Akıl İman!

“Ya Ali, herkes “ALLAH”a bir yoldan yaklaşır!…icerik_ah

Sen, aklın ile “ALLAH”a yakın olanlardan ol…”

Bu güne kadar hep “ALLAH”akıl ile yaklaşmanın değerinden bahsettik. Kitaplarda da özellikle bunu anlattık.

Ancak şimdi daha değişik bir incelik üzerinde duracağız…

“ALLAH”`a niçin “iman” ile yakîn elde etme esası getirilmiştir?`a niçin “iman” ile yakîn elde etme esası getirilmiştir?

Hz. Rasûlullah Aleyhisselâm niçin “imanı” öne almıştır?

Kur`ân-ı Kerim niçin devamlı olarak “Elleziyne yu`minune” “Onlar ki “ALLAH”`a iman ederler” der de; buna karşın çeşitli âyetlerde de aklı öne sürer.

“Hâlâ tefekkür etmeyecek misiniz?

Hâlâ idrak etmeyecek misiniz?

Hâlâ anlamayacak mısınız?” der.

Öyle ise insana yakışan davranışların kökeninde düşünce ve idrak yatmalıdır; şartlanmalar ve etraf değil!.

Burayı çok iyi farketmek zorundayız..

Biz, koyun gibi, çobanın ya da etrafımızdakilerin güttüğü yönde davranışlar ortaya koyup, sıradan bir mahlûk gibi mi yaşayacağız?… Yoksa, Akıl ve şuur sahibi düşünen bir yapıyla yaşamına yön veren mükemmel varlık insanlığımızı mı hissedeceğiz?..

Herkes böyle dediği, herkes böyle inandığı için; ne olduğunu anlamadığımız, idrak etmediğimiz şeyleri kabullenerek öylesine bir hayat sürüp geçip gitmek bizi tatmin ediyorsa, diyecek bir şey yok!.. Böylece süregitsin yaşam!

Ama, ben bir insanım; akıl sahibi olup, düşünebilme kabiliyetine sahibim; yaşamıma kendi kavrayışımla kendim yön verebilirim; sürüye sayılmak için varolmadım; bilincine erdiysem, bundan sonra yapılacak iş neye ne kadar ve nasıl inanacağıma karar vermektir!.

İnsan olarak en değerli varlığımız olan “AKIL” ya kullanılır ve insan yaşamına idrakıyla yön verir; ya da kullanılmaz, düşünmeden etrafa ve şartlandırmalara tâbi olunur!.

İnsan beynine bahşedilen ana zihinsel fonksiyonlar akıl dışında nelerdir?

İnsan zihnindeki diğer doğmatik özellikler nelerdir?.

Önce bunların üzerinde duralım.

İnsan dediğimiz varlıktaki bazı zihinsel fonksiyonları sayalım:

Nefs (ben kavramı), akıl fikir, hayâl, idrak (kavrayış), vehim (varsayım), himmet, ve hâfıza (yani bellek).

Bu saydığımız zihinsel fonksiyonlar esas itibarı ile iki ana kuvvetin etkisi altındadır… Yani, fikir, hayâl, duygu, nefs, himmet daima iki ana kuvvetin birinin tesiri altına girer. Ya, vehmin hükmü altına girerek çalışır, ya aklınhükmü altına girerek çalışır.

Fikir; çeşitli konularda aklımıza gelen yeni yeni düşüncelerdir. Bize herhangi bir konuyu düşünmemizi sağlayan ana materyaldir. Kökeni ya beynin üretimi ya da dış etkilerdir; ilham, astrolojik etkiler vs…; çeşitli konularda aklımıza gelen yeni yeni düşüncelerdir. Bize herhangi bir konuyu düşünmemizi sağlayan ana materyaldir. Kökeni ya beynin üretimi ya da dış etkilerdir; ilham, astrolojik etkiler vs…

Sonrasında hayâl gelir. Yani, o fikirleri kafamızda hayâl ederiz.. Anlayıp kavramak için bir suret haline sokarız. Bu hayâl edişe aynı zamanda “musavvire gücü” denilir. Yani, tasvir etme şekillendirme. Beyinde şekillendirme olayı vardır. O fikirler otomatikman şekillenerek anlaşılır. O da nasıl anlaşılır? Müdrike yani idrak gücü ile, idrak edilir.

Bu idrakın hemen sonrasında, o idrakı hükmü altına alan vehim vardır.

Vehim özetle şudur: özetle şudur:

Var olmayan şeyi varsanmak!. Var olan şeyi de yoksaymaktır. “Varsayım” dediğimiz cevherdir.

Bunlardan, “Nefs” dediğimiz yapıyı da Dünyanın ruhâniyeti meydana getirir.

Fikir, Merkürün ruhâniyetinden; Merkürün ruhâniyetinden; Hayâl, musavvire Venüsün ruhâniyetinden meydana gelir. İdrak, müdrike Güneşin ruhâniyetinden gelir. Vehim, Marsın ruhâniyetinden gelir. Marsın ruhâniyetinden gelir. Himmet, Jüpiterin ruhâniyetinden gelir. Jüpiterin ruhâniyetinden gelir. Akıl, Satürn`ün ruhâniyetinden gelir. Fakat Satürn`ün ruhâniyetinden meydana gelen akıl maddi bir akıldır. Dünyaya ve maddeye dönüktür. Uranüs`ten gelen akıl ise “aklı kül“den yansımadır!. Çok geniş boyutlu, madde ötesine dönük düşünceleri meydana getirir. Madde ötesine dönük düşünceler Şiron`un uygun açıyla beslemesi halinde hidayet dediğimiz “ALLAH”a ve özüne yönelme” tesirlerini meydana getirir. Neptün, yüksek sezgigücünü meydana getirir.

Pluton, “ALLAH”`a ait “var etme ve yok etme” gücünün yeryüzünde zâhire çıkmasına vesile olur. “ALLAH”`a ait “var etme ve yok etme” gücünün yeryüzünde zâhire çıkmasına vesile olur.

Eğer bir kişide Merkür`ün tesirleri güçlü ise, onda çeşitli fikirler meydana gelir. Merkür`ün güçlü tesirini almış, ruhaniyetinden feyz almış insan, zeki insandır. Zekâ, Merkür`ün ruhaniyetine bağlıdır.

Cinlerin büyük çoğunluğu, Merkür`ün güçlü tesirlerinden feyz aldıkları için hemen hepsinde zekâ güçlüdür. Dolayısı ile şeytan da çok zekidir. Buna karşın cinler, akıl yönünden zayıftırlar!. büyük çoğunluğu,Merkür`ün güçlü tesirlerinden feyz aldıkları için hemen hepsinde zekâ güçlüdür. Dolayısı ile şeytan da çok zekidir. Buna karşın cinler, akıl yönünden zayıftırlar!.

Bir insan zekî olabilir; fakat yeterince akıllı olmayabilir!… Akıllı olabilir; zekî olmayabilir!. Hem zekâsı hem deaklı kıt olabilir!. Hem zekî ve hem de akıllı olabilir!.. Çünkü zekâ Merkür`ün ruhâniyetinden kaynaklanır, akıl ise Satürn ve Uranüs tesirleri ile meydana gelir.

İdrak (kavrama) gücünü Güneşin ruhâniyeti verir. Hayâl gücü Venüsün ruhaniyetinden hasıl olur. Buna Musavvire, şekillendirme gücü de denebilir. Kişinin himmeti (azmi) jüpiter`in ve Şiron`un tesirleri iledir.

Güçlü olarak Jüpiter`in ruhaniyetini almışsa o kişi, maddeye dönük bir şekilde şanslı hayat sürer. Maddi sıkıntıları az, refahı fazla olur.. Şiron`un tesirini güçlü almışsa kişi, mâneviyata yönelir ve mâneviyatta büyük derecelere ulaşma imkanını elde eder.

Satürn tamamen maddeye dönük bir akıl verir; yani bu kişi maddeyi ne yönde nasıl değerlendireceğini iyi bilir. Uranüs`ün ruhâniyetinden feyz alan kişi maddi nesnelere hiç bakmaz, değer vermez. Tamamen madde ötesi soyut değerler ve nesnelerle ilgilenir.. Yani, gerçek âlemin, madde ötesi bir yapı olduğunu idrak eder. Ona yönelir.

Ancak, madde ötesi yapıya yönelme eğer Şiron’dan destek almamışsa o kişi felsefeci olarak kalır. Eğer bu hâlŞiron`dan desteklenmişse bu defa tasavvuf ehli velâyet mertebelerinin sahibi olur; icabında nübüvvetmertebesiyle zâhir olur. Aradaki fark Şiron`dan desteklenen bir Uranüs; veya Şiron`dan desteksiz kalmışUranüs`tür.

Felsefeci ile tasavvuf ehli arasındaki fark, “Şiron” farkıdır!. “Şiron” güneş sistemi içinde yer alan ve son yıllarda tesbit edilen bir gezegendir!.. ile tasavvuf ehli arasındaki fark, “Şiron” farkıdır!. “Şiron” güneş sistemi içinde yer alan ve son yıllarda tesbit edilen bir gezegendir!..

Ancak şunu dikkatten kaçırmıyalım!..

Allah, bir kişinin maneviyat ehli olmasını takdir etmişse, onu, uygun tesirler altında dünyaya getirir; ve meselaŞiron`un güçlü açılımı o kişiyi bu olaya hazırlar!. Yani, takdir ALLAH`ındır; yıldız ve planet etkileri ise takdiri oluşturan mekanizmadır!. Beyindeki bilincin yanında, elin yeri ne ise; ALLAH takdiri ve hükmünün yanında planet ve yıldızların yeri de odur!.

Programında, Uranüs`ün etkisi güçlü olan; yani yüksek akıl sahibi olup maddeye değer vermeyen kişi eğerŞiron`un ruhaniyetinden feyz almamışsa bu kişi felsefeci olarak kalır!. Madde dünyası ile hiç uğraşmaz ve maddeye değer vermez. Ama mâneviyat yönü zayıftır.

Esasen, bu tesirler, her insanda vardır..Ancak, bu tesirler kiminde güçlü olarak alınmıştır; kiminde de zayıf olarak… Bizler bu değişik tesirlerin oluşturduğu farklı formüle sahip bileşimleriz!.

Burada önemli olan nokta şudur:

Eğer belli bir akıl gücüne sahip isek… Bilebiliriz ki “Akıl” Arapçada “Ukl” kelimesinden gelmiştir. “Bağlamak” anlamınadır.. Yani bir şeyi. diğer bir şeye bağlayarak, aralarında bir bağlantı kurarak, bir sonuç çıkarma özelliğidir..

Bu akıllı bir kişidir demek, yani birtakım nesneleri, birtakım bilgileri, cevherleri birbirine bağlayarak ortaya bir sonuç çıkartıp buna göre kendine yön verebiliyor demektir.

Zeki kişi o anki menfaatine göre ne gerekiyorsa onu derhal bulup gereğini tatbik eder. kişi o anki menfaatine göre ne gerekiyorsa onu derhal bulup gereğini tatbik eder. Zekâ kısa vadelidir, günlük çözümler içindir. Akıl ise uzun vadeli bakışlar ve değerlendirmeler getirir.

Zeki kişi günlük menfaatlerinin gerektirdiği bir biçimde yaşar. Akıllı kişi ise geleceği düşünerek hayatına yön verir. kişi günlük menfaatlerinin gerektirdiği bir biçimde yaşar. Akıllı kişi ise geleceği düşünerek hayatına yön verir.

Aklın iki boyutu vardır.

Birincisi avam boyutu…

Yaşadığı süreci göz önüne alarak, yapacağı işleri düzenler… Ölüm ötesini aklına getirmez!. Ömrünü dünyevi değerlere göre düşünür. Bütün ömrü boyunca, kendisine yarar sağlayacak şeyleri tasarlar.

Aklın ikinci mertebesi ve makbul olanı ise; ölüm ötesini düşünüp ölüm ötesi hayata göre yaşamını düzenler.. Programa alır… Ancak aklın bir zayıf noktası vardır. O zayıf noktası dolayısı ile de zekâ oyunlarına gelerekvehmin hükmü altına girmesi ihtimali sözkonusudur.

Akıl, daima eldeki mevcut donelere göre, bunları birbirine bağlayarak bir sonuç elde eder. Beş duyu kanalından gelen bilgiler bir kaba konur. Akıl onları bileştirir ve neticede bir sonuç çıkarır; buna göre de kendine bir yön çizer.

Ancak “şeytâniyet” vasfıyla bilinen cinler çok zekidirler!. Bunlar kişinin aklını karıştıracak bazı fikirleri insanların beyinlerine impalslar halinde gönderirler. Bu ilka edilen fikirleri kişinin vehim gücü kolaylıkla kabul eder..

Herkeste mevcut olan bu vehim gücü, aslı olmayan şeyleri varmış gibi kişiye kabul ettirir!.

Vehmin esası nedir?.. in esası nedir?..

Varolmayan şeyleri var zannetmek; var olan şeyleri de yok zannetmek. Yani varsayım !.

Vehim gücün, her nekadar işin doğrusunu bilsen de, buna rağmen senin bir an içinde akıl ve irade boşluğunu yakalar; ve sana bir fikir ilka eder. gücün, her nekadar işin doğrusunu bilsen de, buna rağmen senin bir an içinde akıl ve irade boşluğunu yakalar; ve sana bir fikir ilka eder.

Bu fikirler cinni, şeytâni de olabilir. O an gelen meleki tesirlerden de olabilir!.

O tesir sende bir fikir meydana getirir, sen bu fikre kapılırsın ve işi geniş planda düşünmeyi geriye bırakırsın.

Oysa, her gelen fikri geniş planda düşünüp; sistemi düşünüp; o sistem içindeki yerine oturduktan sonra onaylaman gerekir.

Aklına bir fikir geldi!… O an için sana makul gelebilir… Tamam bu güzel fikir, ben bunu böyle yapayım, dersin.

O an için doğru gözükebilir. O anki menfaatine uygundur.. Ama genel sistem içindeki senin yerine uygun değildir!.işte bu gelen fikri, vehim gücü sana kabul ettirir. Çünkü vehim gücü “nefs” üzerinde hükmünü icra eder.

Nefs, ya aklın doğrultusunda hareket edecektir; ya da vehmin hükmü altında istikametini bulacaktır… Seyyaldir!. ya aklın doğrultusunda hareket edecektir; ya da vehmin hükmü altında istikametini bulacaktır… Seyyaldir!.

Nefs başta da söylediğimiz gibi dünyanın ruhâniyetinden kaynaklanır. Birimsel nefs dünya üzerinde var olmuştur. başta da söylediğimiz gibi dünyanın ruhâniyetinden kaynaklanır. Birimsel nefs dünya üzerinde var olmuştur.

Yani, “nefsim” dediğin şey; yanlış anlamayalım..

Eskilerin bir kısmı, özellikle de taklid ehli “nefs“i yanlış târif etmişlerdir… “Nefs“, sadece ve yanlızca “benlik” duygusudur.

Ben varım“, dersin ya; bu, “ben” kelimesi ile kastettiğin şey nefstir. Bu bedene ait tüm özellikler ise tabiat kelimesi ile anlatılır. Bedenin tabiatı tabii istekleri yani, tabiat tabii isteklerden meydana gelir. Doğal istekler de bedenin çeşitli organlarının çalışması sırasında oluşturduğu istek ve arzulardır.

Nefsî istek ayrıdır, tabîi istek ayrıdır!.

Bu ikisi tamamen birbirinden ayrı şeylerdir. Bunu bilmeyenler karıştırır; nefsin isteğine, tabii istek, der; veya,tabii isteğe yani tabiatının oluşturduğu isteğe nefsin isteği der.

Hayır!

Nefsin isteği benliğinin yücelmesi, benliğinin mertebe kazanması, benliğinin, sayılması, sevilmesi, korunması, yüceltilmesidir. isteği benliğinin yücelmesi, benliğinin mertebe kazanması, benliğinin, sayılması, sevilmesi, korunması, yüceltilmesidir.

Bedenin isteği ise güzel yemek, güzel içmek güzel uyumak güzel çiftleşmek… Yani kendi tabiatına uygun hallerle bezenmek. Bu tabiatının isteğidir. Nefsin isteği değildir.

HAC`da şeytan taşlama vardır… Üç şeytan taşlanır!. O taşlanan şeytanlardan her biri ayrıca bir semboldür… Meselâ birincisi, büyük şeytan, varsayım benliktir..ikinci şeytan, tabiattır. Üçüncü şeytan da, âdetler yani şartlanmalardır!.

Evliyaullahtan Şah Nakşıbend der ki:

“Biz halkın âdetlerini terkettirmek için görevdeyiz. Nebi ve Rasûller halkın âdetlerinin yanlışlığını ispat için gelmişlerdir. Çünkü âdetler insanı “ALLAH”tan alıkoyar, dünyaya ve maddeye yöneltir”

İnsanın zihinsel oluşumunda üç ana girdisi var:

1.NEFS

2.TABİAT ( Yani bedensel istek ve arzular )

3.ŞARTLANMALAR

Basit bir tâbirle şöyle de açıklıyabiliriz.

Etraf ne der?“… “Etraf“ı atmadıkça “ALLAH”`a yönelemezsiniz!. Çünkü çevreniz kendini madde beden kabul edip, bedene dönük zevkler ve arzular ve istekler içinde yaşayan kişilerle dolmuş.

Kişideki vehim gücü nefsi etkileyerek, onu yanlışa saptırır..

Nefs neyin tesiri altındadır?.. Şartlanmaların tesiri altında.. neyin tesiri altındadır?.. Şartlanmaların tesiri altında..

Sana sorduğum zaman “Sen kimsin?”..

Sen dersin ki: “Ben buyum!… Yani, bu bedenim“!.

Halbuki, sen, bu beden değilsin!.

Senin, kendini bu beden olarak kabul etmen;

1.Bedenin tabiatı içinde kendini tanımaya başlamandan,

2.Ve etrafının, çevrenin seni bu yolda şartlandırmalarından ileri geliyor.

Sen, kendini, bu bedenin tabiatı içinde hapis olarak buldun..

Sonra da herkes sana “sen busun, sen bedensin” demeğe başladı.

Böylece, sende “ben bu bedenim” fikri geldi yerleşti, oturdu.. Bu böylece oturduğu için bu defa vehim sende hükmünü icra ediyor.

Vehim sende hükmünü nasıl icra ediyor?.. Nefsi tahrik ederek!. sende hükmünü nasıl icra ediyor?.. Nefsitahrik ederek!. Vehim ne idi?.. Var olmayanı var göstermek, var olanı da yok göstermek. ne idi?.. Var olmayanı var göstermek, var olanı da yok göstermek.

Gerçekte, senin nefsinin benliği, Rabbi`nin benliğidir!. Senin kendine has bir benliğin yoktur!. Kâinatta var olan tek mutlak benlik “ALLAH”`ın benliğidir.

Benlik “ALLAH”a aittir. Senin ben demeğe hakkın yoktur” diyerek bunu basite indirgemişlerdir.

Yani, bu varlığa “Ben” kelimesi ile işaret ettiğin zaman, o “ben” aslında senin nefsin değil, “nefs“in hakikatı olan “Rabb“indir. O yüzden denmiştir ki:

Nefsinin hakikatını bilen Rabbini bilir.”

Çünkü Rabbi bilmek, nefsi bilmeğe bağlıdır. Çünkü nefsin hakikatı Rubûbiyet mertebesinden gelir.

“Nefs”, “Rubûbiyet” hakikatından varolduğu için, mutlaka aklettiğini yapmak ister!. Nefs için iyi-kötü diye bir ayırım yoktur. Çünkü Rabbani hakikattır aslı!… Rab ise dilediğini yapar!.

Nefsin hakikatı da Rab olduğu için nefs daima ne dilerse, kendisine ne fikir gelirse onu hemen yapmak ister. Bunun benliği kuvvetli deriz. Nefsi kuvvetli, deriz… Yani, bu kişideki Rubûbiyet zuhuru kuvvetlidir, demektir…

Yalnız rubûbiyetin oradaki zuhur şekli bu saydığımız iki yoldan biri ile olur:

Ya vehim yollu olur..

Ya akıl yollu olur..

Vehim yollu olursa, gelen fikre tabi olur; gelen fikri genel sistem içinde, ilahi nizam içinde düşünmeden; yerine oturtmadan, hemen geldiği gibi tatbik etmek isteriz. yollu olursa, gelen fikre tabi olur; gelen fikri genel sistem içinde, ilahi nizam içinde düşünmeden; yerine oturtmadan, hemen geldiği gibi tatbik etmek isteriz.

Nefs bu durumda kendi hakikatından gafil ve kendini beden olarak sandığı için, gelen istek ve arzuları hemen tatbik etmek ister ve dolayısı ile bedene dönük yaşamağa çalışır. bu durumda kendi hakikatından gafil ve kendini beden olarak sandığı için, gelen istek ve arzuları hemen tatbik etmek ister ve dolayısı ile bedene dönük yaşamağa çalışır.

Halbuki, nefs, hakikatı olan rabbani güç ve kendi hakiki vasfı olan, ilim sıfatından kaynaklanan bir şekilde; yaşadığımız sebepler âleminde akıl yolu ile varlık üzerinde hükmünü icra etmek ister.

Şimdi biz aklımıza bir fikir geldiği zaman, hemen o fikri, Allah düzeni içinde, genel idare sistemi içinde yerine oturtup; bu yapacağımız işin tabiatımıza mı dönük; var sandığımız fakat aslında var olmayan izâfi benliğimize mi dönük; yoksa kendi hakikatımızı bilmemize, “ALLAH”a yönelmemize, “ALLAH”ı tanımamıza vesile olacak bir biçimde özümüze mi dönük diye düşünüp değerlendirmemiz gerekir..

Şeytanın silahı iyi bilelim ki fikirdir!.

Çünkü bütün cinler Merkür`ün güçlü tesiri ile beslenmişlerdir. Bu yüzden onlarda fikir çok yüksektir. Fakat bu fikri kısa süreli menfaatler istikametinde kullandırırlar insana.

O an için senin bedeninin ve benliğinin amaçları ne ise, o doğrultuda yeni yeni fikirleri sana telkin eder ki, sen daima bedene dönük düşünesin, bedene dönük yaşayasın.

Halbuki akıl seni daima maddenin ötesindeki bir boyutta kendini bulup değerlendirmeye yönelik biçimde düşünmeğe sevk eder.

Çünkü akıl çok geniş boyutta düşünür. Çok kapsamlı olarak meseleleri ele alarak, bunları birbirine bağlayarak yeni yeni sonuçlar çıkartmağa sevk eder… Bu çalışmayı yaptığın zaman otomatikman manevi âleme girersin; madde dünyasından çıkarsın!..

Ne varki aklın, bu gelen fikirleri her an gerektiği gibi değerlendirememesi tehlikesi vardır. Zira vehim “nefs”üzerinde ağır basar.

İnsan için eğer şer diye kabul edilebilecek bir şey varsa o da vehimdir. Vehimden daha şerli bir şey yoktur!

Eğer aklınla vehmi hükmün altına alırsan velâyetin en üst mertebesine çıkarsın!.

Eğer akıl, vehmin hükmü altına girerse, şekavetin, sapmışlığın en berbat derecesine düşersin!.

Ahmed Hulusi

1993

Check Also

Geri Dönüşü Olmayan İnsan Ruhunun Ölümsüz Yolculuğu