapmak, onlara ulaşmak istiyorsunuz, mümkün değil!.. Ne dokunabiliyorsunuz; ne konuşabiliyorsunuz; ne de herhangi bir eşyayı oynatabiliyorsunuz!..

Oturuyorlar, başucunuzda dualar etmeye başlıyorlar. Hakkınızda konuşmaya koyuluyorlar,
şöyle iyiydi, böyle iyiydi!..

Sonra bu fasıllar bitiyor. Sizi yıkıyorlar ve tabuta koyuyorlar. Bunları hep görüyorsunuz!..

Ve sizi yüklenip mezara getiriyorlar. Açılmış bir mezar ve…

DİRİ DİRİ MEZARA KONUYORSUNUZ!. DİRİ DİRİ GÖMÜLÜYORSUNUZ!..

Şu andaki mevcut aklınızla, idrâkınızla duygularınızla yaşayan biri olarak!.. Ve üstünüze atılan toprakla
beraber orada toprağın içinde hapis kalmanın korkunç ızdırabını tatmaya başlıyorsunuz!..

Hatırlayalım şu meşhur hadîs-i şerîfi:

-İNSANLAR UYKUDADIRLAR; ÖLÜMÜ TADINCA UYANIRLAR!..’

Hazreti Osman radıya’llâhu anh bir kabrin başında durduğu zaman sakalı ıslanıncaya kadar ağlardı. Kendisine,“Cennet cehennem anılınca ağlamıyorsun da, burada mı ağlıyorsun?” denildiğinde ise şu cevabı verirdi:

Rasûlullah salla’llâhu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
-Kabir, âhiretin konak yerlerinden ilk konak yeridir. Eğer ondan kurtulursa kişi, gerisi daha kolaydır!.. Şâyet kurtulmazsa, gerisi daha ağırdır!.. Her ne (korkunç) manzara gördüm ise, kabir ondan daha korkunçtur”!.. (Tırmizî)

Kişi beden üzerindeki tüm tasarrufundan kesildi; beyin durdu; ve bozulmaya yüz tutan beden mezara konuldu. Sonra.

İbn-i Ömer radıya’llâhu anh’tan şöyle naklolunuyor:

Ölünün dünyadan alâkası kesildiği zaman, oturma yeri kendisine gösterilir; cennet ehli ise cennet ehlinden olarak; ve cehennem ehli ise cehennem ehlinden olarak. Ve sonra “Allah seni kıyâmet gününde yeniden mahşere kaldırıncaya kadar oturma yerin işte burasıdır” denilir.

Evet bu kabirde, kıyâmete kadar kalma olayını daha geniş görelim şimdi de:

Ebû Hureyre radıya’llâhu anh naklediyor:
Rasûlullah salla’llâhu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:

-Ölü -ya da sizden biri- defnedildiği zaman ona siyah ve mavi iki melek gelir!
Birine Münker, diğerine Nekir denir. Müteakiben o iki melek sorar:

-Bu adam hakkında ne dersin?..

Bunun üzerine o (yaşarken ki) kanaatini aynen söyler:

-O Allah’ın kulu ve rasûlüdür. Allah’dan başka ilâh olmadığına ve Muhammedl’in de
O’nun kulu ve Rasûlü olduğuna şehâdet ederim.

Bunun üzerine o iki melek:

-Senin böyle söylediğini esasen biliyorduk.’ derler. Sonra onun kabri yetmiş arşın kare genişletilir,
sonra aydınlatılır ve kendisine “
Uyu” denilir. O da,

-Dönüp aileme haber vereyim mi?’ der,

melekler de:

-Gelin-güvey gibi uyu ki, onu ailesinden en çok seven kişi uyandırır’ derler.

O kişi, Allah onu yatağından mahşere kaldırıncaya kadar (uyur).

Şayet münâfık ise:

-İnsanların “Ona Rasûldür” dediklerini işittim ve ben de aynı şeyi söyledim. Ama bilemiyorum?.. diyecek.

Bunun üzerine o iki melek:

Senin esasen böyle söyleyeceğini biliyorduk’ diyecekler. (Sonra toprağa) “çullan üzerine”denilecek. Toprak onun üzerine çullanır; yan kaburga kemikleri yerlerinden oynar ve Allah
onu yatağından mahşere kaldırıncaya kadar toprakta devamlı azâb içinde kalır!’
 (Tırmizî)

Tüm yaşamınızda, kendinizi bir beden kabûl etmenizin tabiî sonucu olarak ister istemez yaşanacak
kaçınılmaz sondur bu!..

Nasıl rüyanızda bütün gün kafanızı meşgul eden şey, otomatik olarak rüyanıza girer ve o şeyden
rüyanızda kurtulamazsınız!..

Nasıl görülen kâbusu değiştirmek elinizden gelmez ise. Yaptıklarınızın ya da yaşadıklarınızın tabîi sonucu ise kâbus; aynı şekilde, kabir hayatı da, dünyada yaşadıklarınızın, edindiğiniz duyguların ve şartlanmaların
otomatik olarak görülecek sonuçlarının, yaşandığı bir ortamdır!

Eğer dünyada şuurlu bir şekilde, bedenle ilişkiniz kesilerek yaşamınıza devam edeceğiniz kabir hayatına hazırlanmamışsanız; kaçınılmaz bir şekilde bu âkibet ile karşılaşacaksınız!..

Burada bir sual gelir akla. Mezara gömülen, bu âkıbet ile karşılaşacağına göre, mezara gömmesek de yaksak?..

Yakmak daha da korkunç netice verir!.. Zîrâ kabirde belki elli, belki yüz belki ikiyüz sene, beden çürüyüp dağılana kadar bu ızdırap çekilecek. Ama yakılırsan..? Diyelim ki, cesedin yakılıyor!.. Sen esasen
ölmemişsin, yaşıyorsun!.. Bu durumda yandığını görüyorsun ve bunun mânevî azâbını yaşıyorsun!..
Rüyada yandığını düşün bir kâbus hâlinde!.. Ve yanma olayı ile birlikte sayısız kereler aynı
olayı yaşayarak sürekli bir azâb sözkonusu senin için!.. Belki ta kıyâmete kadar!..

Ya da suya attılar. Düşün rüyada suda boğulma hâlini!..

Yine en ehveni, toprakta bedenin çürüyüp yok olması!.. Ki bu tarz dince gelenekleştirilmiş!..

Ya bütün ölenler kâbirde hapis mi?..

Hayır!..

Ölenler iki gurupta mütalâa edilir:

1-Gruptan olanlar “Şehitler” yani “fiysebilillah Allah için” can vermiş olanlar. Ve dünya hayatı içinde iken“Ölmeden önce ölmek” sırrını yaşamış olan veliler!.. Bunlar ölümle birlikte ilk anda mezara girerler
burada meleklerle karşılaşıp, gereken imtihandan geçtikten sonra kıyâmete kadar hürriyetleri
verilir ve serbest olarak gezer dolaşırlar.

2-Grup. Bunlar çeşitli eksiğiyle kusuruyla yaşamış olan Müslümanlar ile gayrımüslimlerdir. Birinciler belli bir kabir azâbından sonra cennetteki yerlerini görmek suretiyle müjdelenirler ve kıyâmete kadar uyurlar.
Güzel rüyalarla yaşamlarını devam ettirirler gene kıyâmete kadar. Diğerleri ise kabir azâbından
sonra uyurlar ve kâbus türü rüyalarla kıyâmete kadar orada yaşarlar!..

Kişi, ölümü tadıp, dalga bedeniyle başbaşa kalıp, mezara konulduğu anda çok büyük azâb çeker. Niçin?

Düşünün. Normal şartlarda, gündüz şu biyolojik bedenle yaşıyorsunuz. Ama buna rağmen uyuduğunuzda, görmekte olduğunuz rüya ve kâbusta, kendinizi nasıl hissediyorsunuz?.. Bu ruhbeden ya da
manyetik-beden diyebileceğimiz bir yapı ile değil mi?..

İstediğiniz kadar siz gündüz fizik bedenle yaşamış olun, rüya devresinde bu bilinciniz hiçbir işe yaramıyor!..
Ve kendinizi, o rüya içinde sanki bir manyetik bedenmiş gibi hissetmekten alakoyamıyorsunuz!..

İşte bu sebeple de, gördüğünüz kâbuslar, o “ruh beden” sanısı içinde olan size cehennem hayatı yaşatıyor.

Oysa, o anda biyolojik bedeninize hiçbir zarar verilmiyor; belki de kuştüyü yastık, pamuk yatak üstünde,
atlas yorgan altındasınız!..

Normal şartlarda beyniniz hangi şartlanmaların tesiri altına girmiş ise. Beyniniz hangi ışın tesirleri altında, hangi tür düşünceleri oluşturacak biçimde açılmış ise. Ne tür duygularla kayıtaltında iseniz. Bunların sonucunda oluşacak güzel rüyalar ya da kâbuslar içinde olursunuz uykunuzda!..

ÖLÜM UYKUNUN KARDEŞİDİR!..”

İşte ölümötesi yaşantının bir kısmı da bu türdendir!

Beyinde şu anda mevcût olan tüm açılımlar ve bunun neticesinde sizin kendinizde bulduğunuz ya da farkında olamadığınız tüm özellikler aynen astral bedeninize ya da bir diğer ifade ile ruhunuza yüklenmiştir!..

Ölüm denen olayla birlikte yaşamınız, bu “bir tür hologramik ışınsal beden” bilincinde, son andaki şuur düzeyinizle devam eder. Bir farkla ki:

Dünyada, beyinin madde şartları dolayısıyla perdelendiğiniz pek çok şeyi, bu “ruh beden” boyutunda apaçık görebilirsiniz.

Yani GÖRÜŞÜNÜZ KESKİNLEŞİR!..

İşte bu durumda, içinde bulunduğunuz şartları, geleceğe dönük olarak başınıza gelecekleri,
dünyanın âkibetini çok iyi farkedersiniz!..

Ve dahi farkedersiniz ki dünya yaşamı sırasında belirli güçleri elde edememişsiniz!.. Ve “beyin” s
ermayesini, “yükleyicisini” de bir daha asla elde etmek mümkün değildir!..

Her ruhbeden-manyetik beden ancak kendi beyni tarafından açılımlara erişebilir ve bir başka
beyin tarafından yeni açılım alamaz!..

Bu sebeple, öldükten sonra, yani beyniniz çalışmaz hale geldikten, bozuma geçtikten sonra,
artık yeni imkânlar elde etmenize olanak kalmamıştır!

Bu gerçekleri o anda idrâk ediş, kişide öyle bir pişmanlık meydana getirir ki,
bunun târifi asla mümkün değildir!..

Önünüzde sonsuz bir yaşam!.. Siz ise tüm imkânlarınızı beyninizle birlikte dünyada
bırakıp; ne toplayabilmişseniz onunla bu yaşamın eşiğindesiniz!..

Ve artık sizin için yeni bir dünya başlıyor!..

Ne var ki, bu dünyada, aynen rüyada olduğu gibi olaylara isteğinizce yön verebilme imkânından mahrumsunuz!.. Dünya yaşamında o yeteneği elde edemediğiniz için, bugün artık
tamamıyla o ortamın olaylarına tâbisiniz!..

Ve hazırlanamadığınız ölçüde buyurun sonu gelmez, uyanılmaz kâbuslara!..

İşte, “kabir cehennemi“, diye anlatılan âleminizin oluşuş şekli.

O yüzden Hz. Rasûlullah diyor ya;

“Kişi mezara girdiği zaman öyle bir haykırışla haykırır ki; arşa kadar bütün varlıklar işitir;
insden ve cinden maâda”.

O içinde bulunduğu pişmanlıkla! O kişiye her gün kabrinde cehennemden bir pencere açılır, sen cehennemliksin senin gideceğin yer burasıdır, cennetten de bir pencere açılır cennet gösterilir.
Sen burayı kaybettin denir ve bu şekilde ona büyük bir azâb olur.

Ne yazık ki günümüzde “ÖLÜM” olayı gerçeğine uygun bir biçimde bilinmemekte, genelde ÖLÜM`ün bir “son” olduğu zannedilmektedir!..

Oysa, “ÖLÜM, bir son” olmayıp; madde âlemden, maddeötesi âleme geçişten başka bir şey değildir!.. Yani bir dönüşümdür!..

İnsan, ÖLÜM denen olayla, madde bedeni terkederek, «RUH» denilen «halogramik dalga» yapılı bedeniyle ya mezarda, ya da mezar dışında yaşamına devam eder!

Yani ÖLÜM, Madde bedenle yaşamın sona erip, RUH bedenle devam etmesidir.

İslam Dini’nin esaslarını bildiren KUR`ÂN-I KERİM, ölüm olayına şöyle açıklama getirir:

«Her NEFS ölümü TADACAKTIR!..»

ÖLÜM denen olay, biyolojik madde bedenin terkedilerek, RUH bedenle dalga âlem yaşamına geçilmesidir…

Beynin durmasıyla birlikte, vücuda yayılan bioelektrik enerji kesildiği için; beden, ruhu kendisine bağlı tutan elektromağnetizmasını yitirir ve böylece, RUH, bedende bağımsız yaşam biçimine geçer. İşte bu olay ÖLÜMkelimesiyle anlatılır.

Yaşam boyunca kişinin beyninden geçen tüm faaliyetler, ses ve görüntü dalgalarıyla yüklenmiş televizyon dalgaları gibi, RUH`a, yani halogramik dalga bedene yüklenmiş olduğu için, kendisinde hiç bir değişiklik hissetmeden, ruh boyutunda yaşama geçiliverir… Ve kişi, RUH olarak, aynen bedende olduğu gibi yaşamına devam eder!..

Ancak bir farkla… O bedende, tamamiyle canlı ve şuurlu olmasına karşın, madde bedenini kullanamaz!. Sanki bitkisel hayata girmiş, canlı, şuurlu bir kişi gibi!..

Dışarıda olup- biten herşeyi görür, duyar, algılar fakat kendisinden dışarıdakilere hiç bir mesaj ulaştıramaz!.

Nitekim büyük İslam Âlimi Erzurumlu İbrahim Hakkı, «Marifetnâme» isimli eserinde, Hazret-i Muhammed’in ağzından ölüm olayını şöyle nakleder:

«Meyyit (ölümü tadmış kişi), bedenini kimin yıkadığını, kimin kefenlediğini, namazını kimlerin kıldığını, ardından kimlerin geldiğini, lahde kimlerin indirdiğini ve kimlerin telkin verdiğini bilir

«Meyyitin yanında haykırıp, saçınızı başınızı yolmayın, ona eziyet edersiniz» uyarısı da, gene meyyitin sizi görüp hâlinizden üzüntü duymasından ileri gelir.

Ölüm denen madde bedeni kullanamama hâlini tadmış kişinin mezarda «ruh olarak» diri, aklı şuuru yerinde ve dışardan gelen hitapları algılar bir halde olduğunu bize en iyi idrak ettirecek olan BUHARİ isimli hadis kitabında mevcut olan şu hadisi Rasûlullah’a dikkat edelim:

Talha radıyALLAHu anh şöyle anlatmıştır:

Bedir savaşı günü Nebi (salla`llâhu aleyhi ve sellem) Kureyş eşrâfından 24 kişinin cesetlerinin bi raraya kaldırılmasını emretti de bunlar Bedr kuyularından pis bir kuyuya atıldılar. Bu suretle pis kuyu yeni pislikleri toplamış oldu.

Rasûlullah düşman bir kavme gâlip gelince onun açık sahasında üç gün konaklamak âdeti idi.

Bedr savaşının üçüncü günü olunca da Rasûlullah devesinin getirilmesini emretti. Yol ağırlığı deveye yüklenip bağlandı.

Sonra Rasûlullah yürüdü. Ashab da peşinden yürüdüler…

Bu arada birbirlerine, herhalde Rasûlullah bir hacet için gidiyor, diye konuştular.

Nihayet, Rasûlullah Efendimiz maktûllerin atıldığı kuyunun bir tarafında durdu ve onlara kendi ve babalarının adlarıyla seslendi:

-Ya filân ibn-i filân, Ya Ebâ Cehil İbn-i Hişam, Ya Utbe İbn-i Rebîâ… Siz ALLAH`a ve Rasûlüne inanıp itaat etseydiniz şimdi sevinir miydiniz?.. Ey maktûller!.. Biz, Rabb`imizin vaad etmiş olduğu zaferi gerçekten bulduk. Siz de Rabbinizin vaad ettiği zaferi gerçek üzere buldunuz mu?..

Bu hitap üzere Ömer r.a. sordu:

– Ya Rasûlullah… Hayatı olmayan cesetlere ne diye konuşursun?.

Rasûlullah Aleyhisselâm şöyle cevap verdi:

-Muhammed`in nefsi elinde olana yemin ederim ki, söylediklerimi siz onlardan daha iyi işitmezsiniz!..»

Görüldüğü gibi, Buharî`de nakledilen bu olayda, Hz. Rasûlullah Aleyhisselâm büyük bir yanlış anlamayı tashih etmekte..

«İnsanlar, mezara ölmüş olarak konur ve sonra da onlar kıyâmette dirilirler” şeklindeki gerçek dışı inanışı, bundan daha iyi düzeltecek bir hadis olamaz.

İnsanlar, aynen şu andaki kadar aklı şuuru yerinde olarak mezarlara konurlar ve dışarıdan kendilerine yapılan hitapları dışardaymışçasına rahatça işitirler.

Üçüncü halife Osman bin Affan r.a. birmezar başında durduğu zaman, sakalını ıslatıncaya kadar ağlardı. Bu sebeple kendisine;

-Sen cenneti ve cehennemi anıyorsun, ağlamıyorsun da; bundan, yani kâbir korkusundan dolayı ağlıyorsun, denildi..

Osman cevap verdi:

– Resûlullah`dan duydum ki..:

«Muhakkak mezar, âhıret konaklarının ilkidir!.. Eğer kişi ondan kurtulursa, ondan sonrakilerden de kolay kurtulur. Şayet kişi ondan kurtulamazsa, ondan sonrakiler ondan şiddetli olur!..»

Sonra Osman r.a. şöyle devam etti: Rasûlullah şöyle buyurdu:

«Mezar kadar KORKUNÇ hiç bir fecî manzara görmedim!!..»

İslam’ın en önde gelen şehîdlerinden olup, Hz. Rasûlullah (salla`llâhu aleyhi ve sellem) tarafından cesedi toprağa verilen Sa`d bin Muâz`ın kabri başında ise Allah Rasûlu şöyle buyuruyordu:

-Şu seçkin kul ki, arş O`nun için titremiş, gök kapıları açılmış ve binlerce melek yeryüzüne inmiştir. O bile mezarında öylesine sıkıldı ki, az kaldı kemikleri çatırdayacaktı!!.. Eğer kâbir azabından ve ölüm sonrası sıkıntılarından kurtuluş olsaydı, bu önce Sa`de nasip olurdu!.. O, ulaştığı mertebe itibariyle bu sıkıntılardan hemen çıkartıldı; hepsi o kadar!..»

Şimdi düşünelim… Kişi, mezârda «diri» yani «şuuru yerinde» olarak mevcut olmasa, böyle bir azap söz konusu olur mu hiç?..

Soruluyor Hz. Rasûlullah’a …

“Ya Rasûlullah, müminlerin hangisi daha akıllı, şuurludur?..

-Ölümle başına geleceği en çok hatırlayan ve ölümötesi hayatı için en güzel şekilde hazırlananı… İşte onlar en akıllı- şuurlu olandır…”

Gene bir başka ifadesinde şöyle buyuruyor:

“-En şuurlu, ileri görüşlü insan odur ki, nefsini ilâhî hükümlere tâbi kılar ölümden sonra yararını göreceği fiîlleri yapar… Aciz de nefsinin arzularına tâbi olur, sonra da bir şeyler umar, ALLAH`dan!..”

Gene Rasûlullah`ın ashabından İbni Mes`ud, kâbirde görülen azap hakkında:

-Mutlaka günahkâr olanlar, kâbirlerinde azap olunurlar. Hatta hayvanlar onların seslerini işitir… dediğini Rasûlullah (salla`llâhu aleyhi ve sellem)`den işittim.

Ebu Said el Hudrî anlatıyor: Rasûlullah (salla`llâhu aleyhi ve sellem) buyurdu:

“İnkârcıya mezarında kendisini kıyamet gününe kadar sokup ısıran 99 ejderha musallat edilir. Eğer bunlardan bir tanesi yeryüzüne üflemiş olsa, hiç bir yeşil ot yeşermez!..”

İbn-i Ömer radıyallahu anh anlatıyor… Rasûlullah buyurdu:

“Sizden birisi ölünce, cennetlik olsun, cehennemlik olsun akşam sabah kendisine makamı gösterilir. Burası yerindir. Kıyâmetteki bâ`sıne kadar buradasın.”

Burada bir de şu hususa dikkat çekelim. Amentü`de okunan şu cümleye bir bakın…

«Vel ba`sü ba`del M E V T»…

Dikkat ediniz!..

«Vel ba`sü ba`del KIYÂMET» denmiyor!..

Yani, «bâ`s» kelimesiyle anlatılan olay, KIYAMET`ten sonraki değil, ÖLÜMÜ TATTIKTAN sonrakidir!..

Dünyada, bildiğimiz madde bedenle ve bu arada bu madde beynin ürettiği ruh bedenle yaşarız.

Nitekim büyük İslam Âlimi ve mutasavvıfı İMAM GAZALİ, “Esmâ`ül hüsna şerhi” isimli eserinde “El BÂİS” ismini açıklarken bakın ne diyor:

“İnsanlardan birçokları bu hususta yanlış vehimlere kapılırlar.. Bunu da çeşitli şekillerde izaha çalışırlar, derler ki; ölüm yokluktur, bâ’s yok olduktan sonra yeniden dirilmektir, aynen birinci dirilme ve canlandırma gibi…

Bir kere onların ölümün yokluk olduğunu zan etmeleri yanlıştır!. İkinci diriltmenin de birinci gibi olduğunu sanmaları dahi yanlıştır.

Ölümün yokluk olduğunu sanmak batıldır!.. Çünkü, kabir, ya ateş çukurlarından bir çukurdur, ya da cennet bahçelerinden bir bahçe..

İşin içyüzüne vâkıf olan Erbab-ı Basiret, insan varlığının ebediyet için halk olduğunu bilir ve anlar.. ona yokluk arız olmaz..

Evet, bazen cesetle ilgisi kesilir de kendisi hakkında öldü derler.. Bazen cesede iade edilir de hakkında diriltildi derler..

Dirilmenin. ilk yaradılış gibi ikinci bir yaratılış olduğunu sananlar da bu zanlarında yanılmışlardır!.. Çünkü diriltmek ilk canlandırılışlarına uymayan yepyeni bir yaratma fiilinden ibarettir..

Aslında insanoğlunun bir çok dirilmesi vardır; onun dirilmesi iki defadan ibaret değildir…”

Ölümü tadınca, Madde beden çözülür; ve RUH bedenle bâ`s olmuş olarak kabirde kıyâmete kadar yaşamımız devam eder.

Sonra «Kıyâmet» denen, dünyanın Güneş ısısında bozunumu devresinde, bugünkü karakteristiği istikametinde yeniden bâ`s olur!..

Ve nihâyet, son defa bu bedenler de gittiği ortama göre yeniden bir bâ`s ile oluşurlar…

Kabirde, şu andaki mevcut aklımızla, algılama- değerlendirme mekanizmamızla mı olacağız?..

Bu konuda Abdullah bin Ömer anlatıyor…

Hz. Ömer münkir ve Nekir adlı iki meleğin kabirde gelip sual sorması hususunu Hz. Rasûlullah ile konuşurken sordu:

– (Kabirde) aklımız başımızda olacak mı Ya Rasûlullah?..

– Evet!.. Aynen bugünkü gibi!..”

Evet, ölümü tatmış, aklı şuuru yerinde, fakat bedeni kullanım dışı kalmış diri kişi mezara konulunca ne olur.

Bunu da Enes Radıyallahu anh`ın ağzından dinleyelim:

Rasûlullah (salla`llâhu aleyhi ve sellem) şöyle buyurdu:

-Kul kabre konulduğunda, kabirden uzaklaşanların ayak seslerini işitir… Onlar uzaklaşırken iki melek gelir ve onu oturtup şöyle sorarlar:

-Muhammed denen adam hakkında ne dersin?..

Eğer mü`minse…

-Şehâdet ederim Muhammed ALLAH`ın kulu ve resûlüdür… Bunun üzerine.

-Şu cehennemdeki yerine bak!.. ALLAH onu cennettekine tebdil etti…

O, artık hem cehennemdeki yerini, hem de cennette gideceği yeri görür…

İnkârcı veya gösterişte müslüman ise şöyle der:

-Bu konuda kesin bir düşüncem yok. İnsanların konuştuklarından başka!..

Ve ona şöyle denilir:

– Onu tanıyamadın ve bilemedin!..

Sonra ona öyle bir tokmakla vurulur ki, feryadını insanlar ve cinler dışındaki her şey işitir!..”

Nihâyet şu hadîs ile konuya son verelim…

«Ölümü tadmış kişi, yakınlarının ağlaması sebebiyle azap görür.»

Bu konuda daha pek çok Rasûlullah uyarısı vardır, ilgili hadis kitaplarında okunabilir.

Netice şudur ki:

KİŞİ ÖLMEZ, “ÖLÜM”Ü TADAR!.. Yaşam boyutunu değiştirir!…

Ölümü tatmak, denilen olay, kişinin madde bedenin kumandasını yitirip, «ruh» adı verilen halogramik dalga bedenle yaşamına kaldığı yerden devam etmesidir.

Bu hâl dolayısıyla, kabre konan her kişinin şuûru yerinde aklı başındadır!.

Kıyâmete kadar da şuurlu olarak yaşamına devam eder.

Kıyâmette de o günün şartlarına göre, yeni bedene kavuşur.

ÖLÜM tadıldıktan sonra neler olup bitiyor?…

Şimdi de kısaca bunu anlatalım…

ÖLÜM tadıldığı anda kişi bir süre çevresindeki dünyayı algılamağa devam eder… Çevresinde olup bitenleri, yapılan konuşmaları, üzüntü ve feryatları aynen biyolojik bedenle yaşıyormuşçasına algılar…

Bu devrede âdeta bitkisel hayattaki bir insan gibidir.. Dışarıda tüm olup bitenleri algılıyor, fakat dışarıya hiç bir mesaj veremiyor..

Işte bu anda sıra cenazenin yıkanmasına gelir…

Cenaze niçin yıkanıyor?…

Cenazenin yıkanmasının bilebildigimiz kadarıyla hikmeti, henüz hücresel canlılığı devam eden biyolojik bedenin sudan ozmos yoluyla biyoelektriksel takviye almasıdır… Böylece kişi, kısa bir süre daha beden aracılığıyla yaşamış olduğu dünya ile iletişimini tek yanlı da olsa sürdürebilecektir.

ÖLÜMÜN TADILDIĞI andan itibaren başlayıp, mahşere kadar devam edecek olan yaşam boyutuna BERZAHâlemi denilir…

Ölümle başlayan hayat üçe ayrılır;

A- KÂBİR yaşamı..

B- KÂBİR âlemi yaşamı…

C- BERZAH âlemi yaşamı…

A- KÂBİR yaşamı… Bu devre kişinin ölümü tadıp, ruh yani halogramik dalga bedenle bâ`s olmasından sonra başlayıp, kabir içinde maddeyi algılar biçimde yaşamı devam ettikçe sürer…

Gerek kabire konmadan ve gerekse kabre konduktan sonra çevresinde olup biten herşeyi bu süre içinde algılamaya devam eder…

Bu hâlin misâli şu dünya yaşamımızdaki henüz uyumadan evvel yataktaki hâlimize benzer …

Yatağa yatan kişi nasıl henüz uyanıktır ve çevresinde olup bitenleri farketmektedir; yatağın sert veya yumuşaklığını hissetmektedir; işte aynı şekilde mezara konan kişi de ilk aşamada çevresinde ve mezar icinde olup biten her şeyi seyretmektedir…

Yatağa girmiş uyumaya hazırlanan kişi nasıl yarı uyur vaziyette hem dışarıda olup bitenleri farkeder hem de rüya türünden şeyleri görmeye başlarsa, kabirdeki kişi de aynı şekilde hem madde mezarın dışında ve içinde olanları algılamaktadır; hem de yavaş yavaş KENDİ KABİR ÂLEMİNE girmeye hazırlanmaktadır…

İşte bu süreç içinde, İslam Dini’nde bahsedilen iki sorgu meleği gelir ve RABBIN KİM, NEBİN KİM, KİTABIN NE diye sorarlar…

DİKKAT!…

KABİRDE asla, kişiye, sen hangi mezheptensin ya da hangi tarikattansın diye sorulmaz!.. Burada, asla, kişinin mezhep veya tarikat imamından sözedilmez!..

BUNLARIN kabirde SORULACAGINDAN SÖZEDENLER, DİNİ BILMEYENLERDIR!. Ne KUR`ÂN`da ne de ALLAH RASÛLÜ’nün açıklamalarında, mezhep ya da tarikatın ne, diye sual SORULACAĞINA DAİR hüküm vardır!.

MEZHEB ve TARİKATLAR Hz.Muhammed Aleyhisselâm’ın berzaha intikâlinden sonra oluşturulmuş kurumlardır; ki, berzah âleminde bunların yeri yoktur!..

Evet, bu sorgulamanın ertesinde kişi ya KABİR ÂLEMİNE intikal eder, ya da BERZAH ÂLEMİNE..

“KABİR ÂLEMİ” ile “BERZAH ÂLEMİ” arasındaki fark nedir? …

B- “KABİR Âlemi yaşamı” … Bu âlem, aynen aynen rüya alemine benzer; ne var ki, kişi rüya gördüğünün farkında değildir ve yaşamını aynen dünyada yaşıyormuşçasına değerlendirir..

Nasıl dünya yaşamını gerçek yaşammıs gibi algılarsa kişi dünyada yaşarken; ayni sekilde, kendi kabir âlemine geçen kişi de o boyutu gerçek yaşam gibi hisseder… Bu ya “kabir cenneti” denilen şekilde son derece huzur ve zevk verici rüyalar şeklinde devam eder; ya da “Kabir Cehennemi” denilen biçimde kâbus türünden son derece korkunç, ıstırap verici görüntüler içinde sürer..

Bu devre kıyamete kadar böylece devam eder…

Bu, kabir içindeki kişinin, kabir âleminin yaşantısıdır..

Kişinin kabri ya cennet bahçelerinden bir bahçe, ya da cehennem çukurlarından bir çukurdur” hadisi şerifiyle Hz.Rasûlullah s.a.v bu duruma işaret eder…

Bununla beraber bir de “BERZAH âlemi yaşamı” vardır…

C-

“BERZAH âlemi yaşamı”, “FİYSEBİLİLLAH” ALLAH yolunda ŞEHİD olmuş kimseler ile, “ölmeden ölmüş” diye tarif edilen evliyaullah ve nebilerin, kabir âlemi kısıtlamalarından kurtulmuş olarak, “RUH BEDENLERİYLE” serbest dolaşım şeklinde süren yaşam şeklidir..

BERZAH YAŞAMINDA…

ŞEHİDLER, EVLİYAULLAH ve NEBİLER Berzah âlemi içinde serbestçe gezerler dolaşırlar ve mertebelerine göre de birbirleriyle iletişim kurarlar…

Ayrıca, berzah âlemi içinde dahi bir hiyerarşi vardır; ve bu hiyerarşi içinde oradakilerin idaresi sözkonusudur…

İNSAN ve SIRLARI” isimli kitabımızın “RİCÂLİ GAYB-GAYB ERLERİ” bahsinde bu konuda geniş bilgi vardır…

BERZAH alemindeki velilerden dünyada iken “FETİH” sahibi olmuş olanlar, dünyadakilerle iletişim kurabilirler.. Buna karşın, dünyada “KEŞİF” sahibi olmuş fakat “FETİH” elde edememis evliyaullah ise, o âlemdeki tüm serbestilerine karşın, dünyadakiler ile direkt iletişim kuramazlar..

FETİH” ve “KEŞİF” konularında daha geniş bilgiyi “DUA ve ZİKİR” isimli kitabımızda yazdık… Arzu edenler oradan daha geniş bilgiyi elde edebilirler..

Kişi, ÖLÜMÜ TATTIKTAN sonra ya kendi kabir aleminde ya da mertebesine göre berzah aleminde yaşamına devam eder.

İşte, herkesi, böyle bir yaşam bekliyor!..

Check Also

Geri Dönüşü Olmayan İnsan Ruhunun Ölümsüz Yolculuğu